Dinin emirleri  bir bakıma ‘belâ’dır yani insanı sınamadır. Çünkü bazı dinî emirler insan bedenine zorluk verir, insanların iyilerini ve kötülerini ortaya koyar. Şükredenler veya nankörlük edenler bununla belli olur.

Bunlar birer ‘belâ’dır/imtihandır. (Ece, H. İ. Temel Kavramları, s: 66)

Tarihin kaydettiği en büyük despotlardan biri olan Firavun (ya da firavun zihniyeti), Hz. Yakub’un torunlarına (İsrailoğullarına) zulmediyor, onların hayat alanlarını daraltıyordu. Hatta nesillerine bile müdahele ediyordu.

Kur’an bu olayı özellikle öncelikle Peygamberin sahabelerine, sonra da bütün ümmet-i Muhammed’e şöyle hatırlatıyor.

“Hani Musa kavmine demişti ki: "Allah'ın üzerinizdeki nimetini hatırlayın. Çünkü O, sizi işkencenin en kötüsüne sürmekte ve oğullarınızı öldürüp, kadınlarınızı (kızlarınızı) sağ bırakmakta olan Firavun ailesinden kurtardı. İşte bu size anlatılanlarda, Rabbinizden büyük bir (belâ) imtihan vardır." (İbrahim, 14/6. Bir benzeri Bekara, 2/49. A’raf, 7/141)

Bu, öncelikle azapla, zorlukla ve daralma ile denenmektir.

Herkes sabır sabır der de, sabrın gereği ne kadar yerine getirilir? Burada sabrın, direnmenin, kurtuluş için kararlı olmanın, onun uğruna çalışmanın işaretlerini buluyoruz. Burada, ‘belâ’ya uğrayan bir topluluğun samiyet derecesi ölçülmektedir. Zira sabır, sadece zulüm ve işkenceye katlanmak değildir.

Sabır; sarsılmadan, ruhsal hezimete uğramadan zorlukları göğüslemektir. Bununla birlikte kurtuluş ümidini, kararlılığı bırakmamaktır. Zulüm ve azgınlığın karşısında dik durabilmektir. Hatta bu zorluğu aşmak için gereken çabayı göstermektir. (fi-Zılâli’l-Kur’an, 4/2088)

Kur’an, İsrailoğullarının çektikleri sıkıntıları söz konusu ettikten sonra üç âyette; "Bu, sizin için Rabbinizden gelen çok önemli bir imtihandı" diye ekliyor.

Burada ‘belâ’nın Allah’a nisbet edilmesi dikkat çekicidir. Bu, İsrailoğullarına daha sonradan verilecek olan nimetlerin, kavuşturalacakları derecelerin bir bedeliydi. (Bekara, 2/47)

Allah kullarından dilediğini, dilediği şeyle dener; bununla ya ona bir zafer verir, ya günahını affeder, ya şükrünü artırmasına sebep olur, ya da ona daha fazla sevap/karşılık verir. Nitekim Peygamber (sav) mü’minlerin dinleri ölçüsünde bela ve musibete uğratılacağını, kim dinde daha güçlü ve daha samimi ise o daha fazla zorlukla, daha farklı imtihanla karşılaşabilir. Dininde gevşek ve zayıf olanlar ise bu yolda daha az belâya uğrayabilir. (bak. Tirmizî, Zühd/56, 2398)

Musa Peygamberin ashabı gerçekten büyük bir belâ (deneme) ile karşı karşıya kalmıştı. Ülkelerinde hiç bir değerlerine itibar edilmiyor, hakları kısıtlanıyor, köle muamelesi görüyorlardı. Evet orası kendi ülkeleriydi. Asırlar önce Yusuf Peygamber eliyle oraya yerleşmişler, orayı yönetmişler, orayı imar etmişlerdi. Ama Firavun onlara yabancı (parya) gözüyle bakıyor, ayrımcılık uyguluyor, onları göz altında tutuyordu. Zira onlar hâlâ ataları Yakub’un ve Yusuf’un dini üzerinde idiler. Onlar o Tevhidî öze sahip oldukları sürece, Firavunun rabliği, ya da hükümranlığı rahat etmiyecekti. Bunun için onların zayıf bırakılması, baskı altında tutulması gerekiyordu.

Tarihten beri şirk dinini hayat tarzı olarak benimseyenler, Tevhid’e iman edenlerden asla razı gelmezler. Her zaman ve her yerde onların zayıf kalmalarını isterler. Onları hiç bir şekilde yetki makamında görmek istemezler.

Ancak bu büyük belâ, asla esef edilecek, asla pişmanlık duyulacak, asla geri kaçmaya sebep olacak bir felaket değil; tam tersine sabrı ve tahammülü, direniş ve tevekkülü, azim ve gayreti kamçılayan bir süreçti. Onları bununla imtihan eden Rab, Musa’nın eliyle onlara müjde veriyor, başlarına gelen bu musibetin karşılığını çok büyük fazlasıyla geri alacaklarını müjdeliyordu.

“Allah buyurdu: Seni kardeşinle destekleyeceğiz ve size öyle bir kudret vereceğiz ki, ayetlerimiz (mucize yardımlarımız) sayesinde onlar size erişemiyecekler. Siz ve size tabi olanlar üstün geleceksiniz.” (Kasas, 28/35)

Böyle bir müjde Hz. Musa’ya henüz peygamber oluşunun ilk zamanlarında, israiloğullarının zayıf, güçsüz ve baskı altında oldukları, bütün umutların gittiği, firavunun galibiyetini ilan ettiği zamanda verildi.

Sonuç Rabbin takdir ettiği gibi oldu. Hakkın yanında olanlar kazandı, batılı ve haksızlığı savunanlar, zulme başvuranlar kaybetti.

Onlar kazanmış görünse de kaybetmeye devam edecekler.

Bu gerçek günümüzde de geçerlidir. Hakka gönül verenler esef etmesinler, ümitsiz olmasınlar, batılın tuzakları ve baskıları karşısında yılmasınlar. Allah (cc) ‘büyük bir bela’yı sebepsiz yere vermez.

Aslında korkulması gereken şey, mü’min olarak bu gibi denemelerden mahrum kalmak ve bunun getireceği hesapsız mükâfatları hak edememektir.

 

Hüseyin K. Ece

28.6.2008 Zaandam