‘Tevbe’, Allah’a nisbet edildiği zaman ise, geçici olan gazap (kızgınlık) halinden asıl olan rahmet ve af haline dönmek demektir.

Bu açıdan ‘tevbenin’ şeriat dilindeki anlamı, kulun günahını itiraf ve ondan pişmanlık duyup bir daha yapmamaya karar vermesi, Allah’ın da bu ‘asla dönüşü’, yani bu pişmanlığı kabul ederek günahı mağfiret etmesidir.

‘Taib’, tevbe eden , ‘tevvâb’ ise, tevbe işini nicelik ve nitelik bakımından çok yapan anlamlarına gelir.

Allah’ın bir adı olarak et-Tevvâb; itaatına yönelerek, kendisine dönen için o insanın istediği bağışlamaya dönen, yahut kullarının hoşlanmadığı şeylerden sevdikleri şeylere dönen demektir.

‘Tevbe’, kul hakkında günahtan ve itaatsizlikten dönmeyi, Allah hakkında ise cezalandırmaktan dönmeyi ifade eder. Kul, hata ettikten sonra Rabbine döner, Rabbi de onun kendine dönmesini kabul eder.

 

b-Kavram Olarak Tevbe

Kur’an, ‘tevbe’ kelimesini türevleriyle birlikte doksana yakın yerde kullanmaktadır. Kullar için kullanıldığı zaman tek başına, Allah için kullanıldığı zaman ‘ala’ edatı ile kullanılmaktadır. Böylece ‘Allah kuluna tevbe etme gücü verdi, kul da tevbe etti’ anlamı ortaya çıkar.

Şu âyette aynı anlamı bulmak mümkün:

“… Sonra Allah tevbe etsinler diye onları tevbe etmeye muvaffak (başarılı) kıldı…” (9/Tevbe, 118)

İnabe kelimesi de ‘tevbe’ kelimesine yakın bir anlam taşır.

Tevbe, yapılan işin çirkinliğini, kötülüğünü kalbinde hissedip, ondan tiksinerek vaz geçmektir. Yapılan hata, mala, cana zarar veriyor, insanlara karşı ayıp oluyor diye terkediliyor ise bu, tevbe değildir. Tevbe, Rabbinin yasaklarını çiğneyip, yahut emirlerine karşı gelip, düşülen hatayı terk etmek, Allah’a dönmek, O’nun affını ve bağışlamasını beklemek, o hataya bir daha dönmemektir.

Bir başka deyişle tevbe, kulun yöneldiği hatadan yönelmediği itaata, farzları yerine getirmeye, haramları terke dönmesidir. Emredileni yaparak, yasaklananı terkederek Allah’a yöneliştir.

Tevbe, yalnızca yapılan bir hatadan pişmanlık duyup, Allah’tan af dileme değil, aynı zamanda sürekli dua ve istiğfar ederek temizlenme gayretidir. Allah’a müracaat ve O’na dönme kulluğudur. Bu bakımdan Kur’an mü’minlere ‘hep beraber tevbe edin’ (24/Nur, 31) diyerek, bu yönelişi haber veriyor.

Kimilerine göre tevbe, bir hatadan veya bir günahtan vazgeçme, pişman olmadır. Bu tevbe çok önemli olmakla beraber asıl önemli olan kulun yerine getirmediği dinî emirlerden dolayı yaptığı tevbedir. Çünkü insanın kalbinin ve bedeninin bir takım görevleri vardır. Allah (cc) insana o görevleri yerine getirmesini emretmiştir. Ancak insanlar ya cahilliklerinden, ya sapıklıktan, ya da hakka karşı inatçı olmalarından dolayı bu emirleri yerine getirmezler. Tevbenin büyüğü, bu türlü inatçılığı ve gafleti terkedip Allah’a itaat etmeye dönmedir.

 

c-Tevbenin Çeşitleri

İki çeşit tevbe vardır:

a-Vacip tevbe. Dinde emredileni terketme, yasaklananı yapma sebebiyle gerekli olan tevbedir ki Allah’ın emrettiği, Peygamberimizin gösterdiği gibi bütün mükelleflere vaciptir.

b-Müstehab tevbe. Dinde müstehab olan fiilleri terketme, mekruh olan işleri yapma sebebiyle yapılması gereken tevbedir.

Dinin emrettiklerini yaparak ve yasakladığı fiillerden kaçınarak, birinci tevbeyi az yapmak durumunda olanlar, ebrar’dandır (iyilerdendir). Her iki tevbeyi de yerli yerinde yapanlar ise, derece bakımından öne geçmiş Allaha yakın kimselerdir.

 

d-Tevbenin İbadet Olarak Önemi

Allah (cc) kullarına tevbe etmelerini, hatalarından vazgeçmelerini, bir günaha düşerlerse, yalnızca kendisinden bağışlanma istemelerini emrediyor. (bak. 11/Hûd, 1-3,47, 52. 39/Zümer, 53-55. 24/Nûr, 8. 9/Tevbe, 117-118. 15. v.d.)

Peygamberimiz (sav) de kendisinin her gün yetmiş defa tevbe ve istiğfar ettiğini söylüyor. (Buharî, Tirmizî, nak. Tevbe, İbni Teymiyye, s:16.)

O, insanlara şöyle sesleniyor:

“Ey insanlar, Allah’a tevbe edin! Muhakkak ki ben (de en azından) günde yüz defa tevbe ederim.” (Müslim, Zikir ve Dua/12, Hadis no: 2702, 4/2075. İbni Mace, Edeb/57, Hadis no: 3816, 2/1254)

Yine buyuruyor ki:

“Kalbimin üzerini unutkanlık (sıkıntı-gaflet) kaplar da bunun için günde yetmiş defa istiğfar ederim.” (Müslim, aynı yer, Ebu Davud, Salat/İstiğfar, Hadis no: 1515, 2/84)

İslâma göre ‘tevbe’ başlı başına bir ibadettir. Bu ibadette hem günah ve hatalardan vaz geçme, hem kulluk görevini yeniden yerine getirmeye dönüş, hem de Allah’a yakınlaşma ve zikir vardır. Tevbe yalnızca mü’minlerin yaptığı bir ibadet değildir. Bir inkârcı müslüman olduğu zaman, bir şirk koşan müşrik şirki terkedip İslâmın iman ilkelerini kabul ettiği zaman tevbe etmiş sayılır.

Demek ki tevbe ya inkârdan, ya günahtan, ya da Allah’ın emrini yerine getirememekten dolayı yapılır. Müslüman, günahından ihlaslı bir şekilde tevbe ederse bu tevbesi kabul edilebilir. Bu kabul edilmenin anlamı, günahın verdiği zarardan kurtulmaktır. Kişi tekrar işlediği eski günaha dönmezse, o günahın dünyalık ve Ahiretteki zararından kurtulması ümit edilir.

 

d1-Allah Affedicidir

Allah (cc)ın bağışlaması, af ve mağfireti bol olduğu için, şirk dışında bütün günahları istediği kimseler için affedebileceğini beyan ediyor. (4/Nisa, 48) Bilindiği gibi İslâma iman etmek kendinden önceki bütün hataları siler. Allah’a şirk koşan müşrikler, yeniden iman ederlerse geçmiş günahları bağışlanır.

Rabbimiz, mu’minlere tevbe ve af konusunda genişlik veriyor.

“Allah’ın rahmetinden ümidinizi kesmeyin. Şüphesiz Allah, bütün günahları bağışlar.” (39/Zümer, 53) Bu bağışlamanın şartı da şüphesiz ki tevbedir, günahtan vaz geçmektir, hatada ısrar etmemektir. Zaten takva sahibi mü’minler, bir hayasızlık yaptıkları (günah işledikleri) zaman, Allah’ı hatırlayıp hemen tevbe ederler, günahta bile bile ısrarcı olmazlar. (3/Âli İmran, 135)

 

d2-Ölüm Korkusu Sebebiyle Tevbe

Ölüm korkusuyla iman edenin tevbesi geçerli değildir. Çünkü tevbe insanın yaşadığı müddetçe olacak bir iştir. Hayat bağının kopacağı anlaşıldığı an iş işten geçmiştir. Allah (cc) böyle bir andaki pişmanlığa değer vermiyor. (4/Nisa, 18) Ancak günahkâr mü’minlerin son nefeslerine kadar yapacakları tevbenin kabul edileceği umulur. Çünkü kişinin yaptığı hatasını anlaması, günahı işlediği Yüce Makama karşı suçunu kabul etmesi bile bir fazilettir. (İbni Mace, Zühd/30, Hadis no: 4253, 2/1420. Tirmizî, Daavât/99, Hadis no: 3537, 5/547.)

 

e-Tevbe İbadetinin Yerine Getirilmesi

İslâma göre günahsız olanlar yalnızca peygamberlerdir. Günahsız toplum ve kişi düşünülemez. Çünkü kişi ‘beşer’ olması dolayısıyla her an nefsinin isteklerine ve şeytana aldanabilir. Önemli olan, günahı işledikten sonra, günahta ısrar etmemek, günahı savunmamak ve hemen vaz geçmektir.

İlk insan Hz. Âdem (as) ve O’nun eşi, işledikleri günahtan dolayı Allah’a tevbe ettiler ve tevbeleri kabul edildi. Ancak, Allah’ın secde emrini dinlemeyen iblis, yaptığı hatayı savundu, isyanından dolayı pişman olmadı. Bu yüzden de ebediyyen kovulmuşlardan oldu. Günahta ısrar ve kibirlenmek tevbenin önünde engeldir.

Tevbenin kabul edilebilir olması için samimiyetle, pişmanlıkla, bir daha geri dönmeme niyetiyle olmalı. Kur’an buna ‘nâsuh’ tevbesi demektedir.

“Ey iman edenler ! Allah’a nâsuh (kesin) bir tevbe ile tevbe edin. Olabilir ki, Allah, sizin kötülüklerinizi örter ve altından ırmaklar akan cennetlere sokar…” (66/Tahrim, 8)

‘Nâsuh’, sözlükte, bir söküğü dikme, halis ve saf olma anlamlarına gelir. Buradan hareketle ‘nâsuh tevbe’, samimi, temiz ve insanın günah işleyerek zedelediği dini hayatını etkili bir biçimde tamir edecek ibadettir denilebilir.

Kur’an, mü’minlere sürekli tevbe etmelerini, Allah’a istiğfarda bulunmalarını, O’nun karşısında boyun bükmelerini söylüyor. Böyle kimseler, inkârcılar gibi değillerdir. Tevbe edenler aynı zamanda (günahın zararını, tevbenin faziletini) bilen insanlardır. (39/Zümer, 9)

Tevbede ilim, hal ve fiil unsurları vardır.

Yaptığı hatayı anlayıp, bunun ızdırabını kalbinde duyan, bunun ne anlama geldiğini bilir. Yukarıdaki âyette buna işaret vardır. Günahın verdiği rahatsızlıkla yeni bir hale girer, pişmanlık tavrı gösterir ve sonunda da tevbenin gereğini yapar. Bu da hemen yapılan kabahatin terki, bir daha işlememeye kesin bir karar ve elde ettiği zararları gidermeye çalışma, yerine getiremediği görevleri kaza etme, hakları yerine verme şeklinde gerçekleştirilir.

Tevbenin yalnızca dil ile, ‘tevbe ettim, tevbe estağfirullah’ demekle gerçekleşmeyeceği açıktır. Bu sözlerin amelle, günahı tümüyle terk ile ve uğranılan zararları gidermekle olacağını eklemek gerek. Mesela, bir kimseye el ve dil ile verilen zarara karşılık yalnızca Allah’a tevbe etmek yetmez. Ona verdiği zararı karşılaması gerektiği gibi, helâllık istemesi de gerekir.

Peygamberimiz (sav) şöyle buyuruyor:

“Her kim de (din) kardeşine bir mal veya ırz borcu varsa dinar ve dirhemin olmayacağı ve ancak sevapların ve günahların geçerli olduğu gün gelmeden önce ondan hemen bugün kurtulsun.” (Buharî, Mezalim/10. A. B. Hanbel, 2/435, 506. nak. Medaricü’s Salikîn, 1/233)

Hz.Ali’den (ra) gelen bir rivayete göre, yalnızca dil ile yapılan tevbe olmaz. Günaha pişmanlık, farzları kaza etmek, hakları sahibine vermek, helâlleşmek, günaha dönmemeye kesin karar vermek, nefsi günahla büyüttüğü gibi onu itaatla küçültmek ve ona itaatin tadını taddırmak onun şartlarındandır. (nak. S. B. Ansiklopedisi. 4/121. Ş. Isl. An.6/206)

Tevbenin bir başlangıcı bir de sonu vardır. Tevbenin başlangıcı, dosdoğru bir yol (sırat-ı müstakîm) üzerinde Allah’a dönüştür. Bu doğru yolu insanlar için O koydu. Kullar bu yolda yürüyerek O’nun rızasına ulaşırlar. (6/En’am, 153. 42/Şûra, 52-53)

Tevbenin sonu ise ahirette Allah’a dönüş ve O’nun kendisini Cennete ulaştıracak yoluna giriştir. Kim dünyada tevbe ile Rabbine dönerse; Ahirette de sevabını (karşılığını) almak üzere yine O’na döner. (25/Furkan, 71)

Allah (cc), tevbe eden, iman eden ve iyi işler yapanlara daha büyük iyilikler verir. (25/Furkan, 70) Allah tevbe edenleri övmektedir. (66/Tahrim, 5) Allah çok tevbe edenleri sever. (2/Bakara, 222) Allah kullarını terketmez, onlar sırf tevbe etsinler diye onları bazı şeylerle dener. (9/Tevbe, 126)

Peygamberimiz şöyle buyuruyor:

“Allah (cc), kulunun yaptığı tevbeden dolayı, çölde bineğini üzerinde yiyeceği ve içeceği ile birlikte kaybeden, bundan dolayı umutsuzluğa düşen, sonra bir ağacın altına gelip ümitsizce otururken birdenbire bineğini yanıbaşında bulan, yularından tutup sevincinden, şaşırarak; ‘Ey Allahım, sen benim kulumsun, ben de senin rabbinim’ diyen kimseden daha fazla sevinir. (Müslim, Tevbe/1, Hadis no: 2744, 4/2103. İbni Mace, Zühd/30, Hadis: 4249, 2/1419 Buharî, Daavât/3, 8/84. Tirmizî, Kıyame/49, Hadis no: 2498, 4/659. A. b. Hanbel, 1/383. nak. S. Yıldırım, K.Uluhiyyet, 225).

 

Hüseyin K. Ece

İslamın Temel Kavramları kitabından. Sayfa: 720-723