Avrupa (Batı) tarihi biraz da sömürgecilik tarihidir. Yağma, hırsız­lık, baskı tarihidir. Onların kolonicilik dediği şey, başka top­raklarda yaşayan insanların kontrol altına alınması, zenginlikle­rinin batı kentlerine aktarılması, insanların ya köle olarak ya da ucuz işgücü olarak kullanılması, üretilen malların yüksek fi­yatlarla satılmasından başka bir şey değildir.

Batı ekonomisinin ve refah düzeyinin korunabilmesi için bu gerekli bir şeydi. Batı­lı insanın yüksek hayat seviyesi başka ulusların köle olmasına veya batının çıkarlarına hizmet etmesine bağlı idi.

Sanayi devrimini bir anlamda sömürgecilikle elde edilen yaban­cı zenginlik ve bunun doğurduğu ekonomik ve ilmi şartlar hazırla­dı denilebilir. Sanayı devrimi olduktan sonra ise sömürgecilik azalacağına daha da artmıştır. Batılı insan doymaz bir iştah ile dünyaya açılmışlar, dünyanın bütün kaynaklarını talan etmişlerdir ve hâlâ etmektedirler. Avrupalılar dünya nüfusunun yüzde onunu mey­dana getirdikleri halde, geçim kaynaklarının yüzde doksanını elle­rinde bulundurmaktadırlar. Bu oran bile dünyadaki dengesizliği ve sömürünün boyutlarını göstermeye yeter.

Sanayi devriminden sonra batı hem ucuz iş gücüne ihtiyaç duydu hem de ürettiği mallara yeni pazarlar aramak zorunda kaldı. Bu nedenle kendilerinin dışındaki toprakları ve insanları koloni yap­maya yöneldiler. Geçtiğimiz yüzyıl boyunca Avrupanın dışında gitme­dikleri bölge, kolonileştirmedikleri toprak hemen hemen kalmamış gibiydi.

Yirminci yüzyıl boyunca kolonileştirilen ülkelerin emperyalistlere karşı verdikleri bağımsızlık savaşlarını görmekteyiz. Nite­kim bu mücadeleler sonrası dünyanın bütün ülkeleri bağımsızlığı­na kavuştular(mı?).  Artık bu ülkeler kendi ayakları üzerinde du­rabilecekler, sömürgecilerin elleri kesilmiş olacaktı. Kalkınıp çağdaş uygarlık seviyesine ulaşacaklardı.

Acaba gerçek böyle mi idi? Olaylar böyle mi gelişti?

Uluslar gerçekten bağımsızlığa kavuştular mı?

Artık başkaları tarafından sömürülmüyorlar mı?

Kendi topraklarında bulunan zenginliklerden yeterince yararlanıyorlar mı?

Gerçekten özgürlüğün tadını tada­biliyorlar mı?

Bu soruların tümüne hayır demek yanlış değil. Kağıt üzerinde alınan bağımsnzlıkların hiç bir işe yaramadığı yıllar geçince anlaşıldı. Bu durum bugün yaşanan olaylarla daha net bir biçimde ortaya çnknyor. Emperyalistler çekip giderken, 'buyurun bundan sonra dilediginiz gibi yaşayın' diyerek gitmemişler. Kendileri gittikten sonra çıkarlarını sürdürecek, sömürüsü devam ettirecek yerli işbirlikçileri, kuklaları iş başinda bırakarak, bölge halk­ların çeşitli etnik ve bölgesel karışıklıkların içerisinde bıra­karak gittiler.

Bugün zayıf ülkelirin durumu bundan farklı bir konumda değil. Bağımsızlıkların üzerinden yıllar geçiyor ama hiç bir eski sömür­ge belini doğrultamıyor, sorunlardan kurtulamıyor. Batının göbeği ise her geçen gün biraz daha şişiyor.

Sömürgecilik resmen sona erdiği halde bu nasıl oluyor?

Üzerinde durmak istediğimiz konu da bu zaten.

Şimdilerde askeri sömürgecilikten pek söz açılmıyor. Ancak kültür sömürgeciliği veya kafa sömürgeciliği gündemde.

Avrupalılar askerleriyle girdikleri yerlerde hep tepki gördüler. Kendilerine kar­şı hep savaşıldı. Askeri işgallerin masrafı ve faturası hep ağır oluyor. Daha yumuşak ve daha az masraflı, ama daha uzun vadeli sömürme planları gerekiyordu. Avrupa bundan sonra bu yolu deneyecek­ti. Bu da kültürel veya kafa sömürgeciliğidir. Avrupa kendi kültürü­nü, kendi değerlerini ve hayat anlayışını bir topluma benimsetti­ği an işi kolaydır. Bir ülkenin kendine ait varlığı o ülkeye ait değerlerin batısal değerlerle değiştirilmesiyle ortadan kaldırı­lır. O ülke artık batının kontrolündedir, batının dümen suyunda­dır. Ülkenin ileri gelen asker, bürokrat, okumuş ve zenginleri bu yolla Avrupa kültürüne kazandırılırsa iş tamam demektir.

Batılı (Avrupalı) sömürgeciler önceden de bu metoda baş vuruyorlardı. Ya­ni gittikleri ülkelere kendi kültürlerini, dillerini ve inançla­rını da empoze ediyorlardı. Buldukları işbirlikçilerle sömürgele­rini devam ettiriyorlardı. İngilizler Hindistana gittikleri zaman ilk yaptıkları iş, Kur'an öğretimi yapan okulları kapatıp onun yerine ingilizce eğitim yapan ingiliz tipi okullar açmak oldu.

Bugün bir çok ülkenin ana dilini bırakıp ta sömürgecilerin di­lini konuşması ne ile izah edilebilir.

Afrikalı bir aydın diyor ki:"Sömürgeciler ülkemize geldikleri zaman onların elinde incilleri, bizim elimizde ise topraklarımız vardı. Şimdi bizim elimizde inciller var ama topraklarımız onla­rın eline geçti."

Bu söz sömürgecileğin şeytan yüzünü açıklamaya yeter. Evet eline incil alarak fakir insanları kurtarmaya giden sömürgeciliğin keşif kolları, onları kilise ve incille kandırıyor, ellerinde­ki zenginlikleri ve siyasi gücü alıyorlardı.

Kafaları sömürgeleştirilmiş kişilerce yönetilen bütün ülkeler batının kontrolündedir ve onların eliyle sömürgecilik değişik bir şekilde devam etmektedir. Kendine ait değerleri bir tarafa atıp emperyalistlerin düşünce tarzını, hayat anlayışını, inancını, kül­türünü alan bir kafa ancak sömürgeleştirilmiş bir kafadır. Böyle kafalar her şeye batının değerleri açısından bakarlar. Batı sis­teminin ücretsiz savunucuları, batı emperyalizminin bedava uşakla­rıdırldt.

Avrupa ülkelerinde yaşayan müslümanlar kafa ve kültür sömürge­ciliği tehlikesi ile kargı karşıyadırlar. Kendi ülkelerinden nice ekonomik nedenlerle birer ucuz işgücü, birer meta’ gibi batılı ül­kelere ihraç edilen müslüman kitleler, batının kucağına adeta fır­latılmışlardır.

Gitsinler, batı kaldırımlarında adam olsunlar an­laşışı ile buralara sürüklenen insanımızı burada hiç te güzel bir gelecek beklemiyordu. Batılı rejimlerin gözünde o sadece bir göç­men işçiydi. Medeniyetten, refahtan, gelişmişlikten yoksun, yardım edilmeye muhtaç biriydi. Geidiği ülkenin gözünde ise döviz girdi­lerini yükseltecek makinadan başka bir şey değildi.

Böylesine kaba anlayışla karşılaşan insanımızı daha büyük bir tehlike bekliyordu. O da kafasının sömürge(müstemleke) haliı ge­tirilmesi tehlikesiydi. Kendi değerlerini, kendi özgün kültürünü terketme, bulunduğu toplumun rengine bürünme tehlikesi.

Avrupalı rejimler, kendilerine emanet edilen bu ucuz işgücü va­sıtalarına kültürlerini aşılayabilirlerse belki adam olurlar gö­züyle bakıyorlar. Geri kalmış saydıkları toplumların batılı değer­leri benimsemeleri halinde gelişebileceklerini söylüyorlar. Bunu sağlamak için de batıda bulunan bütün imkanlar seferber edilmek suretiyle kendi kültürlerini ve hayat anlayışlarını kafalara sok­mak istiyorlar. Özellikle gençlere ve kadınlara yönlik yoğun programları uygulamaya koyuyorlar. Yeni nesillerin kesinlikle gel­dikleri topraklardan ilgilerini koparmaya çalişnyorlar.

Kafaları sömürge haline getirmeye gayret ediyorlar. Buradaki müslüman kitlenin varlığı islam kimliği ile belli olacaktır. Kafa­lar sömürgeliştiği an Avrupadaki varlığımız sona erecektir ve tü­müyle teslim bayrağını çekmiş olacağız.

Şimdilerde uygulamaya konulan bu yeni tip sömürgeciliğe (kafa sömürgeciliğine) dikkat çekmek istiyorum. Kafaları kurtarmak için ne gerekiyorsa yapılmalı. Çünkü bir hayatın şekillenmesi kafa ya­pısına bağlıdır.

 

Hüseyin K. Ece

9/9/1990

Zaandam