Mesela, namaz kılmak, ana-babaya iyi davranmak, yalnızca Allah’a ibadet etmek emredilmiş; bunlar terk edilirse ağır bir ceza verileceği belirtilmiştir. Bir fiilin kesin sözlerle emredilmesi, ya da terki halinde büyük günahın gerekeceği gibi ifadeler, buna benzer fiillerin ‘vacib’ olduğunu ortaya koyar.

Bilindiği gibi İslâma göre insan, akil-baliğ (ergen) olunca kulluktan, bir anlamda İslâmı yaşamaktan sorumlu olur. Hayatını Allah’ın ölçüsü olan İslâmı yaşamaktan sorumlu, akıllı ve ergenlik çağına ulaşmış kimselere ‘mükellef-yükümlü’ denir. Yükümlünün yaptığı işlerin İslâma göre bir değeri vardır. Bunlara ‘efal-i mükellefîn-yükümlünün işlerinin dinî değeri’ denmektedir.

‘Vacib’ bunlardan biridir ve İslâm hukukçularının çoğunluğuna göre ‘farz’ ile aynı anlamdadır. Ancak Hanefîlere göre farz ile vacip ayrı şeylerdir. Onlara göre farz, sabit oluşu ve ifade ettiği anlam yönünden kesin deliller ile emredilen işlerdir. Gerek Kur’an’da, gerekse hadislerde, başka anlama gelme ihtimali olmayan açık emirlerle yapılması istenen iştir.

Farzı yerine getirmek Din’in en önemli emridir. Yerine getirmeyen günah kazanır ve kınanır. Bu anlamda farzı inkâr eden ise, âyeti ve kesin bir sünneti inkar ettiği için İslâm’dan çıkar.

Hanefîlere göre ‘vacib’, sabit oluşu kesin olmakla beraber ifade ettiği anlam, kesin olmayan (zannî) delillerle yapılması istenen fiildir. ‘Vacib’ te bağlayıcıdır, fakat bağlayıcılığı hakkındaki delil, farz gibi kesin değil, zannîdir.

Onlara göre bir ibadetteki farz terkedilirse o ibadet batıl olur, geçersizdir. İbadetteki vacib terkedilirse, ibadet batıl olmaz, belki sevabı noksan olur. Vacibi terk etmek mekruhtur ama bir başka tamamlayıcı şeyle telafi edilir. Örneğin, Namazda Kur’an okunmazsa namaz olmaz. Kur’an’dan başka âyetler okunup Fatiha okunmaz ise, namaz geçerlidir ama sonunda sehiv-yanılma secdesi yapılarak bu eksiklik giderilir.

‘Vacib’i terkeden farz kadar olmasa bile yine günah kazanır. ‘Vacib’i inkar eden İslâm’dan çıkmaz ama ‘fasık’ ismini alır.

İslâm alimlerinin çoğunluğunun görüşüne göre ‘vacib’ bildiğimiz farz gibidir. Her ikisi de yapılması zorunlu, terkedilmesi günah ve cezayı gerektirir. Çünkü şâri (şeriat koyucu) bir şeyin yapılmasını emretmekte, yapılmaması halinde müslüman için ceza gerekeceğini bildirmektedir.

 

b-Vacibin Kısımları

Vacib’in, zamana bağlı olarak, emrin belirtilmesi, miktar ve yükümlü açısından çeşitleri vardır.

‘Vacib’ bu açıdan iki kısma ayrılır:

1-Aynî vacib,

2-Kifaî vacib.

Bunların her ikisi de Hanefilere göre tanımlanan farzın kısımları gibidir. Bilindiği gibi onlara göre farz; farz-ı ayn ve farz-ı kifaye olmak üzere ikiye ayrılmaktadır.

1-Aynî vacib: Şeriatin, her yükümlüden ayrı ayrı yerine getirilmesini istediği vacib’tir. Bazı yükümlülerin yapması ile bir başkası borçtan kurtulmaz, kulluk görevini yapmış olmaz. Beş vakit namaz, oruç, ana-babaya iyilik yapmak, her hak sahibinin hakkını vermek, Allah (cc) yolunda çalışmak gibi.

2-Kifaî vacib: Şeriatin yerine getirilmesini ayrı ayrı her mükelleften değil de hepsinin yapmasını istediği vacib’tir. Bu vacibi bazı müslümanlar yaparsa diğerlerinden sorumluluk kalkar. Ama bunları hiç bir müslüman yerine getirmezse hepsi de sorumlu olurlar. Cenaze namazı, emr-i bi’l ma’ruf yapmak, şahitlik yapmak, bazı meslekleri öğrenmek, insanların muhtaç olduğu sanat dallarında yetişmek gibi.

Allah (cc) insanları farklı kabiliyet ve karakterde yaratmıştır. Toplumların ve fertlerin ihtiyaç duyduğu bir çok sanat, meslek ve iş kolu vardır. İnsanların kabiliyetleri bu meslek ve sanatlara uygundur. Bir kimsenin kabiliyeti bir sanatı yapmaya elverişli olduğu halde onu yapmıyor ve bu yüzden de toplumda sıkıntı meydana geliyorsa, o kişi sorumludur. Öyleyse kendi becerisine uygun işleri veya belli mesleklerde yetişen kimselerin kendi sanatlarını yapmaları onlara vacib’tir.

 

Hüseyin K. Ece

İslamın Temel Kavramları kitabından. Sayfa: 752-753