Açıkça ortada görülmeyen şey âyetiyle bilinir ve tanınır. Bir yolu bilmeyen, o yola ait alametleri bilirse, yolu tanır. Her şey kendi alametiyle bilinir. Bu açıdan âyet, duyuların, düşüncelerin veya akılla bilinen şeylerin dışa vurmuş şeklidir denilebilir.

Yüzü kızaran bir kimsenin kızdığını anlarız. Yüzü kızarmak kızgınlığın âyetidir. Bir şeyin, bir nesnenin ayırdedici özelliklerine eskiden ‘alamet-i farika’, yani ‘ayırdedici belirti’ denirdi. Bu belirtiler o nesneyi bize tanıtan, o şeyin ne olduğunu bilmemize yardım eden özelliklerdir.

‘Âyet’, bu şekilde, açık alamet, nişan, belirti, iz, eser ve işaret anlamlarına gelmektedir.

Kur’an ilimlerinde ‘âyet’; sûrelerin içinde, başı ve sonu belli bir veya bir kaç cümleden meydana gelmiş ilâhî sözlerdir (kelâm’dır).  

Kur’an yüzondört sûreden meydana gelmektedir. (Bakınız: Sûre) Sûreler ise Âyetlerden oluşurlar. Sûrelerin içerisindeki âyetler kendilerine mahsus bir biçimdedirler. Belli kuralları yoktur. Bir kaç harften oluşan âyetler olduğu gibi, bir sayfa uzunluğunda da âyet vardır. Âyetlerin her biri birer Kur’an oldukları gibi, hepsi beraber Kur’an’ı meydana getirirler.

Kur’an âyetlerinin her biri Allah’a ait alametler, işaretlerdir. Bununla beraber Allah’a mahsus bir yüceliğe de işaret ederler. Bu yücelik onların bağlı oldukları Kudret’i hatırlatır, O’nun büyüklüğünü tanıtır.

Kur’an, âyetlerden meydana geldiği gibi kâinat da âyetlerden meydana gelir. Çevremizde gördüğümüz her şey, Allah’ın birer âyetidir. Bütün varlıklar, bütün olaylar Allah’ın ‘ol’ emriyle meydana çıkmış kelime’leridir. (Bakınız: Kelime) Bunlar, insana Allah’ı tanıtmaları açısından ise birer âyettirler. Âyet kavramı Kur’an’da bir kaç anlamda kullanılmaktadır:

a1- Delil Anlamında

Allah’ın varlığına ve yüceliğine işaret eden deliller, âyet ismiyle anılmaktadır. Buna göre, göklerin ve yerin yaratılması, gece ile gündüzün peşpeşe gelişi, insanların faydası için denizde yüzen gemiler, ölümünden sonra toprağı diriltmek üzere yağmurun indirilişi, canlıların var edilmesi, bulutların boyun eğmiş bir şekilde havada yüzmeleri birer âyettir. (2/Bakara, 164).

Güneşin bir aydınlık, Ay’ın bir nur (ışık) kılınması, yılların sayısı bilinsin diye Güneş’e ve Ay’a durakların tesbit edilmesi birer âyettir. (10/Yunus, 5) Tanenin ve çekirdeğin yaratılması, sabahın gecenin içinden çıkıp gelmesi, gecenin dinlenme zamanı yapılması, karanlığın derinliklerinde yol bulmak için yıldızların bir lamba gibi var edilmesi, insanların tek bir nefisten yaratılması, gökten inen su ile bitkilerin büyütülmesi, her türlü meyvanın var edilmesi birer âyettir. (6/En’am, 95-99) Arının çeşitli çiçeklerden topladığı özlerden insanlar için şifa olan bal yapması, hayvanların çeşit çeşit yaratılması, hayvanlar tarafından insanlara süt hazırlanması birer âyettir. (16/Nahl, 65-69)

“Ve O, yeri yayıp uzatan, onda sarsılmaz dağlar ve ırmakları var edendir. Orada ürünlerin her birinden ikişer çift yaratmıştır. Geceyi gündüze bürümektedir. Şüphesiz bunlarda düşünen bir topluluk için gerçekten âyetler vardır.” (13/Râd, 3)

a2- Mucize Anlamında

Kur’an, peygamberlerin Allah (cc) tarafından gönderilmiş elçiler olduklarını isbat etmek için gösterdikleri olağanüstü olaylara da ‘âyet’ demektedir. İnsanlar, peygamber olduğunu iddia eden kimselerden bilinen tabiat olaylarını aşan ve ancak ilâhî kuvvet tarafından yapılabilecek alametler (isbatlar) istemişlerdir. Peygamberlerin gösterdiği bütün mucize’ler âyet adıyla anılmaktadır. Çünkü mucizeler, peygamberlerin kendi işi değil, Allah’ın gücünün göstergeleridir. Hz. İsa (as)’nın çamurdan kuş yapması, körün gözünü açması, alaca hastalığını iyi etmesi, ölüyü diriltmesi, saklanılan şeylerin yerini haber vermesi birer âyettir (mucizedir). (3/Âli İmran, 49) Hz. İsa (as)’ya gökten sofra indirilmesi (5/Maide, 114), Semud kavmine deve verilmesi (17/İsra, 59), Hz. İsa (as)’nın babasız dünyaya gelmesi (19/Meryem, 21), Hz. Musa (as)’nın elinin Ay gibi parlaması (20/Tâhâ, 22) hep birer âyettir.

Peygamberlerin çabalarına ve gösterdikleri mucizelere rağmen azgınlığa ve zulümlerine devam edenler, dünyada iken bir takım cezalara çarptırıldılar. Arkadan gelenler ibret alsın diye onlardan bazı âyetler (alametler) bırakılmıştır. “Kendilerinden önceki kuşaklardan nicelerini yıkıma uğratmamız, onları hidayete yöneltmedi mi? (Oysa bugün kendileri) onların kaldıkları yerlerde (tarihî kalıntılar üzerinde) gezip durmaktadırlar. Şüphesiz bunda sağduyu sahipleri için âyet’ler vardır.” (20/Tâhâ, 128, ayrıca bak. 11/Hûd, 103. 15/Hıcr, 74. 28/Kasas, 36. 29/Ankebût, 15. v.d.)

a3- Alâmet, Nişan Anlamında

İsrailoğullarına başkan (hükümdar) olarak gönderilen Talût’un bu görevinin âyeti (alameti),Tabût’un onlara getirilmesiydi. Burada âyet; alamet, belirti, nişan anlamında kullanılmıştır. (2/Bakara, 248)

a4- Acayip İş Anlamında

Hz. İsa (as)’nın babasız olarak dünyaya gönderilmesi, Allah’ın kudretine işaret eden bir âyettir, acayip bir iştir. Bir yönden mucizedir, diğer yönden insanların görmediği, alışmadığı bir iştir. (23/Mü’minûn, 50)

a5- İbret Anlamında

Talût’un İsrailoğullarına hükümdar olması, bunun belgesi olarak Tabut’u bularak onlara getirmesi, inananlar için gerçekten ibret verici bir durumdur. Buna benzer bütün olaylar hem mucizedir hem de ibret verici şeylerdir. (2/Bakara, 248)

a6- Kıyamet Alâmeti Anlamında

Bir takım kimseler ellerinde fırsat varken iman etmezler. Allah’ın bazı âyetleri geldiği zaman iman ederlerse bu imanları kabul olmaz. En’am Suresi 158. âyetinde çoğul olarak geçen ‘âyât’ (âyetler), Kıyamet saatinin belirtisi, alameti şeklinde anlaşılmıştır.

a7- Kur’an’ın Tümü veya Belli Bölümleri Anlamında

Kur’an’ın tümü âyet olduğu gibi, her sûrenin belli bölümleri de âyettir. Gerek Kur’an’ın tümü, gerekse her bir âyeti, insanların hepsi bir araya gelseler bile bir benzerini yazamayacakları bir mucize (âyet )dir. Kur’an’ın âyeti mucize anlamında da kullandığını tekrar hatırlayalım. Öyleyse Kur’an, peygamberimizin en büyük mucizesi olmakla birlikte Allah’ın kudretine alâmet olan bir âyet’idir. Hz. Muhammed (sav)’in hak peygamber olduğuna delildir. Her bir âyet bir ifadeyi diğerinden ayırdığı, her bir Kur’an bölümü onun tümünü ve vahyin mucize oluşunu hatırlattığı için âyet denmiştir.

Kur’an, Hz. Muhammed’e indirilen Kitab’ın insanüstü olduğunu bildirdikten sonra, bundan şüphe edenleri, “haydi bakalım, bunun gibi bir kitap, ya da bunun sûrelerine benzer sûreler yazıp getirin” diye meydan okumaktadır. (2/Bakara, 23-24. 29/Ankebût, 50-51. 17/İsra, 88. 11/Hûd, 13) Öyleyse O’nun kendisi, sûreleri, âyetleri hem birer mucize’dir, hem de onları gönderen Rabbimizin Rabliğinin, büyüklüğünün, kudretinin alâmetleri (âyetleri)dir.  

Bütün bunlara rağmen Kuran’a inanmayan inkârcılar yine olacaktır. (2/Bakara, 145)

 

b- Âyetin Anlam Sahası

Peygamberimiz (sav) Güneş’in ve Ay’ın Allah’ın kudretinin iki âyeti olduğunu haber veriyor. (Buharî, Bed’ü’l Halk/88, 4/251)

O ayrıca buyuruyor ki: “ On âyet (alâmet) çıkmadıkça Kıyamet kopmaz…” (Müslim, Fiten/39-40, Hadis no: 2901, 4/2225)

Evrendeki sayısız varlıklara, çeşitliliğe, sürekli bir oluşuma ve evrensel düzene ‘fiilî âyetler’ denmiştir. Bu âyetler, yüce bir varlığın kudretini açıkça haber vermektedir. Bu âyetlere ‘kevnî âyetler-oluşun alametleri’ denmektedir. Bunlar bütün kainatta bulunduğu gibi insanın kendi bünyesinde de bulunmaktadır. Kur’an şöyle diyor:

“Biz âyetlerimizi hem âfak’ta (insanın dışında), hem de enfüste (kendi nefislerinde) onlara göstereceğiz; öyle ki şüphesiz onun (Kur’an’ın) hak olduğu kendilerine apaçık belli olsun. Her şeyin üzerinde senin Rabbinin şahit olması yetmez mi?” (41/Fussilet, 53)

İnsanın çevresinde ve bizzat kendi yapısında bulunan sayısız âyet yani Rabbimizin varlığına ve kudretine işaret eden sonsuz alamet; onun inanması ve Rabbine boyun eğmesi için yeter.

Peygamberlere indirilen bütün ilâhî kitaplar da ‘kavlî’, yani sözlü âyetlerdir. Bu kitapların gönderiliş şekli olan vahy bir âyet olduğu gibi, bu kitapların anlattığı her şey de birer âyettir. Bu gün âyet deyince daha çok Kur’an’ın âyetleri akla gelmektedir. Kur’an âyetleri, Rabbimizin bize gönderdiği apaçık belgeler ve delillerdir. Bu belge ve deliller, bir yönden Rabbimizin ilâhlığının isbatlarıdır, bir taraftan da bizi doğru yola götürecek alâmetlerdir. Âyetlerin haber verdiği gerçekler ve sundukları hükümler; varlığın ve mutlak kurtuluşun işaretidir.

Kur’an âyetlerinin sıralanışı, uzunluğu ve kısalığı ve hangi sûrede yer alacağı kendine özgüdür. Bilindiği gibi Kur’an âyetleri Allah’ın Rasûlüne bir defada veya toplu bir kitap halinde gelmemiştir. Peygamber (sav), gelen Kur’an âyetlerinin hangi sûrelere ve hangi âyetten sonra veya önce yazılacağını Cebrail’in bildirmesiyle, Kur’an’ı yazan vahy katiplerine söyleyip yazdırıyordu. Şu anda Kur’an’da yer alan âyetler bizzat vahyin emri ile ait oldukları sûrenin içerisindedirler.

Kur’an’ın ilk gelen âyetleri Alak Sûresinin ilk beş âyeti, son gelen âyet ise, Maide Sûresinin üçüncü âyetidir.

Kur’an âyetleri, Mekke’de gelenler ‘Mekkî’, Medine’de gelenler ‘Medenî’ şeklinde ikiye ayrılırlar. 

Hüseyin K. Ece

İslamın Temel Kavramları kitabından. Sayfa: 47-50