Hem eşkıya, hem de kravatlı. Garip gibi görünüyor, değil mi?

Kravat eğer medeniliğin, efendiliğin, kültürlülüğün sembolü ise, eşkiya ile yanyana nasıl geliyor?

Ya da öyle zannediyoruz…

 

Kravat efendiliğin göstergesi imiş. Okumuşlar, medenî adamlar, bir yerlerde sorumlu, yetkili olanlar kravat takarlar. Çoklarının gözünde kravat, takım elbiseyi tamamlayan çağdaş bir aksesuardır.  

Haydi öyle olsun…

Elbiseye veya aksesuara isteyen istediği anlamı, mesajı, ideolojiyi yüklesin. Hiç birine diyeceğimiz yok. Polisin, askerin, belli bir iş kolunda çalışan kişilerin belirleyici üniformalarına da bir sözümüz yok. Dileyen dilediği elbise modelini, dileyen meslek erbabı dilediği üniformayı seçsin. Dileyen kravat taksın, kravatı da kişiliğini gösteren belirgin bir alamet saysın. Böyleleri, bize karşı böbürlenmediği sürece, onlara da hoş görü gözüyle bakalım.

Ama ya kravatlı olduğu halde eşkıyalık edenler???

Ya takım elbise giydiği halde deniz korsanların, dağ başını tutmuş baği’lerden  daha eşed korsanlık yapanlar???

Ya okumuş olduğu halde en vahşi cinayetlere imza atanlar, sebep olanlar, ya da bizzat işleyenler???

Ya okumuş olduğu halde, bir makama bu okuması sebebiyle oturduğu halde, alabildiğince vahşi ve barbar olanlar?

Kendi saplantısından başka ‘hakikat’ tanımayanlar... Ya da takıntılarını dava zannedip gücü yettiklerine hayatı dar edenler...

Dikkat ediniz, bunlar da kravatlı. (Kravat taktığı halde böyle olmayanlara sözümüz yok)

Ya da ‘yahu siz niçin bu kadar vahşisiniz, niçin bu kadar barbarsınız?’ sorusunu hak edenler....

Bunları nereye koyacağız? Bunlara ne diyeceğiz?

Bunların süslü ve yepyeni elbiselerine, bunların aksesuarlarına bakıp da aldanacak mıyız? Bunlara bakıp da böylelerini efendi mi sanacağız?

Ya da birileri o kıyafeti giydiği zaman otomatikman efendi olur, derecesi yükselir, itibarı artar diye mi zannedeceğiz.

Nasreddin Hoca’nın kavuğu gibi, kravat takınca iç dünyanın da, ahlâkın da, kafa yapısının da düzeleceğini mi düşüneceğiz?

Eşeğe altın semer vurmakla, eşkıyaya kravat takmak arasında ne fark var?

Bir fark var tabii: Eşek eşeklikten çıkmaz ama kimseye de zarar vermez.

Ama kravatlı eşekler, yani eşkıyalar yedi mahalleye, yedi beldeye, yedi iklime zarar verirler. Kendileri rahat etmedikleri alemi de rahat bırakmazlar.

Ziya Paşa’nın beytini hatırlayalım:

´Bed mâye necâbet mi verir hiç üniforma

Zerdûz palan ursan eşek yine eşektir´

Hay rahmet olsun sana, diline sağlık. Ne güzel dedin. Yüzlerce satır yazıdan daha evlâ, daha açık, daha anlaşılır…

Mayası kötü olan bir adama giydiği üniforma hiç şeref verir mi? Eşeğe altından palan vursan o eşeklikten çıkmaz.

Ahlâkı kötü bir adama, mayası bozuk birine, tıyneti sakat bir kimseye istediğiniz üniformayı giydirin, istediğiniz ünvanı verin, istediğiniz makama oturtun... Ne değişir ki? Böyle biri eşkıyalıktan vazgeçer mi?

Üzerindeki düzgün kılık-kıyafet gibi düzelir mi, adam olur mu?

Hani meşhur hikâyedir: Baba oğluna demiş ki: “Sen adam olmazsın.” Oğul vali mi olmuş, yüksek rütbeli bir memur mu olmuş?

Sonra da babasını polis zoruyla huzuruna getirtip demiş ki: “Baba, sen bana adam olmazsın demiştin. Görüyorsun vali oldum.” Baba: “Oğlum ben sana vali olamazsın demedim ki, adam olmazsın dedim. Adam olsaydın babanı bu şekilde huzuruna getirtir miydin?”

İşte böyle... Yani ismin önündeki ünvanlar, titrler, makamlar kişiyi adamlar sınıfına sokmuyor. Üniformalar, aksesuarlar, kravatlar kişileri eşkıyalıktan kurtarmıyor.

Günümüzde insanlık defalarca öldürülüp duruyor, manevi ve fiziki olarak... Güçlüler, çıkarları için ötekilerin aşağılanmalarını, ezilmelerini veya öldürülmesini kanıksamıyorlar.

Hatta gerekirse kendileri de öldürüyorlar. Öldürülmesine ses çıkarmıyorlar. Yok edilmesine inandıklarını kanunsuz bir şekilde imha ediyorlar. Sonra da buna biri sürü yalancı kılıf buluyorlar.

Bunları yapanların kravatlı olduğunu tahmin edebilirsiniz.

Hangi savaş olursa, olsun, eğer bir tek çocuk öldürülüyorsa, bu savaşın haklı tarafı yoktur. Bu savaşa sebep olanlar, sürdürenler, vahşidir, canavar ruhludur, katildirler.

Bu katillere kravatlı eşkıya demeyeyim de, ne diyeyim?

İnsan haklarından söz ettikleri halde, insanların haklarını en fazla ihlâl edenler de bu takim elbise ile dolaşan yasal eşkıyalardır. 

Çağdaş değerlerden bahsedip, bütün degerleri tarumar eden, çıkarları karşısında hiç bir değer tanımayan efendi görünüşlü eşkıyalar da bunlardır.

Utanmaz katillere bakınız? İki yüzlü aç gözlülere bakınız? Kravatlı eşkıyalara bakınız…

Çok konuşuyorlar, çok insancıl görünüyorlar, öldürdükleri kimselere ´bir yerin ağrıyor mu´ diye soranlar gibi alçaklaşıyorlar.

Medeni geçiniyorlar, sonra öldürmek üzere oldukları masum kimseler kollarını ısırınca ‘yahu bunlar ne vahşi şeyler’ diye sızlanıyorlar.

Bunlar cinayetlerine ‘yasallık’ kılıfı uydururlar. Bunlar, kendilerine göre en iyisini yaparlar. Hata etmediklerini iddia ederler. Bunlar kendilerine göre medeniyetin düşmanlarına karşı mücadele ederler. Aslında bunlar boyunlarında kravat taşıyan çağdaş eşkıyalardır.

Hem eşkıya, hem de insan haklarını savunuyor… Hiç olacak iş mi?

Hem eşkıya, hem merhametli… Olması mümkün mü?

Hem eşkıya hem başkasına saygılı... Aklın alacağı şey mi?

Ama ne yazık ki gün kravatlı eşkıyaların zamanı? Onlar her haltı yiyorlar, sonra da zeytin yağı gibi suyun üzerine fırlıyorlar…

Bu çağdaş hırsızlar çalarlar, ama çaldıklarına başka bir isim verirler.

Bu modern yalancılar aşırı yalan söylerler, ama yalanlarına haber, bilimsel görüş, açıklama, demeç derler. 

Bu ilerici cambazlar, korkunç döneklik yaparlar, buna da siyeset, göz açıklık, beceri derler.

Bu kravatlı eşkıyalar, Kurán´ın tarif ettiği nifak sıfatını en ustaca kullanan gruptur.

Eşkıyalar eskiden dağda olurdu. Yol keserlerdi, baskın yaparlardı, dağa kaldırırlardı vs.? Zulümleri de, cinayetleri de sınırlı idi.

Üstelik adları belli idi: Eşkıya…

Şimdi bu işleri yapanlar modern binalarda oturuyorlar, lüks koltukları işgal ediyorlar, takım elbise giyiniyorlar, konuştukları zaman nutuk da atabiliyorlar.

Çoğu yüksek tahsilli bunların. Ünvanları da var: Kimisi başkan, kimisi başbakan, kimisi cumhurbaşkanı, kimisi komutan, kimisi lider, kimisi müdür, kimisi milletvekili, kimisi baba. vs.

Dikkat ediniz, en büyük soygunlar, hırsızlıklar, haksızlıklar, hortumlamalar, cinayetler, işkenceler, sahtekârlıklar bunlar tarafından yapılıyor.

İnsanlığı toptan yok etmek icin atom bombasını icat edenlerin, bunu kullanmak üzere emir verenlerin ve bunu ilk defa Hiroşima’ya atanların eşkıya olmadığını gelin söyleyin bakalım.

Halepçeyi zehirli gazla boğanların, diktatörlüklerine boyun eğmiyorlar diye kendi halkını kurşuna dizdirenlerin ve bu emri yerine getiren sorumluların cahil olduğunu kim söyleyebilir?

Şabra ve Şatilla´da binlerce masum halkı doğrayanların, Filistin´i Filistinliler için cehenneme çevirenlerin, onları hemen her gün öldurenlerin, 2006 Temmuz ayı boyunca Lübnan´da sivilleri bombalayanların, onlara bu emri verenlerin okumamış olduğunu iddia edebilir misiniz. Kravatlı olmadıklarını söyleyebilir misiniz?

İkinci Dünya Savaşıında ve  öncesinde Almanya´da yahudileri başka ulustan oldukları için damgalayanların, -en azından- bir milyonunu haksız yere öldürenlerin tahsilli ve devletlû olmadıkları söylenebilir mi?

Ve şavaş boyunca elli milyon insanın ölümüne yol açan, bütün bir kıtayı viraneye çeviren savaş hastalarını hangi okul mezun etmişti?

Kamboçya’da milyonlarca vatandaşını, sırf iktidarlarına boyun eğmiyorlar diye ölüm tarlalarında katleden Pol-Potcular, ülkenin en okumuşlarıydı.

Kızılderilileri geçen yüzyılın sonuna doğru ortadan kaldıran gürûh, diplomalarını ülkenin en gözde üniversitelerinden almışlardı.

Doksanlı yılların başında insanlığın gözleri önünde 250 bin Bosnalıyı katliam eden, Srebrinaca’da sekiz bin tanesini kurşuna dizenler ve onları seyredenler, hatta şerefe kadeh kaldıranlar; diplomalı, kravatlı, okumuş kimselerdi.

Bunlara şimdi yetkili eşkıyalar demeyeyim mi?

Bu benzer daha pek çok zulümleri, katliamları, cinayetleri işleyenlerin  okumamış, dağlı, cahil oldukları söylenemez.

Bazı ülkelerde böyleleri bir kaç yüze sahip oldukları için çoğunlukla kitleleri kandırabiliyorlar. Kamuya ait zenginlikleri bunlar hortumluyor, devletlerin imkanlarını hileli yollarda kendi hesaplarına bunlar aktarıyorlar, hak etmedikleri kazançlara bunlar kavuşuyorlar.

Kravatlı, takım elbiseli, efendi görünüşlü, makam sahibi eşkıyalar; daha ne haltlar karıştırırlar da kamuoyu farkına varmaz.  

Yıllar önce kitapçı dükkanıma bir Faslı veya Tunuslu olduğunu sandığım birisi geldi. Takım elbiseli, kravatlı. Fasih bir Arapça ile selâm verdi, hal hatır sordu. Sonra da yanında bir miktar İspanya parası olduğunu, bozdurmakta güçlük çektiğini, değiştirmenin mümkün olup olmadığını sordu. Çok sakin, efendi ve güleryüzlü görünüyordu. Müşterilerle meşgul olurken rahatsız ettiği için özür diledi ve bekleyebileceğini söyledi. İşimi bitirdim ve parasının ne kadar olduğunu ve kaç gulden (florin) ettiğini sordum. Söyledi, ben de çıkarıp verdim. O gittikten sonra verdiği parayı yakından inceledim ki eski sovyet devri rus parası değil mi? Üstelik beş para değeri yoktu. Aceleden dikkatimden kaçmış.  (Saflığıma doymayayım.)

İşte size minik bir eşkıyalık örneği.

Kravatlı eşkıyalar  böyledirler. Sûreti haktan görünürler, ama içleri, yürekleri, kafaları eşkıya kafasıdır.

Hele bunların elinde kendilerini güçlü kılacak imkanları varsa, yandı dünya toplumu... Nitekim şimdilerde çoklarının elinde devlet gibi, ordu gibi, silah gibi, siyaset gibi güçler var. Eşkıyalar bu gibi imkanları habis çıkarları için , başkalarının aleyhine olacak şekilde kullanıyorlar. 

Bazı eşkıyalıkların çapı geniş, zararı büyük, etkisi kalıcı oluyor.

Bunların ortak özellikleri eşkıya olmalarıdır. Üstelik çoğu da kravatlı.

Doğrusu ben çağdaş eşkıyalardan çok korkuyorum.

Hüseyin K. Ece

15.9.2006

Zaandam