Aynı kökten gelen diğer kelimelerde de bir çeşit ‘örtme, gizlilik’ anlamları vardır. Örneğin, aynı kökten gelen ‘cinn’, herkese görünmeyen bir yaratık, ‘cinnet’, aklın kaybolması, gizlenmesi, ‘mecnun’ aklı gitmiş demektir.

Kavram olarak ‘Cennet’, dünya gözüyle görülmeyen, Ahiret’teki ‘sevap yurdu’nun özel adıdır.

İnsanların işledikleri güzel amellerin sevabının, yani karşılığının verileceği bu yere ‘Cennet’ denmesinin sebebi; görünüş yönünden dünyadaki bahçelere benzemesi, içerisinde bulunan eşi ve benzeri olmayan nimetlerin insan anlayışına gizli olması, insanların onu dünyada iken görmemeleridir.

Kur’an, bu kelimeyi ‘cennetün’, ya da ‘el-Cennetü’ şeklinde kullanmaktadır ki, bazen dünyadaki bahçeler, bazen de Ahiret yurdundaki ‘cennet’ kasdedilir.

Şu âyette ‘cennet’ dünyadaki bahçe, bostan anlamındadır:

“Yalnızca Allah’ın rızasını istemek ve kendilerinde olanı kökleştirip-güçlendirmek için mallarını infak edenlerin örneği, yüksekçe bir tepede bulunan, sağanak yağmur altında ürünlerini iki kat veren bir bahçenin (cennetin) örneğine benzer ki ona sağnak yağmur isabet etmese de bir çisintisi (vardır). Allah, yapmakta olduklarınızı görendir.” (2/Bakara, 265)

‘Cennet’ kelimesinin çoğulu ‘cinan’ veya ‘cennât’ olarak gelir. Kur’an, ‘cennât’ kelimesini sık sık kullanmaktadır.

 

b- Cennet İnancı

‘Cennet’ kavramı, bol ağaçlı, yeşili çok, güzel binaları olan, insanı hayran bırakan, bakıldığı zaman huzur veren manzaralara sahip bahçeleri çağrıştırmakla birlikte, en güzel hayatın yaşanacağı, güzellikler ve huzurun, her türlü iyi halin görüleceği mutluluk ülkesini akla getirir.

Bu anlamda cennet inancı bütün dinlerde vardır. İster hakk olsun, ister batıl olsun bütün inanç sistemleri bağlılarına böyle bir cenneti sunarlar. Bu bir anlamda iyi davranışların karşılığının verileceği inancı ve yeryüzünde bir türlü ele geçmeyen ideal hayatı arama gayretidir.

Şüphesiz ki dünyada hiç kimse veya hiç bir kurum insanın yaptığı iyiliklere veya ibadet maksadıyla yaptığı hareketlere tam bir karşılık veremez. Bir dine inanan kimseler ibadetleri ya da iyilikleri, günün birinde karşılığını almak ümidiyle, en güzel mükâfat olan ‘cennet’ arzusuyla yaparlar. İnandığı ve önünde ibadet ettiği ilâhının, ya da ilâhların bunu kendisine vereceğine inanır.

Kimi insanlar da bu ‘cennet’in kendilerine dünya hayatında verileceğini düşünerek, onu henüz hayatta iken aramaya, ya da kurmaya çalışırlar.

Bütün dinlerde ‘cennet’ ümidi inancının olması, ‘cennet’ olayının ilâhî kaynaklı olduğunu gösterir. İnanmak, ibadet etmek, bir ilâhın önünde boyun eğmek insanın fıtratında (yaratılışında) olan bir ihtiyaçtır. Bu özellik tıpkı diğer insanî fonksiyonlar gibi bir özellik arzeder. İnsan, her şart ve durumda bir şeye inanır, inandığı şeyleri hayat olarak yaşamaya çalışır.

‘Cennet’ arzusu da böyle bir fıtrî özelliktir. İnsan, arzu ettiği halde elde edemediği en mutlu hayatı bir cennette yaşayacağını ümit eder. O hayatı elde etmek için çaba harcar.

Bu cennet ideaalinin hayali bir şey olduğunu söylemiyorum. Öyle ya bir takım kimseler, ya şartlar uygun olmadığı için, ya baskı ve zulüm altında oldukları için, ya da güçleri yetmediği için dünya cennetini bulamazlar, bu yüzden de hayali bir cenneti özlerler. Bir ütopya halinde günün birinde böyle bir hayata kavuşacaklarını beklerler, diye düşünülebilir.

Cennet inancı böyle bir inanç değildir. Yani bir hayal ya da ütopya denilemez. Bütün dinlerde de bu inancın ve beklentinin olması, ilk insandan beri gelen hakk dinlerin ve yüce elçilerin insanlara bu gerçeği haber vermeleridir. Bütün nebiler insanlara Allah’ın güzel kulları için hazırladığı mükâfat yurdu Cennet’i müjdelemişlerdir. Tarihî akış içerisinde hakk dinlerin bir çok inanç ve ibadet esasları bozulsa bile, bazı inançlar gibi cennet inancı da bütün dinlerde varlığını sürdürmüştür.

İşte bu inanç ve kanaat ‘cennet’ olgusunun insan hakkında yaratılıştan kaynaklandığını gösterir.

 

c- İslâmda Cennet İnancı

İslâm’a göre ‘cennet’, peygamberlerin davetine uyarak Allah’tan gelen hak dine inanan, salih amel işleyen, Allah’tan hakkıyla korkup sakınan kullar için hazırlanmış olan mutluluk ve mükafat yurdunun adıdır.

Kıyamet’ten sonra Mahşer günü Hesap ve Mizan gerçekleşecektir. Dünyada iken iman edip, Allah’ın koyduğu ilkelere uygun yaşayanlar, Allah’a hakkıyla şükredenler ve her konuda O’na itaat edenler, bu yaptıklarının karşılığını görmek üzere Cennet’e gideceklerdir.

Allah (cc) Kur’an-ı Kerim’de sık sık bu Cennet’in mü’minler için hazırlandığını ve orayı hak edenlerin orada sonsuza kadar (ebediyyen) kalacaklarını hatırlatıyor. (4/Nisa, 124. 11/Hûd, 23. 40/Ğafir, 40. 9/Tevbe, 72. 14/İbrahim, 23. v.d.)

Kur’an-ı Kerim ve hadis-i şerifler Cennet’i çeşitli özellikleriyle insanlara tanıtıyorlar. Cennet hakkında verilen bilgiler, insanların dünyada tanıdıkları eşyalara benzemektedir. Çünkü onların tanıdığı nesneler dünyada gözlerinin önünde, bildikleri ya da taddıkları şeylerdir. Hoşlarına giden ve güzel gördükleri bu gibi nesnelere ve nimetlere kavuşmak isterler. Ağızlara tad veren lezzetleri, insana huzur ve saadet veren güzellikleri elde etmeyi arzularlar.

Kur’an ve hadisler, Cennet’i insanların tanıdığı özelliklerle veya bildikleri kelimelerle tanıtıyorlar ama Cennet’in hiç bir şeyi tıpkı dünyadakiler gibi değildir.

Kur’an şöyle diyor:

“Artık hiç bir nefis, yapmakta olduklarına karşılık olmak üzere, kendileri için gözler aydınlığı olarak nelerin (sayısız nimetlerin) saklandığını bilmez.” (32/Secde, 17)

Bir kutsî hadis’te şöyle buyuruluyor:

Ebu Hureyre (ra) anlattı:

Peygamberimiz (sav) buyurdu ki; “Allah (cc) şöyle dedi: ‘Ben, salih kullarım için Cennet’te hiç bir gözün görmediği, hiç bir kulağın işitmediği ve hiç bir insanın hatırına gelmeyen nimetler hazırladım.’ Sonra da Secde/17. âyeti hatırlattı.” (Müslim, Cennet/2, Hadis no: 2824, 1/4/2174. Buharî, Bed’ü’l Halk/8, 4/143, Tefsir/32, 6/145. Tirmizî, Tefsir/33, Hadis no: 3197. 5/346)

Cennet, dünyada iken İslâma iman edip, salih amel işleyenler için hazırlanmış bir ni’met yurdudur. İnsan, Allah’a ibadet etmek için yaratılmıştır. Onun dünyaya geliş amacı budur. Yaratılışın yasası bunu gerektirir. Yaratılış amacı bu olduğu gibi, insanın yaşaması için verilen her şey onun şükretmesini gerektirir. Yeryüzündeki her şey Allah’a aittir ve O’nun tarafından bir çoğu insanın hizmetine verilmiştir. İnsan bu bakımdan, kendine bunca nimetleri veren Rabbine şükür borcu içerisindedir.

İnsan, Rabbine teslim olur, O’nun emirlerine itaat eder, O’nun yasaklarına uyar, ibadeti yalnızca O’na yaparsa hem kulluğunun gereğini yapar, hem de şükür borcunu yerine getirir. İnsan zaten bunu yapmak zorundadır.

Cennet ise, bütün bu kulluk görevlerini yapan muttaki (Allah’tan hakkıyla korkup çekinen) kimselere Allah’ın bir ödülüdür, yaptıklarının karşılığıdır.

İnsan öncelikli olarak yaratılış gereği olarak Rabbine itaat emeli ve O’nun rızasını kazanmaya çalışmalı, verilen ni’metlere şükretmeye gayret göstermeli. Bütün bunları yaparken de hedefi bu ‘mükafat yurdunu ve oradaki nimetleri’ kazanmak olmalıdır.

Öyleyse bir müslümanın ‘Cennet’i kazanmak için gayret göstermesi, bu amaçla ibadet yapması, bu sonuca kavuşmak için Allah’a itaat etmesi yanlış bir şey değildir. Çünkü Allah (cc) itaat eden kullarına Cennet gibi bir mükâfatı söz veriyor.

Cennetteki nimetler ve güzellikler sayılamayacak ve insan aklının kavrayamayacağı kadar çoktur. Kur’an-ı Kerim bazı âyetlerde Cennet’in güzelliklerini ve orada insanlara sunulacak şeylerin bir kısmını bizlere anlatıyor.

“İman edip salih amel işleyenleri, altlarından ırmaklar akan, içlerinde ebedî kalacakları cennetlere sokacağız. Orada onlar için tertemiz kılınmış eşler vardır. Ve onları çok sıcak ve çok soğuk olmayan uygun bir gölgelikte barındıracağız.” (4/Nisa, 57)

“Allah, mü’min erkeklere ve mü’min kadınlara içinde ebedî kalmak üzere, altlarından ırmaklar akan cennetler ve Adn cennetlerinde güzel meskenler söz vermiştir. Allah’tan olan hoşnutluk ise daha büyüktür. İşte büyük kurtuluş ve mutluluk budur.” (9/Tevbe, 72)

“Adn cennetleri onlarındır; oraya girerler, orada altından bileziklerle ve incilerle süslenirler. Ve orada onların elbiseleri ipektir. Derler ki: ‘Bizden hüznü gideren Rabbimize hamdolsun. Şüphesiz Rabbimiz, gerçekten bağışlayandır, şükrü kabul edendir.’” (35/Fatır, 33-34)

“Artık Allah da, onları böyle bir günün şerrinden korumuş ve onlara parıltılı bir aydınlık ve sevinç vermiştir. Ve onları sabretmeleri dolayısıyla cennetle ve ipekle ödüllendirmiştir. Orada, tahtlar üzerinde yaslanıp-dayanmışlardır. Onlar, orada ne (yakıcı) bir güneş ve ne dondurucu bir soğuk görürler. (Meyvelerin) gölgeleri onlara pek yakın ve onların devşirilmeleri kolaylaştırıldıkça kolay kılınmıştır. Çevrelerinde gümüşten billur kaplar, kupalar dolaştırılır. Gümüşten billur kaplar, onları belli bir ölçüye göre tesbit etmişlerdir. Orada onlara bir kadeh içirilir ki, onun karışımı zencefildir. Bir pınar ki orada ‘selsebil’ olarak adlandırılır. Çevrelerinde (gençlikleri ve dinçlikleri) ebedî kılınmış gençler dolaşıp durur; sen onları gördüğün zaman saçılmış bir inci zannedersin. Her nereye baksan, bir ni’met ve büyük bir mülk görürsün. Onların üzerlerinde hafif ipek ve ağır işlenmiş atlas olan yeşil elbiseler vardır. Gümüşten bileziklerle bezenmişlerdir. Rableri onlara tertemiz bir içecek içirmiştir. Şüphesiz bu, sizin için bir mükâfattır...” (76/İnsan, 11-22)

Kur’an Cennet’in bazı özelliklerini şu şekilde anlatıyor:

Cennet yalnızca bağ, bahçe, ırmak gibi şeyler değil, her türlü ni’metin, güzelliğin, huzurun, köşklerin, meskenlerin, hizmetçilerin bulunduğu bir yerdir. Genişliği gökler ve yerler kadardır. (3/Ali İmran, 133. 39/Zümer, 20. 9/Tevbe, 72)

Cennette çeşitli ağaçlar, hoş kokulu ve lezzetli, koparılması kolay meyveler vardır. (55/Rahman, 54)

Gönlün hoşlanacağı her türlü yiyecekler, hoş kokulu ve lezzetli içecekler, bal ve süt ırmakları vardır. (52/Tûr, 21. 37/Saffat, 47)

Dünya hayatında insanların ibadet ve itaatları aynı derecede olmadığı gibi, Cennet’te de makamları aynı olmayacak. Orada farklı makamlar ve dereceler vardır. (4/Nisa, 96. 8/Enfal, 4)

Cennet hayatı ebedidir, sonsuz ve bitimsizdir. (15/Hicr, 47-48. v.d.)

Cennet’teki mükâfatları saymak, nasıl olduklarını tam olarak anlamak, güzelliklerini ve muhteşem oluşlarını tahmin etmek mümkün değildir.

 

d- Cennetin Diğer Adları:

Cennet’in bir kaç adı daha vardır. Bazı tefsircilere göre bu isimler aynı zamanda cennetin tabakalarıdır.

1-Naîm Cenneti, (82/İnfitar, 13. 83/Mutafiffîn, 22. 26/Şuara, 85)

2-Adn Cenneti, (98/Beyyine, 8. 13/Ra’d, 23. 16/Nahl, 31)

3-Firdevs Cenneti, (18/Kehf, 107. 23/Mü’minûn, 11)

4-Me’vâ Cenneti, (32/Secde, 19. 53/Necm, 15)

5-Darü’s Selâm, (10/Yunus, 25. 6/En’am, 127)

6-Daru’l Mükâme, (35/Fatır, 35)

7-Darü’l Huld, (41/Fussilet, 28)

8-Darü’l Ahira, (2/Bakara, 94. 6/En’am, 32. 12/Yusuf, 109. v.d.)

Şüphesiz ki Kur’an’ın anlattığı Cennet yalnızca İslâma iman edip onu hayatlarına hakim kılanlar için hazırlanmıştır. Küfre düşenler ile İslâm’dan başka din seçenler bu mükâfatı hak edemezler. Cennet, bir ütopya ve benzeri bir şey değil, Allah’ın salih kulları için hazırladığı bir mutluluk yurdudur. Ölümden sonra böyle bir yere ve böyle bir hayata kavuşmak isteyen, gereğini yapar, Allah’ın istediği gibi yaşar. Allah (cc) müşriklere Cennet’i haram kıldığını söylüyor. (5/Maide, 72) İnkârcılar da asla oraya giremezler. (7/A’raf, 40)

Allah (cc) bütün insanları ‘selâm’ yurdu olan Cennet’e çağırıyor. (10/Yunus, 25)

Bu çağrıya kulak verenler, dünya hayatını güzel bir şekilde yaşarlar, her türlü kötülük ve isyandan uzak dururlar, Allah’ı razı etmeye çalışırlar. Böylece hem yaşadıkları dünyayı cennet gibi yaparlar, hem de ebedî mükâfat yurdu Cennet’i kazanırlar. 

Hüseyin K. Ece

İslamın Temel Kavramları kitabından. Sayfa: 99-103