Böylece ‘velâyet’e, nusret (yardım) ve işi üzerine alma manaları da eklenmiştir.

Aynı kökten gelen ‘vilâyet’; yardım, ‘velâyet’ ise; bir işi yüklenme, emirlik, riyaset (yönetim ve yetki) manasındadır. ‘Velâyet’, aynı zamanda yardım işini üzerine alma, destek olma anlamlarına da gelir.

İslâm hukukunda ‘velâyet’, başkası üzerine ister-istemez sözünü geçirmeyi, itaat edenle işi üzerine alan arasındaki ilişkiyi konu alır. İçerisinde sevgi ve yardım manalarını da barındıran velâyet, genel olarak, aile içerisinde akrabalık, ümmet içerisinde ise imamet (önderlik-halifelik) sebebiyle gündeme gelmektedir. Aile içerisinde öncelikli olarak baba velâyet hakkına sahiptir. Baba yoksa diğer yakın akrabalar bu hakkı elde ederler. Ümmet içerisinde (müslümanlar arasında) ise velâyet hakkı, müslüman olup diğer müslümanlar tarafından biat ile seçilen yetkili kimsenindir.

Bu nedenle babaya çocuğun velisi denir. Aynı şehirde oturanların meşru haklarını koruyan ‘veli’ye, ‘vâli’ denmektedir ki, Türkçe’de bu anlamda kullanılmaktadır. Şehrin valisi, o kentte oturanların tümünün velisidir.

 

b-Allah’ın Mevlâ ve Vâli Oluşu

‘el-Vâli’, aynı zamanda Allah’ın güzel isimlerinden biridir. Bütün varlıklar üzerinde hükmü olan ve onları çekip çeviren anlamına gelir. Bazı tefsircilere göre ise ‘Vâli’ veli demektir, onun taşıdığı manaları taşır. Vâli olan Allah, hem bütün hükümranlığı (hükmetmeyi) elinde bulundurur, hem de kullarına devamlı ni’met verir.

Bu anlamıyla Kur’an’da bir âyette geçmektedir:

“….Gerçekten Allah, kendi nefislerinden olanı değiştirip-bozmadıkça, bir toplulukta olanı değiştirip-bozmaz. Allah bir topluluğa kötülük istedi mi, artık onu geri çevirmeye hiç bir (biçimde imkan) yoktur. Onlar için O’ndan başka bir Vâli (yardımcı, dost veya hükmü geniş olan) yoktur.” (13/Ra’d, 11)

Velâ kökünden gelen bir başka kelime de ‘mevlâ’dır. Mevlâ anlam olarak ‘velâ ve velâyet’ kelimelerine yakındır. Ancak mevlâ’nın bir çok anlamı vardır. Bunların içerisinde, dost, efendi, sahip, azat edilmiş köle, Rabb, yardımcı, iyilik yapan anlamları daha yaygındır.

Kur’an’da ‘mevlâ’ kelimesinin üç anlamda kullanıldığını görmekteyiz.

1-Veli,

2-Yardımcı, ni’met veren, koruyup kollayan, işini üzerine alan,

3-Uygun, yakışan, münasip anlamında. (Bakınız: Mevlâ)

Kur’an’da ‘veli’ sıfatı hem kullar için hem de Allah (cc) için kullanılmıştır. Ancak kullar hakkındaki kullanılışı gayet azdır. ‘Mevlâ’ sıfatı ise daha çok Allah (cc) için kullanılmaktadır. Mü’minler için Allah’ın mevlâsı denilmez, ancak Allah mü’minlerin mevlasıdır denilebilir. Veli ve mevlâ sözcükleri hemen hemen aynı anlamda kullanılmaktadırlar.

Allah (cc), müslümanlar için ne güzel mevlâ’dır. (Ni’me’l mevlâ ve ni’me’n nasîr.) (8/Enfal, 39-40)

“Allah’a sarılın, O sizin Mevlâ’nızdır, O ne güzel Mevlâ’dır.” (22/Hacc, 78. 66/Tahrim, 2)

Müslümanlar inkârcıların peşine gider, din işinde onlara itaat ederlerse; onlar da mü’minleri kendi dinlerine çevirirler. Halbuki müslümanlar için en güzel mevlâ (veli) Allah’tır. (3/Âli İmran, 149-150)

Mü’minler her türlü çalışmayı yaptıktan sonra yalnızca Allaha güvenip tevekkül etmelidirler. Onlar Allah (cc) için; “...O bizim mevlâmızdır...” derler. (9/Tevbe, 51)

Kur’an, mevlâ sıfatını olumsuz anlamda da kullanmaktadır. Zararı faydasından çok olan ve kendisine tapınılan putlara ‘ne kötü mevlâ’ sıfatını veriyor. (22/Hacc, 13) Kıyamet gününde insanların ‘mevlâ’ sandıkları kimselerden hiç bir fayda gelmez. (44/Duhan, 41) Allah (cc) ahirette de mü’minlerin mevlâsıdır, kâfirlerin ise mevlâsı yoktur. (47/Muhammed, 11)

Müslümanlar, ölümün Mevlâ’ya bir kesin dönüş olduğuna inanırlar. (10/Yunus, 30. Ayrıca bak. 6/En’am, 62)

Kâfirlerin, kendilerine yakın ve yardımcı olacak bir mevlâları yoktur. Allah (cc) ise mü’minlerin dostudur. (47/Muhammed, 11)

‘Mevlâ’, kendisinden yardım umulandır. Nitekim mü’minler dualarında, “….Bizi affet, bizi bağışla, bize merhamet et. Sen bizim Mevlâmızsın (mevlânâ). Kâfirler topluluğuna karşı bize yardım et” derler. (2/Bakara, 286)

Aynı kökten gelen ‘evlâ’ ise, veli anlamına geldiği gibi en uygun, en yaraşan, dost olarak en yakın olan demektir.

“Peygamber mü’minlere öz nefislerinden ‘evlâ’dır (onların mevlâsıdır).” (33/Ahzab, 6)

Kıyame Sûresi, kırkdördüncü âyetteki ‘evlâ’yı ise, gereken şey, uygun olan şey diye ifade etmek mümkündür.

 

c-Allah’ın Veli Oluşu

‘Veli’, sözlükte, dost, yardımcı, birinin işini üstlenen, yönetici, yakınlık, bir şeyin sahibi gibi anlamlara gelir.

Allah’ın güzel isimlerinden biri de ‘el-Veliyy’dir. Bunun anlamı, yardım eden, insanların ve evrenin işlerini üzerine alan demektir. Kimileri bunu, seven ve yardım eden şeklinde açıklamışlardır. ‘Veli’ kelimesi doğrudan doğruya sevgi anlamı taşımasa bile, bu velâyetin gereği sayılır. Birine yardım etmek, onun işini üzerine almak sevgi ile yakından ilgilidir.

‘Veli’ sözlükte bazen, seven, dost anlamıyla da geçmektedir.

Allah’ın isimlerinden olan Veli, bir çok âyette ‘Nasır-yardımcı’ ismi ile beraber geçmektedir. Veli kelimesinde yardım etmek, işini üzerine almak ile Nasır-yardımcı ismi arasındaki bağlantı dikkat çekicidir. Allah (cc) hem Veli-insanların velâyetlerini üstlenendir, hem de onlara her açıdan yardım edendir. (2/Bakara, 107, 120)

Veli ismi onüç âyette Allah’a ait olarak geçmektedir. Bazı âyetlerde ise ‘size veya sana Allah’tan başka veli yoktur’ şeklinde yer almaktadır.

Bir kaç âyette ise veli isminin mürşid (yol gösteren) (18/Kehf, 10), ‘şefî’ (şefaat eden) (6/En’am, 51, 71. 32/Secde, 4), vaak (koruyucu) (13/Ra’d, 37) ve hamid (övülen) (42/Şûra, 28) sıfatlarıyla beraber geçtiğini görmekteyiz. Şüphesiz ‘veli’ kavramının bunlarla yakın ilişkisi vardır. Bunlar aynı zamanda gerçek dostun (velinin) da belirgin nitelikleridir.

Mü’minlerin velisi ve mavlâ’sı Allah’tır (cc). Allah’ın mü’minlere veli oluşunun sonuçları çeşitli şekillerde görünür.

O, kullarını gözetir, nimet verir. Dolayısıyla O hamd edilmeye layık bir veli’dir (dosttur). (42/Şura, 28).

Allah’tan başka veli aramak boştur, çünkü gerçek veli ancak O’dur. (42/Şûra, 8-9)

O, bağışlayan ve merhamet eden bir yardımcıdır (velidir). (7/A’raf, 155)

O, mü’minleri karanlıktan Nur’a (aydınlığa) çıkarır. (2/Bakara, 257)

Mülkünde, kudretinde ve yüceliğinde ortağı yoktur. (17/İsra, 111).

O yüce Veli, Kitab’ı indirendir ve O, salih kimseleri korur ve gözetir. (7/A’raf, 196)

Allah’ın veliliği diğer sıfatları gibi mutlaktır ve süreklidir. O, insan idrakinin ötesinde bir veliliğin, dostluğun ve yardımcı olmanın kaynağıdır. İnsanlara ait, aldatma, vefasızlık, hıyanet, aldırmamazlık, acımazlık gibi küçültücü sıfatlardan uzak, iman edip te kendisine ‘veli’ olan mü’minlere her türlü nimeti ve rahmeti veren, onlara izzet, mülk, muhabbet ve Hakk’ın şahitleri olma şerefini bağışlayan, sürekli affeden, kendisine karşı yapılan hata ve kusurları araştırmayan en yüce dosttur, velidir.

Hz. Musa (as), kavmi arasından seçtiği yetmiş kişiyi bir sarsıntı tutunca Rabbine, beyinsizler yüzünden kendilerini helâk etmemesini diledi, içinde bulundukları durumun bir imtihan olduğunu ve dilediğini doğra yola iletebileceğini itiraf ettikten sonra; “...Bizim mevlâmız ancak sensin. Bizi bağışla, bize merhamet et. Sen bağışlayanların en iyisisin.” şeklinde duada bulundu. (7/A’raf, 155)

Melekler Allah’a ibadet ederlerken de ‘Seni tenzih ederiz (noksanlıklardan uzak tutarız), Sen bizim Velimizsin’ derler. (34/Sebe’, 41)

Kur’an, Hz. Muhammed’in diliyle şöyle diyor:

“Benim Veli’m Kitabı indiren Allah’tır. O, salihleri dost edinir, onlara yardım eder.” (7/A’raf, 196)

Kendisine verdiği nimetlere şükreden Hz. Yusuf (as) şöyle niyaz etmişti:

“Dünyada ve Ahirette benim Veli’m Sen’sin.” (12/Yusuf, 101)

Veli olmak, veli olunan üzerinde hak ve yetki sahibi olmayı gerektirir. Velâyetin doğasında bu vardır. Yalnız bu veli edinilen üzerinde bir baskı ve hükmetme değil, aksine her açıdan onun iyiliği için çalışma, onun için gerekli yardımı yapma yetkisidir. Allah (cc) mü’minlerin velisi olarak onlara hidayet verir, onları karanlıklardan Nura (aydınlığa) çıkarır, onlara elçiler gönderir, Kitaplar indirir, yardım eder, destekler, korur, gözetir, affeder ve rahmetiyle her yönden onları kuşatır.

1-Allah (cc) müslümanların velisidir, yardımcı ve dostudur. (2/Bakara, 257. 3/Âli İmran, 68)

Mü’minler Rabblerine hakkıyla iman ettikten sonra O’nun razı olacağı salih amel işlerler. Bundan dolayı da Allah (cc) onlara veli olur. (6/En’am, 127)

2-Allah (cc) salih kimselerin velisi-dostudur. “Benim velim, Kitab’ı indiren Allah’tır. O salih insanları veli-dost edinir (onları gözetip korur).” (7/A’raf, 196)

3-Allah muttakilerin de dostudur. Dünya hayatında kendilerini Allah’a muhtaç saymayan ve O’nun Rabbliğine saygı duymayan zalimler birbirlerinin velisidirler. Onlar öyle zannetseler de aslında kulların hiç biri Allah’tan müstağni kalamaz (O’na muhtaç olmaksızın yaşayamaz). Zalimler özellikle zulüm ve günah işlerinde karşılıklı dostturlar. Buna karşın Allah (cc) kendisine karşı kulluk ve sorumluluk bilinci duyan, O’ndan hakkıyla korkup sakınan takva sahibi kullarının dostudur, velisidir. (45/Casiye, 19)

4-İnsanlar için Allah eşsiz, benzersiz ve sonsuz velidir. İnsanlar Allah’tan başka mutlak veli-dost ve yardımcı bulamazlar. (9/Tevbe, 116. 6/En’am, 70. 18/Kehf, 26. 29/Ankebût, 22)

“Allah, mü’minlerin düşmanlarını çok iyi bilir. Allah onlara veli-dost olarak da yeter, yardımcı olarak ta.” (4/Nisa, 45)

 

d-Allah Bazı Kimselere Dost Değildir.

Allah (cc) mutlak anlamda velidir, dost ve yardımcıdır. Ancak bu velâyet sınırlı bir veliliktir. Kur’an’ın haber verdiğine göre kullardan bazıları Allah’ın ‘veliliğini’ kaybederler. Onlar kendi yanlış seçimleri ve yaptıkları kötü ameller yüzünden bu ilâhî dostluğu elde edemezler.

1-Allah (cc) dalâlette olanların velisi değildir. Bazıları Allah’ın gönderdiği elçilere ve onların hak davetlerine rağmen sapıklıkta direnirler. Allah (cc) böylelerini kendi sapıklıkları ile başbaşa bırakır. Onların bir velisi de olmaz. (42/Şûra, 44. 17/İsra, 97)

2-Allah (cc) kendisine karşı kulluk etme noktasında büyüklük taslayan müstekbirlerin velisi değildir. (4/Nisa, 173. 45/Casiye, 7-10)

3-Allah (cc) kötülük yapanların, fenalıkta bulunanların dostu ve yardımcısı değildir. (4/Nisa, 123)

4-Allah’tan gelen hakkı ve dini inkâr eden kâfirler Allah’ın dostluğunu kaybederler ve lânete uğrarlar. (48/Fetih, 22. 33/Ahzab, 64-65)

5-Kendilerine hakkı batıldan ayıran bir ilim, hak bir davet geldikten sonra heva ve hevesine (tutku ve arzularına) uyanlar Allah’tan başka dost ve veli bulamazlar. (2/Bakara, 120. 13/Ra’d, 37)

6-Allah (cc), iman ni’metinden sonra inkâra sapan ve dinde iki yüzlü davranan münafıkların dostu (velisi) değildir. Onlar yeryüzünde kendileri için bir yardımcı da bulamazlar. (9/Tevbe, 74. 33/Ahzab, 17)

7-Allah (cc), inkâr ederek ya da şirk koşarak hak dinden yüz çeviren, Allah’ın indirdikleriyle hükmetmeyen ve yeryüzünde haksızlık yapan zalimlerin velisi değildir. Zalimler ancak birbirlerinin velisi-dostudurlar. (42/Şûra, 8. 11/Hûd, 20)

Allah (cc) zalimlere meyledenlere, onları onaylayan, ya da destek olanlara da dostluk göstermez.

“Sakın zulmedenlere en ufak bir meyil duymayın, sonra size ateş dokunur. Sizin Allah’tan başka velileriniz yoktur. Sonra (Allah tarafından da) size yardım edilmez.” (11/Hûd, 113)

 

e-Veliliği Gerekli Olanlar

Müslümanlar Allah’ı, O’nun elçisini ve mü’minleri veli-dost olarak bilmek zorundadırlar. Allah’ı, Peygamberi ve mü’minleri veli edinenler ‘hizbullah-Allah taraftarı’ ünvanını kazanırlar ve onlar şüphesiz batıl taraftarlarına karşı üstün gelirler.

‘Velâyet’ gerçeğini anlamış olan iman sahibi kimse, gerçek ve değişmez ‘veli’ olarak Allah’ı tanır. (3/Âli İmran, 68) Bu şuura eren bir mü’min, Allah’ın dışındaki kimselerle kuracağı dostlukta hareket noktası Allah’a ait velilik ölçüsüdür. Yani o, Allah’a veli olanlara velilik bağını kurar, ama Allah’ın düşmanlarına veli gözü ile bakamaz.

Kur’an, mü’minlerin dostlarını (velilerini) şöyle açıklıyor:

“Sizin veliniz, ancak Allah, (O’nun) Rasûlü, rukû’ ediciler olarak namaz kılan ve zekâtı veren mü’minlerdir.” (5/Maide, 55)

‘Velâyet’ her şeyden önce bir iman, duygu ve birbirine destek olma beraberliğidir. Bundan dolayı bütün müslümanlar karşılıklı veli olmak durumundadırlar. Bunun ilk örneğini sahabe toplumunda görüyoruz. İman edip Allah için hicret eden Muhacirler ile onlara yardım eden Ensar birbirlerinin velisidirler. (8/Enfal, 72)

“Mümin erkekler ve mü’min kadınlar, birbirlerinin velisidirler. İyiliği (ma’ruf’u) emrederler, kötülükten (münker’den) alıkorlar, namazı kılarlar, zekâtı verirler, Allah’a ve Rasûlüne itaat ederler. İşte Allah onlara rahmet edecektir. Allah daima Aziz’dir (üstündür), Hakim’dir (hüküm ve hikmet sahibidir).” (9/Tevbe, 71)

Müslümanlar nerede olurlarsa olsunlar, İslâmı ihlasla yaşıyan takva sahibi müminlerle veli-dost olmak zorundadırlar. Bu tavır imanın gereğidir.

 

f-Veli Edinilmesi Helâl Olmayanlar

Allah’ı bırakıp, ya da O’nun yanında özellikle kendisine kulluk yapma anlamında veliler (putlar) bulmak caiz değildir. Böyle yapanlar Allah’a şirk koşmuş olurlar. Allah’tan başkalarını veli (dost-yardımcı) tutanların hali örümceğin yuvasının durumuna benzer. Örümceğin yuvası hem çok zayıftır hem de emniyetli değildir. (29/Ankebût, 41)

Müslümanlar da insanlardan bazılarını veli (dost-yardımcı) edinemezler. Çünkü Rabbimiz müslümanlarla diğer insanlar arasında olması gereken velâyetin sınırlarını çiziyor, mü’minlere kimden fayda, kimden de zarar geleceğini haber veriyor.

1-Kur’an, İslâma karşı mücadele eden ve müslümanlara düşmanlık besleyen kitap ehlinin veli-dost ve sırdaş edinilmesini yasaklıyor. (5/Maide, 80-82)

“Ey iman edenler! Sizden önce kendilerine kitap verilenlerden dininizi alay ve oyun (konusu) edinenleri ve kâfirleri veli olarak tutmayın. Ve eğer inanıyorsanız, Allah’tan ittika edin (korkup-sakının).” (5/Maide, 57)

“Ey iman edenler! Yahudileri ve hıristiyanları veli edinmeyin, onlar birbirlerinin velileridir. Sizden kim onları veli edinirse o da onlardandır….” (5/Maide, 51)

Şüphesiz ki bu velilik yasağı müslümanlara saldıranlarla ilgilidir. Müslümanlara saldırmayan, ya da anlaşmalı olan kitap ehli ile normal hayat ilişkileri devam ettirilir.

2-Müslümanlar, kendi din kardeşlerini bırakıp Kur’an’ın kâfir dediği kimseleri veli-dost edinemezler. (3/Âli İmran, 28. 18/Kehf, 102. v.d.) Hatta mü’minler, küfrü imana tercih eden, İslâmdan yüz çeviren anne-babaları bile olsa onları veli edinemezler. (9/Tevbe, 23)

“Ey iman edenler! Mü’minleri bırakıp kâfirleri veliler edinmeyin. Kendi aleyhinize Allah’a apaçık olan kesin bir delil vermek ister misiniz?” (4/Nisa, 144)

3-Kur’an, Şeytanın da veli edinilmesini yasaklıyor. Onu veli edinen şüphesiz büyük zarara uğrar. (4/Nisa, 119) Onu veli edinenler Kıyamet gününde ondan başka veli (yardımcı) bulamazlar. (16/Nahl, 63) Şeytan ancak iman etmeyenlerin velisidir. (7/A’raf, 27) Üstelik onlar kendi velilerine (dostlarına) mü’minlerle mücadele etsinler diye telkinde bulunurlar. Mü’minler, şeytanların dostlarına itaat ederlerse müşriklerden olurlar. (6/En’am, 121)

4-Hiç bir faydası ve zararı olmayan putları veli haline getiren müşrikler büyük bir yanılgı içerisindedirler. (13/Ra’d, 16) Putları veli edinenler, onların şefaatlarını, yardımlarını ve desteklerini beklerler. (22/Hacc, 13. 39/Zümer, 3)

Putlardan ilâhî yardım, destek ve sevgi, yakınlık ve iyilik beklemek, onları tanrı haline getirmenin göstergesidir. Allah’a (cc) ‘veli’ denilmesi, tıpkı O’na ‘Rabb’ denilmesi gibidir. Çünkü ilâhî yardım, destek, dostluk, yakınlık ancak O’ndan gelir, O, bütün insanların işlerinin velisidir. Bu anlamda velâyet hakkı O’nundur.

5-Tapınılmak için uydurulan tanrılar, ya da kendini tanrı yerine koyan, Allah’ın hükümleri yerine kendi hükümlerini uygulayan tağutlara veli-dost gözüyle bakılamaz.

Kur’an şöyle buyuruyor:

“Allah, mü’minlerin velisidir (dostu ve yardımcısıdır). Onları karanlıklardan Nura çıkarır. Küfredenlerin velileri ise tağut’tur. O da onları Nur’dan karanlıklara çıkarır. İşte onlar ateşin (Cehennemin) arkadaşıdırlar, orada devamlı kalıcıdırlar.” (2/Bakara, 257)

6-Allah’ın gazap ettiği topluluklarla da velâyet bağı kurulamaz. Çünkü onlar yaptıkları büyük hatalarla yoldan çıkmışlardır ve Allah’ın gazabını hak etmişlerdir. (6/Mümtehine, 13. 58/Mücadile, 14-15)

7-Müslümanların düşmanı oldukları gibi Allah’ın ve O’nun dininin de düşmanı olan müşrik kimselere veli olunmaz. Allah rızası için yola çıkmış mü’minler, haktan ayrılmış bu gibilere veli gözüyle bakamazlar. (60/Mümtehine, 1-2)

8-Dinde iki yüzlü davranan münafıklar da müslümanlara veli olamazlar. Mü’minler, çevrelerinde münafıkların zararlı faaliyetlerini gördükleri, onların müslümanları aldatıp çıkar sağladıklarını bildikleri halde onları veli-dost edinemezler. Toplumun velâyetini-yönetim yetkisini bu iki dinli kimselere emanet edemezler. (4/Nisa, 88-91)

 

g-Velâyetin Siyasî Görüntüleri

Görülüyor ki Kur’an, veliliği kan ve soy bağına değil, iman bağına bağlıyor. Yakın ve uzak akrabayla kurulacak olan iman ve velâyet bağı, onlar arasındaki dostluğu ve sevgiyi daha artıracaktır.

İslâm, mü’minleri hangi renkten, hangi ülkeden ve hangi soydan olurlarsa olsunlar, veli ilan ediyor. Onların birbirleri üzerinde ‘velâyet’ hakları vardır. Onlar bu hakkını bir iman borcu olarak almaktadırlar.

Bilindiği gibi mutlak ‘velâyet’ yetkisi Allah’a aittir. O’nun Rasûlü Muhammed (as) de mü’minlere kendi nefislerinden daha evlâ’dır, dostluk ve yardım bakımından daha yakındır. Peygamberimiz (sav), bütün mü’minlerin öncelikli velisidir. O, mü’minler üzerindeki bu velâyet hakkını, peygamberlik görevini yerine getirerek, mü’minleri irşad ederek onlara doğru yolu göstererek kullanır.

Birbirlerinin velisi olan mü’minlerin de birbirleri üzerinde ‘velâyet’ hakları bulunmaktadır. Onlar bunu birbirlerine hakkı ve sabrı tavsiye ederek, ma’rufu emrederek, münkerden alıkoyarak, birbirlerine yardım ederek, dostluğu ve sevgiyi birbirlerine göstererek, haklarını koruyarak, velâyet yani yönetim makamına mü’min olanlardan başkasını geçirmeyerek, mü’minler aleyhine inkârcılara ve bozgunculara destek olmayarak kullanırlar. (9/Tevbe, 71)

Bu âyet ile kâfirler ve ehl-i kitapla velâyeti yasaklayan âyet yanyana düşünüldüğü zaman ‘velâyet’ kavramı ‘dostluk, koruma ve yardım’ anlamlarından, ‘temsil ve yönetme yetkisi’ anlamlarına doğru genişler. Bu anlamda velâyet ‘kamu velâyeti’dir, yani toplumun yönetimi için birine yetki vermedir. Mü’minler, bu velâyeti-yönetim yetkisini iman edip salih amel işleyen kimselere verirler. Müslümanlar adına tasarrufta bulunma yetkisi iman eden ve imanın getirdiği ilkelere her alanda uyan, kararları ve icraatlarıyla İslâma bağlılıklarını isbat etmiş kişilerde olmalıdır. (V. Akyüz, K. Siyasî Kavramlar, s: 77)

Şüphesiz küfredenler, inanmamakta direnenler ve İslâma karşı her araca başvurarak mücadele edenler de birbirlerinin velileridir. (9/Tevbe, 73) Onlar, her türlü günah işinde birbirlerine destek olurlar, yardım ederler.

Dünyada iken Allah’tan başkasını veli edinenler, hem dünyada hem de Kıyamette bir veli ve yardımcı bulamayacaklardır. (4/Nisa, 173. 18/Kehf, 17. 33/Ahzab, 65)

İslâmi yönetim sisteminde ‘ulu’l emr’in diğer adı ‘veliyyü’l emr’dir. İşin velisi anlamındaki bu deyim, oldukça anlamlıdır. Mü’minlerin din ve dünya işlerinin emanetini yüklenen emir sahipleri, onların velâyetini almış, onların velileri durumuna gelmiş kişilerdir. Bu velâyet hakkının da gerçek Veli olan Allah’ın hükümlerinin uygulanmasıyla elde edileceği açıktır. İman etmeyen, müslümanların gittiği yoldan gitmeyenlere bu işleri yapma veliliği (veliyyü’l emr emaneti) verilmez.

Görüldüğü gibi ‘veli’ kavramı, Allah, peygamber, melek, mü’minler hakkında kullanıldığı gibi, şeytan inkârcılar ve münafıklar hakkında da kullanılmaktadır. Bütün kullanılışlardaki ortak nokta; yardım, dostluk, yakınlaşma, işini üstlenme, idaresini başkasına verme anlamlarıdır.

Velâyet, bu anlamda kullanıldığı gibi, İslâm kültüründe daha farklı bir manaya da sahiptir. Velâyet, bir yönüyle siyâsî bir kavramdır ve yönetimle ilgilidir. Kelime anlamıyla aile içinde babanın veli oluşunu, müslümanların din ve dünya işlerini emanet ettikleri yetki ve hak sahibini işaret ediyor. Mü’minler, bu velâyet hakkını kendilerinden olmayan kimselere veremezler. Yukarıda geçtiği gibi inkârcılar, bozguncu müfsitler, haddi aşanlar, münafıklar, şeytanın dostları ve tağutlar mü’minlerin velisi değildirler.

Öyleyse onlar da kendilerine asla veli olmayacak bu gibi kimselere dinî hayatlarını ve yönetim yetkilerini bırakamazlar.

Şunu da hatırlatmak gerekir ki, mü’minlerin dışındaki insanların veli-dost edinilmemesi asla kötü muamele, hak ihlali ve sürekli kavga değildir. Bilakis dinimiz bütün insanlara iyi muamele etmeyi emrediyor. Ancak velâyet bağı iman ile oluşan bir bağdır. Mü’minler inkârcılar ile bir arada yaşayabilirler ama, işlerini onlara emanet etmemeleri, onları sırdaş ve veli edinmeleri gerekir.

 

h-Evliyau’llah-Allah’ın Velileri Kimlerdir?

Veli’nin çoğulu ‘evliya’dır.

Halk arasında veli veya evliya denilince yukarıda anlatılanlar pek akla gelmez. Kafalarda biraz daha özel bir insan grubu şekillenir. Bir taraftan evliya göklere uçurulur, onlara karada ve denizde, yerde ve gökte Allah’a ait nice görevler havale edilir; fakat böyle bir anlayıştaki yanlışlıklar düşünülmez. Buna karşın Kur’an’ın şiddetli yasaklamasına rağmen kimileri inkârcıları, zalimleri veya tağutları veli-dost ve sırdaş edinir. Böylelerine toplumun velâyet-yönetim yetkisini seve seve verir. Hatta onların müslümanların aleyhlerine olan düşmanlıklarına ortak olur. Bazıları da Kur’an’a göre velâyeti caiz olmayan kimselerin, ülkelerinde, İslâm karşıtı uygulamalarına ses çıkarmazlar, onların siyesetlerinden memnun kalırlar. Onların zulümlerine destek olur ve bunun ne anlama geldiğini hiç akıllarına getirmezler.

Bir çokları ömürlerini aslı astarı olmayan veli-evliya menkibeleriyle (hikayeleriyle) tüketirken, müslümanların velâyetini gasbedenlerin İslâm âlemini ne hale getirdiklerini, müslümanlara nasıl davrandıklarını hiç düşünmezler.

Yanlış veli-evliya düşüncesi sebebiyle niceleri Tevhid dininin dışına çıkarlar da farkında bile olmazlar. Bu konuyu Kur’an’ın ve sünnetin çerçevesi dışında değerlendirenler, özel bir statü verdikleri evliya’da olağanüstü güçler ve yetkiler görürler. Onların peşine takılır, bir dediklerini iki etmezler. Ağızlarından, ya da kalemlerinden çıkan sözleri doğru mu yanlış mı demeden benimserler. Evliya dedikleri kimselerde illa da tabiatüstü bir güç ve kerâmet görmek isterler. Göremeyince de kendileri uydururlar. Ya da önceden uydurulmuş malzemeyi evliya bildikleri için kullanırlar.

Her konuda olduğu gibi bu konuda da şaşmaz ölçü Kur’an’dır.

Öyleyse veli veya evliya kimdir, özellikleri nelerdir?

“Haberiniz olsun; Allah’ın velileri (evliyau’llah), onlar için korku yoktur, onlar mahzun da olacak değillerdir.” (10/Yunus, 62)

Onlar Allah’tan hakkıyla korkup-çekindikleri için, onlara dünyada ve Ahirette korku yoktur. Onların ilerisi güzel olduğu için geçmişle ilgili hüzünleri (üzüntüleri) kalmamıştır. Hesapları sebebiyle korkmayacaklar ve hesaplarının kötü olmaması sebebiyle de üzülmeyecekler.

Bu müjdeye kavuşacak olan ‘evliya’ kimdir?

Cevabı bu âyeti takip eden ikinci âyet veriyor:

“Onlar iman edenler ve (Allah’tan) korkup-sakınanlardır. Müjde, dünya hayatında ve ahirette onlarındır. Allah’ın sözleri için değişiklik yoktur. İşte büyük kurtuluş budur.” (10/Yunus, 63-64)

Ölçü, iman ve takva. Kim hakkıyla iman eder, imanını şirk veya riya gibi şeylere bulaştırmazsa ve arkasından da Kur’an’ın tanımladığı takvaya ulaşırsa, işte böyleleri Allah’ın velileridir.

Yukarıda geçtiği gibi Kur’an ‘veli’ kelimesini hem olumlu hem de olumsuz anlamda kullanmaktadır. Şeytanın velisi olabildiği gibi, putların da velisi olabilir. İnkârcılar ve zalimler her bakımdan birbirlerinin velisidirler. Buna karşın Allah (cc) mü’minlerin velisi-dostu ve yardımcısıdırlar. O müslümanların kendi aralarında da velâyet ilişkisinin olmasını emrediyor. Bunun yanında Rabbimiz (cc) iman edip takva sahibi olan kullarını kendine ‘veliler-evliyau’llah’ olarak seçiyor. Demek ki mü’minler için sıradan bir veli olmak değil; Allah’ın velileri’nden-evliyaullah’tan olmak önemlidir.

Mü’min zaten İslâma bütün benliği ile iman edendir. Buna bağlı olarak bütün mü’minler de takva üzere yaşamak zorundadırlar. İman takvayı gerektirir. Takvasız mü’min olunamayacağına göre, Allah’ın razı olduğu bütün mü’minler evliya’dır, Allah’ın velisidir. Allah (cc) da onların mevlâ’sıdır.

Yukarıda mü’minlerin hepsinin birbirlerinin velisi olduğu geçmişti. Elbette mü’min deyince akla, Allah’tan hakkıyla korkup-çekinen teslim olmuş müslüman gelir.

Peygamberimizden gelen bir rivayet konuyu daha anlaşılır bir şekilde açıklıyor.

Peygamberimize Allah’ın velileri kimlerdir diye sorulmuş, O da şöyle buyurmuştur:

“Onlar öyle kimselerdir ki, görüldükleri zaman Allah hatırlanır, zikredilir.” (Dürrü’l Mensur, 4/370. nak. Elmalılı, 4/495)

Hz. Ömer (ra)den rivayet edilen bir hadiste de, kendileri şehid veya nebi olmadıkları halde nebilerin ve şehidlerin gıpta ettiği, aralarında ticaret ve akrabalık olmadığı halde birbirlerini Allah için seven kimselerden bahsedilmektedir. (Müstedrek, 4/170. nak. Elmalılı, 4/495)

Evliyau’llah (Allah’ın veli kulları), Allah (cc) için severek birbirlerine dost, yârân, ahbab olurlar. (Ebu Davud, Sünne/2, Hadis no: 4596, 4/197) Ya da onlar Allah (cc) uğruna, O’nun adıyla, O’nun celâli için birbirlerini severler. Bu sevgi ile beraber birbirlerine ilgi gösterirler. (Müslim, Birr/38, Hadis no: 2567, 4/1988. Darimî, Rekâik/44, Hadis no: 2760, 2/221. A. b. Hanbel, 2/237, 328, 338, 370, 533, 53 3/87, 4/128, 386. Tirmizî, Zühd/53. nak. Elmalılı, 4/495)

Takva sahibi mü’minler, Hakk’ın canlı şahitleridir. Onlar, İslâmın güzelliklerini pratik hayatlarında gösterirler. Onlar İslâmı öylesine güzel yaşarlar ki, onlara bakıldığı zaman Rabbimizin ve O’nun verdiği nimetlerin hatırlanmaması mümkün değildir.

İşte Allah’ın veli kulları, muttaki mü’minlerdir.

Bu gibi mü’minler özel bir sınıf değillerdir. Bu velilik sıfatını onlar iman ettikleri ve uydukları Kur’an’dan alırlar. Ne peşlerine gelenlerden, ne de yukarılarda olduğu zannedilen ve olağanüstü kişilikli düşünülen kimselerden.

Bilindiği gibi İslâmda ruhbanlık ve özel bir sınıf statüsü yoktur. Herkes Allah’ın önünde eşittir ve herkes Rabbine kulluk yapmakla yükümlüdür. Kimsenin Allah katında bir imtiyazı (ayrıcalığı) yoktur. Üstünlük, derece ve sevap kazanma ölçüsü yalnızca takvadır. Kimin takvalı olduğunu da yalnızca Allah bilir.

Allah’ı razı etmeye çalışan kullara Allah’ın çok çok iyilik yaptığını, ona çok hayırlar verdiğini, onu görünmez yerden ni’metlerle desteklediğini, mü’min topluluklarla çeşitli yardımları ulaştırdığını Kur’an haber vermektedir.

Kerâmet maddesinde geçtiği gibi, Rabbimiz, bazı kullarına özel ikramda bulunabilir. Kul hesap etmediği yerden yardım almış olabilir. Mü’minler zaten kerem sahibi insanlardır ama Allah (cc) dilerse onlara daha fazla keramette bulunabilir. (Bakınız: Kerâmet)

Kerâmet, veli olmanın şartı değildir. Ancak Allah (cc) dilediği kuluna dilediği ni’meti değişik şekillerde ulaştırır.

Tekrar edelim ki veli olmanın, yani ‘evliyau’llah’tan olmanın şartı iman ve takvadır. Veli olmak evliya sayılmak için başka törenlere, şartlara, uzun boylu açıklamalara, tarikat silsilelerine, başkaları tarafından verilecek ünvanlara ihtiyaç yoktur.

Kur’an kimin veli olduğunu açık açık anlatıyor.

Son olarak şunu da ilave edelim: Allah (cc) bütün muttakilerin velisidir, zalimler ise ancak kendileri gibi zalim ve inkârcılara veli olabilirler. Şüphesiz ki korkmadan günaha dalan ve şirk koşarak Allah’tan uzaklaşan kimseler zalimdirler. (45/Casiye, 19)

 

Hüseyin K. Ece

İslamın Temel Kavramları kitabından. Sayfa: 763-772