a1- Sözlük Anlamı 

‘Din’ kelimesi ‘deyn’ kökünden gelir ve sözlükte şu anlamlara gelir:

Üstünlük, egemenlik, itaat, zorlamak, itaatkâr olarak kendini bir güce teslim etmek, borçlanmak.

Birinin emrine girmek, onun emrine amâde olmak, onun hakimiyet ve otoritesi altında boyun eğmeyi kabul etmek.

Şeriat, kanun, yol, millet, âdet, taklit.

Hesaba çekmek, ceza veya mükâfat vermek.

 

a2- İsim Olarak Anlamı 

İsim olarak ‘din’ kelimesi aşağıdaki manaları kapsamaktadır:

İyi ya da kötü karşılık.

Âdet ve alışkanlık.

İtaat, zillet, bağlılık, üstünlük sağlamak, galip gelmek.

Hakimiyet, mülk ve hüküm.

Bir şeye zorlamak.

İtaat etmek, ya da tersi olarak isyan etmek.

Bir şeyi alışkanlık haline getirmek.

Şeriat ve millet, yani Tevhid inancı. (Bakınız: Şeriat, Millet)

 

a3- Din Kelimesinin Türevleri 

Aynı kökten gelen ve hadislerde Allah’ın bir ismi olarak geçen ‘Deyyân’, mutlak kudret sahibi, işlerin karşılığını veren, hikmetle yöneten, egemen olan demektir. Araplar, bir kimsenin bölgesine ve kavmine üstünlüğünü belirtmek için ‘deyyân’ sıfatını kullanırlardı. Buna göre aynı kökten gelen ‘medîn’; köle, ‘medine’; şehir ve cariye, ‘temeddün’; dinli veya şehirli-medenî olma, ‘tedayün’; borçlanma, ‘diyanet’; din ve millet anlamlarına gelir.

‘Mütedeyyin’; ise, boyun eğen, itaatkâr, Allah’a teslim olan demektir.

 

a4- Din’in Kur’an’daki Anlamları 

‘Din’ kelimesi Kur’an-ı Kerim’de borç anlamına gelen ‘deyn’ hariç, dört anlamda kullanılmaktadır:

1- En yüce kudrete teslim olma, itaat etme, boyun eğme anlamında.

“De ki: ‘Ben, Allah’a din’i halis kılarak, ibadet etmekle emrolundum. Bana Allah’a teslim olan müslümanların ilki olmam emredildi,’ ” (39/Zümer, 11-12)

“Göklerde ve yerde ne varsa O’nundur, din de (itaat ve kulluk da) sürekli olarak O’nundur. Böyleyken Allah’tan başkasından mı ittika ediyorsunuz (korkup çekiniyorsunuz)?” (16/Nahl, 52, ayrıca bak. 3/Âli İmran, 83, 40/Ğafir, 64, 65. 39/Zümer, 2-3. 98/Beyyine, 5 v.d.)  

Bu âyetlerde ve benzerlerinde ‘din’, yüksek bir otoriteye boyun eğme, ona itaat etme ve ona kul olma anlamında kullanılmaktadır. Din’in Allah’a has kılınmasının manası, hakimiyeti, hüküm koyma hakkını, ibadet ve itaat edilmeye layık olmayı yalnızca Allah’a ait kabul etmektir. Kulluk anlamında Allah’tan başkasına boyun eğmemek, O’ndan başkasına ibadet etmemek, kulluğa ait bütün hükümleri O’ndan almak demektir.

2- Ahiret, ceza, yani amellerin karşılığını verme günü anlamında

“(İbrahim dedi ki:) Din (ceza) günü hatalarımı bağışlayacağını umduğum da O’dur.” (26/Şuara, 82)

“[Şeytana hitaben] Ve şüphesiz, din (kıyametteki hesap) gününe kadar benim lanetim senin üzerindedir.” (38/Sad, 78, ayrıca bak. 1/Fatiha, 4. 15/Hicr, 35. 37/Saffat, 20. 51/Zariyet, 6. 12. 56/Vakıa, 56. v.d.)

3- Hüküm, âdet, şeriat ve kanun anlamında  

“Zina eden erkek ve zina eden kadının her birisine yüzer değnek vurun. Eğer Allah’a ve Ahiret gününe iman ediyorsanız, onlara Allah’ın dinini (hükmünü, şeriatini) uygulama konusunda sizi bir acıma tutmasın…” (24/Nûr, 2. ayrıca bak. 12/Yusuf, 76. 40/Ğafir, 26. 42/Şûra, 13, 21. v.d. )

4- Allah’ın gönderdiği Tevhid Din’i anlamında  

Kur’an’da ‘din’ en çok bu anlamda kullanılmaktadır ki, bu mana içerisinde hem Allah’ın hakimiyeti, otoritesi, hükmünün üstünlügü, hem bu üstünlüğe kulların boyun eğip itaat etmeleri, hem de Allah’tan gelen hüküm, kanun ve şeriat konuları yer almaktadır.

Din, aslında bütün bu anlamları içerisinde barındıran, Allah’ın hakimiyetine bir teslimiyet ve O’ndan gelen hükümleri kabullenmektir.

İslâm’dan önceki Araplar (yukarıda geçtiği gibi) ‘din’ kelimesini çok farklı, biraz da karışık anlamlarda kullanıyorlardı. Kur’an bu kelimeye bir ıstılah (terim) anlamı kazandırdı ve bu kelime çok önemli bir ilâhî gerçeği ve bu gerçek karşısında insanın konumunu ifade eder hale geldi.

Bu kelime, her ne olursa olsun yüksek bir otoriteyi ve bu otoriteye boyun eğmeyi, bu otoriteden kaynaklanan emir ve hükümleri uyulması gereken kurallar olarak kabul etmeyi, bu kurallara uyulduğu zaman mükâfat, karşı gelindiği zaman ceza alınacağına inanmayı içine alan bir hayat sisteminin genel adıdır. Bu bakımdan bu kelimeyi başka dilde karşılayacak hiç bir sözcük mevcut değildir. Batılıların kullandığı ‘religion’ sözcüğü de ‘din’ kavramının ifade ettiği derin anlamları karşılayamaz.

“Bunu İbrahim oğullarına vasiyet etti, Yakub da: ‘Oğullarım, şüphesiz Allah sizlere bu dini seçti, siz de ancak müslümanlar olarak can verin’ (diye aynı vasiyette bulundu).” (2/Bakara, 132)

“Hiç şüphesiz din, Allah katında İslâmdır…” (3/Âli İmran, 197)

“Peki onlar Allah’ın dininden başka din mi arıyorlar. Oysa göklerde ve yerde her ne varsa -istese de, istemese de- O’na teslim olmuştur ve O’na döndürülmektedir.” (3/Âli İmran, 83)

“...Bugün size dininizi kemâle (olgunluğa ) eriştirdim, üzerinizdeki nimeti tamamladım ve size din olarak İslâmı seçip beğendim...” (5/Maide, 3)

“Ki O, kendi peygamberlerini hidayetle ve hak din ile, diğer bütün dinlere karşı üstün kılmak için gönderdi. Şahid olarak Allah yeter.” (48/Fatih, 28)

(Ayrıca bak: 2/Bakara, 217,259. 4/Nisa, 146. 5/Maide, 54, 57. 6/En ‘am , 161. 9/Tevbe, 11, 12. 19/Meryem, 29, 33, 122. 10/Yunus, 22, 104. 110/Nasr, 2, 109/Kafirûn, 6 v.d.)

 

b- Din Kelimesindeki Unsurlar

‘Din’ kelimesi, ilâhî olan en mükemmel nizamı (düzeni) ifade eden en uygun bir kavramdır. Bu kavramda dört önemli unsuru görebiliriz:

a- Yüce bir hakimiyyet (egemenlik),

b- Bu yüksek hakimiyete boyun eğip itaat etmek,

c- Bu hakimiyetin şekillendirdiği inanç ve hükümler sistemi,

d- Bu sisteme uygun hareket etmekle elde edilen mükâfat, aykırı hareket etmekle karşılaşılacak ceza.

Kur’an, ‘din’ kelimesini bazen bu unsurların her birinin yerine, bazen de hepsini birden kapsayacak şekilde kullanmaktadır.

Kur’an’da ‘din’ kelimesinin hangi anlamlarda geçtiğini daha iyi anlayabilmek için, Dameğânî isimli bilginin bu konudaki görüşlerini aktarmakta fayda var. Bu bilgine göre ‘din’ Kur’an’da şu anlamlarda kullanılmaktadır:

1-Tevhid Anlamında

“Hiç şüphesiz Allah katında din İslâm’dır.” 3/Âli İmran, 19. âyetinde geçtiği gibi ‘din’ kelimesi tevhid dinini işaret etmektedir. (Ayrıca bak. 39/Zümer, 2. 30/Rûm,, 30. 31/Lokman, 32)

2-Hesap Anlamında

“Onlar din (hesap) gününü yalanladılar.” Mutaffifin/11. âyetinde olduğu gibi. (Ayrıca bak. 56/Vakıa, 86. 37/Saffat, 53. 82/İnfitar, 9, 15 v.d.)

3-Hüküm ve Yargı Anlamında

Yusuf Sûresi 76. Âyetinde geçen kralın (melikin ) dini, kralın uyguladığı veya uyduğu hüküm, yargı demektir. (Ayrıca bak. 24/Nûr, 2 )

4-Bizzat Dinin Kendisi Anlamında

Bu din hayatın bütün alanlarını kapsayan bir inanç olmakla beraber, egemen düzeni, kişi ve toplum ilişkilerine ait hükümleri, insan eşya ilişkileri ve davranış kurallarını da içerisine alır. (9/Tevbe, 33. 48/Fetih, 28. 61/Sâff, 9. v.d.)

5-Millet (bir dine inanan topluluk) Anlamında

“ Oysa onlar, dini yalnızca O’na halis kılan hanifler (Allah’ı birleyenler) olarak sadece Allah’a kulluk etmek, namazı kılmak ve zekâtı vermekten başkasıyla emrolunmadılar. İşte en doğru din budur.’ (98/Beyyine, 5) (nak. Ş. İsl. Ans.1/395, Sosyal Bilimler Ans. 1/363)  

 

c- İslâm’a Göre Din’in Tanımı

Buraya kadar ‘din’ kelimesinin sözlük anlamlarını ve Kur’an’da hangi manalarda kullanıldığını kısaca gördük. Görüldüğü gibi bu kelimenin sözlük anlamıyla yakın ilgisi olmakla beraber, Kur’an’ın gelişiyle yepyeni bir kavram anlamı kazanmıştır. Bu kavram, Allah’ın insanlara gönderdiği İslâmın adı olmuştur.

İslâm bilginleri bu kullanımlardan hareketle ‘din’ kavramının tanımını yapmaya çalışmışlardır. İslâmî kaynaklarda ‘din’in farklı tanımlarına rastlamaktayız. Ancak bu tanımların sözleri farklı olsa da hepsinin ortak bir noktayı ifade ettikleri açıktır.

Bu tanımlardan Seyyid Şerif Cürcânî’ye ait olanı oldukça yaygındır: “ Din, akıl sahiplerini peygamberin bildirdiği gerçekleri benimsemeye çağıran ilâhî kanundur.”

‘Din’ şu şekilde de tarif edilmiştir:

“Din, akıl sahibi insanları kendi tercihleriyle bizzat hayırlı şeylere götüren ilâhî bir kanundur.” (nak. TDV İsl. Ans. 9/314)

Bu tanımlara göre din, Allah’tan gelen, peygamberler tarafından insanlara tebliğ edilen, insanları kendi istekleriyle hayırlı olan şeylere, daha doğrusu dünya ve Ahiret saadetine götüren, içerisine iman, amel ve hayatla ilgili bütün hükümleri alan insanüstü bir sistemin adıdır.

Meşhur Cibril Hadisi’nde Peygamberimiz (sav) din’i; İslâm, iman ve ihsan olarak tarif etmişti. Allah’tan gelen din, teslimiyeti, yani en yüce otorite olan Allah’ın hakimiyetine bağlanmayı gerektirir. Bu teslimiyetin bir gereği olarak O’ndan gelen herşeyi kabul edip onlarla amel etmek inanmanın şartıdır. Nitekim İslâm kelimesi hem Allah’a teslimiyeti, hem de bu teslimiyetle selâm (barış ve huzura) ulaşmayı ifade eder. (Bakınız: İslâm)

İman etmek, elçilerin Allah’tan getirip tebliğ ettikleri bütün haberlerin doğru olduğundan emin olmak, onları doğrulamak da dinin gereğidir.

İhsan, hem Allah’ı görüyormuşcasına ibadet etmek, hem de adaletli olmanın da ötesinde güzel davranışlarda bulunmaktır. Bu davranışlar, amellerde, ahlâkta ve Allah’ın hükümlerini uygulamakta olur. (Ebu Davud, Sünne/Hadis no: 4695, 4/223. Müslim, İman/1, Hadis no: 1, 1/36. Tirmizî, İman/6, Hadis no: 2612, 5/9.)

Kur’an’da kullanılan ‘din’ kavramı, yukarıda geçen anlam gruplarının bazen birisini, bazen hepsini birden ifade eden bir nizamın adı olarak yer almaktadır. Kur’an bu nizama yer yer ‘dinü’l kayyim-dosdoğru din’ (9/Tevbe, 36), ‘dinü’l hâlis-katıksız-Allah’a has din’ (39/Zümer, 3), ‘dinü’l hakk’-dosdoğru, gerçek din’ (9/Tevbe, 29) ‘dinullah-Allah’ın dini’ (3/Âli İmran, 83) gibi isimler vermektedir.

Diğer taraftan Kur’an’daki ‘din’ kavramı, hem ilâhlığı hem de kulluğu ifade etmektedir. Din, yaratıcı (hâlık) ve kendisine ibadet edilen (ma’bud) Allah’a nisbetle; hakim olma, itaat altına alma, hesaba çekme, ceza veya mükafat verme; yaratılmış (mahluk) olan ve ibadetle sorumlu insana nisbetle, boyun eğip itaat etme, zelil olduğunu anlama, teslim olma, Yaratıcının hükümlerine uyma ve ibadet etmedir.

Şüphesiz ki İslâma göre din, kul ile Yaratıcı arasındaki ilişkiyi düzenleyen bir nizam, bir yoldur.

 

d- Din Anlayışları

Yukarıdan beri anlatılanlar İslâm’a göre dinin tanımı, ya da İslâm bilginlerine göre ‘din’ olayını anlama çabalarıdır. Başka dinlere inanan insanların din olayına yaklaşımı elbette böyle değildir. Batı ülkelerindeki felsefecilerin, sosyologların, politikacıların ‘din’ diye anlayıp izah ettikleri şey de ayrıdır. Özellikle batıdaki pozitivist felsefenin ve modernizm denilen hayat anlayışının gelışmesinden sonra din’e getirilen tanımlar ise çok daha farklıdır.

Biz bu farklı tanımlar üzerinde durmayacağız.

Ancak, insan için din olayının hatırlattığı gerçeği, insan hayatında dinin yerini, insanların sürekli bir dine inandıklarını, hayatlarına temel aldıkları hayat felsefelerinin veya dünya görüşlerinin bir din haline geldiğini söylemek istiyoruz.

Kur’an şöyle diyor:

“Firavun, birakın beni dedi, Musa’yı öldüreyim, o gitsin Rabbine yalvarıp-yakarsın. Çünkü ben, onun sizin dininizi değiştirmesinden ve yeryüzünde fesat çıkarmasından korkuyorum.” (40/Mü’min, 26)

Kur’an’da anlatılan Musa-Firavun kıssasına bakıldığı zaman burada Firavun’un değiştirilmesinden korktuğu ‘din’in yalnızca bir inanç ve vicdanî kanaat olmadığı açıktır. Firavun, kendi kurduğu sistemin, toplum düzeninin, genel-geçer olan şeriatinin (kanunlarının) Musa (as) eliyle değiştirilmesinden korkuyordu. Musa (as)’nın daveti, onun kurduğu toplumsal düzene, kendi hevasından uydurduğu ilkelere, egemenliğine aykırı düşüyordu. Musa (as)nın başarısı, onun saltatının ve düzeninin sonu idi.

Şunun altını tekrar çizmek gerekir ki ‘din’ olayı yalnızca bir inanç, bir vicdanî kanaat, ahlâkî davranışlar ya da belli zamanlarda ve özellikte gizli olarak yerine getirilen kişisel tapınmalar değildir.

Yukarıda ‘din’ kelimesinin sözlük anlamlarından ve Kur’an’da geçen manalarının hiç birinde din’in, inanç ve vicdanî kanaat anlamına gelmediğini gördük. Bunun aksine din, bir teslimiyeti, boyun eğmeyi, kanun ve şeriati, ceza ve mükâfatı ifade etmektedir. İnanç yani iman İslâma göre ‘din’in yalnızca bir parçasıdır. Kişinin, Allah’tan gelen ‘din’i ve bu ‘din’e ait ilkeleri kabul etmesidir.

İnsan yaratılışı gereği inanmak, hayatını belli ilkelere göre yaşamak, bir takım hukuk kurallarına uymak, tapınmak, dua etmek, sığınmak, belli bir toplum düzenine sahip olmak zorundadır.

İnsanların benimsedikleri, inandıkları düşüncelerini ve yaşayışlarını ona göre ayarladıkları, toplumsal düzenlerini ona uygun düzenledikleri sistemler, doktrinler, ideolojiler birer din hükmündedir. Kişi ile toplumun, kendisi ile yüce bir varlığın arasındaki ilişkileri düzenleyen her sistem bir dindir. Eşya ve evreni izah eden, insanların hayatına yön veren, kişilerin inanarak benimsedikleri her dünya görüşü bir dindir.

İnsanların bu gibi sistem veya ideolojilere din adı verip vermemesi, bir veya daha fazla ilâha inanıp inanmaması, bir takım davranışlara ibadet adını verip vermemeleri işin şeklini değiştirmez.

Çünkü ‘din’ olayında temel olan şey, bir inanç sisteminin ve bu inanç sistemine göre şekillenen bir hayat anlayışının veya bir dünya görüşünün olmasıdır. Bu dünya görüşüne göre bir ‘yaşayış sistemi’ varsa, bu hayat sistemine insanlar inanıyor ve bağlanıyorlarsa, bu hayat sisteminin bir takım ilkelerini en üstün sayıyorlarsa, yani bir otoriteye kayıtsız şartsız itaat ediyorlarsa; ortada bir ‘din’ olayı var demektir.

Bu anlamda yeryüzünde eskiden ve şimdilerde din’den uzak hiç bir insan ve hiç bir toplum yoktur. İnsanın, hayatını yaşarken kendine ilke olarak aldığı şeyler, yaşarken uymak zorunda olduğu ‘hayat sistemi’ onun için bir dindir. Zaten ‘din’in anlamı da bir inancı, bir ideolojiyi, bir hayat sistemini benimseyip ona itaat etmektir.  

Tarih boyunca ve günümüzde Hakk din olan İslâmdan uzaklaşan bütün insanlar bu anlamda kendilerine bir ‘din’ bulmuşlardır. İnsanlar her zaman kendilerinden üstün olan bir güce sığınmışlar, kendilerine faydası olduğuna, ya da kızdığı zaman zararı dokunacağına inandıkları bir veya birden çok ilâh bulmuşlardır. O ilâhtan geldiğini kabul ettikleri bir takım ilkelere uymuşlar, din haline getirdikleri bir ‘hayat anlayışını’ benimsemişlerdir. (Bakınız: İlâh)

Dinlerin tarihi incelendiği zaman görülecektir ki tarih boyunca sayısız din uydurulmuş, akla hayale gelmeyen şeyler tanrı haline getirilmiştir.

Günümüzde de durum değişmemiştir. İnsanlar, inanma, tapınma ve bir hayat anlayışına ve düzene bağlanma ihtiyaçlarını çeşitli doktrinlere ve ideolojilere bağlanarak karşılamaya çalışmaktadırlar. Bugün, sosyalizm, komünizm, kapitalizm, modernizm, laisizm, hıristiyanlık, yahudilik, hinduizm ve benzeri adlarla karşımıza çıkan bütün inançlar, hayat felsefeleri ve ideolojiler birer dindirler.

Bu dinler için ilâhlar, mâbetler, tapınma şekilleri aramaya gerek yoktur. Bu batıl dinlerin her bir mümini kendine göre inanıyor, tapınacak mâbet yapıyor, yeni tapınma şekilleri icad ediyor, önünde secde ettiği yeni ilâhlar buluyor. Bir batılı düşünürün dediği gibi, bu çağdaş dinlerin ilâhları: diktatörler, patronlar, devletler, despot partiler, şarkıcılar, sporcular, ikonlar; tapınakları ise, bankalar, stadyumlar, müzik holleri, anıt mezarlar ve fabrikalardır. Bu dinlerin inananları ise, her tarafa istenildiği gibi sürüklenen, yönlendirilen, sömürülen, küçük hedeflerin peşine koşturulan, güç kaynaklarına kayıtsızca itaat eden kitlelerdir.  

İnsan, hayatını mutlaka bir takım ilkelere, hükümlere göre yaşar. Bir şeylere inanır, yüce bir kuvvete tabi, en yüce kabul ettiği güce teslim olur, ona ibadet eder. İnsanın hayatından ‘Hakk’ alınırsa, onun yerini bir sürü batılın doldurması kaçınılmazdır. Bu anlamda insanın iç yapısı boşluğu kabul etmez.

e- Dinlerin Çeşitleri

İslâma göre dinler ikiye ayrılır:

1- Hak din

Bütün peygamberler yalnızca hakk din olan İslâmı tebliğ etmişlerdir. (42/Şûra, 13. 43/Zuhruf, 45. 2/Bakara, 133 v.d.) Peygamberimiz, bütün peygamberlerin dininin bir olduğunu ve hepsinin baba bir-kardeş gibi olduklarını haber veriyor. (Müslim, Fedail/40, Hadis no: 2365, 4/1837. Buharî, nak. Ş. İsl. Ans. 1/400)

2- Batıl dinler

İnsanların İslâmın dışında tarih boyunca kendi kafalarından uydurdukları bütün dinlerin genel adı.  

Hakk din bir tanedir, ama batıl dinler sayısızdır.

Allah katında geçerli din yalnızca İslâmdır (3/Âli İmran, 197) “Kim İslâmdan başka din ararsa, ondan asla kabul olunmaz ve o, Ahirette zarara uğrayanlardan olur.” (3/Âli İmran, 85)  

Denilebilir ki, yukarıda tanımlanan ‘din’in ölçülerine yalnızca İslâm uymaktadır. Öyleyse yalnızca İslâm din’dir. Diğerlerine din değil, ideoloji ya da başka bir şey dememiz gerekmez mi?

Hakk din tanımına elbette yalnızca Allah’ın fıtrat dini dediği (30/Rûm, 30) İslâm uymaktadır. Ancak ‘din’ olayının tanımına ve kapsadığı alana bakarsak ve yine Kur’an’ın hemen yukarıda andığımız iki âyetini hatırlarsak, İslâmdan başka dinlerin de olduğunu ve bunları Rabbimizin reddettiğini görürüz. Yine şu âyet de oldukça dikkat çekicidir:

“Müşrikler istemese de O dini (İslâmı) bütün dinlere üstün kılmak için peygamberini hidâyetle ve hak dinle gönderen O’dur.” (9/Tevbe, 33)

Dikkat edilirse burada hak din tekil olarak, diğer dinler tabiri ise çoğul olarak kullanılmaktadır.

Batıl dinler, Allah (cc) tarafından kabul edilmediği gibi; onlar, ne insanın yaratılış sebebine cevap verebilerler, ne dünyadaki huzuru sağlayabilirler, ne adaleti yerine getirebilirler, ne de Ahiret kurtuluşuna götürebilirler. Çünkü hepsi de insan hevasının ürünüdür. Hepsi de Hakk din olan İslâma karşı olmak üzere ortaya atılmışlardır.

İnsanlara din gönderme hakkı yalnızca onları yaratan Rabb’e aittir. Allah’a rağmen insanlara din teklif edenler, Firavun tipli azgın tağutlardır. Allah (cc) ise, bütün zamanların insanlarına, ‘tağuta kulluktan kaçının, bana ibadet edin’ buyurmaktadır. (16/Nahl, 36)

Kur’an, bazen ‘millet’ ve ‘şeriat’ kavramlarını da ‘din’ yerine kulllanmaktadır. (12/Yusuf, 38. 2/Bakara, 130,135, 120. 42/Şûra, 21 v.d.) Ancak millet kelimesi bir Peygamber’e (İbrahim milleti gibi), din Allah’a, şeriat ise din’e nisbet edilir. İslâm şeriati, Budizm şeriati gibi.

Hüseyin K. Ece

İslamın Temel Kavramları kitabından. Sayfa: 136-142