Kavram olarak ‘zikir’; Allah’ı anmak üzere yapılması veya söylenmesi tavsiye edilen, hamd, dua, ibadet ve övgü gibi fiiller ve sözlerdir.

‘Zikir’, aslında kalbin, anılan kimseye dikkat kesilmesi ve ona karşı uyanık olmasıdır. Bunu dil ile ifade etmeye zikir denilmesinin sebebi, kalpteki zikre (hatırlamaya) işaret etmesindendir.

Bazılarına göre ‘zikir’, insana sevap kazandıran her türlü amelin genel adıdır.

‘Zikir’, Allah’a itaattir. O’na itaat etmeyen kişi, diliyle ne kadar tesbih etsin veya Tevhid Kelimesini söylerse söylesin, gerçek zikri yapmamış olur.

Zikir ve türevleri, fiil ve isim olarak Kur’an’da çok sık geçen kelimelerden biridir. Kur’an bu kavramı Allah’ın insanlara ‘Hakkı, görevlerini ve hesabı’ hatırlatması, Kur’an ile hatırlatma, kulların Allah’ı her türlü ibadetle hatırlamaları, uyarı, şeref ve üstünlük gibi anlamlarda kullanmaktadır.

Bu kullanılışların bir kısmına işaret ettikten sonra, genel olarak ‘zikir’ kavramından anlaşılanları kısaca açıklamaya çalışacağız .

 

b-Zikir Kavramı ve Türevleri

Tekrar hatırlatalım ki zikir; bir şeyin dilde veya kalpte hazır olması, o şeyin söz ile veya kalpte hatırlanmasıdır. Bu hatırlama iki şekilde olabilir:

Birincisi, unuttuktan sonra olan bir hatırlamadır ki, bu her insanda her zaman olan bir şeydir.

İkincisi, akılda tutulan, öğrenilen ve zaten kalbe yerleşen şeyin hatırlanmasıdır ki, kişi hiç unutmadığı bu gibi şeyleri dil ile söylediği zaman onu zikretmiş, dile getirmiş olur.

“Andolsun, size, (bütün durumlarınızı kapsayan) zikrinizin içinde olduğu bir Kitap indirdik. Yine de akıllanmayacak mısınız?” (21/Enbiya, 10) âyetinde bu anlamları bulmak mümkündür.

Kur’an, kendisine ‘zikir’ demektedir ki, O, baştan başa bir öğüttür, hatırlatmadır, insanlarla ilgili her şeyi açıklayan bir ilâhi bildiridir. O, aynı zamanda sürekli Allah’ı hatırlatan âyetlerden meydana gelmektedir.

“Bu, bizim O’na indirdiğimiz mübarek bir ‘Zikir’dir. Şu halde onu inkâr edecek olanlar siz misiniz?” (21/Enbiya, 50)

“Hiç şüphesiz Zikr’i (Kur’an’ı) biz indirdik biz; onun koruyucuları da gerçekten biziz.” (15/Hıcr, 9)

Sâd Sûresinin ikinci âyetinde geçen ‘zikr’in bir kaç anlamda kullanılma ihtimali bulunmaktadır:

“Sâd. Zikir dolu Kur’an’a andolsun.” (38/Sad, 1-2)

Zikir dolu, zikir sahibi Kur’an; şeref ve şan sahibidir. En yüce şeref ona aittir. Nitekim bir başka âyette buna işaret edilmektedir:

“Gerçekten O Kur’an, hem senin için, hem de kavmin için bir zikirdir (şereftir)” (43/Zuhruf, 44)

Buradaki zikir ikinci olarak; anmak, hatırlatmak, şeriat ve hükümleri, va’ad (Allah’ın verdiği söz) ve tehditler, geçmiş ümmetlerin kıssalarından alınacak ders ve ibretler anlamında kullanılmaktadır.

Üçüncü olarak, dinde ihtiyaç olan şeyleri hatırlatma, yani şerefli ve değeri yüce dini öğreten, ibret dersi veren Kur’an manasında gelmiş olabilir. (Doğruyu ancak Allah (cc) bilir)

‘Zikir’, bir âyette Peygamberimizin bir özelliği olarak kullanılmaktadır. Tıpkı Hz.İsa (as)’ya ‘Allah’ın Kelimesi’ denilmesi gibi. Hz. Muhammed (sav), Allah’ın elçisidir, ama hatırlatan, uyaran veya şerefi yüce bir elçidir.

“Allah, onlar için şiddetli bir azap hazırlamıştır; öyleyse ey iman etmekte olan temiz akıl sahipleri! Allah’tan korkup-sakının. Doğrusu Allah, sizin için bir zikir (hatırlatan) indirmiştir.” (65/Talak, 10) Bazı tefsirciler bu âyetteki zikr’in Kur’an olduğunu, bazıları ise kelimenin burada ‘uyarı’ anlamına geldiğini söylemişlerdir . (Muh. İbni Kesir, 3/518. Tefhimu’l Kur’an, 6/384)

Kur’an’ın ‘Zikir ehli’ (ehlu’z zikr) dediği insanların kim olduğu konusunda da farklı görüşler bulunmaktadır. Bu kavramın geçtiği âyet şöyle:

“Biz senden önce kendilerine vahyettiğimiz erkeklerden başka (resûl) göndermedik. Eğer bilmiyorsanız, zikir ehline sorun.” (16/Nahl, 43)

Bazılarına göre ‘zikir ehli’, Allah’ın daha önceden gönderdiği kitaplardır. Çünkü onlar da peygamberlerden ve onlarla beraber gelen vahy’den bahsediyorlar, onları hatırlatıyorlardı. Kimilerine göre, kitap ehli kimselerdir. Çünkü onlar da peygamberleri ve görevlerini biliyorlar. Kimilerine göre de, kendilerine tebliğ edildiği zaman daha önceden iman etmiş mü’minlerdir. Eğer müşrikler, Kur’an’da ve Peygamberin davetinden şüphe ediyorlarsa, daha önce bu daveti anlamış ve iman etmiş kimselere sorsunlar. Çünkü onlar ‘zikr’i anlayan, ne olduğunu bilen kimselerdir. (el-Keşşâf, 2/584. Muh. İbni Kesir, 2/332. Fi-Zilali’l Kur’an, 4/2173)

Bir âyette ‘zikr’in, unutmadan sonra hatırlama anlamına geldiğini görüyoruz . Daha önce bilinen bir şey unutulduktan sonra, hatırlanıyor ve bu hatırlama dil ile ifade ediliyor. (18/Kehf, 63)

Kalb ve dil ile zikrin beraber ifade edildiği âyetler de bulunmaktdır. Şu örnekte olduğu gibi:

“(Hacc) ibadetinizi bitirdiğinizde, artık (cahiliye döneminde) atalarınızı andığınız (zikrettiğiniz) gibi hatta daha kuvvetli bir anma ile Allah’ı anın (zikredin)…” (2/Bakara, 200)

Buradaki zikir, hem kalb ile Allah’ı hatırlamaktır, hem de Hacc esnasında veya hacc bitiminde çeşitli dua ve zikir sözleri okuyup dil ile Allah’ı anmaktır. (Ayrıca: 2/Bakara, 198, 203, 239. 4/Nisa, 103)

Aynı kökten gelen ‘mezkûr’, zikredilen, anılan şey demektir.

“Gerçek şu ki, insanın üzerinden, daha kendisi anılmaya değer (mezkûr) bir şey değilken, uzun zamanlardan bir süre gelip- geçti.” (76/İnsan, 1) Yani insan, Allah’ın ilminde var iken, bizzat kendisi henüz mevcut değildi, henüz ortalıkta yoktu.

Bu gerçeğe değinen başka âyetleri de görmekteyiz. (19/Meryem, 67. 36/Yâsin, 79. 10/Yunus, 4, 34. v.d.)

Yine aynı kökten gelen ‘zikrâ’, çok zikir, yoğun zikir demektir ki bu, ‘zikir’ kavramından daha geniş bir manayı kapsamaktadır.

“Korkup-sakınanlar üzerinde onların (âyetlerle alay edenlerin ) hesabından herhangi bir şey (sorumluluk) yoktur. Ancak (bu) bir yoğun hatırlatmadır (zikrâ’dır). Umulur ki korkup- sakınırlar.” (6/En’am, 69)

“Gündüzün iki tarafında ve gecenin (gündüze) yakın saatlerinde namaz kıl. Şüphesiz iyilikler (hasenat), kötülükleri (seyyiatı) giderir. Bu, öğüt alanlara yoğun bir hatırlatmadır (zikrâ’dır).” (11/Hûd, 114 Ayrıca bak. 6/En’am, 90. 7/A’raf, 2. 21/Enbiya, 84. 29/Ankebût, 51. v.d.)

‘Zikir’ kökünden gelen bir başka kelime de ‘tezkire’dir. Tezkire; hatırlatma, öğüt, hatırlatan şey demektir. (Tezkire; belli bir meslek mensuplarının biyoğrafilerinin anlatıldığı kitaplara da denilmektedir. Türkçede ‘tezkere’ şeklindeki söyleyiş; rapor, izin belgesi, askerlik görevinin bittiğini gösteren belge anlamında kullanılmaktadır.)

Kur’an, ‘tezkirâ’ kelimesini bir hatırlatma, bir uyarma olarak kullanmaktadır.

“Hayır; O (Kur’an) bir tezkirâ’dır (bir hatırlatma, bir öğüttür). Artık dileyen, onu düşünüp-öğüt alsın.” (80/Abese, 1-12 Ayrıca bak. 20/Tâhâ, 3. 5/Vakıa, 73. 69/Hakka, 12, 48.73/Müzemmil, 19. 74/Müddessir, 49, 54)

‘Zikir’ kökünden gelen ‘zeker’, ‘müzekker’, ‘zükûr’ kelimeleri ise, dişinin karşıtı olarak erkekliği ifade ederler.

Aynı kökten gelen bir başka kelime ise ‘tezekkür’dür. Bu da düşünüp- öğüt almak, ibret almak demektir. Kur’an bazı şeyleri hatırlattıktan sonra ‘düşünmez misiniz, ibret almaz mısınız?’ diye soruyor. (6/En’am, 152 . 7/A’raf, 3, 57 . 11/Hûd, 24 ,30. 24/Nûr, 1, 20)

Kur’an, ‘zikir’ kelimesini çeşitli formlarda kullanıyor. Peygamberimize, mü’minlere, ehl-i kitaba, İsrailoğullarına, sahabelere, kendilerine elçi gönderilmiş topluluklara; ‘hatırlat’, ‘hatırlayın’, ‘aklınıza getirin’, ‘an’, ‘anın’ şeklinde hitap etmektedir.

Bu kullanılışlara ait bir kaç örnek görelim:

“Ahireti arzu edenler ve Allah’ı zikredenler için, Hz. Muhammed’de en güzel örnek vardır. (33/Ahzab, 21)

“Kur’an’da Allah’ın bir olduğunu zikrettiğin (andığın veya hatırlattığın) zaman, kâfirlerin gerisin geriye kaçtıklarını görürsün. (17/İsra, 47)

Bazı hayvanların, insanın emrine verilmesinin sebebi; insanların Allah’ı ni’met veren olarak hatırlamalarıdır (zikretmeleridir). (43/Zuhruf, 13) Müşrikler boğazladıkları hayvanların üzerine Allah’ın adını anmazlar (zikretmezler). (6/En’am, 138) Halbuki mü’minler avladıkları ve boğazladıkları hayvanların üzerine Allah’ın adını anarlar (zikrederler). (5/Maide, 4. 22/Hacc, 28, 34, 36. 6/En’am, 118, 119, 121)

Rabbimiz (cc) Peygamberimize, Hz. Meryem’i, İbrahim’i, Musa’yı, Ismail’i, İdris’i (as) anmasını veya onları mü’minlere hatırlatmasını söylüyor. (19/Meryem, 16 ,41, 51, 54, 56)

Yine Peygamberimize ‘Hz.Davud’u, Eyyûb’u, İshak’ı,Yakub’u, Elyesa’a’yı, Zülkifl’i (38/Sâd, 17,41,45,48) ve Hûd’u da (46/Ahkaf, 31) hatırlat’ buyuruyor.

Yine İsrailoğullarına bir çok yerde; “Allah’ın size verdiği nimetleri ve size verdiği makamları hatırlayın” demektedir. (2/Bakara, 40, 47, 122. 5/Maide, 20. 8/Enfal, 45)

Kur’an, mü’minlere de sürekli bir şekilde Allah’ın nimetlerini hatırlamalarını söylüyor. (2/Bakara, 231. 3/Âli İmran, 103. 5/Maide, 7, 11) Kur’an, ayrıca bütün insanlara Allah’ın kendilerine verdiği nimetleri hatırlamalarını haber veriyor. (35/Fatır, 3)

 

c-Zikrin Mü’minlere Emredilmesi

Rabbimiz (cc), mü’minlere kendisini sürekli olarak zikretmelerini emrediyor. Zikretme emri bazen şükürle, bazen verilen nimetleri hatırlatma ile, bazen namazla, bazen diğer ibadetlerle, bazen verilen zaferle birlikte gelmektedir. Kur’an’da zikredenler övülürken, zikirden yüz çevirenler kınanmaktadır .

Şu âyet oldukça dikkat çekicidir:

“Kim de benim ‘zikr’imden yüz çevirirse, artık onun için sıkıntılı bir geçim vardır ve biz onu Kıyamet günü kör olarak haşredeceğiz (mahşere getireceğiz)” (20/Tâhâ, 124)

Bu âyetten bir önceki âyette, ilk insanın Cennetten çıkarılışı hatırlatılıp, Allah’ın gönderdiği hidayete uyanların dünya hayatında şaşırmayacakları haber veriliyor. Bu âyette geçen ‘Zikr’, insanı hidayete götüren vahy, vahyle gelen ilâhî kitaplar ve peygamberlere bildirilen şeyler veya son vahy olan Kur’an, ya da bizzat Allah’ı anmak anlamlarına gelebilir. (Muh. İbni Kesir, 2/497. Ebu’s Suud, Tefsir, 3/496)

Allah’ın Zikr’inden kim yüz çevirirse onun hakkı dar bir geçimdir, sıkıntılı bir hayattır, mutsuz bir yaşantıdır.

Mü’minler, inandıkları, her an tesbih ettikleri ve önünde kulluk yaptıkları Rablerini hiç bir zaman unutmazlar. O Rabbe karşı duydukları sevgi ve takva duygusu sürekli onların içindedir. Onlar devamlı bir şekilde Allah’ı zikrederler. Bu zikir (anma) hiç bir zaman unutulan şeyin tekrar akla getirilmesi değil, bilakis; sürekli kalpte ve benlikte olan Allah’ın varlığını tekrar hatırlamak, O’nun ni’met verici olduğunu itiraf etmek, O’nun büyüklüğünü ve yüceliğini dile getirmek ve ibadeti yalnızca O’na yaptığını ortaya koymaktır.

Mü’min, evrenin her köşesine yerleşmiş olan sayısız âyetleri gördükçe, onlardan haberdar oldukça, Kur’an’daki âyetleri okudukça, Rabbini tekrar hatırlar. Onun kalbi ve organları Allah’ı anmaktan hiç uzak kalmaz. Ancak onu Allah’a götürecek bir sebep gördüğü zaman, imanı artar, Allah’ın ve O’nun uluhiyyetini (ilâhlığını) tekrar aklına getirir. Fakat bu hatırlayış, yalnızca zihinde bir beliriş veya dilde bir söz halinde olmaz. Bu hatırlayış, bu anma (zikir), bedeni kaplar, organlarda amel olarak ortaya çıkar.

“Mü’minler ancak o kimselerdir ki, Allah anıldığı (zikredildiği) zaman yürekleri ürperir, O’nun âyetleri okunduğu zaman (bu onların) imanlarını artırır ve yalnızca Rablerine tevekkül ederler.” (8/Enfal, 2, ayrıca bak. 22/Hacc, 35)

Bir başka âyette ise, Allah’ın adı anıldığı zaman mü’minlerin secdeye kapandıkları haber veriliyor. (32/Secde, 15)

Mu’minlere Allah’ın âyetleri hatırlatıldığı (zikredildiği) zaman, onların kalbleri bu âyetlere karşı kör ve sağır olmaz. (25/Furkan, 73) Halbuki inkârcılar, kendilerine âyetler hatırlatıldığı zaman, hatırlatılan şeyden (zikirden) öğüt almazlar, zikr’i hatırlamak istemezler. (37/Saffat, 13) Onlar, kelimeleri konuldukları yerden saptırırlar ve kendilerine verilen ‘zikir’den pay almayı unuturlar. (5/Maide, 13)

Mescidler, -hatta kiliseler ve havralar bile- içlerinde Allah’ın adı anıldığı için değerlidirler. (22/Hacc, 40) Mescidlerde Allah’ın adının anılmasını (zikredilmesini ) engellemek zulmün ta kendisidir, bunu yapanlar da zalimlerdir. (2/ Bakara, 114)

Ne zaman, içerisinde ‘savaştan söz eden (zikreden) bir âyet’ nazil olsa, veya cihad’tan bahseden bir âyet okunsa, kalplerinde maraz olanlar, yani münafıklar, ölüm baygınlığı gibi bakmaya başlarlar. (47/Muhammad, 20)

Kendilerine Allah’ın âyetleri zikredildiği zaman sırtlarını dönenler zalimlerdir. Onların kalpleri üzerinde Hakk’ı anlamalarına engel bir perde vardır. (18/Kehf, 57)

Kendilerine Peygamberlerle ve vahyle zikredilenleri (hatırlatılan ilâhi hükümleri) unutanlar, servetleriyle şımarırken ansızın cezaya uğratıldılar. (6/En’am, 44)

Kur’an, mü’minlerin Allah’ı zikretmelerini emrediyor:

“Beni anın (zikredin) ben de sizi anayım, bana şükredin, nankörlük etmeyin.” (2/Bakara, 152)

“(Hacc zamanı) O sayılı günlerde Allah’ı zikredin (hatırlayın) …” (2/Bakara, 203)

“Ey iman edenler! Bir toplulukla (savaş) için karşı karşıya geldiğiniz zaman, dayanıklılık gösterin ve Allah’ı çok zikredin. Umulur ki kurtuluş (felah) bulursunuz.” (8/Enfal, 45, bir benzeri için bak. 62/Cuma, 10)

Mü’minlerin bir özelliği de Allah’ı zikretmeleridir. (3/Âli İmran, 133-135) Halbuki münafıklar her konuda olduğu gibi bu konuda da Allah’ı aldatmaya çalışırlar. Namaza üşene üşene kalkarlar, Allah’ı da az zikrederler. (4/Nisa, 142)

Bazı insanlar kendi hevasına uyar, kendi arzusundan başka kural tanımaz, Allah’ın ne emrettiği onu ilgilendirmez. Böyleleri Allah’ı zikretmeyi unutan kimselerdir. (18/Kehf, 28)

“Bizi zikretmekten yüz çevirenlere ve dünya hayatından başka bir şey istemeyenlere aldırma.” (53/Necm, 29)

İbadet yerlerinde Allah’ı tesbih eden mü’minleri, ne alış-veriş, ne ticaret Allah’ı zikretmekten, namaz kılmaktan alıkoymaz. Onlar gözlerin ve gönüllerin döneceği günden korkarlar . ( 24/Nûr, 36-37)

Allah (cc) mü’minleri şöyle uyarıyor:

“Ey iman edenler! Mallarınız ve çocuklarınız sizi Allah’ı zikretmekten alıkoymasın.” (63/Münafikûn, 9)

Bu uyarıyı anlayan ve Rabbine hakkıyla kulluk yapma gayretinde olan mü’minlerin özellikleri şöyledir:

“Onlar, ayakta iken, otururken, yan yatarken, Allah’ı zikrederler, göklerin ve yerin yaratılışı konusunu düşünürler (ve derler ki :) ‘Rabbimiz, sen bunu boşuna yaratmadın. Sen pek yücesin, bizi ateş azabından koru.’” (3/Âli İmran, 191)

Allah (cc), zikreden erkeklere ve zikreden kadınlara büyük mükafatlar hazırlamıştır. Onların dereceleri pek yüksektir. (33/Ahzab, 35)

Zikir ibadetinin faziletine ve önemine ait çok sayıda hadis-i şerif bulunmaktadır. Onlardan bir iki örnek almak istiyoruz:

Peygamberimiz (sav) şöyle buyuruyor: “Allah’ı zikredenle zikretmeyen, diri ve ölü gibidirler.” (Buharî, Daavât/ 67. nak. Y. K. Çağdaş Tefsiri, 1/259)

Peygamberimiz (sav)’den şöyle rivayet olunmuştur:

“ Allah (cc) şöyle buyurmuştur: Ben kulumun Beni sandığı gibiyim ve Bana dua ettiği zaman onunlayım. Kim beni kendi nefsinde zikrederse (anarsa), ben de onu kendi nefsimde anarım. Kim beni kalabalıkta zikrederse, ben de onu, ondan daha hayırlı bir kalabalıkta zikrederim...” (Müslim, Zikir/2-21, Hadis no: 2675, 4/2061. Buharî, nak. M. İbni Kesir, 1/142)

“...Bir topluluk Allah’ı zikretmek üzere otururlarsa, melekler onları kuşatır, rahmet onları kaplar, üzerlerine sekine (huzur, feyiz) iner ve Allah onları yanındakîlere anar...” (Müslim, Zikir/25, Hadis no: 2689, 4/2069)

 

d-Zikir İbadetinin Yerine Getirilmesi

Zikir ibadetinin ne kadar önemli olduğu Kur’an âyetlerinden ve hadislerden anlaşılıyor. Yukarıya aldığımız bir kaç âyet bu konuda bize yeterli bilgiyi veriyor. Rabbimiz, vurgulu cümlelerle kullarının kendisini zikretmelerini emrediyor.

Bir anlamda imanın ortaya konulması ve Allah’a itaatın ifadesi olan bu zikir ibadeti nasıl yerine getirilecek? Ya da hangi ibadetler zikir sayılmaktadır? Zikrin özel bir şekli var mıdır?

Bilindiği gibi Kur’an, ilk insanın (yani Hz. Âdem’in) hata yaptıktan sonra Rabbinden bir takım kelimeler aldığını ve onlarla Rabbine tevbe ettiğini haber veriyor. İlk insan, bu kelimelerle Rabbini ‘tezekkür’ etmişti, O’nun uyarılarını hatırlayabilmişti. Levh-i Mahfuz’dan ‘zikr’ olarak indirilen Kur’an âyetleri, insanlara Allah’ı hatırlatan ilâhî belgedir. Öyleyse en büyük ‘zikir’ Kur’an’dır ve O’nu okumak, O’nunla meşgul olmak, O’nun ilkelerini uygulamak, O’nun çizdiği sınırları korumak, O’nun hükmüne uymak; en güzel zikir’dir.

İnsan Kur’an okur, onun âyetleri üzerinde tefekkür eder. Sonra kâinata bakar ve Allah’ın oradaki sayısız âyetlerini düşünür. O âyetlerin yaratıcısı ve sahibi olan Allah’ın büyüklüğünü, ölümü ve ölüm ötesini aklına getirir. Kıyamet sahneleri gözünün önünde canlanır, Cenneti ve Cehennemi düşünür. Oradaki yalnızlığı, yardımcısız ve dostsuz kalmayı, Hesabın çetin oluşunu anar. Sonsuz kurtuluşun ve ebedî saadetin nasıl kazanılacağını hesap eder. Bütün bunları insana olduran, meydana getiren, insana vahiy yoluyla haber veren Rabbini zikreder. Zaman zaman ‘el-hamdu li’llah, Allahu ekber, lâ ilâhe illalah Muhammedu’r Rasulullah, sübhanellah’ ve benzeri zikir cümlelerini söyler. Böylece her an Rabbini hatırlar, O’nu hiç aklından çıkarmaz. O’nun adını, azametini, Rabbliğini, kahrını ve gücünü, ni’met verici oluşunu ve insana olan sevgisini, merhametini ve affını hatırına getirir.

Bütün bu hatırlamaların tesiri kalpte duyulur, kalpten organlara geçer ve organlar da bunların uzantısı olan amelleri yaparlar. İşte bu Allah’ı zikretmektir ve bu şekilde hatırlamanın sonucu da takva’ya ulaşır.

Kalbin zikri, kalbin Allah’ı ve O’nunla ilgili şeyleri hatırlaması; bedenin Allah’ı zikretmesine yol açar. Bedenin ‘zikir’ hali üzerinde olmasını sağlar. Böyle davranan bir mü’min; Allah’ın insanlara inzal ettiği (indirdiği) ‘eşsiz zikr’i olan Kur’an-ı Kerim’i anlamaya başlar, ona teslim olur, ona iman eder. Sonra da onun ilkeleri doğrultusunda salih amel işlemeye başlar. Böylece insan unutkan olmaktan çıkar, yakîn (kesin) iman sahibi olur. İşte bu makam kul için ‘zikir’ makamıdır.

Rabbimiz buyuruyor ki:

“Gerçekten Ben, Ben Allah’ım. Ben’den başka ilâh yoktur; şu halde Bana ibadet et ve Beni zikretmek için dosdoğru namaz kıl.” (20/Tâhâ, 14)

Bu âyette Allah’ı zikretmek üzere namaz kılmak emrediliyor. Çünkü namaz hem dinin direği, hem de zikrin ve kulluğun bütün unsurlarını bünyesinde taşımaktadır. Namaz; hazırlığından tutunuz da sonundaki selâma kadar her bir rüknü, her bir unsuru birer zikirdir. Kıyam, kıraat, Sübhâneke, Fatiha Sûresi, rukû’, secdeler, tesbihler, salavatlar, dualar ve diğerleri, zikirden başka bir şey değildir.

Öyleyse en büyük zikir namazdır. Ancak namaz zikr’in bir şekli, bir bölümüdür. Zikir, namazı da içine alan daha geniş bir ibadettir.

“Doğrusu namaz kötü ve iğrenç şeylerden alıkor, Allah’ın zikr’i ise en büyüktür.” (29/Ankebût, 45)

Aslında zikir ibadetinin bir sonu yoktur. Kur’an;

“Ey iman edenler! Allah’ı çok zikredin ve O’nu sabah akşam tesbih edin.” (33/Ahzab, 41-42) buyurarak, mü’minlere günün her saatinde Allah’ı zikretmelerini emrediyor. Sabah-akşam günün her saatini kapsar ve mü’min her güne ait ibadetlerini yerine getirir. Mü’minin yerine getirdiği bütün ibadetler birer zikirdir. Mü’min, Rabbini ne kadar anarsa ansın, hangi güzel zikirle hatırlarsa hatırlasın; bu, onun için fazilettir.

Yukarıda geçtiği gibi zikir, Allah’a itaattir. Öyleyse O’nun emrettiklerine uymak, yasaklarından kaçmak zikirdir. Bu, elbette bedenle ve dille yapılan zikirdir.

Mü’min, kalbine Allah sevgisini ve korkusunu koyar, O’nu kalpte devamlı hatırlar ve âyetlerini düşünürse; bu, kalp ile zikir olur.

Mü’min, Kur’an okur, bol bol dua eder, Allah’ı hatıra getirecek zikir sözleri söyler ve Allah’ın âyetlerini konuşursa; bu da dil ile zikir olur.

İnsanlar içerisinde Allah’ı en güzel ve mükemmel zikreden elbette Peygamberimiz (sav) di. O’nun bütün sözleri birer zikirdi. O’nun emirleri ve yasakları, Allah’ın adlarından ve sıfatlarından bahsetmesi, Allah’ın hükümlerinden ve fiillerinden söz etmesi, O’nun va’ad ve va’idinden (müjde ve korkutmalarından) haber vermesi, O’na hamdetmesi, O’nu tesbih etmesi, O’ndan dua ile bir şey istemesi, hep Allah’a rağbet etmesi, O’ndan korkup- çekinmesi, O’na tevekkül etmesi, hep O’nun zikirlerindendi. Peygamberimizin susması bile kalbinin bir zikridir. Allah’ın Rasûlü her durumda ve her an Rabbini zikrederdi.

Zikir, Kur’an’ın emrettiği önemli bir ibadettir ve yukarıdan beri anlatıldığı şekillerde yerine getirilmesi mümkündür. Bazı kesimler tarafından yapılan gizli mi - açık mı ?, toplu mu - tek başına mı yapılmalı? gibi tartışmalara ihtiyaç yoktur. İslâm, mü’minlerin nasıl ibadet edeceklerini göstermiştir. Emredilen ibadetlerin dışında dileyen, bid’at olmamak şartıyla, Peygamberimizin yaptığına benzemek kaydıyla, istediği kadar nafile ibadet yapabilir.

 Ancak İslâmı bize öğreten Peygamberin ve O’nun sahabelerinin hayatında, kol kola verilmiş bir şekilde, yatarak - kalkarak, bağırıp çağırarak, kendinden geçerek bir zikir yapma şekli yoktur. Hele hele de zikri illa da bir üstadın emri altında yapıp, zikri üstadlara, şeyhlere havale etmek, onların da Allah’a götürmelerini beklemek gibi bir yanlışlık yoktur. Kul, gücü yettiği kadar ibadet yapar, dili döndüğü kadar dua eder, Rabbini anar. Umulur ki Allah (cc) ihlasla yapılan az amellere bile bol karşılık verir.

Allah’ı zikretmekten yüz çevirenlere şeytan musallat olur. Şeytan ise insanın düşmanıdır. (43/Zuhruf, 36)

Zikir, kalbleri doyuran, iştahların aç gözlülüğünü gideren, susuzları suya kandıran, akılları hedefine ulaştıran bir ibadettir. Zikir kul için uyanıklılıktır, şuurdur, bilinçli olmaktır. Zikir takvaya ulaştırır, takvayı öğretir, takvaya arkadaş eder. Zikir şuurları diri tutar, gönülleri gafletten korur. Zikir ilaçtır, zikir iksirdir, zikir ab-ı hayattır, zikir canlara can katan merhemdir. Zikir yoksullukları kanaat zenginliğine, yalnızlıkları ebedi ve bitmez dostluğa, mahrumiyetleri ilâhî ilgiye dönüştürür. Zikir dünyalık korkuları giderir, endişeleri umuta çevirir, hayalleri götürür; onun yerine solmaz gerçekleri yerleştirir. Zikir boş kuruntular (ümniyye) yerine Allah’ı bilme, takdir etme, önünde kul gibi eğilme ve O’ndan isteme cesareti ve ümidini verir.

Zikretmeyenler, ya da ‘zikir’den yüz çevirenler ebedî açlığa, doyumsuzluğa, mutsuzluğa, sıkıntılı bir hayata ve yalnızlığa mahkûmdurlar.

Kur’an; bedenin, kalbin ve toplumun mutluluğunu şu muhteşem ifadelerle ortaya koyuyor:

“Dikkat edin, kalpler ancak Allah’ın zikriyle tatmin olur (doyar).” (13/Ra’d, 28)

 

Hüseyin K. Ece

İslamın Temel Kavramları kitabından. Sayfa: 789-796