‘Teğa’; sınırı aşmak, isyanda ve çıkışta fazla ileri gitmek, azmak, çok azgınlık göstermek, (su) taşmak anlamlarına gelir.

Bu fiilin masdarı ‘tuğyan’dır. ‘Tuğyan’, her türlü sınırı aşmayı, azmayı, isyanda fazla ileri gitmeyi, kendini yeterli görmeyi (istiğna’yı) ifade eder.

‘Tağut’ kelime anlamıyla tuğyan eden demektir. Çoğulu ‘tevâğit’ olarak gelmektedir.

‘Tağut’, tuğyanı yaşayan ve yaşatan kişi ve kuvvetleridir.

‘Tuğyan’; isyan ve günahta sınır tanımayacak ölçüde ileri gitmektir. Tarihte azmış, isyanda ileri gitmiş ve yoldan çıkmış bir çok azgın kişi ve topluluk hakkında bu kelime ve bunun türevleri kullanılmaktadır.

Esasen insanın yaratılışında ‘tuğyan’ ahlâkı vardır. Bunun sebebi insanın kendini ‘müstağni’ (çok zengin, yeterli ve güçlü) görmesidir. (96/Alak, 6-7. 92/Leyl, 7-13) Bazı kimseler ve topluluklar kendilerini hiç kimseye, hatta bir Yaratıcıya bile muhtaç olmayacak konumda görürler. Kendilerinde her istediğini yapacak bir güç ve bilgi var diye vehmederler. Bundan dolayı Allah’ı unuturlar ve ilâhî yasaları dinlemezler, azgınlık yaparlar. Böyleleri Tuğyanla birlikte istediğini yapmaya yeltenir, hak – hukuk ve sınır tanımamaya başlar. (A. Ünal, K. Temel Kavramlar, 355-356)

 

b-Kur’an’da Tuğyanın Tipik Örnekleri

Firavun, ‘tuğyan’ eden azgınların tipik misalidir. O gerçekten sınırı aşıp, azgınlık yapan biri idi. (20/Tâhâ, 24,43. 79/Naziat, 17)  Firavun, insanın kendi heva ve hevesini ilâhlaştırmasının, kendini her şeyin üstünde görmenin, istikbarın da açık bir örneğidir.

Firavun ve benzerlerinin meydana getirdikleri uygarlık ve düzen gerçekte bir tuğyan düzenidir. Onlar, içinde bulundukları beldeleri ‘tuğyan’a boğdular ve yeryüzünde fesat çıkardılar. Allah da onları azabıyla yakalayıverdi. (89/Fecr, 11-13)

Tuğyan ederek kendini ilâh ilan eden Firavun’un ezdiği İsrailoğullarına Allah (cc), “size rızık olarak verdiklerimizin temiz olanlarından yiyin, bu konuda ‘tuğyan etmeyin” buyurduğu halde onlar söz dinlemediler ve ‘tuğyana’ düştüler. (20/Tâhâ, 81-87)

 Nuh (as)un kavmi de ‘tuğyan’a düşmüştü. (52/Zariyat, 53) Kendilerine gelen elçiyi dinlemeyip azgınlıklarından vaz geçmediler. Şımarmaya ve büyüklük taslamaya devam ettiler. ‘Tuğyan’ eden Nuh’un (as) kavmi, tufanla cezalandırılmıştı. Kur’an bu tufan olayını ‘suların taşmasını ifade eden ‘teğa’ yani tuğyan masdarının fiili ile anlatmaktadır. (69/Hakka, 11)

Yine Semûd kavminin bir ‘tağiye’ ile cezalandırıldığını görmekteyiz. ‘Tağiye’, tuğyan kökünden gelen bir başka kelimedir ve azıp kuduran bir tabiat kuvvetini ifade etmektedir. Yani ‘tuğyan eden’ Semud kavmi yine ‘tuğyan eden, tağiye olan’, yani azıp kuduran bir tabiat kuvvetiyle cezalandırıldılar. Taşıp her yeri kaplayan (sel ve fırtına gibi) şeylere ‘tağiye’ denmektedir. Tıpkı yatağından taşan, sınırları aşıp etrafına zarar veren, zararlı olmaya başlayan su gibi. Tuğyan edenler de sınırları aşarlar, kendilerine ve etraflarına zarar vermeye başlarlar. (69/Hakka, 5)

Semûd kavminin peygamberleri Hz. Salih (as)’i yalanlamalarının ve O’na karşı çıkmalarının sebebi de yine ‘tuğyan’ etmeleriydi. Kur’an bunu aynı kökten gelen ‘tağva-azmak’ kelimesiyle anlatıyor. (91/Şems, 11-14) Onlar da tıpkı Nûh (as) kavmi gibi zenginlik ve refah içinde yaşarlarken, kendilerini ‘müstağni’ görmeye, Allah’ın Dininden yüz çevirmeye ve şirk koşmaya başladılar. Peygamberi dinlemedikleri gibi, ilâhî tehditlere de kulak asmadılar.

Ad kavmi de tıpkı onlar gibi, sadece dünyada yaşayacaklarını sanarak, Allah’a kulluktan yüz çevirdiler. Zayıflara zulmetmeye, yeryüzünde fesat çıkarmaya devam ettiler. Kendilerini çok güçlü ve üstün gördüler. Bir takımları da, kendilerini üstün görüşlü sayarak, mü’minlere tepeden baktılar, onlara ayak takımı, akılsızlar dediler. Gönderilen peygamberleri dinlemediler, hatta onları öldürmekle tehdit ettiler. Hak’tan gelen davetlere karşı kulaklarını tıkadılar, duymamazlıktan geldiler. Böylece yaşadıkları beldelerde ‘Tuğyan’ ettiler, ‘zalim’ oldular.

Bu ve bunlara benzer örnekler, Kur’an’ın ‘tuğyan’ eden kişi ve topluluklarla ilgili olarak verdiği tipik örneklerdir. Şüphesiz ‘tuğyan’ mantığı her devirde aynıdır. Allah’ın koyduğu sınırları, gönderdiği kulluk ilkelerini tanımayan, o sınırları aşıp isyan eden kişilerin bu tutumu ‘tuğyan’dır.

 

c-Tuğyanın Mahiyeti

‘Tuğyan’ mantığı, insan heva ve hevesinin kendini ilâhlaştırması, kendini her şeyin üstünde görmesi, kendini güçlü var sayıp ilâhî ölçüleri tanımamasıdır. Kur’an’da bunun en belirgin örneği Firavun’dur. Tuğyan içinde bulunan bütün zorba güçler bir anlamda Firavunî güçlerdir.

‘Tuğyan’ aynı zamanda bütün toplumsal çöküşlerin ve uygarlıkların yıkılış nedenidir. Evet azan ve sınırları aşan topluluklar, tarihin değişmez prensibi olarak; yani ‘sünnetullah’ın bir gereği olarak çökerler veya cezaya uğratılırlar. Bunun sebebi ise istikbar duygusu, maddeye aşırı bağlılık, maddeden üretilen değerlerin kutsallaştırılmasıdır. Nitekim dünya hayatını ahiret hayatına tercih etme ile, ‘tuğyan’ etme, azıp-şımarma arasında ilginç bir bağlantı vardır. (79/Naziat, 37-38)

‘Tuğyan’, istikamet’ten (dosdoğru bir yürüyüşten) sapmadır. Bu yanlışlığın içine düşenler, ne fikirde, ne eylemlerde, ne de insan ilişkilerinde iyiye (ma’rufa) ulaşamazlar. O yüzden Rabbimiz insanlara;

“Seninle birlikte tevbe edenlerle beraber emrolunduğun gibi istikamet üzere ol (dosdoğru davran). Aşırı gitmeyin (tuğyan etmeyin). Çünkü O, yaptıklarınızı görendir.” (11/Hud, 112)

‘Tuğyan’a düşenler gerçek ölçüyü kaybederler. Adaletle davranmadıkları gibi, kendi çıkarlarının kölesi olurlar. Güzeli çirkin, çirkini güzel, karanlığı ışık, ışığı karanlık zannederler. Kuruntu ve hayal içerisindedirler. Onlar kendi azgınlıkları içerisinde oyalanan gafillerdir. (6/En’am, 110. 7/A’raf, 187.  v.d.)

Mü’minler ile ‘biz de müslümanız’ diye alay eden münafıkların kim olduğunu Allah (cc) bilmektedir. Rabbimiz asıl onlarla alay ediyor ve onlara Tuğyanları ile beraber zaman ve mühlet tanıyor. Belki akıllarını başlarına alırlar. (2/Bakara, 15)

 

c1-Tuğyanın Cezası

‘Tuğyan’ eden şaşkınların cezası elbette ateşin en tuğyan etmişi, azmışı cehennemdir. Azıp, sınırı taşan bir takım kişi ve topluluklara yine azgınlaşan tabiat kuvvetleriyle ceza verildiği gibi, bazılarına da ahiret hayatında cehennem verilecektir. (79/Naziat, 39) Cehennem bir gözetleme yeridir ve ‘tâğîn-tuğyan edenler’ için hazırlanmıştır. (78/Nebe, 21-23)

Kur’an, insanları uyararak ‘Tuğyana’ düşmemelerini, ilâhî sınırlara tecavüz etmemelerini söylüyor. Ahirette ‘Tuğyan’ edenlerin sonlarının nasıl olacağını gözler önüne seriyor. (50/Kahf, 23-30. 38/Sâd, 55-61)

 

d-Tağut; Tuğyan Edendir

‘Tuğyan’ eden kimseler ve özellikle onların elebaşıları, kendilerinin haklı olduklarını düşünürler. İnsanlar üzerinde tıpkı Firavun gibi rabb’lik iddia edip, onları yönlendirmek, onların hayatlarını düzenlemek için hükümler koyarlar. Diğer insanlar da isteyerek veya zorla bu hükümleri kabul ederler. Tuğyan edenlerin hükümleriyle amel ederler, hayatlarını onların koyduğu ölçülere göre yaşamaya başlarlar.

Böylece insanlar bu tuğyan edenleri ilâh edinip onlara karşı bir çeşit ibadet içine girerler.

İşte Kur’an, Tuğyan edip insanlar üzerine rabb’lik taslayan, onların hayatını düzenlemek için hükümler koyan kişi veya kişilere ‘tağut’ demektedir.

Bu açıdan diyebiliriz ki, Allah’ın ortaya koyduğu temel prensiplerin yerine geçmek üzere aykırı hükümler koyan her varlık tağut’tur. Bunların insan, put, şeytan, kişi veya kuruluş olması işin özünü değiştirmez.

İnsanlardan bazıları bir putu, şeytanı, bir kişiyi veya bir güçlü kuruluşu ilâh haline getirebilirler ve ona tanrı gibi boyun eğebilirler. O boyun eğdiği şeyden kaynaklanan hükümleri kabul ettiği zaman onu tağut haline getirmiş olur.

‘Tağut’ kelimesi tekil veya çoğul olarak kullanılır. Yani ‘tağut’ tek bir varlık olabildiği gibi, birden fazla güçler de olabilir.

‘Tağut’, her devirde olabilecek Firavun tipli kimeselerle, onların yardakçılarının genel adıdır. Bir Allah’a kulluktan kaçınan bazı hasta ruhlu kimseler, tağut haline getirdikleri bir sürü efendi bulurlar, ilâhlık özelliği verdikleri bu efendileri memnun etmek için oyalanır dururlar.

Rabbimiz şöyle buyuruyor:

“Andolsun Biz her ümmete; ‘Allah’a kulluk edin ve tağuttan kaçının’ (diye tebliğ yapması için) bir peygamber gönderdik…” (16/Nahl, 36)

İnsan ya âlemlerin Rabbi Allah’a ya da tağutlara kulluk yapar. İnsanı bilen Rabbimiz (cc) onlara ‘tağuta kulluk yapmaktan kaçının’ diyen elçilerini göndermiştir.

Kur’an’ın ifadesine göre; “Artık rüşd (doğruluk) sapıklıktan ayrılmıştır (belli olmuştur). Kim artık ‘tağut’u inkar eder de Allah’a iman ederse, o, kopması mümkün olmayan bir kulp’a yapışmıştır. Allah işitendir bilendir.” (2/Bakara, 256)

Allah (cc) mü’minlerin veli’sidir. Kâfir olanların velisi ise ‘tağut’tur. O tağut, onları aydınlıklardan (nur’dan) karanlıklara götürür. (2/Bakara, 257) (Bakınız: Veli)

Kur’an, mü’minlere Allah’a ve Rasulüne itaat etmeyi emrediyor. Bunun anlamı İslâmın bütün hükümlerine uymaktır. Ancak bazıları iman ettiklerini, Allah’ın kitabını kabul edip saygı duyduklarını söyledikleri halde ‘tağut’a da uyarlar. Halbuki onlar, tağutu inkar etmekle emrolunmuşlardı. İşte böylelerini şeytan doğru yoldan çıkarmıştır. (4/Nisa, 60) Hatta böylelerine ‘gelin Allah’ın indirdiği hükümlere uyun’ denildiği zaman, münafıklar gibi yüz çevirirler. (4/Nisa, 61)

 

e-Küfür ve Tuğyan İlişkisi

İnkâr edenler, ‘tağut’ haline getirdikleri ilâhlarını severler, onların uğruna mücadele ederler. Kurdukları ‘tağutî’ sistemlerin devam etmesi için her şeyi yaparlar. Yaptıkları işi öylesine süslü ve doğru olarak gösterirler ki, arkadan gelen nesilleri çok iyi kandırırlar. Onların kurduğu sistemler çoğu zaman insanların hoşuna giden şeylere değer verirler, nefisleri doyurmayı ön plana çıkarırlar.

İman edenler, Allah için, O’nun hükmünün geçerli olup zulüm ve fesat ortamlarının yıkılması için uğraşırlar.

“İman edenler Allah yolunda cihad ederler (çalışırlar), kâfir olanlar ise tağut uğruna savaşırlar.” (4/Nisa, 76)

‘Tağutluk’ iki şekilde karşımıza çıkmaktadır. Yukarıda geçtiği gibi,  bazı insanlar veya topluluklar, istikbar veya istiğna (kendini zengin ve yeterli görme) duygusuyla ‘rabb’liğe kalkışır. Allah’ı ve O’nun hükümlerini dinlemez ve kendi heva ve hevesinden, yani, Allah’ın peygamberlerle insanlara gönderdiği temel prensiplere karşılık  kendi kafalarından hükümler koyarlar. Sonra da koydukları bu hükümleri insanlara dayatırlar.

İşte bu gibi kişi ve güç toplulukları ‘tuğyan’ içinde olanlardır, kendilerini ‘tağut’ haline getirenlerdir.

İkinci olarak, kimi insanlar da bu ‘tuğyan’ eden kişi veya güçleri ilâh veya rabb gibi bilip onlara tabi olurlar, onların isteklerini, uyulacak tek istek kabul ederler. Allah’ın ne dediğine kulak asmazlar. Böyleleri şüphesiz Allah’ı bırakıp ‘tağutları’ ilâh edinen müşriklerdir.

Tağutları ilâh bilip onların hükümlerine itaat edenler elbette inkârcılardır.

‘Tağut’ kavramı ‘tuğyan’ edip, insanlar üzerine rabb’leşen bütün kişi ve güç odaklarını anlatmaktadır. Firavun örneğinde geçtiği gibi, ilâhlık iddiasında bulunup insanlara hükümler koyan ve insanları o hükümlere boyun eğmeye zorlayan bütün zorbalar tağuttur.

Hüseyin K. Ece

İslamın Temel Kavramları kitabından. Sayfa: 667-670