Hayatı ‘barış ve saadet yurdu’ yapabilmek için insanın buna hazırlanması gerekir. Öncelikle bu hedef uğruna çalışabilecek, ya da böyle bir toplumun fertleri olabilecek yetkin kimselere ihtiyaç vardır. Çünkü ancak Vahy’in eğitiminden geçmiş kimseler böyle bir hayatı inşa edebilirler, ancak onlar böyle bir hadefe ulaşabilirler.

         Nitekim Vahy ilk muhataplarını bunun için yetiştirdi ve ilk muhataplar da (selef-i salihîn) Asr-ı Saadetin öznesi oldular.

         İnsana değer veren Allah (cc) onu muhatab alarak, ona elçilerle ‘vahy’ gibi bir eğitim proğramı ihsan buyurmuştur. Bu ilâhî eğitim proğramı insanı eğitecek, yetiştirecek, olgun hâle getirecek. Bu eğitimle yetişmiş olgun mü’minler de dünya hayatının barış ve saadet yurdu olması için çalışacaklardır.

         Vahy -özelde Kur’an-, böyle bir insanı yetiştirmek üzere bazı metodlar kullanmaktadır. Bu metodların hepsinin hedefi insanın ikna olmasıdır. Hiç bir takıntı, pazarlık, şüphe ve tereddüt olmadan, hiç bir dünyalık karşılık beklemeden Hakk’ı kabul etmesidir. Yapması gerekenleri gizli de açıkta isteyerek yapması, yapmaması gerekenleri gizli ve açıkta kendi iradesiyle terketmesidir.

         Kur’an’ın hedeflediği insan tipi budur. Bu insan tipi, Vahy’in getirdiği ölçüleri alır, ikna olur, kabul eder; arkasından da onları hayata geçirir. Öyle ki o artık inandıklarıyla özdeşleşir, imanı somutlaşır, inandıkları onun kimliği ve karakteri olur. Böyleleri İslâmı yaşanır kılarlar ve o yaşayan İslam haline gelirler.

         Bir hadiste işaret edilen gerçek de bu olsa gerekir:

         Peygamber (sav) şöyle dedi: “Allah Teâla buyurdu ki: “Kim benim veli (dost) kuluma düşmanlık ederse ben ona harb ilan ederim. Kulum bana sevdiğim farz ibadetlerle yakınlık kazanır. Nafile ibadetlere devam ederse bu yakınlık daha da artar. Öyleki artık ben o kulumu sevmeye başlarım. Onu sevince de onun işitten kulağı, gözen gözü, tutan eli ve yürüyen ayağı olurum. Eğer benden bir şey isterse mutalaka veririm. Benden koruma isterse onu mutlaka korurum...” (Buharî, Rikak/38, 6502)

 

b- Eğitimde müjde ve uyarı olgusu

Kişi bir beklentisi varsa bir şeyi yapar. Bir şeye emek verirken onun karşılığında bir şey alacağını düşünür. Yaptığının karşılığını alacağından emin olan bir kimse önündeki işe bir kat daha sarılır.

Kişi lezzet ve haz veren şeyleri sever, nimet ve bolluğa kavuşunca sevinir, iyi bir duruma kavuşunca yüzü güler. Tam tersi, acı ve sıkınıt veren şeylerden hoşlanmaz, darlıktan ve felaketten korkar, zor bir durumla karşılaşınca yüzü gülmez.

Eğitim bir etkileme, ikna etme ve böylece kişiliği oluşturma süreci olduğuna göre; iyi şeylere teşvik etmek, olumlu davranışları sevdirmek, doğru olan şeylerin yapılmasını sağlamak için çeşitli metodlar kullanılır.

Müjdelemek bunlardan bir tanesidir. Bu, kişiyi iyi bir sonuçla, yüzü ak eden bir kazançla, yüreğe sevinç veren bir ödülle muştulamaktır. Yapılan iyi işin mutlaka yine bir sonuca ulaşacağına dair kişiyi ikna etmektir.

 Uyarı tam bunun tersidir. Yapılan şeyin sonucunda karşılaşılacak zararları önceden bildirip sakınmasını sağlamaktır. Tehlikeyi önceden bildirip, tedbirli olunmasını öğütlemektir.

Buna din dilinde ‘terğîb ve terhîb’ denir. Yani teşvik ve sakındırma. Müjdeleme ve uyarma. İştahlandırma ve korkutma.

Bu bir açıdan da mükâfat ve cezaya benzer. Ancak bu peşin ödenen bir mükâfat veya ceza değil, yapılanın sonucunda kazanılan iyi veya kötü bir karşılıktır.

Eğitimin her kademesinde müjde ve uyarı kullanılabilir. Nitekim küçük bir çocuğa “ateşe dokunma yanarsın, şunu yaparsan şu hediyeyi kazanırsın” demek belki bunun küçük bir örneğidir.

Öğrenciye; “dersini yaparsan, eğitimin krallarına uyarsan, daha çok çalışırsan; başarırsın, iyi bir karneyi, diplomayı, ödülü hak edersin” tarzındaki teşvikler birer müjdedir.

“Yaramazlık yaparsan ceza alırsın, çalışmazsan kazanamazsın, suç işlersen hapse düşersin” gibi ifadeler de bu tarzdaki uyarılardır.

Bütün bunların eğitimde yapıcı ve etkili olduğu açıktır.  Ancak uyarıdan ziyade teşvik etmenin, korkutmadan önce özendirmenin, cezadan çok ödüllendirmenin etkili olduğu söylenmeli.

 

c-  Kur’an’da müjde

Kur’an’da uyarının yer yer müjde ile birlikte kullanıldığını görüyoruz. Bundan amaç kişiye özendirmek, hayırlı işleri yapma konusunda neşe ve istek uyandırmadır. Kişinin kazacaklarını ve kaybedeceklerini kendisine etkileyici bir yöntemle haber vermektir. (Zamahşerî, el-Keşşâf 1/109)

Bunların her biri duruma göre, haber verilen şeyin ağırlığına, konunun akışına ve muhatab alınan kişilerin durumuna göre değişebilir.

Türkçe Sözlük’te müjde: Sevindirici haber. Muştuluk. Sevindirici haber verileceği zaman söylenir. Mesela: Müjde! Bir oğlunuz oldu. Müjde vermek/müjdelemek: Bir kimseye sevindirici, mutlu bir haberi ulaştırmak. (TDK Türkçe Sözlük say: 1054)

Arapça’daki müjde (büşrâ) kelimesinin aslı ‘BŞR’ fiilidir. Bu da bir şeyin güzelliği ile ortaya çıkması, görünmesi demektir. (Ramahurmûzî, Kamusu’l-Muhît, s.35)

Aynı kökten gelen ‘büşra’ müjdeleyicinin ulaştırdığı şey, yani sevinçli haber, ‘tebşîr’, müjdelemek, sevindirici olanı ortaya koymak, ‘beşîr/mübeşşir’ müjdeleyen/sevindirici haberi getiren demektir. Ki Kur’an’da genellikle peygamberler hakkında kullanılmaktadır.

‘Tebşîr’ (müjdeleme); derinin dış tarafı anlamına gelen ‘beşere’ üzerinde etkisi ortaya çıkan şey demektir. Çünkü derinin bu üst tarafı alınan haberle değişiklik gösterir. Alınan haberin izi deri üzerinde görülür. (Kurtubî, Tefsir, 1/119)

Buradan hareketle ‘tebşîr’, bir kimseye, hakkında bilgisinin olmadığı bir konuda sevinçli bir haber vermektir denilebilir.

“İster hüzün versin, ister sevinç versin muhatabın yüzünde değişiklik meydana getiren habere ‘büşra/müjde’ denir. Bu, daha çok hayırlı haberler için kullanılır.” (Sibeveyh’ten nak. Kur’an’ın İkna Hususiyeti, s: 304)

‘Müjdelemek/tebşîr’; eğer hayırlı, sevindirici, hoş bir haber hakkında kullanılıyorsa, bu, müjdesi verilen şey açıkca belirtilerek yapılabilir. Bazen de müjdesi verilen şey açıkça belirtilmeden verilebilir. ‘Sana müjdeler olsun!’ ‘seni müjdeliyorum!’,  birdenbire birine ‘müjde!’, ‘sana bir müjdem var!’ demek gibi.

Ancak keder, hüzün veya kötü şeyler hakkında müjdelemek kelimesi kullanılacaksa, mutlaka haberi verilen kötü şey açıkça belirtilerek yapılır.

 

c1-Peygamberler müjdecidir

Peygamberler konumları itibarıyla iyi, sevindirici, yüzü aydın eden haber getiren insanlardır. Her ne kadar ‘nezîr/uyarıcı sıfatları da olsa, onların müjdeleyici özellikleri önceliklidir.

Zira insan bu dünyaki amellerinden dolayı ya ödülü, ya da cezayı hak eder. İşin tabiatı budur. İyi işler yapanların müjdeli haberlere, mükâfatlara, iyi sonuçlara kavuşması, suç işleyenlerin cezaya çarptırılması aklın gereğidir.

İyi yapanlar, yaptıkları iyiliklerin sonunda hiç bir şey elde etmeyeceklerse yapılanın bir değeri yoktur. Kötülük yapanlar da , yaptıklar kötülüklerden dolayı bir cezaya uğramıyorlarsa, bir sıkıntı görmüyorlarsa, o zaman da iyiliğin ve kötülüğün bir anlamı olmaz.

Herkes bilir ki insan davranışlarının bir kısmı iyidir, bir kısmı iyi değildir. İyi olanlar ödüllendirilmeli, suçlar cezalandırılmalı.

 

d-  Kur’an’da müjdenin kullanımları

Kur’an ‘müjde’ olayını çeşitli formlarda kullanıyor. Genelindeki ana tema sevindirici, özendirici, mutlu edici haberlerdir. Bu haberler bazen insanı mutlu eden önemli bir müjdedir, bazen de erdemli davranışlara, Allah’a itaate teşvik etme, iyi davranışlara özendirmedir.

Müjde olayında gelecekte gerçekleşecek, gerçekleştiği zaman da ilgiliyi sevindirecek ve mutlu edecek bir olgu söz konusudur. Bu bağlamda müjde geçmişe değil, geleceğe dönüktür diyebiliriz.

Bu da öncelikle insan zihnini terbiye eder, olumlu davranışa hazırlar. Arkasından da davranışlarda güzellikler görülür.

* Allah (cc) iman edip erdemli davranan kullarını en güzel karşılıklarla müjdeliyor: (18 Kehf/2. 42 Şûra/23. 9 Tevbe/21)

Bugün, burada, bu dünyada salih amel işleyenler, bunun peşinden dünyada ve ahirette  ödüle, sevince, mutluluğa kavuşacaklar.

* Kur’an bir ‘beşîr/müjdeleyici’dir. (41 Fussilet/4) O aynı zamanda iman edip salih amel işleyenleri muhteşem bir karşılığın beklediği müjdesini vermektedir. (17 İsra/9.

* Allah (cc) pek çok âyette Hz. Muhammed’i iman edenleri hadis hesapsız ödülleri, karşılıkları müjdelemekle görevlendiriyor. Ki onlar bununla sevinsinler. Yaptıkları amellerin boşa gitmediğinden emin olsunlar. Allah yolunda çektikleri sıkıntılardan dolayı yürekleri daralmasın, uğradıkları mahrumiyetten dolayı esef etmesinler. Bu gibi ödüllere kavuşmak için de daha çok çalışsınlar, daha çok salih amel işlesinler. (2 Bakara/25. 9 Tevbe/112. 10 Yunus/2, 78. 33 Ahzâb/47. 61 Saff/13. 39 Zümer/17 ve diğerleri)

* Kur’an yaptığı her işi Allah’ı görüyor gibi yapan muhsinleri müjdeleliyor.  (22 Hâcc/37)

* Allah (cc) yolunda gerek ibadet ederken, gerek günahlardan kaçınırken, gerekse O’nun uğruna mücadele ederken zorluklara sabredenler de müjdeden pay alırlar. (2 Bakara/155)

         * Melekler doğru yolda yaşama kararlılığı gösterenleri de müjdelerler ve dünyadada ahirette de onların dostu olduklarını söylerler. (41 Fussilet/30-32)

Bu müjdeler bitimsiz bir saadetin habercisi, sonu gelmez ikramların duyurulması, ebedî bağışların işaretidir. Gerçek müjde işte budur. Gerçek sevinç kaynağı böyle olur.

Kur’an’ın bu müjdeli haberleri Vahy’in muhatapları için bir eğitim aracıdır. Sonunda bu gibi tarifsiz mükâfatlara kavuşucağına emin olan kimdseler buna göre amel işlemeye başlarlar. Nefislerini bu yolde hizaya getirirler.

 

d1-Müjde manasına gelen kelimeler

Kur’an, iman edip salih amel işleyenleri çeşitli mükâfatlarla müjdeliyor. Bu müjdeleri bazen bir kelime ile bazen de kalıp ifadelerle, bazen de âyetin genel ifadesi ile yapıyor.

Bir kaç örnek verelim:

Tûba;

Bunu Türkçe’ye ‘ne mutlu, müjde, göz aydınlığı’ diye çevirebiliriz.

“İman eden ve Allah’ın razı olduğu amelleri yapanlar var ya; göz aydınlığı onlarındır, güzel yurt da onlarındır.” (13 Ra’d/29)

Nı’me;

Bunu da ‘ne muhteşem, ne güzel’ diye çevirebiliriz.

Kur’an bunu Allah (cc) hakkına ‘O ne güzel Vekildir’ (3 Ali İmran/173), ‘O ne güzel takdir edicidir’ (77 Mürselât/23), ‘O ne güzel Mevlâ ve ne güzel Yardımcıdır’ (8 Enfal/40. 22 Hâcc/78) şeklinde kullandığı gibi bazı peygamberleri ‘o ne güzel bir kuldu’ tarzında nitelemek için kullanıyor. (37 Saffât/75. 38 Sâd/30),

Allah’a (cc) karşı sorumluluk bilinciyle hareket edenlerin öldükten sonraki yurtları hakkında ‘onların barınacakları yer ne güzeldir’ şeklindeki kullanılış inananlar için mükemmel bir müjdedir. (13 Ra’d/24. 16 Nahl/30)

“İşte bunların ödülü, Rablerinden bir mağfiret ve orada yerleşip kalacakları zemininden ırmaklar çağlayan cennet olacaktır. Çalışıp çabalayanlar için ne muhteşem bir ödüldür.” (3 Âli İmran/136. Ayrıca bak: 29 Ankebût/58. 39 Zümer/74)

Cennet için kullanılan şu muhteşem ifadeler, insanı imrendirecek, iştahını ve arzusunu artıracak, iman ve takvasını pekiştirecek müjdedir:

“... Ne güzel bir ödül ve ne hoş bir makamdır orası.” (18 Kehf/31)

 

       e- Kur’an’da uyarı

Kur’an, özellikle vahy’den yüz çeviren, ona karşı savaş açan ve bundan dolayı da azıp kötülük işleyenleri farklı biçimlerde uyarıyor.

‘Nezr’ kelimesinden türeyen ‘inzar’ kavramı sözlükte, içerisinde korkutma olan bir haberi vermektir. Bir şeyin sonucundaki tehlikeyi haber verip sakındırmak, uyarmak ve dikkatini çekmektir.

‘İnzar’, korku verip uyanık kılmak anlamına da gelmektedir ki, ‘tebşir’, yani müjde vermek kelimesinin karşıtıdır.

Bir tehlikeyi haber vererek başkasını ‘inzar’ edene (uyarana) ‘nezir/münzir’ denir ki peygamberlerin sıfatıdır.

Onlar itaat eden bütün kullar için sonsuz güzellikleri, onların memnun kalacağı sonuçları müjdelerler. İnkâr ettikten sonra bir de ölçüsüzce azgınlaşanları da kötü sonuçla uyarıp korkuturlar.

İnsanın zayıf taraflarını, şeytanın ve nefsinin onu devamlı olarak yanıltacağını bilen Allah (cc) onu sürekli uyarmıştır.

“Ey Peygamber, gerçekten biz seni bir şahit, bir beşir (müjde verici), bir nezir (korkutucu-uyarıcı) olarak gönderdik. Ve kendi izniyle Allah’a çağıran ve nur saçan bir çerağ (ışık kaynağı) olarak gönderdik.” (33 Ahzab/45-46, ayrca: 35 Fatır/24. 48 Feth/8. 11 Hûd/2)  )

Allah (cc) inzar edici bir elçi göndermeden hiç bir topluluğa azap etmez. (17 İsra/15)

Günümüz insanı ve geleceğin insanı da Hz. Muhammed’in daveti ile uyarılmaktadır. O’nun tebliğ Din ve öğrettiği Kitap, insanlar için sürekli birer ‘nezir’dir. (41 Fussilet/3-4) Yani Son Vahy, insanı hem müjdeleyerek, hem tehlikeleri haber vererek eğitmeye devam etmektedir.

 

e1-Kur’an’da uyarı ile ilgili ifadeler

Hazer;

         Korku veren şeyden sakınmak (Müfredât, s: 159), bir şeyden korkmak ve ondan çekinmek, tayakkuz halinde (uyanık) olmak demektir. (M. Vasít, 1/162) Bu çekinme veya sakınma, zarar geleceği ister kesin olsun, ister şüpheli olsun, farketmez.

Hazer’de zararlı şeye karşı bir savunma, kendini korumaya alma durumu vardır. O aynı zamanda zararlı veya istenmeyen bir şeye karşı duyulan bir endişe, bir tasadır. 

Kur’an, müslümanları hem Allah’a karşı hazer etmeye (dikkatli olmaya) hem de O’nun emrine karşı gelenlerin gelmesi muhtemel cezalardan sakındırıyor. (2 Bakara/235. 5 Maide/92. 3 Âli İmran/28, 30. 24 Nûr/63)

Gerçek müslümanlar; Allah için geceleri bile ayağa kalkıp namaz kılan, gönülden ibadet eden ve ahiretten, orada olacaklardan hazer eden- korkup sakınan, bundan dolayı da zarar etmemek için hazırlıklı olan kimselerdir. (39 Zümer/9) 

Va’d;

Bu Allah’ın verdiği bir sözdür ve Allah (cc) asla sözünden dönmez.

“Eğer yüz çevirirlerse de ki: (Bana emrolunanı) hepinize açıkladım. Artık size vadolunan şey (mahşerde toplanma zamanınız) yakın mı uzak mı, bilmiyorum.” (21 Enbiya/109)

Veyl;

‘Yazıklar olsun, vay, vah’ gibi ifadelerle Türkçe’ye çevrilebilir.

“Elleriyle (bir) Kitap yazıp sonra onu az bir bedel karşılığında satmak için "Bu Allah katındandır" diyenlere yazıklar olsun! Elleriyle yazdıklarından ötürü vay haline onların! Ve kazandıklarından ötürü vay haline onların!” (Bakara/79. ayrıca bak: 14 İbrahim/2. 19 Meryem/37. 21 Enbiya/14, 18, 46, 97 ve diğerleri)

Mürselât sûresinde tam on defa ” O gün, (hakikati) yalan sayanların vay haline! “ denilmektedir.

Pek âyette inkârcılara, şirk koşanlara, zalimlere, böbürlenip haddini aşanlara ‘yazıklar olsun’ denilmektedir.

Mutaffifin Sûresinin başındaki ‘veyl/yazıklar olsun’ vurgusu ölçü de ve tartıda adil olmaya teşvik, sahtekârlıktan sakındırmadır.

Hümeze Sûresinde ise arkadan çekiştirmeyi, insanlarla alay etmeyi alışkanlık haline getirenlere bir uyarı olmakla birlikte bu ahlâki bir eğitimdir.

e2- Azapla müjdeleme:

Müjde (büşra) kelimesinin bütün bu olumlu, sevindirici, özendirici anlamlarına rağmen onun olumsuz anlamda kullanması ilginçtir. 

Bu hem yapılan işlerin yanlış olduğunun söylenmesi, hem de bu yanlışları yapanlar için bir uyarıdır.

Kur’an, münafıkları da, yani dinde ikili oynayan iki yüzlüleri (4 Nisa/137-139), Malı ve serveti yığıp hayır yoluna harcamayanları (9 Tevbe/34) ve inkâr etmeyi alışkanlık haline getirenleri  (45 Casiye/8. 3 Âli İmran/21),  Allah yolundan alıkaymak isteyenleri (31 Lukman/7) azapla müjdeliyor.

 

Sonuç

İslâm terbiye ve davet metodunda müjdelemek, kolaylaştırmak, sevdirmek ve ikna etmek esastır. Kur’an, muhataplarının öncelikle müjdeli haberlerle sevinmelerini, buna özenmelerini isterken, ister istemez mücrimleri (aşırı azanları) hak ettikleri sonuçla uyarıyor.

Peygamber (sav) de öncelikle müjdeler, Din’in kolya olan taraflarını gösterir, rahmet ve mağfireti ön plana çıkarırdı.

O şöyle buyurmuştur: “Allah Teâlâ kullarına lütufkârdır. Onlara (her işte) kolaylık gös-terilmesine memnun olur. Zorluk çıkaranlara ve başkalarına vermediği başarıyı ve sevabı, kolaylık gösterenlere verir.” (Müslim, Birr 77. Ebu Davud, Edeb 10)

“Kolaylaştırınız, zorlaştırmayınız. Müjdeleyiniz, ürkütmeyiniz (nefret ettirmeyiniz.)" (Buhari, İlim/11. Edeb/80. Cihad/164. Müslim, Cihad/6-7. Ebu Davud, Edeb/20. Ahmed, Müsned 3/131)

“Kim Kur'an'ı severse müjdelesin.” (Darimi, Fedailü'l Kur'an/1)

Kur’an da sadece dirileri uyarmak üzere gönderile bir Kitaptır. (36 Yasin/69-70)

“De ki: “Tanıklık bakımından hangi şey daha büyüktür?” De ki: “Benimle sizin aranızda Allah tanıktır. Ve sizi ve ulaşan herkesi uyarayım diye bana bu Kur`an vahyolundu. Allah’la beraber gerçekten başka ilâhlar olduğuna siz gerçekten tanıklık eder misiniz?” De ki: “Ben etmem.” De ki: “O, ancak ve ancak bir tek ilâhtır ve gerçekten ben, sizin ortak tuttuğunuz şeylerden uzağım.” (6 En’am/19)

 

Hüseyin K. Ece

30.11.2008

Zaandam