Zelzele, fiil kökü olarak sallanmak, ırgalanmak, şiddetli sarsıntı geçirmek demektir. Aynı kökten gelen zilzâl; sallantı, deprem/şiddetli yer sarsıntısı, imtihan, musibet ve belâ  gibi anlamlara gelir. (Fîruzâbâdi, K. Muhît, s: 1010)

 

Kur’an’da altı ayette fiil ve masdar halinde yer almaktadır. Bunlardan bir tanesi önceki peygamberler zamanındaki müslümanların karşılaştıkları zorluğu anlatıyor:

“[Ama,] sizden önce gelip geçen [mümin]ler gibi sıkıntı çekmeden cennete girebileceğinizi mi sanıyorsunuz? Onların başına öyle ezici sıkıntılar ve kımıldatmaz darlıklar geldi ki ve öylesine sarsıldılar ki (zelzeleye uğradılar ki) müminlerle birlikte Elçi de “Allah'ın yardımı ne zaman gelecek?” diye feryad ediyordu. Gözünüzü açın, Allah'ın yardımı [daima] yakındır!” (Bekara, 2/214)

İki tanesi Ahzâb Sûresinde fiil ve mastar halinde Hendek savaşında sahabenin içindeki sıkıntıyı ve manevi sarsıntıyı anlatıyor.

“… Onlar yukarıdan ve aşağıdan üzerinize geldiklerinde ve gözler[inizin] feri kaybolup yürekler[iniz] ağzınıza geldiğinde ve Allah hakkında en çelişik düşünceler aklınızdan (bir bir) geçtiğinde [neler hissettiğinizi hatırlayın]:

[İşte] orada ve o anda müminler sınandı ve şiddetli bir şok ile sarsıldılar (zelzeleye uğradılar).” (Ahzâb, 34/9-11)

Bu olay Hendek Savaşının en kritik günlerinde meydana gelmişti. Öyleki düşmanlar müslümanları ok ve taş yağmuruna tutmuş, onlardan bir grup hendeği geçmiş ve Hz. Ali kumandasındaki birlikle çarpışmıştı. Böyle bir durumda herkesin yüreği ağzına gelmiş, cidden sarsılmışlardı. 

O gün müslümanlar şiddetle sarsılırken Peygamber (sav) de aynı sarsıntının haksız yere Medineye saldırmak üzere bir araya gelen farklı grupların (ahzâb’ın) başına gelmesini Allah’tan istemişti. Onun bu duasında ‘zelzele’ fiilinin kullanıldığını görüyoruz. 

Abdullah ibnu Evfâ (ra) anlattığına göre Peygamber (sav) Ahzâb Günü (Hendek Savaşında) müşriklerin aleyhine şöyle dua etti: “Ey Kitabı indiren, hesabı hızlı gören Allahım! (Medine’ye hücüm eden bu) grupları hezimete uğrat, onların şiddetli bir sarsıntıya (zelzeleye) uğrat.”  (Buharî, Cihad/98 nu: 2933, Daavat/58 nu: 2692, Tevhid/34 nu: 7489. Müslim, Cihad/21 nu: 4543.  İbni Mâce, Cihad/15 nu: 2796)

Hac Sûresinin başında ‘zelzele’ formunda geliyor ve kıyamet saatinin şiddetli sarsıntısı haber veriliyor.

“Ey insanlar! Rabbinize karşı sorumluluk bilinci taşıyın; çünkü, Son Saat'in sarsıntısı (zelzelesi), gerçekten korkunç olacak!

O (saate) ulaştığınız Gün, emziren her kadın emzirdiği çocuğu unutur gider; her gebe kadın [vaktinden önce] yükünü bırakır; ve insanlar sarhoş olmadıkları halde sana sarhoşlarmış gibi gözükürler; ama yine de, Allah'ın azabı[nı gördükleri zaman duyacakları dehşet çok daha] zorlu olacaktır.” (Hac, 22/1-2)

Zilzâl Sûresi zelzele fiili ile başlıyor.  Sûreye isminin veren ‘zilzâl’ yer kürenin kendine ait sarsıntısını, o müthiş depremi ifade etmekte ve verilen kıyamet haberine vurgu yapmaktadır.

 “Yer, o [son] müthiş sarsıntı ile sarsıldığında, ve yeryüzü ağırlıklarını attı[ğında], Ve insan "Ne oluyor buna!" dediği vakit…” (Zilzâl, 99/1-3)

Görüldüğü gibi Kur’an’da yer alan ‘zelzele’ kelimesi doğrudan deprem olayını değil, kıyametin sarsıntısını ve korkudan ya da dehşetten dolayı insanın için kaplayacak bir sartıntıyı anlatmaktadır.

            Bazılarına göre deprem bir musibettir, bir cezadır. Onlara göre deprem geldiği zaman dindâr, isyancı, günahkâr ayrımı yapmamaktadır. Günahsızların da işin içine katılmasının bazı hikmetleri, sebepleri ve rahmet açısından sevindirici sonuçları vardır.

S. Nursî, bu Sûreden hareketle yerkürenin ilâhî ilhama mazhar olarak hareket ettiğini ve titrediğini söylüyor. Onun deprem olayına  bir azap, bir ceza olarak baktığını söyleyebiliriz. Bununla ilgili altı soru soruyor ve verdiği cevaplarla bu azabın sebep ve hikmetlerini açıklamaya çalışıyor. 

-Depremin maddi zararından çok sebep olduğu korku ve dehşetin sebebi, günahlar ve özellikle Ramazan’da teravih vaktinde çekinmeksizin yapılan isyanlardır.

-Bu niçin inançsızların değil de müslümanların başına geliyor? Küfür ehlinin cinayetlerinin cezası genelde ahirete tecil edilir. Ehl-i imanın cezası ise kısmen bu dünyada verilir. Deprem bu cezadan biri olabilir.

-Kişilerin hatası yüzünden neden kitleler deprem sebebiyle cezalandırılıyor? Çoğunluğun  o az kişilerin hatalarına ve cinayetlerine göz yumması veya bir şekilde destek olması yüzündendir.

-Musibetler günahlara keffâret ise, bu musibet niçin masumlara da isabet ediyor? Enfal Sûresinin 24. âyetinde herkese isabet edebilecek belâdan bahsediliyor.  Bu dünya, iyilerin daha yüksek makamlara çıkması için bir imtihan yeridir. Hakikat insana perdeli kalmalı ki insan müsabaka ile daha da ileriye gidebilsin. Üstelik bu gibi musibetlerde masumlar için rahmet de vardır. Onların depremlerde kaybettikleri fâni şeyler ahirette bâki mal hükmüne, kendileri de şehit mertebesine ulaşabilirler.

-Âdil olan Allah neden hatalara özel ceza vermeyip deprem gibi bir musibeti genele nasip ediyor? Bazı hatalar yeryüzünü hiddetlendirecek kadar genel isyan ve pek çok yaratılmışın hukukuna tecavüz ise; bu cinayetin çirkinliğini göstermek üzere genele deprem diliyle ‘onları terbiye edin’ denilmesi ilahi hikmettir ve  adaletin gereğidir.

-Bazıları yeryüzünde olan olaylara tabiatın işi veya tesadüf diye bakarlar. Bunların bir dayanağı var mıdır? Onların ki dalalettir. Her an sayısız olayların olduğu, hattta sayısız sineklerden bir tanesinin kanadının dahi başıboş  veya tesadüfen olmadığı açıktır. Öyleyse bu muazzam yerkürenin her bir noktasında olan olaylar ilâhî Kudret dışında olamaz. Deprem de bu ilâhî kudretin konrolünde, bir hikmete bağlı olarak meydana gelmektedir. (S. Nursî, Sözler s: 178-182)

Halbuki ne Zilzâl, ne de Hac Sûresi bilinen depremden değil, kıyamet saatinin dehşetinden bahsediyorlar. Her iki sûrede de kıyamet olayının ciddi, dehşet verici, ürpertici olduğuna dikkat çekiliyor ve insanlar uyarılıyor. Kur’an’ın ahiret vurgusu bu sûrelerde de tekrar ediliyor. Kıyamet zaten ahiret hayatının başlangıcıdır.

Peki Kur’an’da depremden hiç bahsedilmiyor mu?

Doğrudan bahsedildiğini söylemek zor. Kıyamet sarsıntısına, dağların rolüne, kıyamette nasıl olacaklarına, Allah’ın âlem üzerindeki tasarrufuna,  yeryüzünün dengesine dikkat çeken âyetlerden hareketle, dolaylı olarak depreme dikkat çekildiği söylenebilir.

Kur’an şöyle diyor: Göğü Allah yükseltti ve mizanı (dengeyi) O koydu.” (Rahman, 55/7)

Muazzam kâinat içinde var olan, yaşayan, dolaşan ve hızları, kütleleri, yapıları, işleri farklı milyarca varlık çok ince yapılmış hassas bir denge ile varlıklarını sürdürüyorlar. Üstelik milyonlarca yıldan beri bu namütenâhi hareket ve faaliyete  rağmen, yerde ve gökte bu muazzam dengede hiçbir aksaklık olmamıştır.

Yerde ve gökte zerreden kürreye, canlı veya cansız, katı veya sıvı, denizde veya karada, uçan veya yürüyen, donuk veya hareketli ne kadar varlık varsa, ne kadar tabiat olayı oluyorsa hepsinin evrende bir yeri, bir görevi, doldurduğu bir boşluk vardır. Depremler bu gerçekten kopuk değildir. Onların da bu varlık içinde, bu kainat düzeninde bir yeri, bir hükmü, bir işlevi vardır.

İslâm inancı açısından baktığımzda, evrende hiç bir şey sebepsiz, amaçsız ve anlamsız olmadığa göre, depremler de sebepsiz, amaçsız ve anlamsız değildir. Âlemlerin Rabbi olan Allah bu alemde sebepsiz, maçsız ve anlamsız bir şey yaratmaz. (Mü’minûn, 23/115. Kamer, 54/49)

Yeryüzü bir beşik, bir döşek, bir çadır ise dağlar da onun kazığıdır, onu ayakta tutan ve dengesini sağlayan direkler/desteklerdir. (Nebe’, 78/7)

“Ve sizi sarsmasın diye arza yerinden oynatılmaz dağlar; ve yolunuzu bulasınız diye nehirler yollar yerleştirdi;” (Nahl, 16/16. Enbiyâ, 21/31. bir benzeri: Lukman, 31/10)

Yerde ve gökte var olan her şey ile birlikte Allah’ın kudreti önünde secde eden dağlar,  aslında hareketli cisimlerdir. Bu da yer döşeğinin dengesinden başka bir şey değildir.

“Görüp de donuk sandığın dağlar, bulutun yürümesi gibi yürümektedir. (Bu,) Her şeyi gayet iyi yapan Allah'ın yapısıdır. Doğrusu O, yaptıklarınızı haber almaktadır.” (Neml, 27/88) 

Ancak kıyamet saati geldiği zaman dağların durumu bambaşka olacak:

“(Resûlüm!) Sana dağlar hakkında sorarlar. De ki: Rabbim onları ufalayıp savuracak.” (Tâhâ, 20/105)

Yeryüzü ve dağlar kaldırılıp birbirine tek çarpışla çarpılıp darmadağın edildiği zaman, işte o gün olacak olur (kıyamet kopar).” (Hakka, 69/14-15. Bir benzeri: Vâkıa, 56/4-6. Nebe’, 78/20)

-Başka âyetlerde değinildiği gibi- birer sağlam kazığı andıran, köklü ve korkunç kütleleriyle dağlar yerlerinden yürütülecek, parça parça olup ufalanacak, âdeta bir hayal olacaklar. Dağların gerçek varlığı yerine ortada birer serap olacak.

Bütün bunlar kıyamet saatinin depreminin haberi olduğu gibi Allah’ın gücüne ve takdirine bir göndermedir.  İnsanoğlu kendisi güçlü zanneder, hayata ve yeryüzüne hakim olduğunu veya eldeki imkanlarla pek çok şey yapabileceğini sanır. Halbuki Mutlak Kudret her şeye hakimdir. Her şeyini kararını O vermektedir. O dilerse insanın ayağının altında sabit gibi görünen yeryüzünü sallar, yerin altını üstünü altına getirir.

Kur’an bu gerçeğe şöyle işaret ediyor: O Gökteki'nin,  yeryüzünün bir gün gelip sarsılmaya başladığında sizi yutmasına izin vermeyeceğine emin olabilir misiniz? Yahut, O Gökteki'nin, Benim uyarımın ne kadar [doğru] olduğunu size gösterecek olan ölümcül bir kasırgayı üstünüze salmayacağından emin olabilir misiniz?” (Mülk, 67/16-17. Bir benzeri: En’am 6/65. A’raf, 7/78, 91. Nahl, 16/26, 45. İsra, 17/68. Sebe’, 34/9)

Depremler bu Hakikate işaret eden, bir sebebe binaen meydana gelen kainat düzeninin bir parçası olaylardır. Allah’ın yarattığı ve yaptığı her şey O’nun âyetidir, Varlığının ve gücünün belgesidir, isbatıdır. Depremler de Allah’ın, yerde ve gökte olan sayısız kevni (oluşla ilgili) âyetlerinden bir ayettir.

Depremler felaket, musibet, bir ceza olarak algılanırsa, hastalıkları, yaşlanmayı ve ölümü de aynı katagoriye koymamız gerekir. Öyleyse her hastalık bir felakettir. Her ölüm bir belâdır. Hele bir masum gencin ölmesi, bir haksızlıktır. Halbuki hayat ne kadar tabii ise, hastalık, erken veya geç ölümler, yaşlanmak, bedenen zayıflamak da o kadar tabiidir. Baksanıza peygamberler de hasta oldu veya yaşlandı, firavunlar da. İnsanlık tarihinden beri iyi insanlar da ölüyor, kötüler de. Allah’ın sünneti, insan ve evrene koyduğu gerçek/sabit yasa böyledir. (Ahzâb, 33/62. Fetih, 48/23)

Depremler yıkımlara, acılara, üzüntülere sebep olsa da arkalarında sakladıkları gerçeği, arkalarında perdeledikleri hakikatleri düşünenler onlara bir ceza olarak değil, bir tabiat dengesi, âyetlerden bir âyet, bir mucize olarak bakarlar. Getirdiği acıyla kıvranıp şikâyet etmeyi bir tarafa bırakarak, depremin hikmetleri ve deprem sonrası gelebilecek faydalar üzerine yoğunlaşırlar.

Depremi herkes kendi açısından yorumlayabilir veya kendi konumu açısından değerlendirebilir. Bir kimse “bu benim için bir cezadır” diye düşünebilir. Öyleyse deprem onun için odur. Böyle birinin yapması gereken şey, depremden gerekli dersleri çıkarmak, gelecek için daha dikkatli olmaktır.

Geçmiş ümmetlerden bazılarının zelzele, kasırga, tufan, taş yağmuru ve başka şeylerle  cezalandırıldığı doğrudur. (Bakınız: Araf, 7/84. Enfal, 8/32. Hud, 11/94. Yasin, 36/29.  Ankebut, 29/14 ve d.) Bu gün aynı cezayı hak adenlere benzer felaketlerin gelmesi de mümkündür. Ancak her depremi buna yormak, ‘depremler insanların isyanları yüzünden oluyor’ demek; bir taraftan Allah’ın tabiattaki âyetleri üzerinde düşünme imkanını kaybettirir, hem de toplumlardaki azgınlar yüzünden suçsuzların da, onların yüzünden genelin de cezalandırıldığı düşüncesine götürür. Bu ise Allah’ın adaleti açısından doğru değildir.

Deprem olayında şu sebepleri aramak mümkündür:

-Allah (cc) her an her şeye müdahildir. Er-Rakîb ismiyle her şeyi murakabe etmektedir. O her an bir işdedir. (Rahmen, 55/29) O’nun katında her şey miktar (hesap) iledir. (Ra’d, 13/8) Yaratan ne yaptığını bilmez mi?  (Mülk, 67/14

-Depremler, insana ‘fıtrat’ı, el-Fatır olan Allah’ın evrene ve eşyaya koyduğu yaratılış kanununu, ilâhî formatları hatırlatırlar. Depremle yeryüzü fıtratının gereğini yapmaktadır. (Enbiya, 21/56)

-Depremler ölümün, azabın veya kıyametin aniden gelebileceğini hatırlatırlar.

“Allah'ın huzuruna çıkmayı yalanlayanlar gerçekten ziyana uğramıştır. Nihayet onlara Kıyamet vakti ansızın gelip çatınca, onlar, günahlarını sırtlarına yüklenerek diyecekler ki: "Dünyada iyi amelleri terketmemizden dolayı vah bize!" Dikkat edin, yüklendikleri şey ne kötüdür!” (En’am, 7/31. Bir benzeri: A’raf, 7/95. Zuhruf, 43/66. Muhammed, 47/18. Yusuf, 12/107. Şuarâ, 26/22 ve d.)

-Depremler insanın bilgisinin çok az, azdan da az olduğunu kendisine hatırlatırlatırlar. (İsrâ, 17/85) İnsan yarın ne olacağını bilmez. Öyleyse şımarmamalı, kendini müstağni görmemeli. Yani ben kendi kendime yeterim, bir Yaratıcıya ihtiyacım yok dememeli. En katı ianaçsız inasan bile denizen ortasında aciz kaldığında kendisi kurtarak birini arar. (Yunus, 10/22)

-Depremler insanın gücünün sınırlı olduğunu duyururlar. Bu bir anlamda insana ve Gerçek’e ayna tutmaktır. Kimi toplumlar ulaştıkları teknolojik imkanlarla ve maddi güçle şımarıyorlar, Allah’ın takdirine kafa tutmaya kalkışıyorlar. Ancak tecrübe ile sabittir ki en güçlü devletler bile tabii âfetler karşısında aciz kalıyor. Deprem, ilgilenenlere veya anlayışı olanlara bu mesaji taşır.

-İnsan bütüne değil parçaya baktığı için kimleri depremi, bir felaket, bir musibet, bir belâ olarak görür. Bunların aksine bazılarıda onda bir hayır ve hikmet arar. Böylelerine gore depremler insanın sabrını denemek içindir.  (Âli İmran, 3/142)

-Yeryüzü bir beşiktir veya döşektir. “Biz yeryüzünü bir beşik/döşek yapmadık mı?” (Nebe’, 78/6) İnsan oradan günün birinde çıkacaktır. Yeryüzü beşiğinin/döşeğinin sallanmasının sebebi de içinde uyuyan gafilleri uyandırmak içindir. Deprem onlara sanki, “ey gafiller siz bu döşekte uyumak için yaratılmadınız, uyanınız ve görevinizin başına dönünüz” der.

-Deprem kıyametin provası gibidir. Bâki olan Allah’ın fâni olan insanı bir dost (el-Velî) olarak uyarmasıdır. Ona kendi konumunu, gücünü, bulunduğu yeri göstermesidir. Depremler, kıyameti ummayanlara kıyametin dehşetini hatırlatırlar. Kıyamette kâinatın düzeni bozulacak, anneler bile cocukların vazgeçecek, herkes kendi derdine düşecek. Kimse kimseye yardım edemeyecek. Nitekim depremi yaşayanlar bu yalnızlığı, bu ürpertiyi, bu dehşet anlarını fiilen hissederler.

-Depremler insanlara işlerini sağlam yapmasını hatırlatırlar ve onları sahtekârlık konusunda uyarırlar. Nitekim sağlam yapılarda her zaman zayiat az olur. Depremde çok ölü veren ülkenin insanlarının şu soruya hakları yoktur. “Niçin suçsuz insanlara, inananlara ceza veriliyor?” Halbuki deprem bir cezadan çok, insanın hatasını, eksiğini, tedbirsizliğini ona hatırlatan bir imkandır. Evini dere kenarına yapan sel baskınından, kışın ortasında çıplak bir şekilde buz üzerinde saatlerce dikilen gripten, üşütmekten şikayetçi olursa haklı sayılmaz.

“Mevlâ görelim neyler, Neylerse güzel eyler.” 

 

Hüseyin K. Ece

14.07.2012

Zaandam/Hollanda