Asıl ‘selâm yurdu’ Cennet’tir. Cennet’te bitmeyecek bir sonsuzluk, fakirliği olmayan bir zenginlik, hastalıksız sağlık, zilleti olmayan bir izzet, korkusu olmayan bir emniyet, aksi düşünülmeyen sonsuz bir mutluluk vardır.

Allah (cc), bütün insanları bu ‘selâm yurduna’ davet ediyor.

وَاللّهُ يَدْعُو إِلَى دَارِ السَّلاَمِ وَيَهْدِي مَن يَشَاءُ إِلَى صِرَاطٍ مُّسْتَقِيمٍ {25}‏ لِّلَّذِينَ أَحْسَنُواْ الْحُسْنَى وَزِيَادَةٌ وَلاَ يَرْهَقُ وُجُوهَهُمْ قَتَرٌ وَلاَ ذِلَّةٌ أُوْلَـئِكَ أَصْحَابُ الْجَنَّةِ هُمْ فِيهَا خَالِدُونَ {26} وَالَّذِينَ كَسَبُواْ السَّيِّئَاتِ جَزَاء سَيِّئَةٍ بِمِثْلِهَا وَتَرْهَقُهُمْ ذِلَّةٌ مَّا لَهُم مِّنَ اللّهِ مِنْ عَاصِمٍ كَأَنَّمَا أُغْشِيَتْ وُجُوهُهُمْ قِطَعاً مِّنَ اللَّيْلِ مُظْلِماً أُوْلَـئِكَ أَصْحَابُ النَّارِ هُمْ فِيهَا خَالِدُونَ {27}

“(Bilin ki) Allah, (insanı) huzur ve güvenlik ortamına (daru’s-selâm’a) çağırmakta ve dileyeni dosdoğru bir yola yöneltmektedir.

İyi ve yararlı işler yapmakta sebatlı olanları (karşılık olarak) daha iyisi ve ondan da fazlası beklemektedir. (Kıyamet Günü'nde) onların yüzlerini ne bir kararma, ne de bir aşağılanma gölgelemeyecektir: İşte bunlardır cennetlikler; orada ebedî kalacak olanlar.” (Yûnus 10/25-26)

-Esenlik yurdu sadece cennet midir?

Burada geçen ‘daru’s-selâm’ genellikle ‘cennet’ olarak anlaşılmıştır. Nitekim bir başka âyette iman edip salih amel işleyenlere böyle bir makamın verileceği söyleniyor:

وَهَـذَا صِرَاطُ رَبِّكَ مُسْتَقِيماً قَدْ فَصَّلْنَا الآيَاتِ لِقَوْمٍ يَذَّكَّرُونَ {126} لَهُمْ دَارُ السَّلاَمِ عِندَ رَبِّهِمْ وَهُوَ وَلِيُّهُمْ بِمَا كَانُواْ يَعْمَلُونَ {127}

Rableri katında onlara esenlik yurdu (cennet) vardır. Ve yapmakta oldukları (güzel) işler sebebiyle Allah onların dostudur.” (En’am 6/127)

İnsan korkulardan, endişelerden, tehlikelerden emin olmak ister. Güvenlik ister, huzur ister, selâmet ister. Bunu sağlayacak arayışlara yönelir. Kendisine huzur verecek hayat biçimine seçer.

Kendisine güven vereceğini tahmin ettiği güçlere sığınır. Hatta gerekirse güvende olabileceği beldelere göç eder.

Allah Teâla insanı bu manada mutlak huzura, mutlak esenliğe, mutlak güvene ve saadete davet ediyor.

-Bu dünyada da olması mümkün müdür?

Bu esenliğin, güven ve huzurun olmasını sağlayacak olan yegane hayat biçimi de adı ‘selam’ ile aynı kökten gelen İslâmdır. Allah (cc) İslamı insanlar bu kurtuluşa, esenliğe ve güvene kavuşsunlar diye gönderdi.

“Açıktır ki, dâru's-selâm terimi sadece -cennet temsîlinde işaret edilen- öte dünyadaki nihaî esenlik ortamını değil, fakat aynı zamanda gerçek müminin bu dünyadaki ruh durumunu, yani onun Allah'la, tabii çevresiyle ve kendisiyle barış ve bağdaşım içindeki huzurlu, güvenli ruh durumunu da ifade etmektedir.” (Esed, M. Kur’an Mesajı, 1/398)

Denilebilir ki, ebedi ‘esenlik yurdunu’ kazanmak; insanın dünyada kurabileceği ‘daru’s-selâm’a bağlıdır. Yani bu dünyada cennet gibi bir hayatı yaşamayanlar, ölümden sonraki cenneti kazanamazlar. 

Zira İslâm hayatı minyatür bir cennete çevirmek için gönderilmiştir. Bu hayat ebedi hayata bir hazırlık, bir örnek, bir önsöz ise; orasını burada hazırlamak kaçınılmazdır. 

Dünya hayatı ahiretteki cennetin örneğinin inşa edileceği, işte ben böyle bir cennet istiyorum diyebileceği, kısmen tadılacağı bir yerdir.

Herkes âhirette nasıl bir hayat istiyorsa öyle yaşar. Sanki derler ki’ ben ölümden sonra da böyle bir hayata kavuşmak istiyorum’.

Ölümden sonraki sonsuz cenneti isteyenler, elbette dünyadaki hayatlarını cennete çevirmek zorundadırlar. Ya da Cennetin numûnesini burada da göstermek durumundadırlar.

Bunun müslümanın hayatında üç alanda gerçekleşmesi mümkündür:

Kişisel hayatında,

Aile hayatında,

Ümmet hayatında.

 

-Aile hayatında selâm;

“Aile, insanın dünyadaki küçük cennetidir” diyenler doğru söylemişlerdir. Hoş bir temenni.

İslâmın kurmamızı istediği aile yuvası budur. Ailenin fonksiyonu bu olmalıdır.

Aile insana cennetten bir nefes, bir esinti, bir koku getirmelidir. ,

Hoş bir temenni diyorum; biliyoruz ki müslüman ailelerin hepsi böyle değil. Pek çok aile fertlerine cennet olacağı yerde, ızdırap yeri. Mutluluk yuvası olacağı yerde huzursuzluk mekanı.

Bu örneklerin olması İslâmın inşa edilmesi istediği ev-yuva modeli idealini değiştirmez. Kötü, iyi şey için örnek olmaz. İnsanlara ‘selâm’ı/barışı ve esenliği, selâmeti ve mutluluğu öğütleyen Vahiy, bunun nasıl sağlanacağını da göstermiştir. Bu model, bir hayal değil gösterilen somut bir hedeftir.

İnsan dünyaya azap çekmek için gelmediği gibi, hayattan hissesine düşen de ceza ve huzursuzluk değildir. Bilindiği gibi bu gibi şeyler insanın kişisel tercihiyle, çevre şartlarıyla ve kötülük odaklarının eylemleriyle bağlantılıdır.

Kötülük işleyen kimselerin huzur araması boştur.

Başkasına haksızlık edenlerin rahat uyku uyuması hakkı değildir.

-İnsanın başına gelen şeylerin üç kaynağı vardır:

1-Kişinin karşılaştığı iyi veya kötü şey, kendi yaptığı yüzündendir. Yani geçmişte bir şey yapmıştır, ondan dolayı sıkıntı, ceza, huzursuzluk veya benzeri bir şey başına gelmiştir. O zaman o kişinin kimseyi suçlamamsı gerekir. Hata kendindedir. Yapılacak şey hatayı anlamak ve vazgeçmektir. Bir daha aynı hataya düşmemeye dikkat etmektir.

Adam, evini uçurum kenarına yapmıştır. Evi göçtüğü zaman bu felaketin faturasını kimseye yüklememeli.

2-Kişinin başına gelen Allah’tan olabilir. İnsan bazen kendi iradesi olmadan bazı işeylerle karşılaşır. Bazı şieylerden mahrum kalır, bazı sıkıntılara uğrayabilir. Allah (cc) kullarının nimetle denediği gibi zorluklarla da denebilir. Burada kişinin hiç bir dahli yoktur.

Burada yapılması gereken şey sabretmektir. Zira Allah sabredenlerle beraberdir. Sabredenlerin ödülü büyük olacaktır. Üstelik eğer Allah (cc) kuluna bir zorluk verirse ya onun bir hatasına keffaret sayar, ya sevabını artırır, ya da affeder. Ama mutlaka onu kuluna geri öder. Tabir caizse Allah (cc) kuluna asla borçlu kalmaz.

Bu gerçeği bilen mü’min isyan etmez, esef etmez, ah vah etmez. Bilir ki Allah’ın kendisi için takdir ettiğinde mutlaka bir hayır vardır.

3-İnsanın başına gelen şeyler üçüncü şahıslar tarafından olabilir. Diğer insanlardan bir iyilik gelirse teşekkür edilir. Kötülük gelirse; eğer imkan varsa mücadele edilir. Yoksa yine sabredilir, Allah’tan yardım istenilir.

Haksızlığa ve zulme uğrayan mü’min bilir ki, o böyle bir durumda alacaklıdır. Allah (cc) bir gün mutlaka hakkını ondan alıp kendisine verecektir. İster bu dünyada isterse öteki dünyada.

O böyle bir durumda da alacaklıdır. Onun için o zulmeden, hak yiyen, rahatsız eden, bizar eden, huzursuzluk çıkaran; kısaca o eşrar (şerli) ve eşkıya (bedbaht olan ve bedbahtlık veren) değildir. Tam tersine hayırhâhtır; yani insanların hayrını düşünür, insanların hayrına çalışır.

Kur’an Şöyle bir müjde veriyor:

فَاسْتَجَابَ لَهُمْ رَبُّهُمْ أَنِّي لاَ أُضِيعُ عَمَلَ عَامِلٍ مِّنكُم مِّن ذَكَرٍ أَوْ أُنثَى بَعْضُكُم مِّن بَعْضٍ 

“Bunun üzerine Rableri, onların dualarını kabul etti. (Dedi ki:) Ben, erkek olsun kadın olsun -ki hep birbirinizdensiniz- içinizden, çalışan hiçbir kimsenin yaptığını boşa çıkarmayacağım...”  (Âli İmran 195)

 

-Genel prensipler

* Yapılan hiç bir amelin karşılıksız kalmayacağını bilmek gerekir. Aile hayatında bile iyilik eden iyilik, kötülük eden kötülük görür.

*  Kötülük veya haksızlık eden, eninde sonunda cezasını bulur. Tıpkı iyilik edenlerin bunun mükâfatını gördükleri gibi. 

Öyleyse kötülük eden değil, iyilik eden taraf olmalı.

* Borçlu olmaktan ise alacaklı olmak daha iyidir. Aile içinde görevini daha iyi yapan, daha çok iyilik eden, daha çok hizmet eden; daha çok alacaklı olur.

* Aile içinde herkesin görevleri ve hakları vardır. Herkes öncelikle görevini yapmalı ki, hak talep edebilsin.

* Kendi yaptıkların az görmeli, karşı tarafın yaptıklarını takdir etmeli. Bu tavrın gönülleri fethettiği yapanlar bilir. ‘Ben çok yapıyorum’, ‘yaptım yaptım değeri bilinmedi’ anlayışı aile hayatında yapıcı değil, yıkıcıdır.

Yaptıklarımızın diğerinin yaptıklarından daha fazla olduğunun ölçüsünü ne? Karşı taraf da aynı şeyi söyleyebilir. O zaman bu yarıştan bir sonuç çıkmaz.

* Herkes, karşı tarafın kendisine Rabbinden bir ‘emanet’ olduğunu bilmelidir. Emanete de ancak emîn insanlar sahip olabilir. Yalnızca emîn insanlar emaneti aldıkları gibi sahibine teslim ederler.

Mü’minin, imanın bir sonucu olarak emîn olması gerektiğini tekrar hatırlayalım.

* Görev bilincine sahip olunmalı. Bir kimse üzerine bir sorumluluk aldığı zaman onun gereğini yapmalı. İhmalin zarar ve huzursuzluk vereceği, ödevin yapılmasıyla kâr edileceği ve mutluluk duyulacağı unutulmamalı.

Bu genel prensiplerle yürütülen bir aile hayatının ‘daru’s-selâm’ olması mümkündür.

Aile/toplum hayatında başkalarına cehennemi yaşatanların öbür âlemde işleri kolay olmasa gerek.

Biz buna ‘dünyadaki esenlik yurdu’ veya ‘mutluluk yuvası’ diyelim. Ebedi selâm yurdunu kazanmak isteyenler; bunun provasının evlerinde, yani aile hayatlarında yapmaları gerekir.