‘Rehb’in fail ismi olan ‘rahib’, büyük bir korkuyla ürperen, ciddi bir korkuyla çekinen kimse demektir. Bunun çoğulu ‘ruhban’ veya ‘ruhbaniyyun’dur. Ruhbanlık yapmaya da ‘rehbaniyet’ denmektedir.

Ürpermek anlamındaki ‘rehb’, hem insanlardan hem de Allah’tan korkmayı ifade eder. (28/Kasas, 32) :

“Herhalde onların içindeki ‘dehşet ve yılgınlık’ bakımından siz, Allah’tan (O’na karşı duydukları dehşetten) daha çetinsiniz. Bu, gerçekten onların ‘derin bir kavrayışa sahip olmamaları’ dolayısıyla böyledir.” (59/Haşr, 13)

Burada münafıkların insanlardan gelebilecek korkuyu önemseyerek ya da abartarak, Allah korkusunun önüne geçirmeleri söz konusu ediliyor.

‘Rehb veya rehbet’ aynı zamanda olumlu bir davranış halinde muttaki mü’minlerin bir özelliği olarak geçmektedir. Rehbet içinde bulunan mü’minler gerçekte Rablerinden hakkıyla korkup ürperirler. Çünkü onlar Rabbin azametini (büyüklüğünü) ve azabının çetinliğini anlayan kimselerdir.

“O’nun (Zekeriyya’nın) duasına cevap verdik, kendisine Yahya’yı armağan ettik, eşini de doğurmaya elverişli kıldık. Gerçekte onlar hayırda yarışırlardı, umarak ve korkarak bize dua ederlerdi. Bize derin saygı gösterirlerdi.” (21/Enbiya, 90. 7/A’raf, 154)

Kur’an, İsrailoğullarına verilen ni’meti hatırlattıktan sonra, onlara yalnızca Allah’tan ‘rehbet’ etmelerini (korkmalarını) hatırlatıyor. (2/Bakara, 40)  

Şu âyetteki ‘rehbet’ de aynı manadadır:

“Allah buyurdu ki: ‘İki ilâh edinmeyin; O, yalnızca tek bir ilâhtır. Öyleyse Benden, yalnızca Benden korkun (rehbet edin).” (16/Nahl, 51)

Kur’an-ı Kerim, mü’minlere savaş atları veya savaş malzemeleri hazırlamayı, bununla kendi düşmanlarını ve onların bilmediği ama Allah’ın bildiği diğer düşmanları korkutabileceklerini (türhibûn) bildiriyor. (8/Enfal, 60)

Günümüz Arapçasında, dehşet saçmak, korkutmak, terör yapmak anlamında aynı kökten gelen ‘irhab’ kelimesi kullanılmaktadır.

Kur’an, ‘rehb veya rehbet’ sahibi kimselerin olumlu ve olumsuz yanlarını ayrı ayrı haber vermektedir. Nitekim yukarıda geçtiği gibi Allah’tan korkmayı mü’minlerin güzel bir davranışı olarak anmaktadır.

 

b-Ruhban’ın Anlam Sahası

Ancak Kur’an-ı Kerim, dinde ruhbanlığı, yani dini daha iyi yaşamak için bir tarafa çekilmeyi, nefsi en doğal ihtiyaçlarından bile mahrum etmeyi icad edenleri ve bunu sürdürenleri tenkit etmektedir.

“Sonra onların izleri üzerinde peygamberlerimizi birbiri ardınca gönderdik. Meryem oğlu İsa’yı da arkalarından gönderdik; O’na İncil’i verdik ve onu izleyenlerin kalplerinde bir şefkat ve merhamet kıldık. (Bir bid’at olarak) türettikleri ruhbanlığı (rehbaniyeti) ise, biz onlara bunu (uyulması gerekli bir yaşama biçimi) yazmadık. Ancak Allah rızasını aramak için (türettiler) ama buna da gerektiği gibi uymadılar. Bununla birlikte onlardan iman etmekte olanlara ecirlerini verdik, onlardan bir çoğu fasık olanlardır.” (57/Hadid, 27)

Hırıstiyanlarda ruhbanlığı seçenler ile yahudi din adamlarının çoğu insanların mallarını haksız yere yerler ve insanları Allah yolundan alıkorlar. (9/Tevbe, 34)

Kur’an’ın ifadesine göre ruhbanlık, hıristiyanların sonradan Allah rızasını aramak için kendi kendilerine uydurdukları  bir şeydir. Ancak onlar, bu uydurdukları ruhbanlığa gereği gibi uymadılar, onda bile gevşeklik yaptılar.

Ruhbanlık, daha fazla ibadet, daha fazla zühd (dünyadan yüz çevirme) hayatını seçmek demektir. Ruhbanlık, tarihi akışı içerisinde hırıstiyan din adamlarının daha iyi teşkilatlanmalarını ve daha iyi çalışmalarını sağlayan bir kurum haline gelmiştir.

Ruhbanlar, hırıstiyan geleneğinde özel din adamlarıdır. Bunlar ayrı bir sınıftırlar ve din konusunda özel yetkileri vardır. Onlar din adına konuşurlar, karar verirler, dini temsil ederler. Kur’an’ın deyişi ile onlar kendilerini ilâhlık ve rabblik  makamına çıkartan kimselerdir. Onlara ‘rûhaniler’ de denilir. Allah ile kullar arasında aracı durumundadırlar.

Ruhbanlık, genel manasıyla dünyadan el etek çekip, ibadet ile meşgul olmaktır. Hatta onlar bu nedenle evlenmeyi bile hoş görmezler. Dünya işlerine önem vermezler. Ruhu yüceltmeyi ön planda tutarlar.

Bazı insanlar ruhbanları yanlış değerlendirip, onlara hak etmedikleri sıfatları verdiler. Sonra da onların din adına söylediklerini itirazsız kabul ettiler. Kur’an, bu inceliği ve yanlışlığı şöyle anlatıyor:

“Onlar, Allah’ı bırakıp bilginlerini ve ruhbanlarını (rahiplerini) rabbler (ilâhlar) edindiler ve Meryem oğlu Mesih’i de. Oysa onlar, tek olan bir ilâha ibadet etmekten başkasıyla emrolunmadılar. O’ndan başka ilâh yoktur. O, bunların şirk koşmakta oldukları şeylerden yücedir.” (9/Tevbe, 31)

Ruhbanlar, halka bir şeyi emrettikleri, bir şeyi haram veya helâl yaptıkları zaman insanlar bunu kabul ederler ve Allah’ın o konuda hangi hükmü indirdiğini, ne dediğini düşünmezler. Bu gibi insanlar Allah’ın dinine ve O’nun hükümlerine değil, kişilere tabi olurlar, onların doğrularını ve yanlışlarını hesaba katmadan, Allah’a rağmen onların peşine giderler. Böyle bir anlayış şüphesiz ki İslâmın şirk dediği sapık inançtan başka bir şey değildir.

İslâma göre insanın ibadet hayatında ruhbanlığa ihtiyaç yoktur. Allah (cc) kullarına böyle bir şeyi emretmemiştir. Müslümanlar daha iyi ibadet yapabilmek için bir köşeye çekilmedikleri gibi, mübah olan şeyleri de kendilerine haram etmezler. Onlar dinlerini hayatın akışı içerisinde toplumla beraber, doğal bir şekilde yaşamaya çalışırlar.

İslâmda ruhbanlar sınıfı da yoktur. Bütün insanlar din önünde eşittir ve hiç kimse din adına bir ayrıcalığa  (imtiyaza) sahip değildir. Hiç bir kimsenin başkalarını İslâma kabul etme veya birisini İslâmdan çıkarma, günahını bağışlama veya din adına sevap verme yetkisi yoktur. Peygamber dışında hiç kimsenin sözü, görüşü veya fetvası din değildir. Dini iyi bilen alimlerin görüşleri veya fetvaları dini daha iyi anlama ve yaşamanın imkanıdır.

Yukarıda geçen yanlış ruhbanlık anlayışının sadece hırıstiyanlarda olduğu düşünülmemeli. Profan bir yönetim biçiminin halka dayatıldığı bazı İslâm ülkelerinde  resmi din adamları sınıfının oluşturulmaya çalışılması, din adına onların yetkili kılınması, ya da onlara ‘din adamı’ sıfatının verilmesi ruhbanlığa zemin hazırlayıcı gibi görünmektedir. Kimi müslümanlar, kendi üstadını, şeyhini veya liderini dinin temsilcisi sayıyor, onların her dediğini dinî bir emir gibi algılıyor ve hatta onların nerdeyse masum (hatasız) olduğuna inanıyor.

Bu da yukarıdaki yanlışlığın zamanımızdaki bazı görüntüleridir  

Hüseyin K. Ece

İslamın Temel Kavramları kitabından. Sayfa: 561-563