“Sezâî, haddi aşan saç ve sakal usturaya gelir, traş edilir. Ama kaş ve kirpik haddi aşmadıkları için traş edilmez”

Şair Sezâî böyle demiş. Saç ve sakal haddinden fazla uzarsa usturaya gelir. Yani traş edilmesi gerekir. Şair Sezâi’nin yaşadığı dönemde saç ve sakal ustura ile traş edilirmiş demek ki. (Şimdilerde ustura yanında, jilet ve elektirikli traş makinaları var.)

Herkes bilir ki, uzayan sakallar ve saçlar uygun bir şekilde traş edilir, ya da düzeltilir. Bazıları saçlarını ve sakallarını hiç traş etmezler. Bunu hangi gerekçe ile yaptıkları kendi bilecekleri bir şey. Kimilerinin belki dini gerekçesi vardır. Bazılarının hoşuna gider uzun saç uzun sakal. Bazılarına göre bu imaj meselesidir. Bazıları da belki de traş bıçağı bulamadığı için saçı sakalı uzamış olabilir.

Şairin maksadı elbette yüzdeki ve kafadaki kılların büyümesi, traş edilmesi değil. Farklı bir şey söylemek istiyor.

Şair dikkat edilirse haddi aşan saç ve sakal diyor. Öyle ya, saçın ve sakalın sahibi onların biraz uzamasına, keyfine göre bir hadde, sınıra gelmesine izin verir. Ama düşünülen sınırı aşarlarsa artık traş edilmeleri, uzamalarının önüne geçilmesi gerekir.

Saç sakal uzayınca traş edilir de, kaş ve kirpikler –genelde- traş edilmez. Neden? Zira onlar büyümezler, haddi aşmazlar. Bir sınırda dururlar. Sahibine nahoş bir görüntü vermezler. Dolaysıyla traş edilmelerine gerek yoktur.

Behçelerde, parklarda, çevredeki ağaçlar da öyle değil mi? Rastgele, biçimsiz, hatta zararlı olabilecek şekilde büyüyen dallar budanır, traş edilir. Bu hem görüntüyü güzelleştirir, hem ağaçların güçlenmesini sağlar. Bazı bahçelerin etrafında duvar gibi yer alan sık ağaçlı bodur bitkiler de traş edilir. Bu yapılmazsa onlar etrafa kol salar. Görüntüyü bozar. Bu gibi bitkiler çevreledikleri bahçeye hem güzellik verirler, hem de duvar görevi yaparlar. Bakım olmazsa rastgele büyürler, haddi aşarlar. Haddi aşanın da...

Meyve ağaçlarının dalları uzayınca, zamanında budanır. Hem ağacın görüntüsü güzelleşir, hem de daha iyi meyve verir diye.

Bazı çiçekler, özellikle güller bahçıvan tarafından günü gelince budanır, terbiye edilir. Çünkü lüzumsuz dallar ve sürgünler büyümüştür. Ya da bazı dallar kurumaya yüz tutmuştur. Alınmazlarsa diğer dalları da kurutabilirler.

İnsan da böyledir. Sınırı yoksa, kontrol edilmezse, yaptırım ve uyarı olmazsa haddi aşar, sınırı geçer. Hem kendisine hem de çevresine zarar verir. Haddi aşmak, sözle, davranışla, yazıyla, uygulamayla, alet kullanmakla olur. Denir ki “falanca bu sözleriyle haddi aştı”. “Falanca bu yazısıyla haddi aştı”, “Falanca haddini bilmiyor”

Bütün bunlar kişinin belli sınırı aştığını, yanlış şeyler söylediğini ve yazdığını, yanlış işler yaptığını, kurallara, yasalara uymadığını gösterir.

Eh böyle haddi aşanlar ne kazanırlar? Bunlara ne yapılır? Haddi aşan saç ve sakal gibi traş edilirler. Zira işin tabiatı böyle. Bir kimsa azmışsa, haddi aşmışsa, sınırları zorlamışsa ya yaptırım görmeli, ya ceza almalı, ya da ona engel olunmalı.

Adam hız sınırı olan bir yerde, diyelim 100km gitmesi gerekiyor, ama o 120km süratle gidiyorsa bu haddi aşmak, yani hız sınırını geçmektir. Karşılığı ne olmalı? Caydırıcı bir şey... Trafik cezası... Çok tekrarında ehliyetine el koyma...

Diğer toplumsal kuralları çiğneyenler de böyledir. Kişi keyfinin istediği gibi hareket ederse, bir şekilde bunun olumsuz karşılığını alır. Aşırı davranışlarına bir şekilde engel olunur. Ya para cezası, ya hak mahrumiyeti, ya hapis cezası, ya dışlanma, ya da özgürlük kısıtlaması, vb.

Adam kabadayı gibi, çalıyor, çırpıyor, sövüyor, dövüyor, hak gasbı yapıyor, haksız kazanç sağlıyor, bir şekilde meydan okuyor. Yani farklı şekillerde haddi aşıyor. Ama gün geliyor kayaya tosluyor. Yaptığı kötülükler karşısına geliyor. Birileri, belki kendisi gibi olanlar veya yetkililer, belki de ilâhi adalet ona haddini bildiriyor.

Bu, tıpkı uzayan saç ve sakalın traş edilmesine benzer. Haddi aştı, öyleyse kırpılması gerekir.

Ama kişi haddini bilirse, her yerde sınırlara dikkat ederse, kurallara uyarsa, işinin başında olur görevini hakkıyla yaparsa, kimseye eliyle ve diliyle zarar vermezse, -hatta kaşın ve kirpiğin gözü koruduğu gibi- başkalarına iyilik ederse, faydası dokunursa; kendisi zarar uğramaz, ceza almaz, özgürlüğü kısıtlanmaz. Kaş ve kirpik gibi traş edilmesi gerekmez. Zira haddi aşmamıştır.

Bütün bunlar bana bir gerçeği hatırlattı.

Kur’an’da ‘tuğyan’ diye bir kelime kullanılıyor. Tuğyan; her türlü sınırı (haddi) aşmayı, azmayı, isyanda fazla ileri gitmeyi ifade eder.

Suyun yatağından taşması da bu sözcük ile anlatılıyor. Bir ırmak, bir dere kendi yatağında sakin sakin akarken çevresine hiç bir zarar vermez. Hatta bu haliyle faydalı bile olur. İçinde balıklar yaşar. Çevresinde ağaçlar, otlar büyür. Hem küçük hayvanlar, hem büyük baş hayvanlar ondan su içerler. İnsanlar tarla, bostan sularlar, sebze ve meyve yetiştirirler. Bu hâliyle tabiata güzellik de verirler.

Ama şiddetli yağmaurlar yağsa, biriken sular o dere ve ırmak yatağına sığmasa ve taşsa; o hayat kaynağı dere ve ırmak çevresine zarar verir. Suları içilmez. Hayvanların bir kısmı ölür, bir kısma ona yanaşmazlar. Bulanık, çamurlaşmış su ne bitkilere hayat verir, ne onunla tarla, bahçe sulanır. İnsanlar korkuya, dehşete kapılır. Yani taşan, haddi aşan su, çevresine zarar verir.

Suyun bu azgınlığına ve aşırı taşmasına da ‘tuğyan’ deniliyor. İnsanlar suların tuğyanını da bentlerle, setlerle, barajlarla, ıslah çalışmalarıyla önlemeye çalışırlar.

Kur’an’da, azgın kavimlerin haddi aşmaları da böyle anlatılıyor.

Nûh'un kavmi kendileri için belirlenen sınırları aşarak ‘tuğyan’ etmişti. (Zariyât 53/53) Hem kendilerine gelen elçiyi dinlemediler, hem azgınlığa, şımarmaya ve büyüklük taslamaya devam ettiler.

İlginçtir, ‘tuğyan’ eden, yani haddi aşan Nûh’un (as) kavmi, tufanla cezalandırıldı. Kur’an bu ‘tufan olayını’ suların taşmasını ifade eden tuğyan masdarının fiili ile anlatmaktadır. (Hâkka 69/11) Haddi aşarak tuğyan eden kavme, tuğyan eden, azıp taşan su ile ceza... Uygundur.

Bu kavmin azgınlığı böylece önlendi. Bu durum haddi aşan saç ve sakal gibi traş edilmesine benziyor

Yine Semûd kavmi de bir ‘tâğiye’ ile cezalandırıldı. ‘Tâğiye’, tuğyan kökünden gelen bir başka kelimedir ve azıp kuduran bir tabiat kuvvetini ifade etmektedir. Yani ‘tuğyan eden’ Semud kavmi yine ‘tuğyan eden, tâğiye olan’, yani taşkın bir tabiat kuvvetiyle cezalandırıldı.

Tuğyan edenler de sınırları aşarlar, kendilerine ve etraflarına zarar vermeye başlarlar. Tıpkı yatağından taşan, tuğyan eden ve ‘tâğiye’ olan sular gibi. (Hâkka 69/5)

Kur'an bir gerçeği daha haber veriyor: Dünyada ‘tuğyan’ eden, haddi aşıp azgınlaşana, bundan dolayı da çok suç işleyen, çok zarar veren kişi ve toplumların âhiretteki cezası da ateşin en tuğyan etmişi, azmışı olacak. (Nebe’ 78/22. Naziât 79/39)

Kur’an, insanlara kendileri için konulan sınırları korumalarını, yani tuğyan edip haddi aşmamalarını, ilâhî sınırlara tecavüz etmemelerini söylüyor. Haddi aşıp azanların kötü bir sonuçla karşılaşacaklarını, âhirette ‘tuğyan’ edenlerin sonlarının nasıl olacağını haber veriyor. (Kaf 50/23-30. Sâd 38/55-61)

İnsan, inansın inanmasın, herkesin hayatında sınırlar olması gerekiyor. “Bir sınırı olmayanın hiç sınırı olmaz.” İnsanlar toplu halde yaşarlar. Toplumda da sınırların, kırmızı çizgilerin olması lazım. Herkes canının istediğini yaparsa kaos olur, düzen ve huzur bozulur, hak ihlâlleri gündeme gelir.

Haddi (sınırları) aşanlara günün birinde, bir şekilde hadleri bildirilir.  

“Sezâî, haddi aşan saç ve sakal usturaya gelir, traş edilir. Ama kaş ve kirpik haddi aşmadıkları için traş edilmez”

 

Hüseyin K. Ece

07.09.2020

Zaandam