‘Fırka’, sözlükte, bir grup insan, diğerlerinden ayrılan kendi başına bir cemaat demektir.

Kavram olarak ‘fırka’, İslâm tarihinde kendilerine mahsus siyasi ve itikadî görüşleri bulunan gruplara ve akımlara verilen bir isimdir. Mezhepler tarihinde daha çok itikadî mezhepler ve siyasî akımlar için kullanılmıştır.

(‘Fark’ kökünden türeyen, firak, tefrik, tefrika, furkan gibi kelimeler için bakınız: Tefrika)

‘Fırka’ kelimesi ve türevleri hadislerde de dinde ve sosyal plânda bölünmeyi, parçalanmayı kötülemek üzere kullanılmıştır.

Cumhuriyetin ilk yıllarına kadar Türkçe’de fırka, parti anlamında kullanılmaktaydı.

İslâm tarihinde amelde, itikat ve siyaset sahasında ortaya çıkmış düşünce okullarına, gruplara genelde mezheb adı verilmektedir. Kelâm ve Mezhepler tarihinde ise ‘mezheb’ kavramı daha çok itikat konusunda ortaya çıkmış topluluklar için kullanılır. İşte ‘fırka’ kavramı bu anlamdaki mezheb yerine kullanılan bir terimdir. ‘Fırka’nın çoğulu ‘firak’tır.

İslâmdaki itikadî mezhebler konusunda yazılmış eserlerde de ‘fırka’ bu manada kullanılmıştır. Bu sahada yazılmış kitaplardan birinin adı ‘el-Fark Beyne’l Firak-Fırkalar Arasındaki Farklar’ şeklindedir. (Abdulkahir el-Bağdadî’ye (öl. 429/1037) ait bu eser Türkçeye tercüme edilmiştir. (İst. 1979)

Kur’an-ı Kerim, mü’minleri, kendilerine apaçık beyyineler (ilâhî belgeler) geldikten sonra dinlerini parçalayanlar gibi olmamaları konusunda uyarıyor. (3/Âli İmran, 105, 97/Beyyine, 4) Toptan Allah’ın İpine sarılmalarını, parça parça (tefrika) olmamalarını (3/Âli İmran, 103), dinde tefrikaya düşenlerin ancak aralarındaki bağy (haddi aşma, azma) yüzünden parça parça olduklarını (42/Şura, 14) açıklıyor.

Şu âyet oldukça dikkat çekicidir:

“O, ‘Dini dosdoğru ayakta tutun ve onda ayrılığa düşmeyin’…(dedi)…” (42/Şûra, 13) Ancak bir takım kimseler bunun tam tersini yaptılar. “Gerçek şu ki, dinlerini parça parça edip kendileri de gruplara ayrılanlar; Sen hiç bir şeyde onlardan değilsin. Onların işi Allah’a aittir. Sonra O, işlemekte olduklarını kendilerine haber verecektir.” (6/En’am, 159)

Kur’an, kendilerine kitap verilenler ile müşriklerin dinlerini nasıl parçaladıklarını, din konusunda nasıl fırkalara (gruplara-hiziplere) ayrıldıklarını anlatarak müslümanları aynı hataya düşmeme konusunda uyarıyor. Şüphesiz ki dinde tefrika (fırka fırka olma) hem dini yanlış anlayıp sapmaya, hem müslüman toplulukların zayıflamasına, hem de aralarında lüzumsuz mücadelelerin başlamasına sebep olur.

Ama ne yazık ki Kur’an’ın bütün bu uyarılarına, Peygamberimizin bütün tenbihlerine rağmen Muhammed ümmeti Hz. Osman’ın halifeliğinden sonra fırkalaşmaya başladı. Bu tefrika tarih boyunca devam etti ve bugün de fazla değişen bir şey yoktur.

Şunu hatırlatmakta fayda görüyoruz: Amelî konularda ortaya çıkan mezhepler birer fıkıh ekolüdür ve İslâmî hükümleri yorumlama, anlama ve İslâm hukukunun tesbiti çalışmasıdır. Kendilerine mezheb nisbet edilen hiç bir müctehid alim ‘ben mezheb kuruyorum’ diye ortaya çıkmamıştır. Onların ictihadları ve fetvaları sonradan toplanmış, uygulanmış, benimsenmiş ve bu görüşler onlara nisbet edilmiştir. Böylece Hanefî, Malikî gibi amelî veya fıkhî mezhepler ortaya çıkmıştır.

Bu gibi mezheplere zaten ne ‘fırka’ denmiş, ne de ‘fırka’nın bir benzeri olan ‘nıhle (çoğulu nihal)- görüş, inanış tarzı’, makale (çoğulu makâlât)-fikir, inanış’ denmemiştir. Bu gibi isimler itikadî ve siyasî akımlar hakkında kullanılmıştır.

Amelî mezhepler ve onların görüşlerini din sayılmadığı ve ‘benim mezhebim hak seninki batıl’ denilmediği sürece, onlara bid’at denemeyeceği gibi, bir ihtiyaca cevap veriyorlar da denilebilir. Bu bakımdan amelî sahada bir mezhebe uymak hem caizdir hem de ihtiyaçtır. Ama mezhebçi olmak tefrikaya yol açar. (Bakınız: Tefrika)

 

b- Fırka- i Naciye

‘Fırka-i Naciye’, kurtulan fırka, umduğuna kavuşan, Cehennem azabından uzaklaşan grup demektir. Kavram olarak, Kur’an ve Sünnet’in hükümlerini kabul ederek, Peygamberimizin ve sahabelerinin yolunu izleyen kimseler hakkında kullanılmıştır.

Bu niteleme bir kaç hadiste geçmektedir.

“Yahudiler yetmişbir veya yetmişiki fırkaya ayrıldılar. Hıristiyanlar da yetmişbir veya yetmişiki fırkaya ayrıldılar. Benim ümmetim de yetmişüç fırkaya ayrılacaktır.” (Ebu Davud, Sünnet/Hadis no: 4596, 4/197)

“Şüphesiz İsrailoğulları yetmişbir fırkaya bölündüler. Bunların yetmiş fırkası helak oldu, birisi kurtuldu. Muhakkak benim ümmetim de yetmişiki fırkaya ayrılacaktır. Bunlardan yetmişbiri helak olacak birisi de kurtulacak. Dediler ki, ‘Ey Allah’ın Rasulü! Bu kurtulacak olan fırka hangisidir?’ Rasulüllah (sav) buyurdu ki: ‘Cemaattir, cemaattir’” (A. b. Hanbel, 3/145. nak. İ. Düşüncesinde 73 Fırka Kavramı, s. 26)

Bazı rivâyetlerde fırka sayısı farklılık göstermektedir. Bazılarında hırıstiyanların adı geçmemekte, bazılarında ise İslâm ümmetinin yetmişiki veya yetmişüç fırkaya ayrılacakları söyleniyor. Bazı rivâyetlerde kurtulacak fırkanın, Peygamberin ve sahabelerinin bulundukları yol üzerinde olanlar denilerek, adeta yukarıda geçen hadisteki cemaat kelimesi açıklanıyor. (Ebu Davud, Sünnet/Hadis no: 4597, 4/198. İbni Mace, Fiten/17, Hadis no: 3991, 3992, 3994, 3995, 2/1321-1323. Darimî, Siyer/75, 2521, 2/158. Tirmizî, İman/18, Hadis no: 2640, 5/25. A. b. Hanbel, 3/120. nak. İ. Düşüncesinde 73 Fırka Kavramı, 22-27, Tabaranî ve Hakim’den, nak. H. İbadetler Ans. 1/170,171)

Bir kaç kanaldan gelen hadislerdeki rakamlar veya fırkalara ayrılacak kesimler bazısında yer alıp bazısında yer almasa bile, rivâyetlerdeki ortak nokta şudur: İslâm ümmeti de tıpkı önceden gelen kitap ehli gibi çeşitli fırkalara ayrılacak, aralarında ciddi bölünmeler olacak. Her ne kadar her grup kendisinin doğru yolda olduğunu iddia etse bile, bir fırka dışında diğerleri kurtulamayacak.

Hadislerde geçen rakamlar gerçek sayılar olmayıp kinayeli (dolaylı) anlatımdır. Nitekim Kur’an, ‘ağaçlar kalem olsa, mevcut denizlerin yanında yedi deniz daha gelse; yine de Allah’ın kelimelerinin yazılamayacağını, Allah yolunda mallarını harcayanların durumunun yedi başakta yüz tane bitiren tohuma benzediğini’ söylemektedir. (31/Lokman, 27. 2/Bakara, 261) Bütün bunlar mecazi anlatımlardır.

 

c- Kurtulan Fırka (Grup) Hangisidir?

İslâm ümmeti de çeşitli sebeplerden dolayı tıpkı öncekiler gibi bir çok fırkaya ayrılacaklar. Bunların bir tanesi hariç diğerleri tehlikededir.

Peygamberimizin bu şekilde buyurması elbette bir uyarıdır ve İslâm ümmetine ‘siz böyle yapmayın’ manasında bir ihtardır. Tefrikanın, dinde fırka fırka olmanın tehlikelerini haber vermedir.

Bazı mezhep tarihçileri İslâm tarihinde ortaya çıkmış ve bid’atçi diye nitelenen fırkaları ve kollarını sayarak yetmişüç rakamını doldurmaya çalışmışlardır. Halbuki buradaki rakam gerçek rakam olmadığı gibi, İslâm tarihinde ortaya çıkmış fırkaların ve onların kollarının sayısı o kadar çok ki, bu rakamı fazlasıyla aşarlar. Kaldı ki fırka fırka olmak hastalığı tarihte olmuş bitmiş ve bir daha olmayacak şey değil ki. Müslümanlar, Kur’an’a, Peygamberin ve O’nun temiz sahabelerinin yoluna uymadıkları, kendi akıllarına göre bir din uydurdukları, çeşitli gayri müslim unsurları örnek alıp onları taklid ettikleri sürece fırkalaşma olacak, dinde bölünmeler durmayacaktır.

İslâm tarihinde ortaya çıkmış hiç bir fırka kendisinin yanlış, batıl ve bid’atçi olduğunu söylememiş; aksine hemen hepsi de asıl doğru yolda olanların, yani fırka-i naciye’nin kendileri olduğunu iddia etmiştir. Kur’an bu iddia sahiplerine şöyle cevap veriyor:

“(Onlar ki) Kendi dinlerini fırkalara ayıran ve kendileri de parça parça olanlardır; her iki grup kendi elindekiyle övünüp- sevinç duymaktadır.” (30/Rûm, 32)

Bir kimsenin veya bir fırkanın kendi kendine övünmesinin bir anlamı yoktur. Hiç kimse kendisi için kurtuluş bileti kesemez. İnandığı, anladığı, kanaat ettiği şeylerin doğru olduğunu kim garanti edebilir? Bu inanç doğrultusunda yapılan amellerin makbul ve Allah’ın rızasına tam uygun olduğunu kim ileri sürebilir? Kimin bu gibi konularda elinde senet vardır?

Allah’ın insanlar için seçip gönderdiği Din ortadadır. Onu anlamanın, onu yaşamanın yolu ve şekli Hz. Muhammed’in sünnetinde ortaya çıkmıştır. Peygambere samimiyetle tabi olan sahabeler ve onları ihlaslı bir şekilde izleyen İslâm bilginleri o dinin anlaşılması için çalıştılar, çaba gösterdiler. İyi niyetli olanların farklı görüşleri, farklı ictihatları dinde ayrılık değil, dinde kolaylıktır. Dinde ayrılık olan şey özellikle İslâm’ı anlama noktasında ve inanç konularındadır. Öyle ki ortaya çıkan fırka, başta inanç konuları olmak üzere, İslâmın dünya, hayat ve Ahiret görüşünden çok farklı, bir başka fırkadan çok ayrı, sahabelerin Peygamberden öğrendikleri dinden çok uzak ise; bu dinde fırkalaşmadır.

İslâm’ı Kur’an’da anlatıldığı, Peygamberimizin tebliğ ettiği ve yaşadığı, sahabelerin ve doğru yolda olan selefin (sahabeyi izleyen ilk nesillerin) uyguladığı gibi anlayıp-yaşayanlar, İslâma samimiyetle bağlananlar, ihlasla amel işleyenler, İslâmı kendine değil de fikrini, davranışlarını, ahlâkını, sistemini, düzenini, dünya görüşünü, hükümlerini İslâm’a uygun hale getirmeye çalışanlar fırka-i naciyedir. İslâmın bir kısmını alıp bir kısmını terkedenler, onu kendi pozisyonuna uyduranlar, ya da kendi konumunu desteklemek için ondan yararlananlar, onu bir kavmin, bir bölgenin ya da geçmiş zamanların hayat düzeni sananlar, onu bir ilâhî hayat proğramı değil de bir ahlâk ve kültür sayanlar, ona inandığını iddia ettiği halde, hayata yön veren bütün hükümleri başka kaynaktan alanlar; kurtulmuş fırka, kurtulmuş kimse olamazlar.

İslâma inanmanın, yani müslüman olmanın, müslüman sayılmanın bir mantığı, bir şekli, şartları vardır. İslâm, bir ırkın veya bir bölgenin geleneği, adeti değildir. O Allah’ın dinidir. Kim ona inanırsa müslüman olur. Müslüman olan kimse de o dinin bütün ilkelerini benimser, yasaklarına uymaya, emirlerini yerine getirmeye çalışır. Hayatının her anında, her işinde, kendisiyle ve toplumla ilgili her meselede onun görüşüne baş vurur. Bütün bir hayatını İslâma teslim eder. İşte, İslâma teslim olmanın anlamı budur. (4/Nisa, 65. 59/Haşr, 7. 3/Âli İmran, 31)

İslâma, Allah’ın istediği ve Peygamberin gösterdiği gibi teslim olup, onu hayatlarına uygulayanlar, adları ne olursa olsun; onlar, fırka-i naciyedir.

Hadiste, ‘fırka-i naciye’nin cemaat olduğu söyleniyor. Bilindiği gibi cemaat; toplanan, aynı ideal ve inanç etrafında bir araya gelen şuurlu topluluktur. Cemaat bir anlamda ne yaptığını, niçin bir araya geldiğini bilen, önünde kendileri tarafından seçilmiş imamları (önderleri) bulunan ümmet topluluğudur. Kur’an ve Sünnet’in çizdiği çizgide birlik oluşturan müslümanlar bu anlamda cemaattırlar. Bu cemaat hem Kur’an ehlidir, hem Sünnet ehlidir. Çünkü onlar Kur’an’a ve Sünnet’e uyan mü’minlerdir.

Müslümanların ırkı, bölgesi, mezhebi, meşrebi, tarikatı, partisi, içinde yaşadığı sosyal düzen veya siyasî sistem ne olursa olsun; eğer Kur’an ve Sünnet’in idealleri ve hedefleri doğrultusunda fikir birliği, heyecan ve hedef birliği yapıyorlarsa, onlar cemaat olmuşlardır ve fırka-i naciye’den olmaya adaydırlar.

Ancak herkes kendi görüşünü, kendi grubunu, kendi partisini, kendi mezhebini, içinde yaşadığı -İslâma uymasa da- siyasî sistemi din haline getirir, başka müslümanları düşman, hasım bilir, onları batılda olmakla suçlarsa; kim fırka-i naciye olabilir?

Ayrı ülkelerde yaşamak, ayrı siyasî fikirlere sahip olmak, amelde farklı mezheblere uymak, farklı gruplarla çalışmak, bazı işleri yapmak üzere gruplar oluşturmak, hatta prensipleri İslâma aykırı olmayan partilerle çalışmak mümkündür ve bazen de ihtiyaçtır. Fakat, içinde bulunulan yapıyı dinin önüne getirmemek şartıyla.

Mü’minler, bütün dünyada birbirlerinin kardeşidir. Kur’an’a ve Sünnet’e sarılarak bir cemaat olurlar ve İslâmı yaşamaya çalışırlar.

Bu bakımdan denilebilir ki, ‘fırka-i naciye’ bir grubun isminden çok bir tavrın, bir anlayışın takipçilerinin ortak adıdır.

İslâm’ı, Allah’ı razı edecek şekilde yaşayan herkes, umulur ki fırka-i naciyedendir.

Hüseyin K. Ece

İslamın Temel Kavramları kitabından. Sayfa: 183-187