Bunun zıddı ‘vetr’ dir ki, bir şeyin tek olmasını ifade eder. Bu anlamda Allah (cc) ‘vetr’, O’nun yarattığı mahluklar ise ‘şef’i’dir (çifttirler.)

Rabbimiz ‘şef’a ve vetr’a yemin olsun’ diyerek bu iki gerçeğe işaret etmektedir. (89/Fecr, 3)

Kimilerine göre ‘şef’i’ yaratılmış şeylerdir. Çünkü onlar bir çok açıdan birbirine benzer olarak yaratılmışlardır.

Kimilerine göre bunlar namazdır. Çünkü namazın bir kısmı tek rek’atli, bir kısmı çift rek’atlıdır.

Kimilerine göre ‘şef’i’ yaratılmışların birbirine karşıt düşen özellikleridir. Kuvvetli ve zayıf, görme ve körlük, konuşma ve dilsizlik, ilim ve cahillik vb. gibi. ‘Vetr’ ise Allah’a ait sıfatlardır ki onların bir dengi veya benzeri yoktur.

Bu iki kelime hakkında başka görüşler de vardır. Doğrusunu ancak Allah (cc) bilir deyip bu kadarla yetinelim.

a1-Yardım İsteme ve Rica Etme Anlamı

‘Şef’i’ kelimesinden türeyen ‘şefaat’ ise sözlükte, bir kimsenin bağışlanmasını istemek, başkası adına yardım istemek, rica etmek demektir. Bir başka deyişle, bir kimsenin yardım etmek veya yardım dilemek gayesiyle, bir başka kişiye nisbet edilmesi, onunla birlikte anılmasıdır. Daha çok yüksek makamdan aşağı makama doğru bir kullanılışı ifade eder.

Şefaat edene ‘şâfi’ veya ‘şefî’, şefaat edilene ‘meşfû’ (şefaat bekleyen) denilir.

‘Şefaat’ın çoğulu ‘şüfeâ’ olarak gelir.

 

a2-Aracı Olma Anlamı

‘Şefaat’ aynı zamanda aracı olmak, yardım etmek, öncülük yapmak gibi anlamlara da gelir. Nitekim Kur’an’da bu manada kullanılmaktadır:

“Kim güzel bir şefaatte bulunursa (güzel bir şeye aracı olursa), ondan kendisine bir hisse vardır. Kim de kötü bir şefaatte bulunursa (kötü bir işe aracılık) yaparsa, ondan da kendisine bir pay vardır. Allah (cc) her şeyin üzerinde koruyucudur.” (4/Nisa, 85)  

Burada ‘şefaat’ olarak ifade edilen aracı olmayı, Peygamberimiz, ‘kim güzel bir sünnet (adet, tavır) başlatırsa’ diye ortaya koymuştu. (Bakınız: Sünnet)

Denildi ki buradaki ‘şefaat’ hayır olsun, şer olsun, insanların bir yola girmesini sağlamak, onların o yola girmesine aracı olmaktır. ‘Hasene olan şefaat’, insanların iyiliği,onların faydası için çalışmak, onlardan zararı uzaklaştırmaya gayret göstermek, kötülükleri önlemeye çalışmaktır.

Ebu Musa (ra) anlatıyor: “Peygamber (sav), bir ihtiyacının giderilmesini isteyen birisi gelince arkadaşlarına döner ve ‘ şefaat edin, ecir kazanın. Allah da Rasulünün diliyle dilediğine hükmetsin’ derdi.” (Müslim, Birr/145, Hadis no: 2627, 4/2026. Ebu Davud, Edeb/Hadis no: 5131, 4/334. Buharî, Edeb/37, 8/14. Tirmizî, İlim/14, Hadis no: 2672, 5/42.  Nesâî, Zekât/65, 5/58.)

‘Seyyie olan şefaat’ ise, insanların kötü yollara gitmesi için çalışmak, onların kötülüğü ve sapıtması için çaba harcamak, onların zararı için gayret etmektir. İnsanların kötü yollara sapması için sebep hazırlamak, yardımcı olmaktır. Şüphesiz ki bu şekilde, iyi veya kötü olarak ‘şefaat’ etmek, insanlara yardımcı olmak karşılıksız değildir, herkes yaptığının karşılığını alır.

‘Şefaat’ bir yönüyle de yardımdır. Bir kimseye faydalı olmak, ona iyiliğin gelmesine aracı olmak, bir kötülüğün ondan uzaklaşmasına yardımcı olmaktır.

Bu türlü bir şefaat çeşitli şekillerde olabilir. Nitekim Peygamberlerin tebliği, insanları Hakka daveti bir şefaat olduğu gibi onların, ümmetleri için dua edip, affedilmelerini istemeleri de bir şefaattir.

 

b-Kur’an’da Şefaat

b1-Şefaat İzni

Kur’an, şefaat olayının daha çok Ahiretteki durumunu anlatmaktadır.

“...O’nun izni olmadan, O’nun katında şefaat edecek kimdir?...” (2/Bakara, 255) âyeti, eğer Allah izin verirse başkalarının da şefaat isteğinde bulunabileceği anlamına geldiği gibi; müşriklerin şefaat umdukları bütün putlar ve benzerleri asla şefaatçı olamazlar, çünkü Allah (cc) onlara böyle bir yetki vermemiştir manasına da gelir. Yunus Sûresi 3. âyette de benzer ifadeleri görüyoruz. Allah (cc), kendi  katından ahid (söz) almışlara (19/Meryem, 87), Hakka şahidlik edenlere (43/Zuhruf, 86), dilediği ve razı olduğu kimselere (53/Necm, 26) şefaat  etmeleri için izin vermektedir.

 

b2-Ahirette Kimsenin Şefaatı Fayda Vermez

Bir âyette, mü’minlere mallarından ‘infak’ etmeleri emrediliyor. Bu infak, hiç bir dostluğun veya şefaatın olmadığı Ahiret günü gelmeden önce gerçekleşmesi gerekiyor. (2/Bakara, 254)  Bu ifade yukarıdaki ‘şefaat’ izniyle çelişmiyor. Esasen kullara ‘şefaat’ edecek olan, onları kurtaracak olan Allah’tır. O’nun şefaatının dışında hiç bir şey fayda vermez. Kişi başkalarının yapacağı şefaata güvenmemeli. Fakat Rabbimiz dünyada veya Ahirette ‘şefaat’ için bazı kullarına izin verebilir.

Dünyada iken inkâr edenlere ve Hakk’tan yüz çevirenlere hiç bir şefaatçının şefaatı fayda vermez. (2/Bakara, 48, 123)

 

b3-Tapınılan Tanrıların Asla Şefaati Olmaz

Allah (cc) inkarcılara, puta tapanlara şöyle soruyor:

“Yoksa onlar Allah’tan başka şefaatçılar mı edindiler?” (39/Zümer, 43) Bazıları kendilerine ‘şefaatçı’ olsunlar diye putları, Allah’ın dışındakileri ilâh edinirler. (10/Yunus, 18) Ancak bu putlar onlara asla şefaat edemeyecekler. (30/Rum, 13. 6/En’am, 94)

O inkârcıların ve dünyada iken İslâm’dan yüz çevirenlerin ne yardımcıları ne de bir şefaatçıları vardır. (6/En’am, 51,70. 32/ Secde,4) Kendilerine şefaat edecek kimsenin olmadığını kendi ağızlarıyla itiraf ederler. (26/Şuâra, 100) Allah’ın davetine uymayıp, Kitap’tan yüz çevirenler o gün ‘bize şefaat edecek bir şefaatçı yok mudur?’ diye yalvaracaklar, yahut da dünyaya geri dönmeyi arzu edecekler. (7/A’raf, 53)

 

c-Şefaatın Mahiyeti

Allah’ın şefaat için kimlere izin verdiği veya vereceği konusunda kesin bir şey söylemek mümkün değildir.  Çünkü bu Rabbimizin bileceği bir konudur. Şu kadar var ki, şefaatı yardım etmek, zarardan kurtulması için dua etmek, iyi bir şeye öncülük manasıyla alırsak, mü’minlerin ve salih insanların diğer kimseler hakkındaki dualarını, şehidlerin ve çocukların yakınlarına dua etmelerini, peygamberlerin ümmetleri için yalvarmalarını bu şefaat kapsamı içerisinde düşünebiliriz.

Şefaatı, bir kimseyi azaptan kurtarmak için Allah’a aracı olmak şeklinde düşünürsek;  bu, olmayacak bir şeydir. Hiç kimsenin bir başkasını azaptan kurtarmaya yetkisi olmadığı gibi gücü de yoktur.

Bir çok hadiste geçtiği gibi Peygamberimiz (sav) ümmeti için şefaat etmeye izinlidir. O, mü’minlerin günahlarının bağışlanması için Allah’a dua etmiştir ve Ahirette yine dua edecektir. (Müslim, Cenaiz/102-103, Hadis no: 974, 2/669)

“Her peygamberin kabul edilen bir duası vardır. Diğer peygamberler o duayı yapmakta acele ettiler. Ben ise bu duamı Kıyamet gününde ümmetime şefaat için sakladım. Ona, ümmetimden şirk koşmayanlar kavuşacaklardır.” (Buharî, Da’avât/1, 8/82. Müslim, İman/334-342, Hadis no: 198-199, 1/188. İbni Mace, Sünnet/37, Hadis no: 4307, 2/1440. Tirmizî, Da’avât/141. nak. K. Sitte 14/403)

“Şefaatım, ümmetimden büyük günah işleyenler içindir.” (Ebu Davud, Sünnet/Hadis no: 4739, 4/236. İbni Mace, Zühd/37, Hadis no: 4310, 2/1441. Tirmizî, Kıyame/11, Hadis no: 2435, 4/625.)

Bunlara benzer bir çok hadiste Peygamberimizin şefaat izni olduğunu görmekteyiz. Bu şefaat elbette onu hak edenler içindir.

İnkâr edenler için şefaat kapısı kapalıdır. Bütün peygamberler, kendilerine inanan mü’minlere şefaat hakkına sahiptirler. Allah’a şirk koşanlar bu şefaatten yararlanamazlar. Onlar, dünyada iken kendilerine gelen elçileri ve onların haber verdiği ahireti kabul etmiyorlardı. O elçileri alaya alıyorlardı ve Rablerine isyan ediyorlardı, ya da Allah’tan başka ilâhlar ediniyorlardı. Bu nedenle onların orada bir yardımcıları ve bir şefaat edicileri yoktur. Onları azaptan kurtaracak, ya da cezalarını hafifletecek bir velileri de olmayacaktır.

Peygamberimizin şefaatı mü’minlerin bağışlanması, makamlarının daha da yükseltilmesi için bir dua ve yakarış olarak gerçekleşecektir. Şüphesiz ki Allah’ın affetmeyeceği bir kimse için Peygamber af ve bağışlanma dilemez.