Ruhun ne olduğu konusunda İslâm  ve felsefe tarihinde ortaya çok çesitli fikirler atılmış, bir çok izahlar ileri sürülmüştür. Ancak  ruhun ne olduğunu tam anlamıyla bilmek mümkün değildir. Çünkü Kur’an bu konuda şöyle demektedir:

“ (Ey Muhammed) Sana ruhtan soruyorlar. De ki: ‘Ruh Rabbimin emrindendir (işlerinden biridir veya bir emridir). Size ilimden ancak az bir şey verilmiştir.” (17/İsra, 85)

Buradaki ifade ruhun ne olduğunu tam anlamıyla bilmenin mümkün olmadığı şeklindedir. Yoksa ruh konusunda hiç bir sey bilemezsiniz anlamında değildir. Zira Kur’an’ın başka âyetlerinde ruh hakkında çeşitli bilgiler verilmektedir.

İslâm alimleri genel olarak ‘ruh’a üç çesit açıklama getirmişlerdir:

Bazılarına göre ruh, varlıkları harekete geçiren şeydir.

Bazılarına göre ruh, hayatın başlangıcıdır. Bu anlamda ‘ruh, canlılarda hayatı meydana  getiren bir parçadır’ denmiştir.

Kimilerine göre de ruh, lezzet, sevgi, nefret gibi duygu ve duyuma; düşünme, algı, hayal etme gibi zihne; irade gibi üç kuvvete ait merkezdir.

Ruh, çeşitli maddelerden yaratılmış varlıkların oluş sebebi, onlara varlık kazandıran, ama onlarla bağlı olmayan, onlar gibi ölümlü olmayan, hareketin, anlamanın, iradenin merkezi; ölümsüz, Yaratıcının doğrudan kendisine bağladığı özdür.

Bir takım kelime ve cümlelerden meydana gelmiş bir yazıyı düşünelim: Yazının anlamı ve içeriği onun ruh’udur. Bu ruh açıldığı zaman sesler kelimeleri, kelimeler cümleleri, cümleler paragrafları, paragraflar da yazıyı meydana getirirler. Kâinat da tıpkı geniş ve canlı bir yazı gibidir. İçerisindeki her bir varlık birer kelimedir. Yazı içindeki her bir kelime asıl anlamıyla vardır. Evrendeki varlıklar da onlara varlık kazandıran ‘ruh’ları ile vardırlar.

Yazı silinse veya kelime ortadan kalksa bile mana kaybolmaz. Tıpkı bunun gibi, varlıklar ölse bile, Allah’ın onlara kendinden verdiği öz olan ‘ruh’ları ölmez.

Gördüğümüz maddelere hayat veren esasen onlara ait ruhtur. Bizim madde olarak gördüğümüz her şey, aslında ruh’un ‘ete kemiğe bürünmüş’ bir şeklidir.

Maddenin ‘ten kafesine bağlı olan’ ruhu; duyan, yaşayan, anlayan, bilen bir fonksiyonu yerine getirir. İradenin kötü kullanılması sonucunda tıpkı nefis gibi kirlenir. Eğer irade iyi yolda, Allah’ın emri doğrultusunda çalışırsa; ruh, hep temiz ve parlak kalır. Bu bakımdan melekler ve muttakî insanlar için ‘iyi ruhlar’ denmiştir.

Kirlenmiş, arzularının peşine takılmış, ölçü tanımayan ruhlar, şehvetin ve hevanın emrine girerler, bütün bunları insana tavsiye eden şeytanla irtibat kurarlar. Böyle insanlar yeryüzünde şeytanın yardımcıları olurlar.

İnsan, hayvan, cin ve melekler gibi canlı varlıkların ruhları vardır. Bitkiler ve hayvanlar için ise, kimilerinin ‘içgüdü’ dedikleri, Allah’ın onlar için tayin ettiği kanun (fıtrat) vardır. Onlar bu fıtratlarına uygun olarak yaşarlar, şükrederler ve Allah’ı tesbih ederler.

İnsanın ruh’u bir taraftan bedene ‘can’ katarken, bir taraftan da, iradeyi doğru yolda kullanarak, doğru görüşün, ilmin ve faziletin merkezi olup, Allah’tan bir ruh olarak gelen ‘vahy ve Kur’an’la ilişki kurar.

 

b-Ruh’un Anlam Sahası

Bir âyette Kur’an’ın bizzat kendisinin bir ‘ruh’ olduğu hatırlatılmaktadır. (42/Şûra, 52) Kur’an, her şeyden önce bir şifadır, nurdur ve ruh’tur. Hasta ve ölü kalpleri diriltir. Topraktan yaratılan beşer, Allah’ın üflediği ‘ruh’la canlı hale gelen insan (15/Hicr, 29) manevi olarak Kur’an’la dirilir, hayat bulur.

İsra Suresi 85. Âyetinde geçen ‘ruh’un ‘vahy’ olduğu da söylenmiştir. Bu anlamda Allah’ın insanlara gönderdiği vahy, insanların kalplerini, tıpkı yağmurun yeri dirilttiği gibi, diriltir ve onlara ‘can’ getirir. Nitekim Kur’an Hz. Muhammed’in davetini ‘insanı dirilten şey’ olarak niteliyor. (8/Enfal, 24)

‘Ruh’ kelimesi ayrıca ‘Ruhu’l Kuds veya Ruhu’l Emîn’ şeklinde Cebrail (as)in yerine de kullanılmaktadır. (2/Bakara, 87 ve 253. 26/Şûra, 193-195)

Kadir Gecesinde melekler ve ‘Ruh’ bir iş için yeryüzüne inerler. (97/Kadr, 4) Pek çok tefsirciye göre buradaki ruh’tan maksat Cebrail’dir (as). Çünkü Kur’an Cebrail’e Ruhu’l Emin demektedir.  (Muh. İbni Kesir, 1/659)

Yine Mahşer günü melekler ve Ruh saf halinde dururlar ve Allah’ın izin verdiğinin dışında kimse bir şey konuşamaz. (78/Nebe’, 38)

Şüphesiz ki ‘ruh’ Rabbimizin emrine bağlı bir şeydir. O’nun ne olduğunu, nasıl bir fonksiyonu olduğunu, neye işaret ettiğini en iyi Rabbimiz bilir. (17/İsra, 85. 16/Nahl, 2. 40/Mü’min, 15. 42/Şûra, 52)

“Sana ruh’tan soruyorlar”  âyetinde geçen Ruh’un Cebrail olabileceği de söylenmiştir. Nitekim yukarıda geçtiği gibi bir çok âyette Cebrail ‘ruh’ diye nitelendirilmiştir. Böyle olunca insanlar bu Ruh’un ne olduğunu , O’nun getirdiği vahy’ïn özünü ve şeklini tam  bilemezler. Onlara düşen az bir ilimle gelen vahy’e teslim olmaktır.

Rabbimiz ilk insanı yarattığı zaman ona kendi Ruh’undan üflemiş ve onu bir canlı insan haline getirmiştir. (15/Hicr, 29)

“Sonra onu tesviye etti (düzene koydu), ona Kendi Ruhundan üfledi ve sizin için kulak, gözler ve gönüller var etti.” (32/Secde, 9)

Buradan da anlaşılıyor ki ruh, bir yönüyle insana hayat veren, onu harekete geçiren candır ve Allah’ın kendisine bağlı kıldığı bir öz (cevher)dir.

İnsanın bedeninin topraktan veya topraktan çıkan gıdalardan meydana gelmesi, onun nefsine verilen  günah işleme isteğine, bunun sonucu olarak düşeceği alçak seviyeyi; Allah’ın ona kendi ruhundan üflemesi de, insana verilen iyi duygulara, itaata, kulluğa,  fazilete olan meyile ve kazanacağı yüce dereceye işaret etmektedir. Bunu böyle anlamak da mümkündür.

Kur’an Hz. İsa (as) için de ‘Hz. Meryem’e üflenen bir ruh’ demektedir. Bu ifade Hz. İsa’nın babasız yaratıldığını, tıpkı Hz. Âdem’in yaratılışındaki gibi O’na ruh üflenmek suretiyle canlı bir insan haline getirildiğini ortaya koymaktadır. Bununla beraber Hz. İsa, bir mucize olarak çamurdan kuş heykellerine üflüyordu ve onlar da canlı bir kuş gibi uçuyorlardı. İnsana hayat vermek üzere ona ruh üflenmesi, Hz. İsa’nın ‘üflenen bir ruh’ olması ile O’nun bu  mucizesi arasında ilginç bir bağ görülmektedir.

Hz. İsa (as)’ya ‘Ruhullah-Allah’ın (üflediği) ruhu’ denildiğini hatırlayalım.

 

c-Ruh Kelimesinin Türevleri

Kur’an-ı Kerim’de ayrıca ruh kelimesi ile aynı kökten gelen ‘rîh, ravh, riyah ve reyhan’ gibi kelimelere de rastlıyoruz:

‘Rîh’, hareket halindeki hava veya rüzgardır. Kur’an’da bazen azap olarak gelen rüzgarın yerine kullanılır. (10/Yunus, 22, 46/Ahkaf, 24) Bir yerde ise koku anlamında gelmektedir. (12/Yusuf, 94)

‘Rîh’ aynı zamanda ‘güç, kuvvet, kudret’ manalarına da gelir. ‘Allah’a ve Rasulüne itaat edin; çekişmeyin, yoksa korkuya kapılırsınız ve rîhınız (rüzgârınız) gider.” (8/Enfal, 46)

‘Ravh’, beklenti, umut, rahatlık, bekleme demektir. Böylesine bir umut veya rahatlık, ruh gibi görünmez ve güzel kokular taşıyarak insanı rahatlatan bir şeydir.

“Allah’ın ravh’ından ümidinizi kesmeyin. Çünkü, kâfirler topluluğundan başkası Allah’ın ravh’ından ümitsizliğe düşmez.” (12/Yusuf, 87)

‘Riyah’, rahmet taşıyan rüzgârdır ve ‘ruh’la ilgilidir. “O ki, riyah’ı, rahmetinin önünde müjdeci olarak gönderir.” (7/A’raf, 57. 3/Âli imran, 164)

Aynı kökten gelen ‘reyhan’, hoş kokusu olan şey demektir. Reyhan ayrıca, ni’met, rızık, yenilen şey, göz nuru anlamlarına da gelir. ‘Çocuklar Allah’ın reyhan’ındandır’ sözü buna işarettir. Peygamberimiz (sav) Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin için ‘Cenette iki reyhan’dırlar, benzetmesini yapıyor.

Kur’an’da şu şekilde geçmektedir:

“Yapraklı taneler ve reyhan (hoş) kokulu bitkiler.” (55/Rahman, 12) “Ravh, reyhan ve cennet ni’metleri” (56/Vakıa, 89)

Türkçe’de kullanılan ‘rahat’ ve ‘istirahat’  kelimeleri de aynı kökten gelirler. Bunların manalarının ruh, rüzgâr, güzel koku, umut ve rahatlık ile ilgilerinin olduğunu hatırlayalım.

İslâm inanışına göre insanların ruhları bedenle beraber ölmezler. Onlar Kıyamete kadar Allah’ın bildiği bir şekilde bekleyecekler. Kıyametten sonra yeniden diriliş ruhlarla beraber olacaktır.

Peygamberimiz (sav) buyuruyor ki:

“Mü’minin ruhu çıktığı zaman, onu iki melek karşılar, yukarıya çıkarırlar. Gök ehli; ‘Yer tarafından güzel bir ruh geldi. Allah sana ve yaşattığın cesede salat (dua) etsin derler.’ Peşinden onu Rabbine götürürler. Sonra, ‘bunu sınırın ötesine (sidretü’l münteha’ya) kadar götürün’ diye buyurulur. Kâfirin ruhu çıktığı zaman gök ehli; ‘Yer tarafından pis bir ruh geldi’ derler ve ‘bunu sınırın sonuna (Cehennem’e) kadar götürün’ diye söylenir.” (Müslim, Cennet/75, Hadis no: 2872, 4/2202)

Hüseyin K. Ece

İslamın Temel Kavramları kitabından. Sayfa: 558-560