Kurbandan söz edilen yerlerde genellikle Hz. İbrahim’e ve hac ibadetine atıf yapıldığını da görmekteyiz. Bu da Hz. İbrahim’in Allah’a yakınlığının bir model olarak sunulması, hac ibadetinin de Allah’a yakınlaştırmayı yoğunlaştırıcı özelliğinden dolayı olsa gerektir.

‘Kurban’ bayramına Arapça’da ‘’ıydu’l-Adha’ denir. ‘Adhâ’ kelimesi Kur’an’da yer almamaktadır.

Kurban kesme zamanına ‘Eyyam-ı nahr’ denilir. Bu günler aynı zamanda hac zamanıdır ki Zilhicce ayının 10.-13. günleridir.

Kurban kelimesi, maddi ve manevî her türlü yakınlaşmayı anlatır. Ancak İslâmî litaratürde kendisiyle Allah’a yaklaşılan şeydir. Özel olarak Allah’a yakınlık sağlamak, yani ibadet amacıyla belli vakitte, bellirli hayvanları kesmeyi ve bu amaçla kesilen hayvanı ifade eder.

İslâmda ibadet amacıyla kesilen hayvana ‘udhiyye’, eti için kesilen hayvana da ‘zebiha’ denir. Kurbanın ‘udhiyye’ diye adlandırılması, onun Kurban bayramı namazından sonra kuşluk (duhâ) vaktinde kesilmesinden dolayı olduğu söylenmiştir.

Kur’an’da genel olarak ibadeti ifade eden ve aynı kökten gelen ‘nesîke, nüsük ve mensek’ kelimeleri de özelde kurbanı veya kurban yerini ifade ederler.

Hac ve umrede kesilen kurbanlara ‘sevkedilip götürülen, sunulan şey’ anlamındaki ‘hedy’ veya büyük baş ve küçük baş oluşuna göre ‘bedene’, ‘dem’ denilir. Yeni doğan çocuk için kesilen kurbana da başındaki saçın adından esinlenerek ‘akika’ kurbanı denilmiştir. (Güç, A. TDV İ. Ans. 26/433)

 

  • Yakın olmak fiili;

Kurban kavramı, Arapçadaki (yakınlık anlamına gelen) ‘kurbet’’ten ‘fu’lan’ vezninde bir kelimedir. Bu vezin yerine göre isim, yerine göre mastardır. 

Kurban olayını daha iyi anlayabilmek için ‘kurbet’ kelimesinin aslı olan ‘karube’ fiilin Kur’an’daki kullanımlarına bakmakta fayda vardır.

‘Karube’ sözlükte, uzaklığın zıddı olarak mekan, zaman, nisbet, mesafe, ilgi ve kök/asıl açısından yakınlaşmayı ifade eder. (Isfehânî, Müfredat, s: 601)

Kur’an’da fiil olark farklı formlarda kullanılmıştır.

  • Yasak anlamında;

Allah (cc) Âdem ile eşini cennete yerleştirdikten sonra onlara; “... şu

ağaca da yaklaşayım demeyin...” (2 Bakara/35) buyurdu. Bu cennette bir ağacın meyvesinden yemenin onlara yasaklanmasıdır.

“Yetimin malına yaklaşmayın...” (6 En’am/152. 17 İsra/34) ifadesi,

yetimin lehine olmadıkça ona dokunmama emridir.

Allah (cc), “... açık ya da gizli, insanı mahcup edecek bir günaha

yaklaşmayın...”  (6 En’am/151)  Şüphesiz buradaki ‘yaklaşmayın’ emri haramlığı ifade eder.

Yine zina yasağı (17 İsra/32),  hayızlı kadınlarla temizleninceye cinsel birleşme yasağı ‘yaklaşmayın’ (2 Bakara/222) fiili ile anlatılıyor.

  • Zaman olarak yakınlık;

“İnsanların için yaptıklarının hesabını verme vakti oldukça yaklaştı.

Fakat onlar gaflet içinde (bu gerçeğe) sırt çeviriyorlar.” (21 Enbiya/1)

Kıyametin zaman olarak olarak bu güne uzak mı, yakın mı olduğu bu kelime ile anlatılıyor. (21 Enbiya/109)

  • Nisbet/nesep açısından yakınlık;

Yakın akrabalar, mirasta pay sahibi olan yakınlar, iyilik edilmesi tavsiye edilen yakın komşular aynı kökten gelen kelimelerle anlatılıyor (Akraba, kurbâ, zevi’l-kurbâ, kurubat gibi).  (4 Nisa/7, 8, 37. 24 Nur/22. 30 Rûm/38 ve diğerleri)

            - İtibar açısından yakınlık;

Allah’a kul olmaktan kaçınmayan melekler O’na yakın kimselerdir (mukarrebûn’dur). (4 Nisa/172

Hz. İsa (as) hem dünyada hem ahirette gözde kimsedir. Allah’a yakın (mukarreb’den) olanlardandır. (3 Âli İmran/45)

Firavun sihirbazlara Musa ile yarışmalarını söyleyince, onlar da galip gelirlerse ne gibi bir ödüle kavuşacaklarını sorunca Firavun; “... siz kesinlikle yakınlardan (mukarreb’ten) olacaksınız. (Yani yanımda protokoldeki yerinizi alacaksınız)” dedi. (7 A’raf/114. 26 Şuara/42)

İyilerin kaydı ‘Illiyyûn’ denen bir yerdedir. Onu da ancak Allah’a yakın olanlar (mukarreb’ler) izleyebilirler. (83 Mutaffifîn/21)

Allah’a yakın olanlar (mukarreb’ler) Cennette tarifi mümkün olmayan  lezzetli bir kaynaktan kana kana içerler. (83 Mutaffifîn/28)

            - Korumak/gözetmek açısından yakınlık;

Allah’ın rahmeti erdemli davrananlara yakındır. Rahmetiyle onları korur, onları affeder, onları ödüllendirir. (7 A’raf/56)

Allah’a kendisine yönelenlere de, bilincini yenileyenlere de çok yakındır. (11 Hûd/61)

Allah (cc) kullarını gözetir, onların her halini bilir. O kullarına onların şah damarından daha yakındır. (34 Sebe’/50)

            - Güç yetirme açısından yakınlık;

İnsanı yaratan Allah’tır. O, iç benin insana ne fısıldadığını bilir. Ona çok yakındır. (50 Kâf/16)

 

Hadislerde de Allah’a yaklaşmak aynı fiille anlatılıyor.

Ebu Hureyre’nin rivâyetine göre Peygamber (sav); Allah (cc) kul için, onun Allah’ı nasıl düşündüğpü gibidir. O Allah’ı hatırlarsa, Allah da onu hatırlalar.  Kim Allah’a yakın olursa, Allah ona ondan daha yakın olur diye haber veriyor. (Buharî, Tevhid 15, 35. Müslim, Zikr 2, Tevbe 1)

Yine Ebu Hureyre’nin rivâyetine göre Peygamber (sav) kulların Allah’a farz ibadetler yakın olabileceklerini, nafile ibadetlerle de bu yakınlığı daha da ileri götürebileceklerini söylüyor. (Buharî, Rikak 38)

Allah’a yakınlık hiç bir zaman mekan açısından düşünülmez. Zira Allah (cc) zamandan ve mekandan münezzehtir. Burada Allah’a yakınlıktan maksat O’nun lutfuna ve keremine, affına ve bağışlamasına, rızasına ve sevgisine yakın olmak, yani layık olmaktır.

 

         - Kur’an’da kurban;

İslâmda esasen her türlü ibadet, dua ve zikir kulu Allah’a yaklaştırır. Kurbana aynı mananın yüklenmesi; onun ciddi bir sunum, belli bir zamanda ve özellikleri belirlenmiş bir canlı türüyle yerine getirilmesinden, Hz. İbrahim’in (as) fedakârlığını sembolize etmesindendir.   

Kur'an’da; Saffat, Hac, En'am, Maide, Bakara, Fetih ve Kevser sûrelerinde, doğrudan doğruya dini terim anlamındaki kurban ibadetini konu eden âyetler bulunmaktadır.

Bu ayetlerden bir kısmı, hac ibadetinin bir parçası olan ‘hedy’ kurbanlarıyla ilgili; bir kısmı, başlı başına bir ibadet olan ‘udhiyye’ kurbanıyla ilgili; bir kısmı ise, genel anlamda kurban ibadetinin esasları hakkındadır.

Mesela, Hac/28-33. âyetler hacdaki ‘hedy’ kurbanı hakkında, 34-37. âyetler genel anlamda kurban ibadetiyle ilgilidir.

En’am suresinin 162. ayeti ile, Kevser suresinin 2. ayeti de, genel anlamda kurban ibadetiyle ilgilidir.

Bakara/196da geçen "nüsük"kelimesi ("nesike" kelimesinin çoğulu), kurban anlamına gelmektedir. Ancak bu âyette geçen kurbanla (nüsük), kurban bayramında kesilen kurban kastedilmeyip, haccın uygulanma sırasındaki bir noksanlıktan (ihsar) dolayı kesilmesi gereken kurban kastedilmektedir. Bu çeşit kurbanların da hedy kapsamındaki kurbanlardan olduğunu söylemek mümkündür. Ayrıca, Maide/2, 95 ve 97 ile, Fetih/25. âyetlerinde de ‘hedy’ kurbanından bahsedilmektedir.

 

        - Sözlük anlamıyla kurban;

Bir âyette ‘kurubât’ şeklinde geçen kelime, ibadet anlamındaki (udhiyye, nüsük gibi) kurban’ı değil; yakınlaşmak, yaklaşmaya vesile olan şey anlamında kullanılmıştır.

Ama bedevîler arasında, Allah'a ve Ahiret Günü'ne inanan, [Allah yolunda] harcadıklarını, kendilerini Allah'a yaklaştıran ve Elçi'nin dualarında anılmalarını sağlayan vesileler olarak görenler de var. Bakın işte bu, [Allah'ın onlara] yakınlık [göstermesi] için gerçek bir vesile olacaktır; [çünkü] Allah onları rahmetiyle kuşatacaktır: gerçek şu ki, Allah çok acıyıp-esirgeyen gerçek bağışlayıcıdır!” (9 Tevbe/99)

Bazı insanlar kendilerini Allah’a yaklaştırır ümidiyle ara tanrılar icat ederler. Sonra da onlara ilah diye tapınırlar. Halbuki onların hiç bir faydası olmadığı gibi, yarın hesap günü onları yüzüstü bırakacaklar.

“Peki, kendilerini [O'na] yaklaştırırlar (kurbanen) ümidiyle tapınmak için Allah'tan başka ilah olarak seçtikleri bu [varlık]lar [sonunda] kendilerine yardım ettiler mi? Hayır, tersine onları yüzüstü bıraktılar: çünkü bu [sahte ilahlık] onların kendi kendilerini kandırmalarının ve düzmece hayallerinin ürününden başka bir şey değildi.” (46 Ahkaf 28)

Bu âyette geçen ‘kurban’ kelimesinin yaklaştıran anlamında kullanıldığını görüyoruz.

“Allah, yakılarak sunulan bir kurban getirmedikçe, hiçbir elçiye inanmamamızı bize emretmiştir” iddiasında bulunanlara gelince... De ki: “Benden önce de size peygamberler gelmiş, hem hakikatin apaçık belgelerini hem de sözünü ettiğiniz şeyi getirmişlerdi. Peki, madem doğru söylüyordunuz da niçin onları öldürdünüz.”  (3 Âli İmran/183)

“Burada “ateşin bitirdiği bir kurban” -başka bir deyişle, yanık kurbanları kutsal ayinlerin temel bir unsuru kılan Hz. Musa Şeriatı'na uymadıkça.

Hz. Musa Şeriatı'nın bu yönü, Kudüs'deki İkinci Mâbed'in yıkılmasından beri uygulanamaz durumda olduğundan, Talmud sonrası Yahudileri, kendilerine vaad edilen Mesîh'in Musevî ayinlerini eski bütünlüğü içinde yeniden hayata geçireceğine kaniydiler; ve bu yüzden Tevrat'a dayalı Hukuk'a her açıdan uymayan birini peygamber olarak kabul etmeyi reddettiler.” (M. Esed, Meâl ve Tefsir, s: 1/128)

Kitab-ı Mukaddese göre İsrailoğulları zamanında Allah’ın peygamberi İlya, onlara iki ilâha tapmalarının yanlış olduğunu söyleyerek, peygamberliğinin belgesi olarak kurban adamayı teklif etmişti. Baal putunun elçisi ile birlikte birer boğayı kurban olarak adadılar.  Onun kurbanını gökten inen bir ateş yeyip bitirdi. Karşı tarafın kurbanı kabul edilmedi. (1. Krallar 18/20-40)

Burada peygemberden mucize isteyenlerin tutarsızlığına işaret edilmektedir.

Âdem’in (as) iki oğlunun Allah’a sundukları şey de ‘kurban’ kelimesi ile anlatılıyor.

“VE ONLARA gerçeği göstermek için Âdem'in iki oğlunun kıssasını anlat; nasıl ikisinin birer kurban sunduklarını ve birinden kabul edildiği halde diğerinden kabul edilmediğini. [Onlardan biri, Kâbil,] “Seni mutlaka öldüreceğim!” demişti. [Kardeşi Hâbil] cevap vermişti: “Unutma ki Allah, yalnız O'na karşı sorumluluk bilinci duyanların [kurbanı]nı kabul eder.”  (6 Maide/27)

Burada hem kurban ibadetin ilk örneğini, hem de bu ibadetin arka planındaki hikmeti görüyoruz.

Âdem’in çocuklarının kurban sunma olayının sebebi Kur’an’da anlatılmıyor. Ancak yorumcular kendilerine göre pek çok ihtimalden bahsediyorlar. Bir kısmı da olayı ikiz kız kardeş ile evlenme isteğine bağlıyorlar. Halbuki âyet kardeşlerden birinin sözüne dikkat çekiyor ve diyor ki:

“Allah, ancak muttakilerin kurbanını kabul eder.”

Bu âyetle Hacc/34 arasında bir bağlantı vardır. Kurbanların etleri veya kanları değil, hakkıyla ibadet eden kulların samimiyeti (takvası) Allah’a ulaşır.

İnsan için 'Allah'tan korkup-sakınmak', hayatı ve ahlâkı düzenlemenin

eksenidir. Kötülükler ancak bu inançla önlenebilebilir.

İlk katilin çekemediği şey mümkün ki 'öldürülen kardeşteki' takva

(korkup-sakınma) duygusudur. Bir başka deyişle âlemlerin Rabbine teslim oluş fikridir. Allah'ın ölçülerine göre yaşama imanıdır. Ya da ilahi vahye uyma tavrıdır.

İşte iblisin istemediği de budur. Bu tavır, bu anlayış ölürse,  ya da bu anlayışta olanlar yok olursa iblise ve kabillere gün doğacaktır.  Yani yok edilmek istenen Habil'in bedeni değil, onun temsil ettiği bu anlayıştır, onun Tevhide bağlılığıdır.

Her iki kardeşin de neye kuvvetli bir biçimde bağlı olduklarını ortaya koyan ölçü ise Allah’a adadıkları ‘kurban’ idi.

 

        - Tevhidî kurban tasavvuru (Nüsük)

Nüsük kelimesi ‘nesike’ kelimesinin çoğuludur ve kimilerine göre kesilen hayvan, kimilerine göre de Allah (cc) için yapılan ibadetler demektir. Nitekim yaptığı ibadetlerle Allah’a yaklaşan kişiye de aynı kökten gelen ‘nâsik’ denilir. (Kurtubî, Tefsir, 1/1264)

‘Nüsük’ kelimesi Kur’an’da fiil, isim olarak altı yerde geçmektedir.

Aynı kökten gelen ‘mensek’; Özelde ‘hacda kesilen kurban’, genelde ‘hacca özgü ibadetlerin her biri’ ya da ‘bunların yeri ve zamanı’ anlamına gelir.

Bu bağlamda ‘nüsük’ ile hac ibadetinin bir parçası olan kurban kasdedilmektedir. Cahiliyye döneminde hac zamanı putlar için kesilen kurbana el-‘ıtr (veya (‘atire) adı verilirdi. Kur’an onların yerine mensek ve türevlerini kullanarak yepyeni bir kavramlaşmaya gitmiş ve bununla cahiliyye kurban kültünden farklı olarak tevhidî kurban tasavvuru oluşturmaya çalışmıştır. (M. İslamoğlu, Meâl, s: 648)

Allah (cc) kurban kesmeyi iman eden eden bütün ümmetler için bir ibadet eylemi olarak emretmiştir. Böylece eti yenen hayvanları keserken Allah’ın adını ansınlar diye.

“ Ve Biz her ümmet için kurban kesmeyi bir ibadet kıldı ki, bu vesileyle O’nun kendilerine rızık olarak verdiği hayvanlar üzerine Allah’ın ismini ansınlar.

Bakın sizin ilâhınız tek bir İlâh’tır; o halde yelnız O’na teslim olun! Ve (sen de Peygamber); O’na yürekten boyun eğenleri (O’nun rızasıyla) müjdele.” (22 Hacc/34)

Kur'an, eti yenen hayvanlarla ilgili çerçeve çizerken, başka âyetlerle (5 Maide/3, 2 Bakara/173, 6 En'am/145, 16 Nahl/115) yasaklandığı açıklananların dışında "behîmetu'l- en'am"diye isimlendirilen hayvanların helâl olduğunu  bildiriyor. (5 Maide/2)

Arapça'da ‘behîme’ kelimesi, dört ayaklı hayvanların genel adıdır. ‘En'am’ ise pençeli hayvanlar ile tek tırnaklı hayvanların dışındaki otla beslenip geviş getiren hayvanlardır. Dolayısıyla, eti yenen hayvanlar kapsamında olduğu halde, dört ayaklı olmayan kara hayvanları ile, deniz hayvanları da âyette geçen ‘behîmetu'l-en'am’ kapsamına girmemektedir.

En'am Sûresinin 143 ve 144. âyetleri ile, Nahl Sûresinin 5-8. âyetleri bir bütün olarak değerlendirildiğinde, ‘behîmetu'l-en'am’ kavramının, otla beslenip geviş getiren, deve, sığır, davar gibi ehli hayvanları kapsadığı anlaşılmaktadır.

Bu âyette geçen ‘nüsük’ kelimesini pek çok Türkçe meâl kurban olarak, Elmalılı ise ‘ma’bed/ibadet edilen yer’ olarak tercüme etttiler.

Aşağıdaki âyette geçen ‘nüsük’ kelimesi ise ‘kurban’ olarak anlaşılmamıştır.

“Biz her ümmete, kulluklarını göstermeleri için [ayrı] bir ibadet tarzı tayin ettik. Bunun içindir ki, [ey inanan kişi, seninkinden başka yollar tutan] kimseler bu konuda seni tartışmaya sürüklemesinler; sen yalnızca [onların hepsini] Rabbine çağır: çünkü, sen gerçekten dosdoğru bir yol üzerindesin.” (22 Hacc/67)

Buradaki ‘mensek’ kelimesi Türkçe meâllerde; ibadet tarzı, din, şeriat, ibadet yolu ve yöntemi, ibadet şekli şeklinde tercüme edilmiş.

Kur’an hz. İbrahim’in şöyle dua ettiğini haber veriyor:

“De ki: Şüphesiz benim namazım, nüsük’üm (ibadetim), hayatım ve ölümüm hepsi alemlerin Rabbi Allah içindir.” (6 En’am/162)

Bu âyetteki ‘nüsük kelimesini D. Vakfı meâli kurban,  Elmalılı, S. Ateş, S. Yıldırım, M. İslâmoğlu ve diğer pek çok meâl ‘ibadetlerim’ anlamını vermişler.

Mensek kelimesinin çoğulu ‘menâsik’tir. Bu da haccı oluşturan ibadetlerin alemi olmuştur ve ‘hac menâsiki’ şeklinde bilinmektedir.  

Bakara/128. ve 200. âyette geçen ‘menâsik’ kelimesi ise daha çok ‘ibadet yolları’ şeklinde anlaşılmıştır.

Aşağıdaki âyette geçen kurbanla (nüsük), kurban bayramında kesilen kurban kastedilmeyip, haccın ifası esnasındaki bir noksanlıktan (ihsar) dolayı kesilmesi gereken kurban kastedilmektedir. Türkçe meâllerin pek çoğunda buradaki nüsük’e kurban anlamı verilmiş.

“... Sağlıklı ve emniyette olduğunuzda, hac [vaktin]den önce umre yapan, gücünün elverdiği türden bir kurban kessin; ama kurbana gücü yetmeyen, hac sırasında üç gün ve döndükten sonra yedi gün, yani tam on [gün] oruç tutsun. Bütün bunlar, Mescid-i Harâm civarında yaşamayanlar içindir...” (2 Bakara/196)

Nüsük kelimesi bazı hadislerde de kurban anlamında kullanılıyor. (bak. Müslim, Edahi 6, 7)

        

          - Hedy (hac kurbanı); 

Hedy; deve, sığır ve davar cinsinden Kâbe’ye hediye edilen kurbanlıklara verilen addır. İlgili âyetlerde bu anlamda yer almaktadır.

“Allah için haccı ve ömreyi tamamlayın. Eğer (engellenmiş olursanız kolayınıza gelen kurbanı (hedy’i) (gönderin); kurban yerine varıncaya kadar başlarınızı tıraş etmeyin...” (2 Bakara/196)

“Allah, Kâbe'yi, o Beytu'l-Harâm'ı bütün insanlık için bir sembol kıldı; ve [aynı şekilde] kutsal [hac] ayı ve boyunlarında takı olan kurbanlıklar (hedy), Allah'ın göklerde ve yerde olan her şeyden haberdar olduğunu ve Allah'ın her şeyin tam bilgisine sahip bulunduğunu size anlatmayı amaçla[yan sembollerdi]r.”  (5 Maide/97)

“Boyunlarında takı olan kurbanlıklar” (lafzen, “kurbanlıklar ve takılar”), kurbanlık hayvanlara bir atıftır. Böylece hac ve ona bağlı merasimler, insanın Allah'a teslimiyetinin sembolleri olarak ifade edilmektedirler. (M. Esed, Meal, s: 1/215)

“[Düşmanlarınızı sizin elinizden almam, onların hatırı için değildir: çünkü] onlar, hakikati inkara şartlanmış olan, sizi Mescid-i Harâm'dan alıkoyan ve kurbanlarınızın (hedy) yerine ulaşmasına engel olanlardır. İstemeden çiğneyip geçebileceğiniz ve bilmeden, kendileri yüzünden büyük bir hata işleyebileceğiniz [Mekke'deki] mümin erkekler ve kadınlar olmasaydı [evet, eğer bunlar olmasaydı şehre savaşarak girmenize izin verilirdi: ama savaşmanız yasaklandı] ki Allah [zamanı geldiğinde] dilediğine rahmetini ihsan edebilsin. Eğer onlar, [Bizim rahmetimizi hak edenler ile gazabımıza uğrayanlar, sizin tarafınızdan] ayırd edilebilselerdi içlerinden hakikati inkar edenleri [sizin elinizle] acıklı bir azaba çarptırırdık.” (48 Fetih/25)

 

       - el-Büdn (iri kurbanlıklar);

‘Büdn’, bir âyette yer almaktadır:

“Malum (büyük baş) kurbanlara gelince; Biz onu sizin için içerisinde nice hayırlar barındıran Allah’ın simgelerinden bir olarak (ibadet) kıldık: o halde, (ön ayaklarından bir bağlanıp) sıra sıra diz çöktürülen hayvanları (savâffe) kurban ederken Allah’ın ismini anın; nihayet onların yanı yere gelince artık, onlardan siz de yeyin, ihtiyacını belli eden veya belli etmeyenlere de yedirin.

Bu böyledir; zira Biz onları sizin faydanıza âmâde kılmışısızdır, umulur ki şükredersiniz.” (22 Hac/36)

‘Büdn’ ‘bedene’nin çoğuludur. ‘el-Bedene’; iri ve semiz kurbanlık develere verilen bir isimdir. Ki kurbanlık develer hakkında kullanılırdı.

‘el-Büdn’ kelimesinin sığırlar hakkında kullanılıp kullanılmayacağı tartışılmış. Pek çok alime göre mükellef eğer kurban edecek bir deve bulamazsa, ya da bulduğu halde buna gücü yetmezse, bunun yerine sığır kurban edebilir.

Genel görüşe göre ‘el-büdn’, Kâbe’ye hediye olarak gönderilen kurbanlık develer, ‘el-hedy’ ise, deve ve sığır cinsinden Kâba’ye hediye olarak gönderilen kurbanlıklardır.

Bu âyette geçen ‘savaffe’ kelimesi de el-büdn’ün/kurbanlık develerin bir sıfatı olup, sıraya girmiş, sıra sıra dizilmiş, kurban edilmek üzere sıralanmış demektir.

‘el-Büdn’ hadislerde de kurban olarak geçmektedir.

“Kurban olarak bir deve yedi kişi için, bir sığır yedi kişi için yeterlidir…” (Müslim, Hac/138, 351. Ebu Davud, Edahî/6. Tirmizî, Hac/66, Edahş/8. İbni Mace, Edahî/5. Darimî, Edahî/5. Muvatta, Dahâya/9)

 “(Cumanın) ilk saatlerinde mescide giden kişi sanki bir büdn (deve) kurban etmiş gibi gibi olur. İkinci saatte giden ise sanki bir sığır kurban etmiş gibi olur….” (Buharî, Cumua/4. Müslim, Cumua/10. Ebu Davûd, Tahâre/217. Tirmizî, Cumua/14. Muvatta, Cumua/1)

‘Büdne’, yani semiz ve etine dolgun kurbanlık develer, cahiliye araplarının  en gözde mallarındandı. Ama ne yazık ki bunları putları, yani kendi uydurdukları tanrıları adına adarlardı/kurban ederlerdi. (Şevkânî, Fethu’l-Kadir, s: 1948)

Yukarıdaki âyet bu tür kurbanların ve diğerlerinin sadece Allah adına kesilebileceğini, etlerinden ancak üzerlerine Allah’ın adı anılırsa yenilebileceğini (onlar kesilirken –Allahü ekber Allahü ekber Lâilâhe illalah Allahü ekber- denilmesi gerekir), böyle yapmanın da aynı zamanda bir şükür olacağını ortaya koyuyor.

 

       - İbrahim’in kurbanı

İslâm’da kurban kesme ibadetinin Hz. İbrahim (as) ile başladığını  Kur’an-ı Kerim’den öğreniyoruz:

"Böylece (çocuk) onun yanında koşabilecek bir çağa gelince (İbrahim ona): ‘Oğlum, gerçekten ben seni rü’yamda boğazlıyorken gördüm. Bir bak, sen ne düşünüyorsun?’ dedi. (Oğlu İsmail) dedi ki: ‘Babacığım, emrolunduğun şeyi yap. İnşaallah beni sabredenlerden bulacaksın.

Sonunda ikisi de (Allah’ın emrine ve takdirine) teslim olup (babası, İsmail’i kurban etmek için) onu yanağı üzerine yatırdı.

Biz ona Ey İbrahim! diye seslendik.

Gerçekten son rüyayı doğruladın. Hiç şüphesiz biz, güzel davrananları böyle ödüllendiririz.

Doğrusu bu, apaçık bir imtihandı.

Ve ona büyük bir kurbanı fidye olarak verdik.

Sonra gelenler arasında ona (hayırlı ve şerefli bir isim) bıraktık.” (37 Saffat/102-108)

Burada bir kaç önemli nokta bulunmaktadır:

- Hz. İbrahim’in rüyası sıradan bir rü’ya olmayıp, peygamberlere bazen rü’ya yoluyla indirilen vahiydir.

- Hz. İbrahim oğluna; ‘seni rü’yamda kesiyorken (kurban ediyorken) görüyorum’ dedi. Bu da maksadın insandan kurban adama gibi bir şey olmayıp, bir deneme (imtihan) olduğunu gösterir. Zira insandan kurban etme anlayışı ilâhî dinlerin esaslarına ve anlayışına uymaz.

Burada inanan bir insanın en sevdiği şeyi Allah yolunda feda edebilmesini görmekteyiz. İbrahim (as) bu zorlu imtihan ile başbaşa kalmıştı. İsmail (as) ise kendi canını isteyerek Allah yolunda vermenin sınaması  karşısında idi. O da hiç tereddüt etmeden boynunu Allah’ın emrine teslim etti. Her ikisi de imtihanı kazanınca, Allah da onlara ‘büyük bir kurbanı’ fidye olarak gönderdi.

- Bu olaydan önce Hz. İbrahim bir kaç denemeden daha geçirilmiş, o da her birinden başarı ile çıkmıştır. Nitekim Kur’an buna işaret ediyor ve hz. İbrahim’in insanlara imam (önder/rehber) kılındığını haber veriyor. (2 Bakara/124 )

Hz. İbrahim’in güzel davranışları ve bilinçli kulluğu, Kur’an’da onun ‘muhsin’ olarak anılmasına sebep olmuştur. Muhsin ihsan sahibi demektir. İhsan ise; yaptığı işi güzel ve sağlam bilgi/bilinçle yapmak, Allah’ı görüyor gibi ibadet etmektir. 

Bir başka deyişle ihsan; selim akılla hareket etmek ve iyilik yapmaktır. Bu iyiliğin kapsamı ibadetten insanlara iyi davranmaya kadar oldukça geniştir.

Kur’an, Hz. İbrahim’in bu davranışını örnek olarak verirken bütün müslümanlara ibadetlerde ve dünyalık bütün işlerde ihsan ahlakı üzere davranmayı tavsiye etmektedir. Her alanda selim akılla davranmak, güzel işler yapmak; mantıklı davranmak, neyi nasıl yapması icap ettiğini bilip buna göre davranmak müslümanın karakteri olmalıdır.

Kurban ibadeti bir taraftan hz. İbrahim’in ve hz. İsmal’in teslimiyetini hatırlatırken, bir taraftan da inanan kimsede Allah’a yakınlığın zirvesini sembolize eder. Nitekim kurban, müslümana Allah için yaptığı bütün işlerde diri bir bilinç, üstün bir fedakârlık ve canlı bir yakınlık hissi kazandırır.

Kurban kesenin; “... şüphesiz benim namazım, kurbanım/ibadetlerim, hayatım ve ölümüm hepsi alemlerin Rabbi olan Allah içindir” şeklinde düşünmesi gerekir. Bu iman da yoğun bir şuur, diri bir dikkat, hoş bir teslimiyettir.

Kurbanla ilgili âyetler, bilinçli şekilde kurban kesmeyi ve ihsan sahibi olmayı öne çıkarıyorlar. Zira kurban da dinin şiarlarındandır, yani müslümanlığın sembollerindendir. Bu sembollere saygı, müslümandaki takva bilincinin, yani bir anlamda ihsan anlayışının sonucudur. (5 Maide/2. 22 Hac/36)

Kesilen kurbanların etleri ve kanları değil, mü’minlerin takvasının Allah’a ulaşacağı vurgusu (22 Hac/37), kurban ibadetindeki asıl amacı haber veriyor. Bunun sonucunda yine muhsinlerin (ihsan sahiplerinin) müjdelenmesi, bilinçle yerine getirilecek kurban ibadetinin kazancı ortaya çıkmaktadır.

 

         - “Ve Rabbin için kurban kes”

Allah (cc) Kevser Sûresinde Hz. Muhammed’e (sav) hitaben şöyle buyuruyor:

“Gerçek şu ki, Biziz san her türlü hayrı (Kevser’i) bahşeden:

O halde namazı da, kurbanı da yalnız Rabbine tahsis et!

Bir başka gerçek de şu ki; (hayırdan) temamen kesilip kopmuştur senden nefret eden.” (Kevser Sûresi)

Buradaki ‘ve’nhar’ fiilinin aslı olan ‘nahr’ göğüste gerdanlıkların konulduğu yer, boyun demektir. Deveyi boğazından kesmek, yani kesmek üzere eli devenin boynuna koymak, boğazına vurmak anlamına gelir. (Isfehânî, el-Müfredât, s: 738)

Bu kesim şekli deveye mahsustur. Deve ayakta iken ön ayaklarından biri bağlanıp boynundan boğazlanır ki buna ‘nahır’ denir. Sığır ve davar cinsi üç ayağı bağlanıp yerde boğazlanır ki bu kesim şekline de ‘zebih’ denilir.

Bu âyetteki ‘ve’nhar’; kurban kesmek manasında anlaşıldığı gibi, ellerini göğsüne kaldırıp tekbir almak şeklinde de anlaşılmıştır. (İbni A’rabî, Ahkâmu’l-Kur’an, 4/458. Cassâs, Ahkâmu’l-Kur’an, 3/475)

“Rabbin için namaz kılıp kurban kes…”

Yani hem Rabbinin sana emrettiği farz namazları kıl, hem de dilediğin kadar nafile ibadetlere devam et. Allah’a şirk koşmadığının ve sadece O’na ibadet ettiğinin bir göstergesi olarak da kurban kes. İbadetini, kurbanını, ta’zimini sadece Allah’a tahsis et. (Zamahşerî, el-Keşşâf, 4/802)

Buradaki ‘ve’nhar’ fiili; ‘kurbanını keserken kıbleye dön’ şeklinde de tefsir edilmiştir. (Ferrâî, Meâni’l-Kur’an, 3/296)

Bu âyet Hz. Muhammed’in şahsında bütün insanlara; “namazınızı/ibadetinizi sadece Allah (cc) için yapınız, kurbanınızı/adaklarınızı sadece Allah için kesiniz’ diye emretmektedir. (Şevkânî, Fethu’l-Kadir, s: 1948)

‘Ve’nhar’ emri, yani adı ve özelliği belli olan ‘bir kurbanı yalnızca Allah adına kes’ demektir. Zira şirk dinlerine inananlar, birden fazla tanrıya, ya da kendi elleriyle yaptıkları putlara ibadet edenler, kurbanlarını çeşitli sebeplerden dolayı onlara adarlardı, ya da onların adına keserlerdi.

Bundan dolayı Peygamber (sav) bayram günü önce bayram namazını kılar, sonra da kurban keserdi. Bayram namazdan önce kurban kesenlerim ‘nüsük/kurban kesmediklerini, fakat ev halkı için et temin ettiklerini açıklardı. (İbni Kesir, Muhtasar Tefsir, 3/648. Cassâs, Ahkâmu’l-Kur’an, 3/476)

İslâm alimleri ‘namaz kıl, kurban kes’ emrinden hareketle bütün müslümanların bayram namazı kılmalarının ve kurban kesmelerinin dinî bir emir olduğunu söylemişlerdir. (Cassâs, Ahkâmu’l-Kur’an, 3/476)

Kurban kesme olayında hem İbrahim (as)i hatırlamak, hem de aynı teslimiyetin, aynı fedakârlığın devamını sağlamak, ayrıca mükâfata kavuşan İbrahim (as) gibi bayram sevincini yaşamakte söz konusudur.

 

       - Ve kurban...

İslâm, tarih öncesinden günümüze gelen kurban ibadetini kaldırmamış, ama O’nu asıl olması gereken şekle sokmuştur.

Başkaları kurbanı bir korkunun, bir çekinmenin, bir sığınmanın ihtiyacı olarak, tanrıların gazabını (öfkesini) dindirmek üzere verirlerdi. Kimileri de kurbanları tanrılarının yiyeceği sayarlardı. Hayvan kurban edildiği gibi, insan veya eşya da kurban ediliyordu.

İslâm bütün bu yanlış anlayışları kökünden kaldırdı. Kurbanı, Allah’a yaklaşmanın, O’nun sevgisini kazanmanın, malı O’nun yolunda harcamanın, O’nun verdiği ni’metlerle sevinmenin bir aracı haline getirdi.

 

          - Kurban kesmenin hikmeti

Kurban ibadetinin hikmeti, ‘eşyanın insanın emrine âmâde kılınması demekye gelen ‘teshîr’ olayında gizlidir. Kur’an, kurbanların insanların emrine âmâde kılındığını söylüyor. (22 Hac/36,37) 

Bu emre âmâde kılmak insanın yaratılmışlar arasındaki şerefini gösterdiği gibi varlık hiyerarşisine de işaret eder. Yani varlıkta bir düzen ve bir sıra vardır. Kurban kesen kimse sanki bu ilâhî düzene dsaygı gösterdiğini ifade etmiş olur. Varlık hiyerarşisini bozanların öküz gibi, inek gibi sıradan varlıkları fetiş hâle getirdikleri, tanrılaştırdıklarını görüyoruz. (M. İslâmoğlu, Meâl s: 648. Yeni Şafak, 14.12.2007 )

Kurban olmak Allah’a yakın olmaktır. O’na yaklaşmak fiziği metafiziğe taşımak, içkin olanı aşkın olana bağlamaktır. Bu anlamda kurban, varlığın sahibine yönelişi sembolize eder. İnsanın emrine verilen maddenin, yine O’nun emrine sunulmasıdır. Ya da ‘o benim kurbanımdı, ben ise Senin kurbanınım’ demektir. Allah’a yaklaşmak ancak ihlas ve aşkla, yani Allah’ı gereği gibi sevmekle olur. Kurban bu aşkın bir aracıdır. Mü’min, kurban keserek bu sevgisini gösterir. En azından bu inancını kendi içerisinde isbat eder, bunun heyecanını yaşar.

Kurban, her şeyden önce sevilen, elde edilmek için emek ve para verilen, zaman ve ömür harcanan, değerli dünyalıklardan bir kısmını Allah için feda edebilmenin bir göstergesidir. Bu anlayış insanı başka şeyleri de Allah yolunda feda etme fedakârlarına götürür.

Kurban, insandaki aşırı isteklerin (hırsın), başkasına merhametsizce davranmanın azalmasına yardımcı olur. Kurbanını bizzat kendisi kesen veya yanında bulunan müslümanın merhamet duguları uyanır, Allah için fedakârlıkta bulunmanın lezzetini duyar.

Kurbanın davar, sığır ve deve cinsinden olmasının da hikmetleri vardır. Bu hayvanlar eti helâl ve evcil olan hayvanlardır. Yani ya insanlar onları çalışarak yetiştirirler, ya da emek vererek kazandıkları paralarıyla alırlar. Onlar, sahipleri için bir değer haline gelirler. Onların kurban olarak kanlarının akıtılması şüphesiz ki İsmail (as)in kurban olarak kanına denk tutulmasından dolayıdır. Mü’minler kurban keserler ve İsmail (as)in ulaştığı manayı yakalamaya çalışırlar.

‘İslâm, Allah yolunda mallarını ve canlarını kurban olarak feda eden veya etmeye hazır olan, ahlâk ve takva bakımından İsmail ve İbrahim (as) gibi olanların eliyle yücelir. Kurban ibadeti İbrahim’in ve İsmail’in şehâdetini bu çağa taşımaktır. Bunu kimileri kurban keserek sembolik olarak yaparlar. Kimileri de canlarını Allah yolunda vererek bunu fiilí olarak gerçekleştirirler.

Kurban ibadetinin şuuruna varmayanların kurbandan payına belki de ‘et’, İsmail gibi olanların payına da ‘cennet’ düşer. Kendilerini Allah’ın yoluna kurban olarak hazırlayanlar; imanlarını tıpkı kestikleri kurban gibi kusursuz, eksiksiz yapmaları gerekir. Bedeninde noksanlık olan hayvanlardan kurban olmadığı gibi; imanı eksik, hastalıklı, felçli ve illetli olanlar kendilerini o ulví gayeye adayamazlar.

Kurban, ne adadığının farkına varmak, adak ettiğinden ulvi bir amaç uğruna vazgeçebilmektir. Kurbanın vesile olduğu bayram, müslümana ahirette Rabbiyle buluşmayı hatırlatan zamandır.

Ne adadığının farkında olanlar bu kavuşmanın değerini de bilirler.

İnsanın eşyaya, diğer insanlara, ideolojilere, dünyaya kul ve kurban edildiği günümüz dünyası; insanın harcandığı ve horlandığı bir yerdir. Böyle bir harcanmadan kurtulmanın yolu, yüce bir gaye için ‘adamak ve adanmak’tır.

Bunu da İslâma teslim olarak emin olan ve tam bir hürriyete kavuşan şuurlu mü’minler iman aşkla yapabilirler.

 

Hüseyin K. Ece

20.10.2008

Zaandam

 

Kur'ani Hayat Dergisi, Kasım-Aralık 2009 Sayı: 9