Habl, kendisiyle bir şey bağlanılan, tutunulan şey demektir.  Buradan benzetme ve  istiare yolyla zimmet, ahd ve eman anlamları verilmiştir. (en-Naal, M. Fevzi, Mevsuatü’l-Elfazı’l-Kur’aniyye, s: 236)

Boyun ve omuzu birbirine bağlayan bağlantıya, kumda damar gibi uzayıp giden dalga gibi yığına da habl denir. (Kurtubi, el-Camiu li-Ahkami’l-Kur’an, 1/711)

Bu anlam hac yapmak için gelen bir bedevinin sözünde şöyle geçiyor: “Allah’a yemin ederim ki üzerinde vakfe yapmadığım bir ‘habl’, yani kum tepeciği yoktur. Benim haccım oldu mu?”  (Ebu Davud, Menasik/68, no: 1950. Tirmizi, Hacc/57, no: 891. İbni Mace, Menasik/57, no: 3016. Darimi, Menasik/54. Müsned 4/15)

Bu kelimenin fiil kökü olan ‘ha-be-le’ bir şeyi iple bağlamak, rabtetmek demektir.

Habl ayrıca hayvan yuları, her çeşidiyle ip, ahd ve zimmet, eman, vücutta bir damar gibi anlamlara gelir. (İbni Manzur, Lisanu’l-Arab, 4/20) 

 

b-Habl’in Kur’an’daki kullanımları

‘Habl’ kelimesi Kur’an’da dört ayette beş defa yer almaktadır.

-Hablün mine’llah,

‘Habl’ şu ayette ahd, zimmet veya taahhüd anlamında kullanılıyor.

“Onlar, Allah'tan bir ahde ve insanların ahdine sığınmadıkları sürece nerede bulunurlarsa bulunsunlar zillete dûçâr olurlar; çünkü Allah'ın gazabına uğramış ve aşağılanmaya mahkum edilmişlerdir. Bütün bunlar [başlarına geldi,] çünkü Allah'ın mesajlarını inkarda ve peygamberleri haksız yere öldürmekte ısrar ettiler; bütün bunlar [vaki oldu], çünkü [Allah'a] isyanda bulundular ve hakkın sınırlarını inatla ihlal ettiler.” (Ali İmran, 3/112)

 Bu ayetten önceki ayetler kitap ehlinden bahsetttikleri için burada söz konusu edilen grubun onlar olması muhtemeldir. Zira onlar ne Allah’tan gelen ahde, sığınılması gereken ilahi zimmete vefa gözsterirler, ne de müslümanlar tarafından ehl-i kitaba sunulan zimmet ahdine/emanına. Onlar müslümanların arasında üzerlerine düşen görevi yerine getirirlerse müslümanlar da onlara ‘eman-güvenlik verirler.

-Hablu’l-verid

‘Hablu’l-verid’, insanın şah/can damarını ifade eder. (İbni Manzur, Lisanu’l-Arab, 4/21) Kur’an’da bir yerde geçmektedir.

Bir hadiste şöyle deniliyor: “Onun şah damarına vurdum..” Burada geçen ‘habl’, omuz ile boyun arasındaki yer alan damar veya sinirdir. Hatta ‘verid’ de ip anlamındadır. (İbnu’l-Esir, en-Nihaye fi-Garibi’l-Hadis, s: 181)

“Gerçek şu ki, insanı yaratan Biziz ve onun iç-benliğinin ona ne fısıldadığını Biz biliriz: çünkü Biz ona şah damarından (hablu’l-verid) daha yakınız.” (Kaf, 50/16)

Bu tamlama ile Yaratıcı’nın aslında insana kendi öz benliğinden de daha yakın olduğunu ifade edilmektedir.

-Hablün mi mesed

“Karısı da odun taşıyıcı olarak (ateşe girecek).

Ve boynunda hurma lifinden bükülmüş bir ip olduğu halde.” (Tebbet, 111/4-5)

Burada ip (habl), şah damarının veya omuzları birbirine bağlayan bağın görüntüsüne benzetildi. (Isfehani, el-Müfredat, sayfa: 153)

 

c-Allah’ın İpi (Hablu’llah) ne demektir?

Bu ifade Kur’an’a yalnızca bir ayette geçmektedir.

Hep birlikte Allah'ın ipine sımsıkı tutunun ve birbirinizden kopmayın. Ve Allah'ın size verdiği nimetleri hatırlayın: Siz birbirinize düşman iken kalplerinizi nasıl uzlaştırdı da O'nun lütfu ile kardeş oldunuz; ve ateşli bir uçurumun kenarında [iken] sizi ondan [nasıl] korudu. Bu şekilde Allah mesajlarını size açıklıyor ki hidayet bulasınız. (Âli İmran, 3/103)

Allah’ın ipi’nin olduğunu konusunda alimler arasında fikir birliği olmamakla birlikte şu altı görüş dikkate alınmalıdır.

Kimilerine göre o Allah’ın ahdidir. Nitekim bundan sonra gelen 122. ayette buna işaret edilmektedir. (İbni Kesir, Tefsir, 1/305)

Kimilerine göre o, Allah’ın dini İslam’dır. (Şevkani, Fethu’l-Kadir, s: 280. Nesefi, Tefsir, 1/279),

Kimilerine göre o, cemaattir. Abdullah b. Mes’ud’un bu görüşte olduğu naklediliyor. Yahudilerin ve hırıstiyanların grup grup olduklarını bildiren hadisin sonunda; “Cennete girecek olan grup hangisidir sorusuna Peygamber (sav): “Cemaattir” cevabını verdi ve “Hepiniz toptan Allah’ın ipine sarılın...” ayetini okudu”. Abdullah b. Mes’ud: Peygamberin bir hutbesinde müslümanlara; “Size itaat etmeyi ve cemaat olmayı tavsiye ederim” dediği naklediyor. (İbni Atıyye, el-Muharreru’l-Veciz, s: 338)

Kimilerine göre o Kur’an’dır. Ebu Said el-Hudri’den gelen bir hadise göre Peygamber (sav) şöyle buyurdu: “Allah’ın Kitabı, gökten yere doğru asılan Allah’ın ipidir...”

Abdullah ibni Abbas’a nisbet edilen bir görüşe göre de Allah’ın İpi Kur’an’dır. (Darimi, Fedailu’l-Kur’an/1, no: 3330) 

Kimilerine göre o ihlastır.

Kimilerine göre o Allah’ın emri ve O’na itaattir. (İbnu’l-Cevzi, Zadu’l-Mesir, s: 214. İbni Atıyye, el-Muharreru’l-Veciz, s: 338)

“I’tesamtu bi-hablihi’; bir kişinin kopmayacağından emin olduğu sağlam bir iple yukarıdan aşağıya inmesine benzetilmiştir. Bir ipe tutunmak verilen söze (ahde) güvenmeyi de ifade eder. Ayet müslümanlara; Allah’tan yardım dileme ve O’na güvenme konusunda, ya da kullarına verdiği ahde tutunmak üzere bir araya gelin. Bu da iman ve itaattir. Ya da Allah’ın kitabına sarılmak üzere bir araya gelin demek olur. Nitekim Peygamber (sav) Allah’ın ipinin Kur’an olduğunu söylüyor. (Zamahşeri, el-Keşşaf, 1/386)

“Hep birlikte Allah'ın ipine sımsıkı tutunun”, yani Allah’ın dinie ve Kur’an’a tutunun, sünnet ve hidayet yolundan ayrılmayın, içinden çıkamadğınız konuları Allah’ın kitabına havale edin. Nitekim Allah (cc) bunu müslümanlara emrediyor. (Nisa, 4/49)

yardımı yandaşlarınızdan değil, Allah’tan isteyin şeklinde de anlamak mümkün.

Bazı bilginlere göre kişinin durumu içinde her türlü afetin olduğu bir kuyuya düşen ve ondan çıkması, afetlerden kurtulması ancak sağlam bir üple mümkün olabilen kişinin durumuna benzer. Dünya zorluk yeridir ve onda afetlerin her türlüsü vardır. Sağlam bir ipe tutunmaktan başka kurtuluşa giden yol yoktur. Bu sağlam ip de Allah’ın kitabıdır. (Bilgin, A. Kur’an’daki Deyimler. s: 54)

Peygamber (sav) şöyle buyurdu: “Şüphesiz ki bu Kur’an Hablullah/Allah’ın ipidir.” (Müslim, Fedailu’s-Sahabe/37. Tirmizi, 4/343)

Yezid İbnu Erkam (ra) anlatıyor: Hz. Peygamber (sav) buyurdu ki:

"Size, uyduğunuz takdirde benden sonra asla sapıtmayacağınız iki şey bırakıyorum. Bunlardan biri diğerinden daha büyüktür.

Bu, Allah'ın Kitabı'dır. Semâdan arza uzatılmış bir ip durumundadır.

(Diğeri de) kendi neslim, Ehl-i Beytim'dir.

Bu iki şey, cennette Kevser havuzunun başında bana gelip (hakkınızda bilgi verinceye kadar) birbirlerinden ayrılmayacaklardır. Öyleyse bunlar hakkında, ardımdan bana nasıl bir halef olacağınızı siz düşünün" (Tirmizî, Menâkıb/77,  nr. 3788) (Peygamberimiz (sav) Veda Hutbesinde ümmetine iki emanet (Kur’an ve Sünnetini) bıraktığını, onlara sarıldıkları sürece sapıtmayacaklarını buyurmuştur. (Ebu Davud, Menasik/56, no: 1905. İbni Mace, Menasik/84 no: 3074). Muvatta, Kader/3)

Müslim’de yine Zeyd b. Erkam’dan gelen şöyle: “... Size iki ağır emanet bırakıyorum. Bunların birincisi Allah’ın kitabıdır. Onda mutlak hidayet ve nur vardır. Bundan dolayı ona sımsıkı sarılınız. Diğeri de Ehl-i Beytim’dir. Ben onlar hakkında sizlere Allah’ı hatırlatıyorum” buyurmuştur...” (Müslim, F. Sahabe/36, no: 6225. Bir benzeri: Tirmizî, Menâkıb/32, no: 3786)

Hâris el-A'ver anlatıyor: "Mescide uğramıştım, gördüm ki halk, zikri terkedip malâyanî konulara dalmış, konuşuyor. Hz. Ali (ra)'ye çıkıp durumdan haberdâr ettim. Bana:

-"Doğru mu söylüyorsun, öyle mi yapıyorlar?" dedi, Ben:

-"Ben Resûlullah'ın şöyle söylediğini işittim:

-"Haberiniz olsun bir fitne çıkacak!" Ben hemen sordum:

-"Bundan kurtuluş yolu nedir Ey Allah'ın Resûlü?" Buyurdu ki:

-"Allah'ın Kitabı (na uymak)dır. O'nda sizden önceki (milletlerin durumuyla ilgili) haber, sizden sonra (kıyamete kadar) gelecek fitneler ve kıyâmetin durumu ile ilgili haberler var. Onda ayrıca sizin aranızda ortaya çıkacak ahvâlin de hükmü var. O, hak ile batılı ayırdeden ölçüdür. O'nda herşey ciddîdir, gâyesiz bir kelâm yoktur. Kim akılsızlık edip, O'na inanmaz ve O'nunla amel etmezse, Allah onu helâk eder. Kim O'nun dışında hidâyet ararsa Allah onu saptırır.

O Allah'ın sağlam ipidir.

O, hikmetli olan zikirdir, O dosdoğru yoldur. O, kendine uyan hevaları koymaktan, kendisini (okuyan) dilleri karışıklıktan korur. Alimler ona doyamazlar. Onun çokca tekrarı usanç vermez, tadını eksiltmez. İnsanı hayretlere düşüren mümtaz yönleri son bulmaz, tükenmez, O öyle bir kitaptır ki, cinler işittikleri zaman şöyle demekten kendilerini alamadılar:

"Biz, hiç duyulmadık bir tilâvet dinledik. Bu doğruya götürmektedir, biz onun (Allah kelâmı olduğuna) inandık" (Cin, 72/1).

Kim ondan haber getirirse doğru söyler. Kim onunla amel ederse ücrete mazhar olur. Kim onunla hüküm verirse adaletle hükmeder. Kim ona çağrılırsa, doğru yola çağrılmış olur. Ey A'ver, bu güzel kelimeleri öğren." (Tirmizî, Sevâbu'l-Kur'ân/14,  no: 2906. Not: Tirmizi bu hadisin garip olduğunu,  Hamza Ziyad’ın dışında başka bir kanaldan gelip gelmediğinin bilinmediğini ekliyor. )

Ebu Ubeyde, Abdullah ibni Mes’ud’tan gelen; “Size gereken Allah’ın ipine sarılmaktır. Allah’ın İpi de Kur’an’dır” sözüne dayanarak “Allah’ın ipine sarılın”, yani fırkalara (gruplara) mensup olmayı bırakıp Kur’an’a sarılın demektir şeklinde açıklıyor.

Peygamber (sav) bir duasında şöyle diyor: “ ... Ey en güçlü ipin sahibi...” (İbni Manzur, Lisanu’l-Arab, 4/20-21)

Bir adam Peygamber’e geldi ve rü’yasında gökten yere doğru bir şeyin asılı olduğunu gördüğünü söyledi. Peygamberin yanında bulunan Ebu Bekir (ra) onun rüyasını şöyle tabir etti: “Gökten yere asılı olan şey, senin de üzerinde olduğun Hak’tır. Allah /cc) senin rüyan vasıtasıyla Peygamberlerle gönderdiği hak ilgili bir örnek verdi. O hak tıpkı gökten yere asılı bir ip gibidir.”  (İbni A’rabi, Ahkamu’l-Kur’an, 1/380-381)

 

-Allah’ın İpine sarılmak

Kur’an yorumcularının çoğuna göre ‘Hablu’llah’ Allah’ın kitabıdır. Buna Allah’ın dini, Allah’ın ahdi veya Allah’ın gönderdiği vahy desek de işin mahiyeti değişmez. Allah (cc) müslümanlara sarılmaları, tutunmaları, yapışmaları gereken en sağlam tutamağı gösteriyor. Madem ki insanın dünya hayatı afetlerle, zorluklarla, şeytanın veya nefsin saptırmalarıyla, insanların fitne ve fesatlarıyla doludur, madem ki insan bütün bunların arasında tıpkı derin bir kuyudan çıkmak isteyen kimseye benziyor; o halde o sağlam ipe, o sağlam tuıtamağa, sağlam bir söze yapışması gerekiyor.

Allah’ın ipi ifadesinin Bekara 256. Ayette geçen ‘urvetü’l-vüska/sağlam bir kulp’ ile ilgisi var.  Dinde zorlama yoktur. Doğruluk, sapıklıktan seçilip belli olmuştur. Kim tağut (şeytan)ı inkar edip Allah'a inanırsa, muhakkak ki o, kopmayan, sağlam bir kulpa yapışmıştır. Allah işitendir, bilendir.” (Bekara, 2/256)

Allah’ın ipine sarılmak şüphesiz ki, öncelikle İslamın getirdiği inanç ilkelerine iman etmektir. Sonra da bu imanın verdiği anlayışla her meseleye iman ölçüsünden bakmak, İslamın değer yargılarını benimsemektir. İslamın emrettiklerini samimiyetle yapmak, yasak ettiklerinden güç yettiği kadar kaçınmaktır. Hayatın geçici olduğu şuuru ile hareket edip, bu dünya hayatın mamur ederken, ölümden sonraki hayat için hazır olmaktır. Şeytanın vesveselerine, kandırmalarına, iğvalarına kanmamak, heva ve hevese kapılıp kendine ve çevresine zarar verecek davranışlara düşmemektir.

Allah’ın ipine sarılmak Tevhid kelimesine tutunmak, bir muvahhid olarak takva bilinciyle yaşamak, Allah yokmuş gibi davranmamaktır.

Allah’ın ipine sarılmak, İslamın getirdiği kardeşlik ve velayet bağlarını güçlendirmek, müslümanların cemaatten ayrılmamak, grup grup olmamak, dinde bölünmeye sebep olmamak, tefrikaya düşmemek, müslümanlar arasında ayrımcılık yapmamaktır.

Bir cemaate/mezhebe/meşrebe mensup olsa da diğer müslümanları kardeş bilmek, kendi içinde bulunduğu yapıyı hak, diğerlerini batıl saymamaktır.

Allah’ın ipine sımsıkı sarılmak, Muhammed (sav) imanda, amelde/kullukta, ahlakta,  davette ve cihadta örnek almaktır. İnsanlar içerisinden çıkarılmış en hayırlı ümmet olmak yarışına katılmaktır. (Ali İmran, 3/110)

Allah’ın ipine sarılmak, ümmet şuuruna sahip olmaktır.

Abdullah ibni Mes’ud’tan gelen bir rivayete göre ayetteki “Hep birlikte Allah'ın ipine sımsıkı tutunun ve birbirinizden kopmayın” emri “cemaat olun” demektir.  Sonuçta Allah (cc) müslümanların birbirleriyle kaynaşmalarını emretmekte, tefrikaya düşmelerini yasaklamaktadır. Çünkü tefrika helaka, cemaat kurtuluşa götürür. İbnu’l mübarek bir şiirinde şöyle der:

“Şüphesiz cemaat Hablullah/Allah’ın ipidir. Ona yapışın;

Onun sapasağlam kulpuna yapışarak korunun.”

Kur’an, müslümanları önceki toplumlar gibi olmaktan sakındırıyor. Özellikle kitap ehli gerek heva ve heveslerine uyma sebebiyle, gerek aralarındaki çekişmeler ve anlaşmazlıklar yüzünden dinlerini parçaladılar. Fırka fırka, grup grup oldular. (Ali İmran, 3/105. En’am, 6/159. Rum, 30/32. Şura, 42/14. Beyyine, /4)

Allah mü’minler tefrikaya düşmeyin diye emrediyor. (Şura 42/13) (Kurtubi, el-Camiu li-Ahkami’l-Kur’an, 1/711)

Bu ayet aynı zamanda müslümanları dinde ayrılığa düşmekten, fırka fırka, hizip hizip, grup grup olup  asabiyeye düşmekten sakındırıyor. Önceki ümmetler dinlerini parçaladılar. Yani Din’i istedikleri gibi anladılar. Sonra da her grup en hak din bizimki diye zannettiler. Zımnen “siz de öyle olmayın” deniliyor.

[yahut] inançlarının bütünlüğünü bozarak parçalara bölünen ve her grubun yalnız kendi sahip olduğu [ilkelerle] övündüğü kimselerden olma!” (Rum, 30/32. Bir benzeri: En’am, 6/159)

Ebu Hureyre’ den gelen bir rivayete göre Peygamber (sav) şöyle dedi: “Yahudiler yetmiş veya yetmişiki gruba ayrıldılar. Hırıstiyanlar da buna yakın gruplara ayrıldılar. Benim ümmetim de yetmişüç fırkaya ayrılacaktır.” (Tirmizi, İman/18, no: 2640)

Benzer bir rivayet şöyle: “Şüphesiz sizden önceki kitap ehli yetmiş iki fırkaya (gruba) ayrıldılar. İslam milleti de yakında yetmişüç gruba ayrılacaktır. Bunların yetmişikisi cehenneme bir grup cennete gidecektir. Cennete gidecek olan grup cemaattir....” (İbni Mace, Fiten/17, no. 3991. Darimi Siyer/75. Müsned, 2/332, 3/120, 145. Bir benzeri: Ebu Davud, Sünnet/1, no: 4596)

“Şüphesiz İsrailoğulları yetmişbir fırkaya bölündüler. Bunların yetmiş fırkası helak oldu, birisi kurtuldu. Muhakkak benim ümmetim de yetmişiki fırkaya ayrılacaktır. Bunlardan yetmişbiri helak olacak birisi de kurtulacak. Dediler ki, ‘Ey Allah’ın Rasulü! Bu kurtulacak olan fırka hangisidir?’ Rasulüllah (sav) buyurdu ki: ‘Cemaattir, cemaattir’” (A. b. Hanbel, 3/145. nak. İ. Düşüncesinde 73 Fırka Kavramı, s. 26)

Bazı rivâyetlerde fırka sayısı farklılık göstermektedir. Bazılarında hırıstiyanların adı geçmemekte, bazılarında ise İslâm ümmetinin yetmişiki veya yetmişüç fırkaya ayrılacakları söyleniyor.

Bazı rivâyetlerde kurtulacak fırkanın, Peygamberin ve sahabelerinin bulundukları yol üzerinde olanlar denilerek, adeta yukarıda geçen hadisteki cemaat kelimesi açıklanıyor. (Ebu Davud, Sünnet/1, no: 4597. İbni Mace, Fiten/17, no: 3991, 3992, 3994, 3995. Darimî, Siyer/75, no: 2521)

Bir kaç kanaldan gelen hadislerdeki rakamlar veya fırkalara ayrılacak kesimler bazısında yer alıp bazısında yer almasa bile, rivâyetlerdeki ortak nokta şudur:

İslâm ümmeti de tıpkı önceden gelen kitap ehli gibi çeşitli fırkalara/gruplara ayrılacak, aralarında ciddi bölünmeler olacak. Her ne kadar her grup kendisinin doğru yolda olduğunu iddia etse bile, bir fırka/grup dışındakiler kurtulamayacak.

Kurtulacak olan kimseler grup (fırka-i naciye); Allah’ın ipine sımsıkı, hem de müslümanlarla birlikte sarılanlardır. Burada müslümanların kendilerine verdikleri isimler, ünvanlar, klişeler önemli değildir. Önemli olan Allah’ın istediği gibi O’nun dinine iman etmek ve salih amel işlemektir.  

Rasulüllah buyurdu ki: “Her kim yalnızca Allah’a ihlasla, O’na hiç bir şeyi ortak koşmaksızın ibadet, namaz kılmak ve zekat vermek üzere dünyadan ayrılırsa; o, Allah kendisinden razı olmuş olarak ölmüş olur.” Enes dedi ki: “İşte bu Peygamberlerin getirdiği ve sözlerin hiç birine karışıp hevaların ihtilafa düşmeden önce tebliğ ettikleri Allah’ın dinidir.”  (Kurtubi, el-Camiu li-Ahkami’l-Kur’an, 1/712)

Peygamber (sav) buyurdu ki: “Şüphesiz Allah sizin için üç şeyden razı olur ve sizin için üç şeyi hoş görmez. Ona ibadet edip kendisine hiç bir şeyi ortak koşmamanızdan, Allah’ın İpine topluca sarılıp ayrılmamanızdan razı olur. Dedikodu, çok soru sormanızdan ve malı zayi etmeninizden razı olmaz.” (Müslim Akdiyye/10, no:4481. Muvatta, Kelam/20. Müsned 2/327, 360, 367)

Allah (cc) müslümanlara Kur’an’a ve Peygamberin sünnetine sımsıklı sarılmalarını, bir anlaşmazlık halinde onlara başvurmayı farz kılmıştır. (Nisa, 4/59)  Kitap ve Sünnete hem hem iman etmek, hem amel bakımından kuvvetlice sarılmak ilkesi etrafında bir araya gelmeleri emredilmiştir. Bu ilke, müslümanlar arasındaki ihtilafları en aza indirir, aralarındaki kardeşilik bağını güçlendirir.

 

Hüseyin K. Ece

08.05.2011

Zaandam/Hollanda