Bu gibi kavramları Kur’an bütünlüğü içerisinde, kendi bağlamında ve Kur’an’ın maksatları doğrultusunda  anlamak Kur’an’ın anlaşılmasına yardımcı olacaktır. Kur’an ifadelerini ve konularını incelerken veya anlamaya çalışırken, bunların tarih boyunca mezhep, meşrep, tarikat, kültür ve geleneklerden etkilendiğini, hatta çok farklı manalar ve formlar kazandığını hesaba katmak gerekir.  

‘Sünnetullah’ı daha iyi anlamak için önce sünnet kelimesinin anlamına bakalım.  

 

  • Sünnet

Sünnet kelimesi Kur’ân’da ikisi çoğul olmak üzere (sünen) on altı yerde geçer. Bunların dokuzu Allah’a veya O’nun yerini tutan zamire izâfe edilerek “Allah’ın sünneti” mânasını taşır. Diğerleri, “Allah’ın geçmiş ümmetlere veya onlara gönderdiği peygamberlere uyguladığı nizam” anlamındadır.[1]

Sünnet kelimesinin aslı olan ‘sen-ne’ fiili pek çok manaya gelmektedir.  Bunlardan bir tanesi suyu yüzüne dökmek demektir. Dökülen suyun damlalarının birbirini izlemesinden hareketle bir şeyin birbiri ardına yapılması manasına ulaşılmış.[2] 

‘Sen-ne’, dökmek, sivriltmek, sürmek anlamlarına da gelir ki bunlarda da süreklilik unsurunu görmek mümkün. Nitekim sünnetin işlek yol manasında kullanılması da buradan gelmiş olsa gerek.[3]

Sünnet, normal yol ya da övülen ve dosdoğru yol manasına da gelir. Nitekim ‘ehl-i sünnet’ tabiri bu doğru yola gidenler hakkında kullanılır olmuş.

Sünnet, tabiat (huy), cihet (yön), birileri tarafından başlatılan ve sonradan gelenlerin devam ettirdikleri adet, üzerinde yürüdükleri yol[4],  tarik, siyret, yani hal, tavır, âdet, gidişat, deveyi en güzel şekilde gütmek manalarına da gelir.[5]

Sünnetin manalarından bir  tanesi de; bir şeyi âdet olarak ihdas etmek, örnek olarak ortaya koymaktır.[6]  Nitekim aynı anlam hadislerde kullanılıyor.[7]

Sünnet  kelimesinin sözlük anlamına baktığımız zaman onun Kur’an ve hadislerde sosyolojik bir içeriğinin olduğunu, sosyal olayları Tevhid açısından değerlendirmekte kullanıldığını görürüz. Bir âyette şöyle buyuruluyor: “Gerçek şu ki, sizden önce nice sünnetler (kanun özelliği kazanmış nice olay) gelip-geçmiştir. Bundan dolayı yeryüzünde gezip-dolaşın da yalanlayanların uğradıkları sonuç nasıl oldu bir görün.” (Âli İmran 3/137)

Burada sünnet kelimesi çoğul olarak; ‘sünen-sünnetler’ şeklinde geçmektedir. Sünnet, sürekli değişmeye rağmen her zaman aynı kalan bir hayat tarzını ifade eder. Bu âyetteki sünnet kelimesi, hayat tarzı, yaşama biçimi, geçmişlerin şeriatı veya geçmiş ümmetlerin iyi ve kötü gidişatı, sünnetullah, onceki ümmetlere yapılan uygulamalar veya onlar hakkında gerçekleşen hükümler anlamında tefsir edilmiştir.

Kur’an’da genellikle değişmez kanunlar ve hükümlere ‘sünnet’ denilmektedir. Dört âyette, ‘sünnetü’l evvelîn-öncekilerin sünneti’ şeklinde, önceki ümmetlerin izlediği yol, veya önceki ümmetlere uygulanan hüküm anlamında kullanılmıştır. (Enfal 8/38. Fatır 35/43. Kehf 18/55. Hicr 15/13)

‘Sünnet’, bir anlamda devamlı yapmayı, âdet haline getirmeyi ifade eder. Öyleki ister olumlu isterse olumsuz olsun, kişilerin veya toplumların yapmaya devam ettikleri gidişattır. Buradan şu sonuca ulaşmak mümkün: Kelime manasıyla sünnet “orijinal, sürekli ve belli bir standarda oturmuş (iyi-kötü) davranış biçimidir.”[8]

 

  • Sünnetullah

Sünnet ve Allah lafızlarından oluşan bu terim; Allah'ın yöntemini, Yaratıcı'nın koyduğu/oluşturduğu nizamın, kanunların tümünü ifade eder.  Sünnet ve Allah kelimeleri câhiliye döneminde bilinmekle beraber ‘sünnetullah’ Kur’an’a has bir tabirdir. Kur’an’da sünnet kelimesindeki “sürekli, düzenli ve özgün uygulama” anlamı Allah’a nisbet edilmek suretiyle Allah’ın yaratma ve yönetmesinde öteden beri süregelen ve değişmeyen uygulamasının bulunduğuna işaret edilmiştir.[9]

Kur’an’da sünnetullah karşılığında kullanılan diğer kelime ve terkipler  ‘kavl, fıtrat, halk, hak, kelimetullah, kelimetü rabbik’tir.[10]

Allah’ın sünneti değişmezdir, evrenseldir ve adalet anlayışına uygun olarak gerçekleşir.

Kur’an, Allah’ın sünnetinin nasıl işlediği hakkında pek çok örnek veriyor.  Bu Kur’an’da sekiz yerde‘sünnetullah-Allah’ın sünneti’ ‘sünnetünâ-bizim sünnetimiz’ şeklinde geçmektedir.

‘Sünnetullah’, özel olarak kendilerine gönderilen paygambere inanmayan, Hakka karşı tuzak kuran geçmiş ümmetlere verilen bir karşılık, onlar hakkında gerçekleşen bir cezadır veya geçerli kuraldır. İtaatsizliğin, Hakka karşı hile kurmanın karşılığı böyledir. (Kehf 18/55. İsra 17/77. Enfal 8/38)

Geçmiş ümmetlere uygulanan sünnet; olumlu anlamda Peygamberlere itaat edenlerin yolunun doğruluğu ve onlara nimet verilmesi, olumsuz anlamda peygamberlere itaat etmeyen topluluklar hakkında gerçekleştirilen ceza hükmüdür.[11]  

Allahın sünneti, bazen, Allahın hikmet yolunu ve itaat yolunu ifade etmek için kullanılır.  (Fetih 48/23) Buradaki detaylarda ve şekillerinde farklılık olsa da amaç açısından Allah’ın gönderdiği şeriatlerde bir  değişiklik yoktur. Bu amaç da bu şeriatlerle Allah’ın sevabına, ahdine, emanına ve himayesine ulaşmak için nefsi tezkiye etmektir.[12]

Doğuştan medenî bir varlık olan insan için belirlenmiş sosyal kanunlar (sünnetullah) vardır. Kur’an’da bu kanunlar geçmiş milletlerin başından geçen olaylarla ortaya konmakta, peygamberlerin bu yasaları öğretmek için gönderildiğini, bunlara göre yaşayan toplulukların mutluluğa erdiğini, kanunları çiğneyenlerin ise ceza aldıklarını haber vermektedir.  Kur’an sünnetullahta zorundululuk olmadığını bildirmek için onu bazan insana, bazan Allah’a nisbet eden şartlı önermeler şeklinde ifade etmektedir. Meselâ Ra‘d 13/11de haber verilen değişim insan fiillerine, İsrâ 17/16da bir tolumda ileri gelenlerin azgınlıklarına ceza verilmesi  Allah’ın dilemesine bağlanmıştır.[13]

 “Hikmeti gereği Allah (cc), yarattığı her şeye bir ölçü koymuştur. Varlıklar için bir yol çizmiştir. Canlı veya cansız bütün varlıklar konulmuş olan bu ölçüye uyarlar. Her bir varlık, kendisi için konulan düzlemde, kendisine verilen özellikleri gösterir, bir anlamda görevi bitince hayat sahnesinden çekilir.  İşte varlıkların sahip olduğu özellikler ve onların bağlı olarak meydana gelen olaylar, Allah’ın onlar hakkında koyduğu ‘sünnettir/yasadır’.  Bu da Allah’ın tabiatı yaratıp devam ettirmek ve toplum hayatını düzenlemek üzere koyduğu kanunlar manasına gelir.[14]

Bu ölçüye –sünneti kanun, hüküm manasında alırsak- varlık âleminde yürürlükte olan nizama, kurallara, fıtrata sünnetullah-Allah’ın sünneti diyebilir(miy)iz.  Ancak ‘sünnetullah’a yalnızca tabiat kanunu demek uygun değildir. Çünkü bu ifade başka anlamları da içerisine almaktadır.

İnsanı kulluk için yaratan Allah (cc) ona takvayı da, fücuru da öğretmiştir. (Şems 91//7-10) İnsan kendisine verilen bu seçim hakkıyla hem ‘ıslah’ edebilir, hem de ‘ifsad’ edebilir. ‘Rüşd/aklı başında olma’ yoluna girebildiği gibi ‘ğayy/sapıtma’ yoluna da girebilir. Bu denemenin sonucu olarak insan, yaptıklarını karşılığını alır. İnsana yaptıklarının karşılığını göstermek, ona hak ettiğini vermek; yahutta dünya hayatında seçtiği yolun sonucunu ona göstermek Allah’ın öteden beri yaptığı uygulama bir anlamda O’nun sünnetidir.

İnsanlık tarihi boyunca gelen peygamberler insanları uyarmış, onları hidayete davet etmiş ve itaatsizliğin sonuçlarını onlara haber vermişlerdir. Ancak bir çok kavim bütün uyarılara rağmen azgınlığa ve isyana devam etmişlerdir. Allah (cc) onlara, bütün bu kötülüklerinin karşılığı olan cezayı göndermiştir.

İşin böyle olması Allah’ın değişmez sünnetidir. (Fâtır 35/43. Âli İmran 3/137)

 

  • Sünnetullah ve âdetullah iliskisi

Sözlükte ‘âdet’; “eski duruma dönmek; geri çevirmek, bir şeyi tekrarlamak, üst üste yaparak alışkanlık haline getirmek” gibi anlamlara gelen ‘avd’ kökünden türemiştir. Tabiat olayları arasındaki sebep-sonuç ilişkisine İslâm düşüncesinde Allah’ın âdeti de ‘âdetullah-Allah’in adeti, prensibi, kanunu’ denir.[15]

Allah’ın fiillerindeki hikmet ve maslahatı aklî bir gayeye değil hür iradesine bağlı bir ikram ve ihsan olarak kabul eden ehl-i sünnet alimleri; aslah ve salâh kelimeleri yerine âdetullah, sünnetullah, tabirlerini kullanmıştır.[16] Elmalılı’ya göre tabiat ona hâkim bir yaratıcının eseri olup, O’nun âlemde cârî olan yaratma sünnetini (âdetullah, sünnetullah) yansıtır.[17]

Tabiatta gözlenen düzenli işleyiş, etki-tepki mekanizması içinde kendi kendine bir süreklilik ve tekrarlanış gibi görünürse de gerçekte düzeni kuran ve işletenin Allah olduğu inancının sonucu olarak İslâmî terminolojide fizik âlemi idare eden ilâhî kanuna “âdetullah” veya kısaca “âdet” denilmiştir. Aynı mânaya gelen “sünnetullah” ise Kur’an’da sosyal hayatı idare eden ilâhî kanunu ifade etmek üzere kullanılmıştır.[18]

Kâinatta meydana gelen olaylar Allah'ın koyduğu birtakım kurallara, kanunlara tabidir; her şeyde bir sebep sonuç ilişkisi vardır. Evrenin yaratılışından kıyamet kopuncaya kadar tabiat olayları bu kanunlara bağlı olarak gerçekleşir.[19]  

Kişilerin hayatı için biyolojik yasalar olduğu gibi, toplumların düzen ve güven içinde yaşamaları da belli kurallarla mümkün olur. Bir toplumun helaki, bozulması veya cezaya çarptırılması da belli yasalara bağlıdır. Kur’an tabiat kanunları ile sosyal kanunlar arasında bağ kurularak sosyal kanunlara uyulmaması halinde tabiat kanunlarının devreye girip helâki hazırladığına işaret ediyor.[20]   

Bu tabiat kanunlarına, ‘eşya hakkındaki sünnetullah’ diyebilir miyiz?   

Bazılarına göre diyebiliriz, bazılarına göre ise bunlara sünnetullah değil, âdetulllah veya Allah’ın emridir.

Her ne kadar bazıları sünnetullah ile âdetullah’ın aynı manaya geldiğini düşünseler de ikisinin aynı olmadığını söylemek mümkün. Sünnetullah Kur’an’da sekiz kere yer almasına rağmen âdetullah Kur’an’da yer almamaktadır. Daha sonradan, özellikle tabiat olaylarını açıklamak, “tabiat kendi kendine var oluyor” diyenlere karşı, onu da her şeye Hâkim olan Allah’ın yarattığını, yürüttüğünü, bunu da bir takım prensiplerle/kanunlarla yaptığını anlatmak üzere alimler tarafindan geliştirilen bir kavramdır.

Ö. Özsoy, Sünnetullah’ın ‘âdetullah’ olmadığını, tabiat kanunları hakkında kullanılmasını yanlış olduğunu söylüyor. Belli ki fizik âlemde hakim olan prensiplere, kanunlara nizama doğrudan ‘sünnetullah’ diyemeyenler, âdetullah kavramını kullanmaya ihtiyaç hissetmişler. Daha sonradan bu ikisi aynı şey zannedilmiş, hatta tarihi süreçte ‘sünnetullah’ ile anlamdaş zannedilen ‘âdetullah’, sünnetullah’ı anlamada belirleyici olmuştur.[21]

Sünnetullah’ın Kur’an’daki kullanımı ve buna bağlı olarak ilk dönemelerdeki anlaşıldığı mana, daha sonrada kazandığı manalar arasında fark vardır.  Sünnetullah’ta her ne kadar yasa (kanuniyet) anlamı ön plana çıksa da bu yasanın konusu olarak fizik alanı akla getirecek en ufak bir ipucu bulmak mümkün değildir.[22]

Sünnetullah dünyanın dışı ve yer yüzü ile ilgili kanunlarının Kur’an’daki ismi değildir. Kur’an’da fiziksel yasalarla ilgili kavram sünnetullah değil, emr ve izn’dir. Kur’an fiziksel olaylara Allah’ın emri demiştir.[23]

 

  • Sünnetullah fitrat ilişkisi

‘Fıtrat’ kavramı Kur’an’ın, özelikle doğal yapı/doğal eğilim/yaratılış ile ilgili önemli bir kavramıdır. Kavramın farklı anlaşılmaya müsait yapısı sebebiyle, ilk yaratılış, insanların ruhundan veya doğal yapılarından alınan ezelî sözleşme, insan bünyesine yerleştirilen inanma ve ibadet etme ihtiyacı, insan yapısının iman ve ibadet etmeye meyilli olduğu gibi konularla ilişkilendirildi.

Nasıl anlaşılırsa anlaşılsın; sonsuz güç sahibi Yaratıcı’nın hem varlık hem de insan üzerindeki tasarrufunu, biçim ve şekil verme gücünün O’na ait olduğunu, varlık sahnesindeki mucizevî çeşitliliği ve fonsiyonları ‘fıtrat’ kavramında bulmak mümkün. Yine insanın karmaşık yapı ile birlikte kendisine biçilen role hazır hale getirilişini, sorumlu tutulan insanın bu sorumluluğu yerine getirebilecek dinamiklerin fıtratına yerleştirildiği görüyoruz.

Fıtrat’ kelimesinin kökü ‘fa-ta-ra’fiilidir. Bu da bir seyi uzunlamasına yarmak, ikiye ayırmak, yaratmak, icat etmek, bir şeyi özellikleriyle ortaya koymak, bir şeyi meydana getirmek anlamlarına gelir.[24] ‘Fıtrat masdar olarak, yaratılış, belli yeteneklere ve yatkınlığa sahip oluş, karakter, mizaç, doğal eğilim, huy gibi manaları vardır.[25]

Allah, daha önce örneği olmaksızın ve yeniden, tekrar tekrar yaratandır. Buradan hareketle denilmiştir ki fıtrat; evren ve evrendeki bütün varlıkların yaratılışında sürekli bir oluş, bir orijinallik ve ‘başka bir şeyden taklit edilmemiş’ özel bir yaratılış demektir.[26]

Fıtrat, tohum veya çekirdek, kendinden çıkacak olan canlının özü ve özetidir. O türe ait bütün özellikleri kendi bünyesinde barındırmaktadır. Bir şeyin ilk defa yokluktan ortaya çıkışı veya bir maddeden (tohumdan) meydana gelişi bir ‘fatr’dır. Bunun ortaya çıkış biçimi veya taşıdığı özellikler de ‘fıtrat’tır. Her yaratığın ‘fıtrat’ üzere kazandığı özelliklere de onun ‘tabiatı/doğal yapısı’ denir.  

“O halde yüzünü, Allah’ı birleyen (bir hanif) olarak dine, Allah’ın fıtratına çevir; ki insanları bunun üzerine yaratmıştır. Allah’ın yaratışı (fıtratullah) için hiç bir değişme yoktur. İşte dimdik ayakta duran din (budur). Ancak insanların çoğu bilmezler.” (Rûm 30/30)

 ‘Fıtratullah’, Allah’ın insanları döktüğü kalıbın adıdır. Yani Allah’ın varlık hakkında yaratma tarzıdr. Her şey buna bağlı olarak kendisine bir yol, bir mecra bulur.[27]

Kâinattaki bütün varlıklar Allah’ın kendileri için var ettiği ‘fıtrat’ üzerindedirler. Her varlık, kendi tabiatının gereğini yapar, o çizgisinin dışına çıkmaz. Buna insan da dahildir.

Eğer sünnetullahı geniş manasıyla Allah’ın hükmü, uygulaması, öteden beri uyguladığı yasa diye anlarsak, bu açıdan fıtrat ile ilgisi kurulabilir. Bu anlamda Allah’ın yasası fıtratın meydana getirilmesinde ve varlık bünyesinde ve fıtratın işleyişinde hükmünü yürütmektedir.

 

  • Sünnetullah ilk ilk ahid (elestu bi-rabbikum kâlû bela) ilişkisi

Ne zaman, nerede ve nasıl gerçekleştiğini soylemese de Kur'an'ın haber verdiğine göre Allah (cc) bütün insanlardan bir ahid (misak-söz) almıştır . « Hani Rabbin, Ademoğullarının sırtlarından zürriyetlerini almış ve onları kendi nefislerine karşı şahitler kılmıştı: 'Ben sizin Rabbiniz değil miyim? '(demişti de) onlar: Evet (Rabbimizsin), şahit olduk' demişlerdi. (Bu), Kıyamet günü, 'biz bundan habersizdik' dememeniz içindir.

Ya da: 'Bizden önce ancak atalarımız şirk koşmuştu, biz ise onlardan sonra gelme bir kuşağız; işleri batıl olanların yaptıklarından dolayı bizi mi helak edeceksin?' dememeniz için." (7 A'raf/172-173

İnsan henüz bir zerre iken, gözle görünmeyen bir hücre halinde iken Allah'ın hitabına kavuşuyor. Yüce Yaratıcı, o hücreye hem ne yapacağını, yani fıtratını öğretiyor, hem de fıtratın bir gereği olarak Rabbini tanımaya söz vermesini istiyor.

İnsana ait küçücük hücrelerde koca bir hayat gizli. O hücreler içinde, onlardan meydana gelecek olan insanın vicdanı saklı. Allah (cc) o vicdanlara sesleniyor, yani yaratılışta olan kabiliyete, fıtratta olan şeye sesleniyor.[28]

Bazılarına göre fıtrattan maksat Allah'ın Âdem'in neslinden, dünyaya gelmeden önce iman ettiğine dair aldığı ikrar ve mîsâktır (A'râf 7/172).

İnsan belli bir zamandan önce bir hiç iken, doğal üreme yoluyla dünyaya geliyor ve gelişim göstererek insan halini alıyor. Bu olay temamen kandi iradesi dışında Yüce Yaratıcının takdiri, tedbiri ve kudretiyle oluyor. İşin bu aşamasında insan, yaratıcıya karşı itiraz edemiyor. Bu dönemde ne inkâr vardır, ne de nankörlük. Herkes bu noktada  fıtrat kanuna bağlı olarak gelişir. Bir  anlamda herkes bu doğal sözleşmeye imza atmış olarak doğar.[29]

Bazı tefsircilere göre burada insanların şahit tutulması ve ahd alnması olayı semboliktir. Temsil getirme ve hayalde canlandırma gibi bir şeydir.[30] Şöyle ki; Allah (cc) insana akıl ve basireti (uzak görüşlülüğü) doğuştan verir. Bunlar için de iç dünyasında ve insan varlığının dışında (evrende) sayısız deliller (âyetler) var eder. Böylece insanı mükemmel bir şekilde donatıp kendi Rabliğini bilmeye yöneltir.İnsanlar da doğuştan sahip oldukları bu donanımlarla Allah'ı tanımaya yönelirler.[31] Nitekim Allah (cc) “yere ve göğe 'gelin' dediği zaman her ikisi de isteyerek veya istemeyerek emre uydular” (Fussilet 41/11) âyetinde böyle bir sembolik anlatım vardır.

Burada insanlar arasındaki karşılıklı anlaşma yapmak veya imzalamak gibi bir şey düşünmemek gerekir. Ancak sanki böyle yapılmış gibi burada fıtrı bir ahd -misak (sözleşme) alınması söz konusudur.[32]

Âyet, ademoğullarının, atalarının bellerinden süzülüp alındığını, onların içine Allah'ı tanıma duygusu verildiğini, insanın bu fıtrat ile Rabbini tanıdığını haber vermektedir. Bu da insandaki Allah inancı yaratılıştan gelen bir şey olduğunu gösterir.[33] 

Ş. Işık, ‘fıtrat’a yüklenilen anlamları sıraladıktan sonra, bunların içerisinde en makul olanı şudur diyor: “Fıtrattan maksat Allah’ın Hz. Adem’in neslinden, dünyaya gelmezden önce iman ettiğine dair alınan ikrar ve misaktır. Bundan dolayı insan, yaratanını tanıma eğilimi, ruh temizliği ve bunun gibi yeteneklere sahiptir.[34]

Bu âyet fıtrat sözleşmesi ile alakalıdır. İnsanın fıtratına Allah’ın nakşettiği tevhid ve kudret delillerinden söz edilmektedir. İnsan fıtratının tevhidi kabul etmeye doğuştan hazır olduğunu, Rab olan bir yaratıcıyı inkârın mazeret olamayacağını ifade eder. Her insanın fıtratı lisan-ı hal ile âlemlerin Rabbine “Benim bir Rabbim var o da Sensin” der. Zaten fıtrat âyeti de buna işaret etmektedir.[35]

İslâm alimlerinin bir kısmı fıtratın Allah ile insan arasında ezelî bir mukavele olan misak (ilk ahit) ile aynı zamanda başladığını düşünüyorlar. Buna göre insanın fıtratı (ve doğal olarak dini) Yaratan ile yaratılan ilişkisi halinde ezelde (kâlû belâ’da) kurulmuş olmaktadır. Nitekim ilk ahit esnasında yapılan bu şahitliğin sadece Allah’ın rubûbiyetini ikrara yönelik bir sözleşme olarak kalmayıp, onların bu hakikati içeren bir fıtrat üzere yaratılmış olduklarını  beyan etmektedir. Buna Rûm sûresi 30. âyet işaret etmektedir. Bu âyette zikredilen fıtrat kavramından, kâlû belâ’daki ana sözleşme (ilk ahit) kasdedilmektedir. Konu ile ilgili âyet ve hadisler bunu te’yit etmektedir.[36] Allahu a’lem.

Ezelî sözleşme insanın yapısının Allah’ın birliğini ikrar etmeye uygun olduğunu gösterir. Sonradan insanlardan bir kısmı bunu reddeder, kimisi de bu ikrarını sürdürür. Allah’ın insanları hanifler olarak, yani Allah’ı birleyiciler olarak yaratması da bu anlamı destekliyor.[37]

Kur’an’da anlatılan ilk ahit (ezeli sözleşme) ister sembolik olsun, isterse bazıların kabul ettiği gibi ruhlar âleminde gerçekleşsin, bize hem Allah’ın yaratılışa mğdahalesini, hem de insan bünyesine yerleştirilmiş olan fitrata yani insanî özelliklere dikkat çekiyor. Burada da sünnetullahın işlediği görmek mümkün. İbadet etmesi için yaratılan insanın yapısı buna göre dizayn ediliyor, özüne, ruhuna ve doğal yapısına bu görevi yerine getirebilecek kabiliyetler yerleştiriliyor, akıl, şuur ve vicdan gibi imkanlarla donatılıyor.

Bu da sünnetullahın bir başka açıdan işlemesi denilebilir

 

  • Sünnetullah ve Allah’ın boyası ilişkisi

“Allah'ın boyası (ile boyan). Allah'ın boyasından daha güzel boyası olan kimdir? Biz ancak O'na kulluk ederiz.” (Bakara 2/138)

Allah’ın boyası, Allah’ın insana verdiği biçim, karakter, ölçü ve tabiattır. Daha doğrusu Yaratıcı elin insan üzerindeki izidir, eseridir. Bunun da fıtrat olduğunu söylenebilir.

İnsan bir amaç için yaratılmıştır. Bu amaç yeryüzünde hayatın tevhid ve adalet ekseninde inşasıdır. Kur’an insana bu misyonundan dolayı ‘halife’ adını veriyor. Fıtrat, insanın yaratılış amacını gerçekleştirecek donanım ve altyapıya sahip olmasıdır. “O her şeye yaratılıştan en güzel olma, kemâlini bulma (yeteneği) vermiştir” (Secde 32/7)  âyeti bunu ifade eder.

Burada Allah’ın kendi dinine boya adını vermesi mecazdır. Boyanın etkisi kumaşta nasıl ortaya çıkıyorsa, boya kumaşın en ince ayrıntısına nasıl siniyorsa ve o kumaşa kendi rengini, hatta adını veriyorsa, âdetâ kumaşı yeniden şekillendiriyorsa; dinin öngördüğü ameller ve anlayışlar da o dine bağlı olan kimseler üzerinde öylece görülür. Dinin getirdiği renk ve anlayış, o insanın hayatının her anında, her davranışında,  her amelinde, her görüşünde ortaya çıkar. Din (inanç) her birine nüfuz eder, deyim yerinde ise, insanın ta iliklerine işler.

Âyet önceki yahudilerin yahudi kalmaları için çocuklarını yıkamalarını, hırıstiyanların vaftiz anlayışını reddedip, asıl tabii boyanın Allah’ın insanın yaratılışına yerleştirdiği İslâm fıtratı olduğunu açıklıyor. Allah’ın boyası demek, Allah’ın insanlar üzerinde yaratmış olduğu fıtratıdır. Rûm 30. âyette buna işaret ediliyor.[38]

“Boyaların hası Allah’ın boyasıdır. Allah’ın boyası ‘fıtrat’, yani insanın doğasıdır. Fıtrat, insanın doğasına döşediği muhteşem altyapıdır. İnsanın tek doğal boyası budur, onun üzerine sürülen bütün boyalar sentetiktir.”[39]

İnsanın yapısına, yani fıtratına emzirilen bu ilâhi boya,  eğer fıtrat, insandaki tabi yapı veya Rabbine ibadet edebilecek bir kabiliyet ise, genel anlamıyla sünnetullah’ın burada da işlediğini görüyoruz. Allah (cc) insanın yapısına ait bazı prensipler, bazı ölçüler, bazı kabiliyetler koyuyor, bunların işlemesini sağlayacak nizamı var ediyor.

Bunun sonucunda denilebilir ki insan temiz fıtratına uyar, Allah’ın kendi mayasına kattığı boya yerine sahte ve sentetik boyalar sürmezse, yine bünyesine yerleştirilen hakikati tanıma, uyma ve gereğini yapma kabiliyeti diyebileceğimiz ezelî ahitteki sözüne, ya da tabi haline sâdık kalırsa, bu konuda sorumlu davranırsa, sünnetullahın gereği kazananlardan olur. Azıp sapmış zalimlerin uğradığı azap ve cezalardan uzak olur.

 

  • Sonuç

Sünnetullah, Kur’anî bir ifadedir ve Allah’ın insan ve toplumlar hakkında öteden beri –tabir caiz ise- prensip edindiği uygulamalardır. Etki tepki yasası gereği, kişi ektiğini biçer. İyi işler yapanlar onun güzel sonucunu görürler, kötü işler yapanlar da onun cezasını çekerler. Bu ilahi yasa çerçevesinde hareket eden toplumlar, bünyelerine yerleştirilen ve ilk ahit (sözleşme) ile teyid edilen fıtratlarına uygun olan şeyleri yaparlarsa kurtulurlar, mutlu olurlar, görevlerini yapmış olurlar, hayat sınavın kazanırlar.

Sünnetullah’a tabiat kanunları, âdetullah denmesi isabetli olmasa bile, hem evrende hem toplum ve insan bünyesinde belirli yasalar işlemektedir. Bu açıdan sünnetullah ile fıtrat, ezelî sözleşme ve insanın yapısına yerleştirilmiş ilâhi boya arasında bir ilişki kurmak mümkün. Sonuçta insan fıtratında yerleştirilmiş olan ilâhi prensipler, özellikler, yasalar işleyip durmaktadır. Bu bu yasalarda keyfi bir değişme de söz konusu değildir.

Kâinattaki bütün canlı ve cansız varlıklar belli bir ilâhi yasaya tabi olduklarına ve nasıl yaratılmışlarsa öyle olduklarına göre, bu ilâhi yasaya aykırı tavırlar ters teper. Söz gelimi insan beşerdir. Beşer olarak kalacaktır. Kadın kadın olarak, erkek erkek olarak kalacaktır. İnsanı fitratının dışına çıkarma gayretleri boşuna bir çabadır. 

Hüseyin K. Ece

20.06.2015

Zaandam-Hollanda

 

[1] Çelebi, İ. TDV İslâm Ansiklopedisi, 38/160

[2] el-Isfehânî, R. el-Mufredât, Kahraman Yay. İstanbul 1986,  s: 357. Özsoy, Ö. Sünnetullah, s: 49

[3] el-Isfehânî, R. El-Mufredat, s: 356. Cevherî, İsmail B. Hammad, Es-Sıhah Tâcu'l-Luğa, Dâru'l-Kütübi'l-Ilmiyye, Beyrut 1420-1999, 5/573

[4] İbni Manzur, Lisânu’l-Arab, Dâru ve Maktebetu’l-Hilâl, Beyrut Thr. 7/270-271

[5] Cevherî, İsmail B. Hammad, es-Sıhah Tacu'l-Luğa, 5/572

[6] Özsoy, Ö. Sünnetullah, s: 49

[7] Müslim, Zekât/69 no: 1017. İbn Mace, Mukaddime/14 no: 207

[8] Özsoy, Ö. Sünnetullah, s: 53

[9] Çelebi, İ. TDV İslâm Ansiklopedisi, 38/160

[10] Çelebi, İ. TDV İslâm Ansiklopedisi, 38/160

[11] Ece, H. K. İslâm’ın Temel Kavramları, Beyan Yay. 2010, s: 620

[12] el-Isfehânî,R. el-Mufredât, s: 357

[13] Çelebi, İ. TDV İslâm Ansiklopedisi, 38/160

[14] Çelebi, İ. TDV İslâm Ansiklopedisi, 38/160

[15] Karaman, H. TDV İslâm Ansiklopedisi, 1/369

[16] İlhan, A. TDV İslâm Ansiklopedisi, 3/495

[17] Bilgin, M. TDV İslâm Ansiklopedisi 15/160

[18] Özvarlı, M. S. TDV İslâm Ansiklopedisi, 16/181

[19] Bağçeci, M. Şamil İslâm Ansiklopedisi, 5/463

[20] Çelebi, İ. TDV İslâm Ansiklopedisi, 38/160

[21] Özsoy, Ö. Sünnetullah, s: 36

[22] Özsoy, Ö. Sünnetullah, s: 66

[23] http://kurannesli.info/bilgibankasi/yazi.asp?id=871.

[24] İbni Manzûr, Lisânu’l-Arab, 11/197

[25] el-Isfehânî, R. el-Müfredat, s: 575. İbni Manzûr, Lisânu’l-Arab, 11/197

[26] Çalışkan, İ. Kur’an’da Din Kavramı, Ankara Okulu Yay. Ankara 2002, s: 115

[27] Kutub, M. İnsan Psikolojisi Üzerine Etüdler, İşaret Yay. İstanbul 1992, s: 87.

[28] Kutub, S. fi-Zilâli'l Kur'an, Dâru’ş-Şuruk, Kahire 1996-1417, 3/1392

[29] Elmalılı H. Yazır. Hak Dini Kur'an Dili  (sad.), 4/167-168

[30] Elmalılı H. Yazır. Hak Dini Kur’an Dili, 4/168,169. İslâmoğlu, M. Yaratılış Ve Evrim, Düşün Yay, İstanbul 2015, s: 181

[31] Zamahşerî, el-Keşşâf, 2/169-170. Tabatabâî, H. M. el-Mizân, 12/162

[32] Elmalılı H. Yazır, Hak Dini Kur'an Dili (sad.), 4/168

[33] Ateş, S. Yüce Kur’an’ın Çağdaş Tefsiri, Yeni Ufuklar Neş. İstanbul Thr. 3/413)

[34] Işık, Ş. Ilk Ahit, Pınar Yay. Istanbul 2003, s: 90

[35] İslâmoğlu, M. Yaratılış Ve Evrim, s: 185-186

[36] Işık, S. İlk Ahit, s: 168-169

[37] Müslim, Kader/24-25 no: 6760-6761. İbnu’l-Cevzî, Zâdu’l-Mesîr fi Ilmi’t-Tefsir, Beyrut 1423-2002, s: 1094

[38] Kurtubî, el-Camiu Ahkami’l-Kur’an, 2/362. el-Ferra, Meâni’l-Kur’an, 2/324

[39] İslâmoğlu, M. Hayat Kitabı Kur’an, 1/52

 

Hüseyin K. Ece

Kur'ani Hayat Dergisi, Temmuz-Ağustos 2015 Sayı: 40