‘Tefrika’ ise, eşyayı birbirinden ayırmak, insanlar arasına düşmanlık sokmak, parçalara, bölüklere ayırmak, parçalamak demektir.

Kur’an, ‘fark’ masdarını ve bunun türevlerini çeşitli âyetlerde kullanmaktadır.

Söz gelimi, iki denizin arasını ayırmak (2/Bakara, 50), bir takım işlerin birbirinden ayrılması (44/Dûhan, 4), bir kişi ile toplumun arasının ayrılması, kişinin o toplumdan uzaklaşması (20/Tâhâ, 94), boşanma (65/Talak, 2. 4/Nisa, 130) gibi anlamlarda kullanılmaktadır.

Kur’an, peygamber tarafından dura dura okunması için Allah (cc) tarafından bölüm bölüm ayrılmıştır. (17/İsra, 106)

Hz. Musa (as) duasında şöyle diyor: “…Benimle şu zalim topluluk (kavim) arasını ayır (tefrik et).” (5/Maide, 25)

Mü’minler bütün peygamberlere inanırlar, onları birbirinden üstün tutmazlar ve aralarını ayırmazlar. Çünkü hepsi de Allah (cc) tarafından görevlendirilmiş elçilerdir. (2/Bakara, 136, 285. 3/Âli İmran, 84)

Kalplerinde ‘tefrika’ (ayırıp-parçalama) zihniyeti olanlar, Allah ile Peygamberin arasını ayırmaya çalışırlar. ‘Bazısına inanırız bazısına inanmayız’ derler. Bir anlamda ya Peygamberin elçiliğini, ya da onun tebliğ ettiği Allah inancını kabul etmezler. (4/Nisa, 150)

Bütün bu âyetlerde ‘fark’ masdarının çeşitli türevleri kullanılıyor.

Aynı kökten gelen ‘fırk’, bölük, ayrışan taraf, kısım, ‘fırka’ ise, insanlardan ayrılan bir topluluk demektir. İslâm tarihinde mezheplere de ‘fırka’ denilmiştir.

‘Ferik’, diğerlerinden ayrılan topluluk demektir. Şu âyetlerde olduğu gibi.

“Sonra zararı sizden kaldırdığı zaman, sizden bir ‘ferik’ (bir grup) (hemen) Rablerine şirk koşarlar.” (16/Nahl, 35)

“…(O gün onların) bir ‘ferik’i (bir bölümü) cennette, bir ‘ferik’i’ (bir bölümü) ise çılgınca yanan ateşin içerisindedir.” (42/Şûra, 7) (Ayrıca bak. 2/Bakara, 75, 100, 101. 3/Âli İmran, 23. 30/Rûm, 33. 5/Maide, 70. 33/Ahzab, 26. v.d.)

Aynı kökten gelen ‘firak’ ayrılma demektir. Bu hem beden olarak, hem de pozisyon olarak ayrılmayı ifade eder.

“(Musa’nın arkadaşı O’na) dedi ki: İşte bu benimle senin arandaki ‘firak’tır (ayrılmadır)...” (18/Kehf, 78)

Ölümü yaklaşan kimse ölümün, artık kesin bir ayrılık (firak) olduğunu anlar. (75/Kıyame, 28)

Yine ‘fark’ kökünden gelen bir başka kelime de ‘furkan’dır. Hakk ile batılın arasını belirtmede kullanılır. Batıl ile hakkın ayrılmasına sebep olan olayları veya her ikisinin açıkça belli olduğu zamanları anlattığı gibi, her ikisini ayıran şeyler hakkında da kullanılır. Söz gelimi, Bedir savaşı ‘Furkan-hakk ile batılın ayrıldığı’ bir gündür. (8/Enfal, 41)

Eğer mü’minler Allah’tan hakkıyla ittika ederlerse (sakınırlarsa), Allah (cc) onlara bir furkan verir. Bu furkan sayesinde hak ile batılın doğru ile yanlışın arasını ayırabilirler. (8/Enfal, 29)

Hz. Musa’ya da Kitap’la beraber bir de ‘furkan’ verildi. (2/Bakara, 53. 21/Enbiya, 48)

Allah’ın gönderdiği bütün kitaplar insanlar için, hak ile batılı ayıran, doğru ile yanlışı gösteren birer ‘furkan’ idiler. (3/Âli İmran, 4) Kur’an-ı Kerim ise gönderilmiş olan en son ‘furkan’dır. Kur’an’ın yolu hidayet yoludur, O’nun içerisinde apaçık belgeler vardır ve O, hakk ile batılı ayıran bir ‘furkan’dır. (2/Bakara, 185)

“Kulu Hz. Muhammed’e ‘furkan’ı (Kur’an’ı) indiren Allah’ın adı ve şanı ne yücedir.” (25/Furkan, 1)

Kur’an’ın bir adı ‘Furkan’ olduğu gibi, 25. Surenin adı da Furkan’dır.

Aynı kökten gelen ‘faruk’ da benzer anlamdadır ve hakkla batılın, doğru ile yanlışın arasını ayırabilen, ikisinin arasındaki farkı görüp hakkı tercih  eden demektir. Furkan, Hz. Ömer’in lakabı idi.

‘Tefrik etme’, ayırmayı, ayırıp çoğaltmayı, parça parça etmeyi anlatır. Bizim de üzerinde durduğumuz madde budur. ‘Tefrika’ bu masdarın ismidir ve aynı şeyi ifade eder.

‘Tefrika’, bölüklere, fırkalara, partilere, gruplara, parçalara ayrılmayı ve böylece ayrılmaması gereken bir bütünü parçalamayı ifade eder  ki Tevhid dini olan İslâmın izin veremeyeceği bir şeydir.

 

b-İslâmın Caiz Görmediği Tefrika

Kur’an diyor ki:

“Hepiniz toptan Allah’ın ipine sarılın. Dağılıp ayrılmayın…” (3/Âli İmran, 103)

Kur’an mü’minlere bu emri verirken, dinlerini parçalayıp, fırka fırka, grup grup olan insanların tutumlarını da gözler önüne seriyor.

Esasen insanlar Tevhid dinine inanan bir ümmet idiler. Ancak zamanın akışı içerisinde Tevhid dinini bozdular, parçaladılar, yani dinde ayrılığa düştüler, kendi uydurdukları dinlerin peşine gittiler.

“Kendilerine apaçık belgeler geldikten sonra, parçalanıp (tefrika olup) anlaşmazlığa düşenler gibi olmayın. İşte onlar için büyük bir azap vardır. (3/Âli İmran, 105)

Tefrikanın şirk’e yol açtığı açıktır. Çünkü ‘fıtrat’ dinini bozmanın sonucu birden fazla ilâha kulluk yapmaktır. Şirk düşüncesine sahip olanlar, Tevhid dininin bütünlüğüne zarar verirler, onu kendi kafa yapılarına uydururlar, sonra da her uydurdukları şeye din diye uyarlar.

Kur’an şöyle buyuruyor:

“Öyleyse sen yüzünü Allah’ı birleyen (bir hanif) olarak dine, Allah’ın fıtratına çevir; ki insanları bunun üzerinde yaratmıştır. Allah’ın yaratışı  için hiç bir değiştirme yoktur. İşte dimdik ayakta duran din (budur). Ancak insanların çoğu bilmezler.

“Gönülden katıksız bağlılar’ olarak, O’na yönelin ve O’ndan korkup-sakının, dosdoğru namazı kılın ve müşriklerden olmayın.

(O müşrikler ki) kendi dinlerini parçaladılar ve kendileri de grup grup (bölük bölük) oldular; ki her grup kendi elindekiyle övünüp-sevinmektedir (en doğru yolda olduğunu sanmaktadır).” (30/Rûm, 30-32)

Görüldüğü gibi, insanlar yüzlerini fıtrat dinine çevirmekten sorumlu iken bazıları  bunu bozmakta, tefrika çıkarmakta, farklı fırkalara ayrılmakta ve sonra yine tefrika olmakta, yeni gruplaşmalar meydana gelmekte, alt tabakalarda bu parçalanma devam edip gitmekte.

İşin ilginç yanı, Tevhid dininden uzağa düşen ve farklı din gruplarına ayrılan bu kimseler kendilerinin doğru yolda olduğunu hayal ederek sevinç duymasıdır.

Esasen dinde tefrika çıkarmanın, dini parçalamanın sebebi insandaki ‘bağy’ duygusudur. Doymayan bir nefsin sahibi azgın kimseler, başkalarının haklarına tecavüz ederler ve kendi görüşlerini din haline getirmeye çalışırlar. Böyleleri elbette Hak dine kulak vermezler. Bunu yalnızca müşrikler değil, kendilerine Kitap verilen insanlar bile yapmışlardır. (3/Âli İmran, 19. 98/Beyyine, 4. 42/Şûra, 14)

Allah (cc) kendi yolunu insanlara bildirdikten sonra “İşte benim yolum budur, buna uyun” buyurmaktadır. (6/En’am, 153) Tevhid Dinine sımsıkı sarılmak insanları tefrika illetinden kurtarır. Yoksa ‘bağy’ edenlerin peşine gidilirse, onların düzenlerine uyulursa vahdet’in (birliğin) olması mümkün değildir.

 

c-Tefrikanın Boyutları

‘Tefrika’ yani dini bozma, onda ayrılığa düşme, fırka fırka olup dağılma hastalığı yalnızca müşriklere ait bir yanlış değildir. Aynı hataya müslümanların da düşmesi mümkündür. Eğer onlar da Din’i dimdik ayakta tutmazlarsa; Din’i, Allah’ın gönderdiği ve Peygamberin öğrettiği gibi yaşamazlarsa, hatta Din’i kendi akıl ve pozisyonlarına uydurmaya kalkarlarsa aynı sonuç meydana gelir.

“O: ‘Din’i dosdoğru ayakta tutun ve onda ayrılığa (tefrikaya) düşmeyin’ diye dinden Nuh’a vasiyet ettiğini ve sana vahyettiğimizi, İbrahim’e, Musa’ya ve İsa’ya da vasiyet ettiğimizi sizin için bir şeriat kıldı…” (42/Şûra, 13)

Günlük hayatta ve Din’i anlamada farklı görüşlerin, farklı yorumların olması normaldir. Hatta farklı görüşlerin olması bir faydadır, bir kolaylıktır. Burada dikkat edilmesi gereken, Din’i kendi hevasına göre anlama, sonra da kendi anladığını din haline getirme yanlışlığıdır. Din’in özünü zedeleyecek yanlış yorumlar ve bunların inanç haline getirilmesi bir anlamda ‘bağy’ dir ve tefrikaya yol açar.

Müslümanlar arasındaki ‘vahdet’in en büyük düşmanı, yanlış din anlayışı, ülke, bölge, etnik grup, siyasi rejimler, mezhep ve tarikat taassubudur. Halbuki bütün bunlar tefrikaya sebep olmaz, aksine müslüman toplumların entegre olmasına yardımcı olurlar.

Müslümanlar farklı mezheplere, meşreplere, düşüncelere, ülkelere, ilkelere sahip olabilirler, farklı coğrafyalarda yaşayabilirler, farklı gruplar içerisinde bulunabilirler. Bunlar normal şeylerdir. Ancak herkes kendi anladığını, kendi meşrebini, kendi mezhebini, kendi tarikat veya partisini din haline getirirse; işte bu Din’de tefrikadır. Yukarıda geçtiği gibi müşriklerin yaptığı da buydu.

Unutulmamalıdır ki, Din Allah’ındır ve Kur’an’da anlatılmıştır, Hz. Muhammed (sav) de bize tebliğ etmiştir, hayatıyla ve ahlakıyla dinden ne anlaşılması gerektiğini göstermiştir. Alimlerin, mezheplerin, grupların Din’den anladıkları,  yalnızca bir yorum veya Din’i daha iyi yaşama noktasında bir çaba gibi görülmeli. Onların anladıkları hiç bir zaman Din’in kendisi değildir.

Bir gruba, bir mezhepe, bir meşrebe bağlı olmak mümkündür ve bazen ihtiyaçtır. Ancak kendi meşrebini, kendi grubunu hak, diğerlerini batıl görme anlayışı ‘tefrika’ mantığıdır.

Mezhebli olmak ihtiyaç, mezhebçi olmak yanlıştır. Bir meşrepten olmak doğal, ama meşrepçi olmak doğru değildir. Bir grupla faydalı çalışma yapmak üzere bir araya gelmek, bu amaçla bir gruba mensup olmak iyi, ama grupçu olmak yanlıştır. Bütün bu yanlışlar tefrika sebebidir.

Dinde tefrika olmamasının yolunu  Kur’an şöyle gösteriyor:

“Ey iman edenler! Allah’a itaat edin; Peygambere itaat edin ve sizden olan emir sahiplerine de. Eğer bir şeyde anlaşmazlığa düşerseniz, artık onu Allah’a ve Rasulüne döndürün. Şayet Allah’a ve Ahiret gününe iman ediyorsanız…” (4/Nisa, 59)

Hüseyin K. Ece

İslamın Temel Kavramları kitabından. Sayfa: 703-706