Kulun Allah’a yakınlaşmasını sağlayan, kulluğun belli bir şekil almış anlatımıdır.

‘Salat’, kelime anlamıyla dua demektir. Bu kelime ayrıca, rahmet, övgü, istiğfar (af dileme), yüceltmek ve tebrik etmek gibi anlamlarda da kullanılmaktadır.

‘Salat’ kavramı ‘saliye’ fiilinden türemiştir. ‘Sâliye’ fiili, ateşe attı, ateşe girdi, cehenneme atıldı gibi manalara gelir. ‘Saliye’ fiili, ‘sallâ’ şeklinde söylenirse, Allah’ın emrettiği bir ibadetle kendini ateşten korumak anlamını kazanır.

Aynı kökten gelen ‘salat’, ateşi giderici, Cehennemden kurtarıcı ibadet demek olur.

‘Salat’ kelimesinin, uylukları hareket ettirme anlamındaki ‘salvey’ fiilinden geldiği de söylenmektedir.

Her iki kökü bir arada düşündüğümüzde, ‘salat’; belli bir takım hareketlerle Allah’a dua etmek ve bununla kendini ateşten korumak anlamı ortaya çıkar.

‘Salat’, Allah’a nisbet edilirse, kullarına rahmet etmeyi;  müslümanlara nisbet edilirse duayı, meleklere nisbet edilirse Allah’tan kullar için af dilemeyi  ifade eder.

Peygambere ‘salat’ etmek, ona dua etmek demektir. Buradaki ‘salat’ın çoğulu bilindiği gibi ‘salavât’tır. ‘Salat’ bu anlamda Kur’an’da da geçmektedir.

‘Hiç şüphesiz Allah ve melekleri peygambere salat etmektedirler. Ey iman edenler, siz de ona salat edin ve tam bir teslimiyetle ona selâm verin.” (33/Ahzab, 56)

Bu kelime yine Kur’an’da dua ve rahmet anlamında da kullanılmaktadır.

“O’dur ki sizi karanlıklardan nura çıkarmak için size rahmet (salat) etmekte, melekleri de (size dua etmektedir). O, mü’minlere çok merhametlidir.” (33/Ahzab, 43)

“Rablerinden bir salavât (bağışlanma) ve rahmet bunların üzerinedir ve hidayete erenler de bunlardır.” (2/Bakara, 157)

Allah Teâla ve melekler hem Peygambere hem de mü’minlere salat ediyorlar. Peygamber mü’minlere devamlı salat-dua etmektedir. Mü’minler de peygambere ‘salat-salavat’ getirmekle, O’na dua etmekle sorumlu tutuluyorlar.

Hergün namazda okunan ‘salli-barik’ dualarında bunu ifade etmekteyiz ve Peygambere ‘salat’ getirmekteyiz.

“Ey Allah’ım! İbrahim’e ve ailesine ‘salat’ ettiğin gibi Muhammed’e ve O’nun ailesine de ‘salat’ et.”

Peygamber’e salat etmek, yani salavat getirmek mü’minler üzerine bir yükümlülüktür.  Bu konudaki âyet yukarıda geçti. (33/Ahzab, 56)

Peygamberimiz de buyuruyor ki:

“Kim bana salat okursa Allah da ona on salat okur ve on günâhını affeder, makamını on derece yükseltir.” (Nesâî, Sehv/55, 3/43.)

 

b-Özel Bir İbadet Olarak Salat

‘Salat’, aslı dua olan özel bir ibadetin adıdır. Bu ibadete Türkçe’de, aslı Farsça olan ‘namaz’ diyoruz.

 ‘Salat-namaz’; tekbir ile başlayıp, selâm ile son bulan, belli söz ve hareketleri kapsayan çok yüce bir ibadetin özel adıdır.

Mü’minlere günde beş defa emredilen bu ibadet: içerisinde dua, Allah’ı tesbih (O’nu noksan sıfatlardan uzak bilme), ta’zim (büyük tanıma), tekbir (O’nu ulu bilme), secde, O’na saygı ve şükür bulunduran bir kulluktur.

Kur’an, namaz ibadetinin üzerinde sık sık durmaktadır. Namazı emreden âyetler veya namaz kılanları öven âyetler, ‘salat edin-namaz kılın’ şeklinde değil de ‘salatı ikame edin-namazı yerine getirin’, ‘namazı ikame edenler’ şeklinde söylemektedirler.

Bunun şüphesiz özel bir anlamı vardır. Namazın kılınması, herhangi bir ibadetin yerine getirilmesi gibi olur. Ancak ‘namazı ikame’ etme sözü, namazla hedeflenen bütün amaçların gerçekleşmesini, namazın kişi ve toplum hayatında yapacağı düzenlemeyi kapsar.

‘Salatı ikame etmek’ bir yönden, namazı dosdoğru kılmayı, yani şartlarına uyarak kılmayı ifade ettiği gibi, bir yönden de Allah’a gereği gibi saygıyı ortaya koyar. Namaz, belli şartlara uyularak kılınır. Bu şartları yerine getirmeye ‘ta’dil-i erkân-şartlarını veya rükünlerini hakkıyla yerine getirme’ denilir. Ancak, bunlar namazın kılınma sartlarıdır. Asıl makbul namazın, ondan beklenen faydanın gerçekleşmesiyle kılınabileceği unutulmamalıdır. Namazda Allah’ı hakkıyla zikir, O’na gereği gibi saygı, O’nun huzurunda gereği gibi tezelzül (kendini aşağı görme), O’nu gereği gibi tesbih, O’na dua etme; namazın hedeflerindendir.

Namazın ikamesi, mü’minin kişisel ve içinde yaşadığı İslâm toplum hayatının düzenlenmesini, ayakta tutulabilmesini sağlar.

Peygamberimiz buyuruyor ki:

“Namaz dinin direğidir. Kim bunu ikame ederse (ayakta tutarsa) dinini ikame eder, kim de bunu yıkarsa dinini yıkar.” (Münavî, nak. Elmalılı, 1/175, K. Sitte, 8/207)

Bu hadiste din bir binaya benzetiliyor ve bu binanın direği de namazdır deniyor. Şüphesiz bir bina direkler, sütunlar veya duvarlar üzerine kurulur. Binanın direği olduğu gibi, diğer unsurları da, kapısı, çatısı, tavanı ve iç döşemeleri de olur.

Din binasında namaz, ana direk gibidir. O iyi dikilirse, binanın ana yapısı sağlam tutulmuş olur. Namazın ‘ikame’ edilmesi, gereği gibi kılınması, din binasının sağlam yapılmasını sağlar. İslâmın diğer emirlerine ve yasaklarına uymak ta, binanın diğer unsurları gibi binayı tamamlar veya bir binanın içinde oturulacak  hale gelmesi gibi din binası da istenilen şekle girer.

Din binasının planı (şeriatı) Allah tarafından yapılmıştır. Peygamber onu uygulayan ve tebliğ edendir. Mü’minler de o binayı kişisel ve toplumsal hayat bazında ilâhî  plana göre uygulayacak, yapacak kimselerdir. Bu binanın temeli kalplerde atılacak, ağızlarda sözlü ifadesini bulacak, direği namazla hazırlanacak, cemaat ile meydana çıkacak ve diğer kısımları ile süslenip, insanı mutlu edecek bir duruma getirilecektir.

Namazın direğe benzetilmesi, onun kişi ve toplum hayatındaki yerinin önemine işarettir. Müslüman toplumun beraberce namazı ‘ikame’ etmeleri, cemaat halinde namaz direğini dikmeleri, İslâm toplumunun ana sütununu dikme imkanı verir ve İslâm toplumu bu ana direk etrafında şekillenir.

 

c-Namazın Kazandırdıkları

Şartlarına uygun olarak kılınan namaz, imanın büyüyerek ve olgunlaşarak kalpten çıkıp hayatın gidişatının iyiye yöneltilmesini sağlar. Namazla kişinin içi ve dışı temizlenir, vakitlere bir düzen gelir, kalp ve beden Allah’a teslimiyetle kuvvetlendirilir, ahlâkî davranışlar olgunlaştırılır, çirkin ve günah olan şeylerden kaçma öğrenilir. Namaz kılan mü’minler ile namazı terkeden kimseler arasında ahlâk ve davranış açısından gözle görülür farklar vardır.

Namazını kılan mü’minin en azından dört kazancı vardır:

Birincisi, maddi temizlik,

İkincisi, kalp sağlamlığı,

Üçüncüsü, zamanların düzenlenmesi,

Dördüncüsü, toplumsal düzenleme.

Namaz, nefse boyun eğdirir, kibiri ve gururu azaltır, mü’mini diğer müslümanlarla kardeşliğe hazırlar, duygularını yüceltir, şükretmeyi artırır. Namazını ‘setr-i avret-avret yerlerini örterek’ kılan mü’min, takva elbisesini giyer, örtülecek ayıplarını örtmeyi öğrenir, günahlarının tevbe ile silinmesini ister.

Namazda bazı şartlara uymak –ki bunlara namazın şartları ve rükünleri denir- namazın şeklen tamamlanması için gerekir. Ama asıl önemli olan, istenildiği gibi ‘ikame’ edilmesidir. Namazın ruhanî boyutunu yakalayabilmek, namazı bütün bir hayata ve bütün davranışlara etki edecek bir şekilde kılabilmektir.

 

d-Namazın Hikmetleri

Namazda her bir rüknün (şartın) bir anlamı ve namaz içinde bir işlevi vardır. Namazdaki, kıyam, kıraat, rukû’, secde, oturma, zikir, tesbih, ta’zim, huşû’ (kalbin Allah’a tam teslimiyeti) gibi unsurlar namazı meydana getirirler ve adı ‘salat’ olur. Bu da Rabbimizin emrettiği ve kendisine kulluk saydığı en önemli bir ibadeti meydana getirir.

 

d1-Namaz İçin Hazırlık

Namazdan önce, namaz için hazırlık yapılır. Abdest alınır ve diğer temizlikler yapılır. Abdestte her bir hareketin, her bir şartın namaza hazırlık açısından ayrı bir önemi var. Kul bütün hayırlı işlerine besmeleyle başladığı gibi abdeste de onunla başlar. Yapacağı ibadetin Allah için olduğuna besmeleyi söyleyerek niyet eder. Ellerini yıkarken Kıyamet günü ağızlara mühür vurulmasını ve ellerin kişi aleyhine şahitlik yapmasını hatırlar. (36/Yasîn, 65) ‘Suyu temizleyici ve İslâmı bir nur yapan Allah’a dua eder. En iyi müslümanın başkasına eliyle ve diliyle zarar vermeyen kimse olduğunu hatırlar ve öyle olup olmadığını gözden geçirir.

Ağzına su verirken, ahirette ağızların mühürlenip ellerin insan aleyhine tanıklık yapmasını yeniden hatırlar. İnsana iki dudak verilmesinin hikmetini düşünür. (90/Beled, 8-9) Allah’ın nurunu ağızlarıyla söndürmek isteyenlerin ne denli büyük bir cürüm işlediklerini aklına getirir ve onlara fırsat vermemeye niyet eder. Sonra da ağıza ve onun sahip olduğu dile görevlerini hatırlatır. Doğru söyleyen bir dile (lisan-ı sıdk’a) sahip olmayı ister. (19/Meryem, 50)  Sonra da ‘Yarabbi, beni Nebi’nin havuzundan öyle suya doyur ki ondan sonra bir daha susuzluk duymayayım’ der.

Burnuna su alırken Cehennem kokularından Allah’a sığınır, Cennet ni’metlerinin güzel kokularına özlem duyar.

Yüzünü yıkarken, ‘bazı yüzlerin ak, bazı yüzlerin siyah olacağı’ (3/Âli İmran, 106), ‘bazı yüzlerin tozlu ve karanlık içinde, bazılarının bitkin bir halde bulunacağı’ (80/Abese, 40-41), bazılarının ise ay gibi parıldayacağı’ (88/Ğaşiye, 8-9) mahşer gününde; ‘Yarabbi,  yüzümü kendi nurunla nurlandır’ diye duada bulunur. “Ben yüzümü temamen, gökleri ve yeri yoktan var edene çevirdim ve artık ben O’na ortak koşanlardan değilim.” (6/En’am, 79) âyetinde öğretildiği gibi Rabbine tekrar söz verir.

Sağ kolunu yıkarken, ahirette kitabı sağından ve önünden verilecek kimseleri düşünür (84/İnşikak, 7-9. 56/Vakıa, 90-91) ve ‘Yarabbi, kitabımı  sağımdan ver ve hesabımı kolay eyle’ der. Sol kolunu yıkarken kitabı sol ve arka taraftan verilecek kimseleri aklına getirir ve ürperir. (84/İnşikak, 10-13. 56/Vakıa, 41-49) Sonra da ‘Yarabbi, kitabımın solumdan ve arkamdan verilmesinden sana sığınırım’ diyerek dua eder. Kirâmen Kâtibîn meleklerinin yaptığı ve söylediği her şeyi bir amel defterine (kitaba) yazdıklarını (82/İnfitar, 10-11) ve bu amel defterinin kendisine mahşerde sunulacağını hatırlar. (17/İsra, 13-14)

Başını mesh ederken Allah’tan bağışlanma ve bereket diler. Kıyamet günü Rablerinin huzurunda utançtan başlarını yere eğmiş ve ‘Yarabbi, şimdi gördük ve işittik ki Ahiret hayatı hakmış. Bizi tekrar dünyaya gönder Sana kulluk yapalım’ (32/Secde, 12) diyen suçlular gibi olmamaya karar verir.

Sağ ayağını yıkarken şöyle dua eder: “Ey Allahım, bütün ayakların kaydığı Kıyamet gününde ayaklarımı Sırat üzerinde sağlam eyle.” Sol ayağını yıkarken de, “Yarabbi, çalışmamın karşılığını ver, günahlarımı bağışla, bana boşa gitmeyecek bir ticaret nasip eyle” der. Günahkârların mahşer gününde alınlarından ve topuklarından yakalanacaklarını hatırlar (55/Rahman, 41), onlardan olmaktan Allah’a sığınır. Abdestini bitirince; “Yarabbi, günahımı bağışla, evime genişlik ver ve rızkımı bereketli kıl. Beni tevbe edenlerden ve temizlenenlerden eyle” şeklinde Rabbinden istekte bulunur.

 

d2-Namazdaki Rükünlerin İfade Ettikleri

Sonra da temiz ve kapalı elbiselerini giyer, kıbleye döner ve hangi namazı kılacaksa ona niyet eder. Bütün bunlar çok yüce, çok anlamlı bir ibadetin hazırlığıdır. Kul, namaz kılarken Rabbi ile kul-Rab bağlantısı kurduğunun farkındadır. Kul, namazda kulluğunu Rabbine sunarken, Rabbi de ona namazın her bir unsurunu tamamlamakla cevap verir. Yani kul namaza ait her bir şartı yerine getirdikçe, bir tad duyacaktır, bir huşû’ yakalayacaktır. Bu kulun Rabbi ile olan görüşmesidir.

Bu bakımdan kul namaza özel bir hazırlık yaparak girer. Maddi olarak hazırlandığı gibi manen, yani zihinsel olarak da hazırlanır. Kıbleye yönelir. Çünkü Rabbi namazda Kıbleye dönmesini emrediyor. (2/Bakara, 144)  Kıble olarak seçilen yön ve yer Tevhid dininin beşiği ve sembolü Mekke’deki Kâbe’dir. Bütün mü’minler namazda oraya yönelirler. Dünyanın doğusunda, batısında; yani her yerde, günün yirmi dört saatinde namaz kılan mü’minler olacaktır. Günün her saniyesinde Rabblerine namazla secde edenler bulunacaktır.  Bu şekilde bütün mü’minler, her gün adeta muazzam bir cemaat halinde Kıble’ye yönelirler. Böylece İslâm ümmetinin birliğini vurgulamış, bu ümmetin müşriklerden ayrı bir topluluk olduğunu göstermiş olurlar. Bu İslâm ümmetinin vahdetidir.

Kul, namazına ‘Allahü ekber’-Allah en büyüktür’ sözüyle başlar. Bu söz hem bir hükümdür, hem de bir şiar’dır (semboldür). İnsanların büyük olarak, güçlü olarak tanıdıkları hiç bir varlık ve unsur büyük değildir. Gerek varlık, gerek güç ve gerekse bir şey verebilme, bir şey yapabilme açısından en büyük Allah’tır.

Kul bunu büyük bir kalp teslimiyeti ile söyler. Allah’ın büyüklüğünü ilan eden kimse, dünya görüşünü de ortaya koymuş olur. Mü’min, hayatına yön veren bütün prensiplerini, hükümlerini büyük dediği Rabbinden alır. İnsanların tanıdığı bütün ilâhları, bütün yalancı putları reddeder. Nefislerin çok arzu ettiği dünya güzelliklerini, gönlün  sevdiği ya da tutkun olduğu her şeyi tekbirle beraber bir tarafa bırakır. Ellerini kulaklarına veya boynuna doğru kaldırırken adeta, dünyaya ait her şey arkada kalsın, çünkü ben Rabbimin huzuruna çıkıyorum, ona kulluk etmeye başlıyorum demiş olur.

Namazı ayakta kılmaya başlar. Buna ‘kıyam’ yani ayakta durma denir. Namazı ‘ikame’ etme kavramı ile bu ‘kıyam’ arasında ince bir birliktelik vardır.

Evet namaz ayakta ‘ikame’ edilir. Rabbin karşısında duran kimse, namazını ‘kaim-yerine tam oturan’ yapabilmek için kıyam eder-ayağa kalkar. Namazda kıyam’ın bir başka anlamı da, başka ilâh düşüncelerine, Allah’ın dışında kutsal sayılan bütün makam ve otoritelere, önlerinde secde edilen bütün güçlere, nefsin peşinde gittiği ve önem verdiği her şeye karşı, onları reddetmek için ve onları büyük olarak tanımadığını duyurmak üzere ayağa kalkmadır.

Kul namazda ayakta iken niçin ayağa kalktığının şuurundadır. Bu duruş onun için bir kunuttur.  Rabbin huzurundaki bu ‘kunut’ adeta Allah’ın yüce makamı önünde saygıyla ‘divan durmaktır’. O bu divan duruşun ne anlama geldiğini bilir. Yine o bilir ki en iyi namaz, kunutu uzun olan ve ihlasla yapılandır.

Ayakta iken okunan Kur’an (kıraat) Rab ile bir konuşma gibidir. Kul Rabbinin yüce kelâmını, yani O’nun inzal ettiği Kur’an’ı sevgiyle ve boyun bükerek okur. Rabbi de onun ibadetini kabul buyurarak cevap verir. Kıraatten sonra rukû, Allah’ın huzurunda bir saygının, bir teslimiyetin göstergesidir. Kıraat ile Rabbinin büyüklüğünü dile getiren kul bunu bir de hareket ile, yani o yüce Makamın karşısında eğilerek gösterir.

İşte namazın en dikkat çeken kısımlarından birisi burasıdır. Rukû’, kulun Allah karşısındaki güçsüz ve düşük makamını, Rabbimizin büyüklüğünü dile getirmenin göstergesidir. Kibir ve gururdan uzak bir anlayışla, Rabbini tekbir eden (büyük gören) kul, bu noktada samimiyetini ortaya koyar. Nitekim kibirli insanlar, daha doğrusu kul ile Rabbin makamlarının arasındaki farkı hakkıyla takdir edemeyenler, rukû’ etmekten çekinirler.

“Şüphesiz ki bu (rukû’ veya namaz), Allah’a saygı gösterenlerden başkasına ağır gelir.” (2/Bakara, 45) (Bakınız: Rukû’)

Rukû’da, üç defa veya daha fazla ‘Sübhâne rabbiye’l azîm-O yüce Rabb her türlü noksan sıfatlardan uzaktır’ diyerek tesbihte bulunur. Önünde eğildiği makamın yüceliğini tesbih sözleriyle bir daha dile getirir. Bazen kibirlenen veya gaflete düşen nefsine Allah’ın büyüklüğünü hatırlatır. Ona, namazdan sonra da kimseyi ‘ekber-en büyük’ tanımamasını öğretir.

Kul, gerekli tesbihleri yaptıktan sonra  rukû’dan tekrar ayağa kalkar ve secdeye hazırlanır. Böylece nefsine Allah önünde eğilmenin değerini ve yüceliğini öğretir. Ona, Allah’ın yüce makamı karşısında, mağrur ve başı dik durmanın tehlikesini, secde ederek gösterir. Bununla sanki o şöyle demek ister: Secde ile tamamlanmayan  bu tür kalkışlar kibirdir, dik kafalılıktır ve kişiyi isyana götürebilecek bir gururdur. Mü’min kul bu şuurla  secdeye kapanır. Secdede yine üç defa veya daha fazla ‘Sübhane Rabbiye’l â’lâ-O ulu Rabb her türlü noksan sıfatlardan uzaktır’ der.

Secde, süphesiz bir kul için makamların en yücesidir. Çünkü kul, ancak secde ile Allah’a yakın olabilir. Kibirli insanlar secde gibi bir eğilmeyi çok ağır bir eğilme olarak düşünürler. Bir takım akılsızlar da çıkarlarının veya büyük saydıkları kişi ve kuruluşların önünde menfeat için yerlere kapanırlar. Ama bir mü’min, Allah’ı en yüce ve en büyük bildiği, en yüce makamı Allah (cc) hakkında tanıdığı  için, O’nun önünde yerlere kapanır.

Bu bir açıdan secde, bir yönden Allah’ın Rabbliğini tasdik, bir taraftan da kula insan olarak verilen bir değerdir.

Dikkat edilirse secdede eller, dizler, ayaklar ve alın yere konulur. Bu, kulun bir hiç veya değersiz oluşu fikrini yıkar, kulun Allah katındaki güzel makamına bir işaret olur. Elbette Allah (cc) secde ile kendine yaklaşanları sever ve onlara kendi hazinesinden kimsenin bilmediği güzellikler ve mükâfatlar verir. (Bakınız: Secde)

Namazın rek’atlarını tamamlayan kul, namazın sonunda oturur. Rabbine son duasını eder. Tahiyyat’ı okur ve onunla (en güzel selâmla) Peygamberi selâmlar. Müslümanlara Allah’tan rahmet ve bereket diler. Allah’ın bir ve tek ilâh, Hz. Muhammed’in son peygamber olduğuna şehâdet ettikten sonra, İslâmî tebliği yapan yüce Peygambere salavâtını okur. O’nun ev halkına ve Hz. İbrahim’e dua eder. Sonra da  bütün meleklere, bütün varlıklara ve çevresinde bulunan, beraber namaz kıldığı bütün mü’minlere selâm verir. Onlara dua eder, Allah’tan rahmet diler ve onlara İslâmın sağladığı huzur ve barışı müjdeler.

Bu anlattıklarımız namaz hakkında sadece bir kaç cümledir. Onun önemini, hikmetlerini ve faziletlerini bu kadarla anlatmak mümkün değildir. Namazın dinin direği kılınması ve Kur’an’ın ‘namaz kılın’ yerine ‘namazı ikame edin’ şeklinde söylemesi üzerinde tekrar düşünmekte fayda vardır.

 

e-İbadetlerin Toplamı  Namaz

Salat’ta (namazda) kulun yapabileceği bir çok ibadet iç içe bulunmaktadır. Namazda, dua, secde, rukû’, kunut, kıraat (Kur’an okuma), zikir, tesbih, hamd etme, tekbir, inabe (boyun bükerek tevbe), tazarru’ (yakarış), tevazu (gereği gibi saygı), teslimiyet gibi ibadetlerin hepsi vardır. Namaz, ibadetlerin bir toplamıdır.

O bir taraftan  fedarkârlık, bir taraftan da bağlılıktır. Zamanı Allah rızası için değerlendirmedir. Vaktin ölçüsünü bilme, ömrün hesabına hazırlanmadır. Zihinsel ve bedensel bir harekettir, bir faaliyettir.

 

f-Namazın Önemi

Namazla mü’min, en büyük kulluğu yerine getirir. En faziletli bir ameli işlemiş, imanını ortaya koymuş, Allah’ı zikretmeye fırsat bulmuştur. Namaz, kulun işlediği küçük günahlara da keffârettir.

Namaz, günde beş defa nefsi Allah’a itaat ettirmenin, onu temizlemenin, deyim yerindeyse, ‘nefsi adam etmenin’ alıştırmasıdır. Kapısının önünden geçen ırmakta her gün beş defa yıkanan kimsenin temiz olması gibi, namaz kılanlar da madden ve manen temiz olurlar. (Müslim, Mesacid/51, Hadis no: 666, 1/462, Buharî, Mevakıt/6, 1/140. Tirmizî, Emsal/5, Hadis no: 2868, 5/151. Nesâî, Salat/7, 1/186.)

Namaz kılanlar aynı zamanda aşırı tutkular  ve nefis karşısında bağımsız bir kişilik kazanırlar, gerçek özgürlüğü tadarlar. Çünkü gerçek özgürlük, ağyarın (Allah dışında her şeyin) esaretinden ve bağımlılığından kurtulup Allaha muhtaç olma şuurudur.

Namaz müslüman için anne kucağından daha emin bir sığınaktır. Zayıf, güçsüz, çaresiz, dayanaksız ve kendi işini yeterince görmekten aciz çocuklar annelerinin kucağına sığınarak emniyete kavuşurlar, o kucağın sahibinden korunma, şefkat ve merhamet; ihtiyaçlarının onun tarafından karşılanmasını isterler. Ne zaman bir tehlike görseler, birileri tarafından incitilseler, ya da aç-susuz kalsalar, huzuru o kucakta ararlar. Namaz mü’min için böyle bir sığınak, böyle bir huzur ve emniyet makamıdır. Namaz onun ruhunun gıdası, derdinin dermanı, yaralarının merhemidir.

Peygamberimiz (sav) önemli bir mesele  ile karşılaşınca hemen namaza koşardı. Huzeyfe’den (ra) rivayet edildiğine göre Hz. Peygamber  (sav) bir musibetle karşılaştığı zaman hemen namaz kılmak için ayağa kalkardı. (Ebu Davud, nak. Nedvi, Dört Rükün, s: 55)

Namaz sadece bedenin bazı hareketleri uygulamasından ibaret değildir. Ya da kişinin iradesi üzerinde hiç bir etkisi olmayan talim veya idman da değildir. O, beden, akıl ve kalbin birlikte yerine getirdiği bir ibadettir. Bedenin payı, namazdaki hareketleri yerine getirmek, dilin payı kıraatı, zikir ve tesbihleri yapmak, aklın payı düşünmek, kavramak ve anlamak, kalbin payı da iman etmek, Allah’ın huzurunda O’nun azametinden ürpermek, kendini O’na vermek ve namazdan tad almaktır.

Namaza çağrı olan ezan, İslâmın sambolüdür ve bir diriliş çağrısıdır. Çünkü namaz, dünyaya ait isteklerle sürekli baskı altında olan kalbin diriliş vesilesidir. (Bakınız: Ezan)

Namaz, kişinin ve toplumun hayatında İslâmı korumanın en güzel yoludur. Namaz bunun için bütün mü’minlere beş vakit farz kılınmıştır. Cuma namazının farz olması, cemaat namazının teşvik edilmesi de toplum hayatında dini canlı tutma amacına yöneliktir.

Namaz her yerde kılınabilir. Zaten yeryüzü bütün mü’minlere bir mescid gibidir. Mü’min kul, her yerde Rabbine secde eder. Çünkü o, her yerde Rabbinin ni’metini yemektedir. O, kulun her yerde Rabbidir. Ancak Cuma ve cemaat namazlarının mescid veya camilerde kılınmasının sayısız toplumsal ve psikolojik faydaları vardır.

Namaz, mü’minlere diğer kardeşleriyle kaynaşmayı, dayanışmayı, kardeş olmayı sağlar.

Namaz bütün yönleriyle mü’min için bir öğretim ve eğitim metodudur. Mü’min, namaz kılarak Rabbinden yardım ister, nefsini kontrol altına alır, Rabbini her zaman hatırlar, niçin namaz kıldığının her an şuurundadır.

Namaz, mü’mine Allah yolunda cihad etmeyi öğretir. Bu cihad öncelikli olarak nefsin kötü isteklerine, kişinin İslâmî hayatını tehlikeye düşürecek şeylere, insanı aldatmaya çabalayan her türlü sebebe karşı verilecektir. Bu şekilde yetişen mü’min, gerekirse dinin düşmanlarına karşı dinini koruyacaktır. Allah için çalışmayı ve fedakârlık yapmayı öğrenecektir.

Namazın önemi ve fazileti hakkında sayısız âyet ve hadis vardır. Mü’minin hayatında namaz, kendi vücudundaki başı gibidir. Namaz olmazsa dinin bedeni başsız kalır.

Namaz, şirk ve küfür ile iman arasındaki ayrımdır. Onu terkedenlerin şirke ve küfre düşme tehlikeleri bulunmaktadır. (Müslim, İman/35, Hadis no: 82, 1/88, Ebu Davud, Sünnet/15, Hadis no: 4678, 4/219,  İbni Mace, Salat/77, Hadis no: 1079, 1/342)

Namazı kılmayanlar inkârcı olur demek bizim görevimiz değildir. Bunu kendileri düşünsünler. Ancak mü’minler;

 “Küfürle iman arasındaki ölçü namazın terkedilmesidir.” (Tirmizî, Salat/9, Hadis no: 2618-2620, 5/13.)

“Bizimle münafıklar arasındaki ahd-sözleşme namazdır.”  (Tirmizî, İman/9, Hadis no: 2621, 5/13. Nesâî, Salat/8. 1/187. A. B. Hanbel, 5/346, nak. H. İbadetler Ans. 1/263) yani ‘biz Allah için namaz kılmaya, onlar ise namaz kılmamaya söz verdiler’ diyen Peygamberimize kulak vermek zorundadırlar. ‘Namazı ikame edin’ diyen Rabbimiz, bizim iyiliğimizi bizden daha fazla istiyor.

Sözü şu âyet ve hadisler ile bağlayalım:

“Sana Kitap’tan vahyedileni oku ve namazı dosdoğru kıl. Muhakkak ki namaz, kötü ve çirkin işlerden, münkerden (günâh davranışlardan) vaz geçirir. Allah’ı zikretmek ise daha büyüktür. Ne yapıyorsanız şüphesiz Allah onu bilir.” (29/Ankebût, 45)

“Namazı ikame edin (kılın), zekâtı verin ve rükû’ edenlerle birlikte rükû’ edin.” (2/Bakara, 43)

“Onlar (mü’minler) namazı dosdoğru kılarlar ve kendilerine rızık olarak verdiklerimizden infak ederler.” (8/Enfal, 3)

“Onlar ki yeryüzünde kendilerini yerleştirip iktidar sahibi kılarsak, namazı ikame ederler, zekâtı verirler, ma’ruf‘u (iyi olanı) emrederler, münker’den (kötü olandan) sakındırırlar. Bütün işlerin sonu Allah’a aittir.” (22/Hacc, 41)

Peygamberimiz (sav) şöyle buyurmuştur:

“İstikamet (dosdoğru yol) üzere olun, ancak bunu hakkıyla gerçekleştirmeye güç yetiremeyeceksiniz. Şunu bilin ki en hayırlı ameliniz namazdır. (Dış ve iç temizliği koruyarak) abdestli olmaya ancak mü’minler riayet ederler.” (İbni Mace, Taharet/4, Hadis no: 277, 1/101. Muvatta, Taharet/36, A. B. Hanbel, 5/282, nak. H. İbadetler Ans. 1/278. K. Sitte, 8/220)

“Beş vakit namaz ve bir cumadan diğer cumaya  kılınan cuma namazı, aralarında işlenen günâhlara keffârettir.” (Müslim, Taharet/5, Hadis no: 233, 1/209)

“İslâm beş şey üzerine bina edilmiştir: Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in O’nun rasûlü olduğuna şehadet etmek, namaz kılmak, zekât vermek, Ramazan orucu tutmak ve oraya gitmeye gücü yeten için haccetmesi.” (Buharî, İman/2, 1/9. Müslim, İman/5/ Hadis no: 19-22, 1/45.)

(Namazın önemi için şu kitaplara bakılabilir: Namaz, Abdullah Yıldız. Namaz Bilinci,  İhsan Kebir.  Dört Rükün, Nedvi)

Hüseyin K. Ece

İslamın Temel Kavramları kitabından. Sayfa: 5584-592