‘Sıdk’, yalnızca konuşmada ve bir olayı veya bir haberi başkalarına aktarmada değil; kelâmın (sözün) bütün çeşitlerinde,-ki buna yazı da dahildir- doğru olmaktır.

‘Sıdk’, haber verilen ile saklanılan şey arasındaki uygunluktur. Bir başka deyişle, kişinin içinin ve dışının aynı olmasıdır. Bu şartlardan birisi olmazsa, sıdk (doğruluk) gerçekleşmez. Böyle bir durumda sözün bir kısmına yalan, bir kısmına doğru denilebilir. Örneğin; bir kâfir içinden inanmaksızın, ‘Muhammed Allah’ın rasûlüdür’ dese, bu hüküm söz olarak doğrudur.  

Ancak bunu söyleyen kâfir, içinde bunun doğru olmadığına inanmaktadır.

Münafıklar Peygamberimize gelerek dediler ki: “Biz şehadet ederiz ki sen Allah’ın peygamberisin.” Bu ifade söz olarak doğrudur. Allah (cc), Hz. Muhammed’in kendi rasûlü olduğunu zaten biliyor. Ancak Allah (cc) münafıkların bu sözü söylerken yalancı olduklarına da şahitlik yapıyor. (63/ Münafıkûn, 1)

Şüphesiz ki sözü en doğru olan, sözün en doğrusunu konuşan yalnızca Allah’tır. “O Allah ki, O’ndan başka ilâh yoktur. Kendisinde hiç bir şüphe olmayan kıyamet gününde sizleri mutlaka toplayacaktır. Allah’tan daha doğru sözlü kimdir?” (4/Nisa, 87,122)

Kur’an, Peygamberlere ve Hz. Muhammed’e indirilmiş olan vahyi kabul etmeyi ‘tasdik’ (doğrulama), onu yalanlamayı da ‘tekzib’ (yalanlama) kelimeleriyle ifade  ediyor. Bu anlamda İslâmı din olarak kabul eden kimseler ‘sadık’ kişilerdir. Onlar, hem ‘Elest Bezminde’ verdikleri sözlerini yerine getirirler, hem doğru sözlü Peygamberi tasdik ederler (doğrularlar), hem de dilleri ve kalpleriyle gelen vahyin doğruluğuna inanırlar.

Bu noktada iman kavramı ile ‘tasdik’ kavramı arasında kullanım bakımından farklılık bulunmaktadır. ‘Tasdik’ her türlü haber hakkında kullanılır. Söz gelimi, ‘bir ikinin yarısıdır’, ‘elma ağaçta yetişir’ gibi bilinen gerçekleri söyleyen kimseye ‘doğru söylüyorsun, seni tasdik ediyorum’ deriz. Ancak böyle bir haberi veren kimseye ‘sana iman ediyorum’ denmez. İman kavramı daha çok ğayb (duyu organlarıyla algılanamayan) şeyler hakkında kullanılır.  Gayb haberini verene, ‘o kimseye iman ettik’ ve haber verilen şey için de ‘ona iman ettik’ denilebilir.

Kur’an’da bu kullanımı görmekteyiz. Hz. Yusuf’un  kardeşleri babalarına; “Ama doğru söylesek de sen bize iman etmezsin” dediler. (12/ Yusuf,17) Yani ‘bizi onaylamaz, bizi tasdik etmezsin’. (Ayrıca bak: 9/Tevbe, 61. 23/Mü’minûn, 47. 44/ Duhan, 21. 10/Yunus, 89)  

Kavram ve anlam bakımından da ‘iman’ ve ‘tasdik’ kelimeleri arasında fark vardır. ‘İman’, ‘emn’ yani güven kökünden türemiştir. Bunun için o; hem ‘haber vermeyi’, hem bir ‘isteği’, hem de ‘benimsemeyi’ ifade eder. Oysa ‘tasdik’ böyle değildir. Yani birine ‘güven’ duymayı gerektirmeyecek bir haber verilince ‘falanca iman etti’ denilmez. Tasdik, haber verme çeşitleri ile ilgili bir kelimedir. Bir şeyi haber verenin doğruluğunu bildirmek için kullanılır. Bunun zıddı olan ‘tekzib’ ise haber verenin yalan söylediğini bildirmek için kullanılır.

Bazen sevilen, bazen nefret edilen, bazen dost edinilen, bazen düşman sayılan, kimi zaman itaat edilen, kimi zaman da isyan edilen, bazen boyun eğilen, bazen de kendilerine karşı kibirli davranılan ‘zatlar’ önünde takınılan durumlar ‘iman ve küfür’ kavramlarıyla anlatılır. ‘Sadık ve sıdk’ kavramları ilgili oldukları kelimelere bağlıdırlar. ‘Sadık (içten) sevgi ve sadık (içten) nefret’ deyimlerinde olduğu gibi. ‘Doğru’ veya ‘yalan’ hükümleri realitenin özü değil, onunla ilgili haberin niteliğidir. Sevgi ve nefret de sıfat olarak kullanılınca; ilgili nesnenin özünü değil, onunla ilgili durumu nitelerler. Ancak ‘iman’ ve ‘küfür’ böyle değildir. Bunlar, doğrudan doğruya inanılan veya inkâr edilen ‘zat’a dönüktürler.

Hacerü’l Esved’i selâmlarken yapılan aşağıdaki duada ‘Seni tasdik ederek’ değil ‘Sana iman ederek’ denmekte ve ‘Kitabını tasdik ederek’ şeklinde söylenmektedir:

“Allahım, Sana iman ederek, Kitabını tasdik ederek, Sana vermiş olduğum söze bağlı kalarak ve Peygamberine uyarak buraya geldim, Haceru’l Esved’i selamlıyorum.”

 

b-Sadık Kimselerin Özellikleri

‘Sadık’ kimse, sözünde duran kimsedir. Onun içi ve dışı birdir. Yalan söylemez, hile yapmaz, kimseyi aldatmaz, işini düzgün yapar. Gittiği yol doğru bir yoldur.

Mü’min, önce özünde (kalbinde) ‘sadık’ olmalıdır. Kalbinde yalana, hileye, düsmanlığa, üç kağıtçılığa, fitneye yer vermemelidir. Ondan sonra da sözünde doğru olmalıdır. Konuşurken yalana, uydurmaya ve iftiraya baş vurmamalıdır. Yalanın zararları açıktır, doğruluğun faydaları ise tartışılmayacak kadar çoktur.

Mü’min sonra da işinde doğru olmalıdır. İşini düzgün yapmalı, hileden ve aldatmadan uzak durmalıdır.

‘Sıdk’ sahibi olmaya ‘sadâkat’ denir. Sadık kimseler, aynı zamanda ‘sadâkat’ sahibi kimselerdir.

Mü’minlerin en önemli sıfatlarından biri de ‘sadâkat’ sahibi olmaktır. Türkçede sadâkat; müslüman kardeşinin iyiliğini istemek anlamına geldiği gibi, insanlara karşı dürüst davranmaya, dostluğa bağlı olmaya da denir.

Bu anlamdaki sadâkatın zıddı ‘hıyanet’tir. Bu sıfat ise olgun bir müslümana yakışmaz.

Müslümanlar, karşılıklı işlerinde, başka insanlarla olan her türlü muamelelerinde sadâkat ahlâkı üzerinde, dürüst ve iyilik sever olmalıdırlar. Karı-koca arasında mutlaka ‘sadâkat’ duygusu olmalıdır. Hem evdeki görevleri açısından, hem de iffetlerini koruma açısından birbirlerine karşı ‘sadık’ olmalılar.

Peygamberimiz,  insanları aldatanları şiddetle tenkit ediyor ve onları kendisine bağlılardan saymıyor.

Mü’min, verdiği sözde durur, emaneti yerine getirir, işini sağlam yapar, yalandan uzak durur, aldığı vazifeyi yerine getirir, emaneti ehline verir. Allah’a ibadet ve itaatında tam bir ‘sadâkat’ ahlâkı sergiler. Rabbine kalbinden bağlıdır. O’nun huzurunda O’nu kandırmaya, başkasına tapınmaya, ibadetinde hile yapmaya yeltenmez.

Ziya Paşa şöyle diyor:

“İnsana sadâkat yakışır görse de ikrah (zorlama)

Doğruların yardımcısıdır Hazreti Allah.”

Çok doğru olan, doğruluğun en güzelini yapanlara, Allah’tan gelen vahyi tereddütsüz kabul edenlere ‘sıddîk’ denir. Nitekim Hz. Ebu Bekr’ın lakabı ‘Sıddîk’ idi.

Denildi ki, ‘sıddîk’ kimseler asla yalan söylemezler. Onlar, itikatlarında (inançlarında) doğrudurlar ve bunu fiileriyle (amelleriyle) pekiştirirler.

“Kitap’ta İbrahim’i de an. Çünkü O, Sıddîk bir nebi idi..” (19/Meryem, 41, 56)

Allah’a ve O’nun Rasûlüne hakkıyla iman edenler, Allah katında ‘sıddîk’ler ile şehidlerdir. (57/Hadid, 19)

‘Sadık’ olma sıfatı hem Zekeriyya (as) gibi peygamberlerin, (19/Meryem, 54), hem de Kıyametin kesinlikle olacağının doğru haberidir. Kimsenin şüphesi olmasın ki, Kıyamet ‘sadık-doğru’ bir haberdir. (51/Zariyat, 5)

İnsanlara Hakk’ı gönderen Rabbimiz, kendisinin ‘sadıklardan’ olduğunu, dolayısıyla gönderilen vahiyde  bir yanlışlık olmadığını açıklıyor. (15/Hicr, 64)

Allah (cc), Kur’an’ın bir benzerini yazmaya cür’et edenleri, bu sözlerini isbata davet ediyor.  

Buyuruyor ki, “Eğer sadık kimselerden iseniz, hadi dediğinizi yapın bakalım.” (2/Bakara, 23)

İnkârcıların, Kur’an’ın bir benzerini yazamayacakları zaten baştan bellidir.

Kur’an, inkârcılara seslenerek diyor ki, “Eğer sadık kimselerden iseniz, ölümü başınızdan savın, İslâmın yanlış olduğuna dair bir deliliniz varsa getirin, Allah’tan başkasını yardıma çağırın bakalım.” (3/Âli İmran, 168. 2/Bakara, 111.  6/En’am, 40)

Sabredenler, sadık olanlar, kunut yapanlar (boyun bükerek ibadet edenler), muttaki olanlar, seherlerde Rablerine günahlarından dolayı istiğfar edenler övülmeye layık insanlardır. (3/ Âli İmran, 17)

Kıyamet öyle bir gündür ki, dünyada iken imanında doğru olan, Kur’an-ı Kerim’i tam bir teslimiyetle kabul eden sadık kimselerin bu ‘sıdkları-doğrulukları’nın fayda vereceği bir gündür. (5/Maide, 119)

Allah (cc) bütün insanları iman etmeye ve sadık kimseler ile beraber olmaya davet ediyor. (9/Tevbe, 119)

Dünyada iken sadık olanların, İslâmı, Kur’an’ı ve O’nu tebliğ eden peygamberi tasdik edip, tam bir bağlılıkla ibadet edenlerin mükafatını Rabbimiz verecektir. ‘Sıdk’tan uzak kalan iki yüzlü münafıklara ise azabını verecektir. (33/Ahzab, 24)

Sadık olan kadınlar ile sadık olan erkeklere Rabbimiz büyük bir ecir ve mükâfat hazırlamıştır. Çünkü onlar imanlarında doğru idiler ve Hakk’ı gönülden tasdik etmişlerdi. (33/Ahzab, 35)

İman edenler ‘sıdk’ sahibi sadıklardır. Onlar Allah’ın katından gelen ‘sadık’ bir daveti ‘tasdik’ ettiler ve ‘musaddık-doğrulayan, doğru kimse’ oldular. Rabbimiz onları şöyle övüyor:

“Kim Allah’a ve Rasulüne itaat ederse işte onlar, Allah’ın kendilerine ni’met verdiği peygamberler, sadık olanlar (doğrulayanlar), şehidler ve salihlerle beraberdirler. Ne iyi arkadaştır onlar.” (4/Nisa, 69)

‘Sadîk’ arkadaş demektir. Yani arkadaşını doğrulayan, ona doğru davranan, ona sadâkatle bağlanan en yakın dost demektir. Bu kelimenin ‘sıdk-doğruluk’ kelimesinden gelmesi de oldukça dikkat çekicidir.

Hüseyin K. Ece

İslamın Temel Kavramları kitabından. Sayfa: 578-581