Hatta bu bağlamda her peygamber kendi kavminin lisanı ile gönderildi ki insanlar Rablerinin onlara ne indirdiğini anlasınlar. (İbrahim, 14/4)

 “… İşte sana da bu uyarıcı vahyi indirdik ki, kendilerine indirileni insanlara açıklayasın ve belki onlar da bu sayede düşünürler.” (Nahl, 16/44) .

Bu âyet daha açık ve net:

“Biz sana ilâhi mesajı, sadece üzerinde anlaşmazlığa düştükleri (inançla ilgili) meselelerin çözümlerini kendilerine sunasın, inanıp güvenecek bir topluluk için de bir yol haritası ve bir rahmet olsun diye indirdik.” (Nahl, 16/64).

 

  • Kur’an esasen anlaşılabilecek bir kitaptır

Kur’an, kendisini ‘beyan/mübîn/tebyîn/tibyan’, âyetlerini ise ‘beyyine/beyyinât/mübeyyinât’ olarak niteliyor. Bütün bunlardaki ortak anlam; anlaşılan, anlaşılabilen, açık ve net mesaj, isbat gücü kuvvetli, açık ve kesin delildir.

“Andolsun ki biz size (gerekeni) açık açık bildiren âyetler, sizden önce yaşayıp gitmiş olanlardan örnekler ve takvaya ulaşmış kimseler için öğütler indirdik.” (Nûr, 24/34)

“Tâ Sin Mim! Bunlar, apaçık Kitab'ın âyetleridir.” (Kasas, 28/2)

Biz ona (Peygamber'e) şiir öğretmedik. Zaten ona yaraşmazdı da. Onun söyledikleri, ancak Allah'tan gelmiş bir öğüt ve apaçık bir Kur'an'dır.” (Yâsȋn, 36/69)

Kur’an’ın dilini bilmeyenler bile Kur’an’ın büyük bir bölümünü genel hatlarıyla anlayabilirler, özümseyebilir, zihinlerinde bir yere koyabilirler.

Bunun anlamı şudur: Muhataplar Kur’an’ın ne demek istediğini, neye dâvet ettiğini, haberlerini, hükümlerini, müjde ve uyarılarını, güzelliklerini, mucize oluşunu, etkilerini rahatlıkla anlayabilirler. Bunu da onun genel mesajından, muhatabın diline aktarılmış açıklamalardan, yorumlardan, tarihsel tecrübelerden ve araştırmalardan yola çıkarak yapabilirler.

Kur’an elbette anlaşılması gereken bir kitaptır. Zaten Allah (c) âyetleri insanlar anlasınlar, akletsinler, düşünsünler diye açıklamaktadır. Mesela;

 “… Allah size âyetlerini böyle açıklamaktadır. Belki düşünürsünüz.” (Bakara, 2/219).

Bu formu pek çok âyette bulmak mümkün (mesela: Bakara/187, 221, 230, 242, 266, Âl-i İmran/103, Maide/89, Nûr/18, 61).

Kur’an’ı herkes anlamalıdır. Çünkü herkes kulluktan sorumludur. Kur’an herkesi muhatab alır ve onların hayatını inşa etmek üzere indirilmiştir.

Anlamak/farkında olmak aynı zamanda sorumluluktur. Ya da sorumlu olabilmek için anlamak gerekir. Kur’an insana sorumluluk yüklemektedir. Bu sorumluluğun taşınabilmesi veya yerine getirilebilmesi için de bunun ne olduğunun bilinmesi gerekir.

Bunun için insan öncelikle anlama kabiliyeti (akıl ve fonksiyonları, kalp ve yetileri) ile donatılmıştır. Sonra da onun anlayabileceği bir Kitap indirilmiştir. Kitap bir anlamda Allah’ın muradının, yani Vahy’in insan idrakine, insan seviyesine, insanın anlama kapasitesine indirilmesidir. Ki insan Vahyi anlasın ve hedeflerini gerçekleştirebilsin.

Allah (c) hitabını kolaylaştırdı, ya da anlamanın vasıtalarını halketti.  Bununla birlikte, Kitabı anlamayı sağlayacak, onu uygulayıp izah edecek, Vahyin hedeflerini ve sonuçlarını bizzat gösterecek bir elçiyi de beraberinde görevlendirdi.

Öyleyse Kur’an’ı anlamanın vasıtalarına bakmak, onları tanımak, onların nasıl ve nerede kullanılacağını bilmek, onu daha iyi anlamaya yardımcı olacaktır.

Kur’an’ı anlamanın imkanlarından biri de ‘ilim’ kavramıdır.  

 

  • İlim nedir?

İlim; bir şeyi gerçek yönüyle kavramak, gerçekle örtüşen kesin inanç (itikad), bir nesnenin şeklinin zihinde oluşması, nesneyi olduğu gibi bilmek, nesnedeki gizliliğin ortadan kalkması gibi farklı şekillerde tarif edilmiştir. (DİA, 22/109)

İlim; bir şeyin sûretinin, görünüşünün zihinde şekillenmesi, bilme, bilgi’dir.

İslâmî bakış açısıyla ilim, insanın duyu vasıtaları ile elde ettiği veya Allah'ın (c) vahiy yolu ile doğrudan doğruya gönderdiği, içinde zan ihtimali bulunmayan yakîni bilgidir.

Seyyid Şerif Cürcânî'ye göre ilim: “Gerçeğe ve vakıaya uygun düşen bilgi ve kanaattır.” (Cürcânî, et-Ta'rifât, s.160. Benzer tanımlar için: İbni Manzur, Lisanu’l-Arab, 10/273. R. Isfahani, el-Müfredat s: 513)

İlim kavramının yanında çoğu zaman kullanılan marifet kavramı, daha özel bir anlam taşır ve yöneldiği nesne tektir ve daha ziyade vasıtasız bilgiyi, sezgiyi, kalbî bilgiyi ifade etmek için kullanılır. İlimde ise bilmenin konusu geneldir.

İrfan, fıkh, tefakkuh, hıbre, şuur, itkan, idrak, ihsas, akıl gibi kelimeler ilmin özel şekillerine delâlet ederler. İlim bunlardan daha kapsamlı kavramdır.

Peygamber (s) döneminde ilim kelimesinin sözlük anlamıyla bilgi manasında kullanıldığı gibi, vahyi ilgilendiren, ya da onun çevresindeki bütün bilgiler de içinde kullanılıyordu.

İlimler tasnif oluncaya kadar hadis, siyer, tefsir, akaid veya fıkıh konularının hepsine ‘ilim’ denildiğini görmekteyiz. İlim elde etmek, ilim öğrenmek ve öğretmek, ilmi gizlememek, ilim için yolculuklara çıkmak, ilmi yazı ile kayıt altına almak, hayırlı ilim bırakmak gibi tabirler genel ifadeler olup; bilgiyi, bilmeyi ve özellikle İslâm hakkındaki bilgileri anlatıyorlardı.

İslamî terminolojide ‘ilim‘ terimi; “bilgi” kelimesini karşılamak için kullanıldığı gibi, herhangi bir bilgi şubesini ifade için de kullanılır. Meselâ; kelâm ilmi, tefsir ilmi gibi.

Kur’an’da isim ve fiil olarak geçen ‘ilim‘ kelimesi kimi yerde ‘bilgi’, kimi yerde kavramsallaşmış ‘ilim’ olarak geçer. İnsana bakan yönüyle ilimden amaç, insanın kendisi, varlık ve hayatın anlamıyla ilgili doğru, güvenilir ve sahih perspektife sahip olmasını sağlamaktadır (A. Bulaç, Bilgi Neyi Bilmektir, s.61).

“Hükm, tüm altarnatifleri içlerindeki en doğru şıkka indirme işlemi demektir. Aynı kökten gelen hikmet, işte bu işlemi mümkün kılan yetenektir.

İlim, hüküm ve hikmeti birbirine bağlayan bağ “seçip ayırma (temyiz)” yeteneğidir. Sıradan bilgilerin (veri, data) vahyin ‘ilm’ adını verdiği şeye dönüşmesi için, insan zihninde bir çevrim istasyonu bulunmalıdır. İşte hükm-muhakeme bunun adıdır. Bir ilâhî inşa projesi olan vahyin amacı, insan zihninde söz konusu ‘çevrim istasyonunu’ inşa etmektir. Bu sayede sıradan bilgi hayatın illet, amaç ve hikmetini gösteren bir göstergeye dönüşür.” (M. İslamoğlu, Meâl, s.631)

 

  • Kur’an’da ilmin anlamları

Kur’an’da ‘ilim’ ve türevleri 854 yerde kullanılıyor. Bu kullanışların pek çoğunun ‘ilâhî bilgi‘ ya da ‘vahy‘e işaret ettiğini söyleyebiliriz.

Kur’an ilim kelimesini ayrıca hem insana vahyedilmiş hakikate dair ilmini ve hem de insanın bilme melekesiyle kazandığı dünyevî ilmini ifade etmek üzere kullanır.

Kur’an’daki ilim kavramı, ezelden ebede kadar nihai gerçeklikleri ifade eder. Allah’tan başlayıp insanı ve diğer varlıkları kuşatan, sürekli tekamül eden, varlıkla birlikte yürüyen ve sonuçta Allah’a varan bir süreçtir. O madde ve manevi alanı kuşatır. Kaynak olarak Allah’ı gösterir ama bunun yanında insan aklına ve o aklın ürünlerine de değer verir. Bu yüzden Kur’an,  Allah’ın bildirdiklerine ilim derken, insanın bildiklerine de ilim demektedir.

Kur’an’ın ilim kavramını hem bilgi, hem de bilim olarak anlayanlar da vardır. Ancak bilgi, ilim kelimesinden daha geniş anlamda kullanılıyor. Bilgi, bilinen bir şey, yani malumâttır. Bilinen şeylerin doğru veya yanlış olma ihtimalleri vardır. Böyle bir bilgi Kur’an’ın “kesin doğru” “dünya ve ahiret için faydalı” anlamındaki ilim gibi değildir. Bilgi, ilim seviyesinde olabileceği gibi, zan, şüphe, tereddüt veya cehalet seviyesinde de olabilir.

Türkçe’de daha çok fizikȋ ilimler hakkında ‘bilim’ kelimesi kullanılıyor. Ya da gözleme dayanan, deneylerle isbatlanmış bilgilere bilim deniyor. Her bilim bilgidir, oysa her her bilgi bilim değildir. Bilim genellikle şehâdet alamine ait bilgiler hakkında kullanıldığı halde, ilim hem şehâdet hem de gayb alemine ait bilgiler hakkında kullanılıyor. Bilim, yalnız beşerȋ çabaları kapsar. Oysa ilim hem ilâhî hem de beşeri yolla elde edilebilen bilgileri ihtiva eder.

Kur’an açısından ‘ilim’ kavramının kapsamına, eşyaya ait bilgiler, vahiy, hadisler, doğru haberler, Allah’ın ilmi, hikmet, beşerin aklȋ çabası, gözlem ve deneyle elde ettiği doğru ve gerçeklik değeri olan tüm bilgiler giriyorken, bilim kavramı için bunları söylemek zordur. (M. Bilgiz, Kur’an’da Bilgi s:36-37)

Bundan dolayı Kur’an’ın bu kavramını Türkçe’ye; ‘bilim, bilgi, bilimsel bilgi’ diye tercüme etmek veya anlamak bizce isabetli olmadığı gib, Kur’an’ı yanlış anlamaya da yol açabilir. 

Mukatil b. Süleyman’a göre Kur’an, ilim/bilmek fiilini üç şekilde kullanıyor:

Birincisi görmek anlamında.

“İçinizden (Allah yolunda) cihad edenleri ve zorluklara karşı direnenleri (sabredenleri) bilinceye kadar sizi mutlaka deneyeceğiz: zira Biz, sizin bütün iddialarınızı sınarız.” (Muhammed, 47/31)

Allah (c) elbette daha önceden kimin ne yaptığını, ne yapacağını bilir. Ancak O (c) kimin cihad edeceğini görmek istiyor.  Bir başka âyette benzer ifadeleri bulmak mümkün. Burada ‘bilme’ görmek anlamında kullanılıyor. Allah (c) kimin kendi uğrunda cehd ettiğini ve sabrettiği fiilen görmek istiyor. (Âl-i İmran, 3/142)

İkincisi; Yakinen bilmek anlamında.

Buradaki vurgu Allah’ın mutlak ve her şeyi kuşatan ilminedir.

“Ziyanı yok, nasıl olsa Allah (c) onların gizlediklerini de açoğa vurduklarını da bilmektedir. Şu bir gerçek ki O, büyüklük taslayanları hiç sevmez.” (Nahl, 16/23. Enbiya, 21/110)

Üçüncüsü; ilmin Allah’tan olduğu şeklinde.

“Fakat, eğer onlar sizin çağrınıza cevap vermezlerse; o zaman bilin ki (Kur’an vahyi) yalnızca Allah’ın ilmiyle indirilmiştir; …”  (Hûd, 11/14)

Burada ‘Allah’ın ilmiyle‘, Allah’ın izniyle demektir. (Bu da ister hakikatin bilgisi, isterse insan çabasının ürünü olan bilginin, Allah’ın iznine bağlı oluşuna bir vurgudur.) (Mukatil b. Süleyman, el-Vücuh ve’n-Nezâir, s.112)

İlim kavramı fiil olarak kullanıldığı zaman genellikle sözlük anlamında

geliyor. Allah (cc) ile ilgili geliyorsa, O’nun mutlak, şüphesiz, bütün detaylarıyla,

gizli ve açık her şeyi bilmesini (Bakara, 2/77, 216, 220, 232. Âli İmran, 3/7, 29,

66, 140, 142...), insanlarla ilgili kullanılınca da bilmek, marifet, tefekkür,

anlama, çaba gösterilerek bilgi elde etmek, hissetmek, derinlemesine düşünmek,

aklını kullanmak, haber, bir şeyin doğrunu bilmek, delil getirmek gibi detayları

ifade ediyor. (Bakara, 2/22, 42, 184, 280. En’am, 6/67, 135. A’raf, 7/123. Yunus, 10/16. Rûm, 30/8, 21..)

İlim, tamamen bir Kur'an terimidir. Bu terim ilk defa Allah'ın kelâmında ve Rasûlü'nün lisanında kullanılmıştır. Bu kelimenin başka hiçbir dilde aslî manada karşılığı yoktur. Bu bakımdan Allah'ın, Peygamberi ile gönderdiği hakikatler olmasaydı, bu âlemde "ilim" diye bir kavram da olmazdı. Belki olsa olsa beşerî mâlumatlar ve bilgi yığınları olabilirdi. (A. Kalkan, Kavram Tefsiri, s: 724)

 Kur’an’ın ilim kelimesini bir kaç anlamda kullandığını görüyoruz. Şöyleki:

 

  • Allah’ın ilmi anlamında;

Yukarıda geçtiği gibi Kur’an’daki ‘ilim’ kelimesi ya doğrudan Allah’ın bilgisine,

ya da Allah’ın insana ihsan ettiği hakikate dayalı bilgiye vurgu yapmaktadır.

Meleklerin; “… Senin bize bildirdiğinden başkasını bilmeyiz, Sensin her şeyi bilen… “ (Bakara, 2/21)  itirafı aslında insana bilginin kaynağını işaret eden bir ihtardır.

Kur’an ilmin Allah’a (c) olduğunu çeşitli formlarda haber veriyor.

Allah (c) Alîm ve Âlim’dir/her şeyi Bilen’dir. (161 âyette)

Allah’ın ilmi her şeyi kuşatmıştır. (En’am, 6/80. Tâhâ, 20/98. Hacc, 22/76. Talak, 65/12)

O her şeyden haberdârdır. (45 âyette)

O’na hiç bir şey gizli değildir. (İbrahim, 14/38)

O her şeyi bilir. (Ra’d, 13/8-10. En’am, 6/59)

İlim O’nun yanındadır. (Ahkâf, 46/23. Mülk, 57/26)

İnsana öğrenme yeteneklerini, araçlarını, imkânlarını, bilgi edinme ve bunu

kullanma iznini veren Allah’tır. Allah’ın En Güzel İsimlerinin pek çoğunun insan

ve mahlukât üzerinde tecellileri, etkileri ve sonuçları vardır. el-Alîm ve el-Âlim

isminin insan üzerindeki sonucu; insanın ilim öğrenmesi ve bunu hem

çoğaltması, hem de kullanmasıdır.

Buradan hareketle ‘ilim’ aslında “Allah’ın bildiği ve insana öğrettiğidir” denilebilir.

 

  • Vahy/hidayet/hakikat bilgisi anlamında;

İlim her şey şeyden önce Allah’a ait olan bilgidir ve insanlara vasıtalı veya vasıtasız bildirdiği gerçeklerdir.  Buna; vahiy, hakikatin bilgisi,  hak (gerçeğin bizzat kendisi),  hidayet, ilm-i ledünnî (Allah’ın ihsan ettiği bilgi) denilebilir.

“… Sana ilim geldikten sonra eğer onların keyiflerine uysaydın, bu durumda sen kesinlikle kendine zulmedenlerden olurdun.” (Bakara, 2/145, 151. Ayrıca bak. Âli İmran, 3/19. Yunus, 10/93. İsra, 17/107. Enbiya, 21/74, 79. Neml, 27/15, 40)

Kur’an Peygamber’e şöyle dua etmesini emrediyor: “... Rabbim, ilmimi

artır.” (Tâhâ, 20/114) Burada artırılması istenen ilmin İslamın tavsiye ettiği, insana Hakkı öğretecek genel manasıyla ilim olduğu açıktır.

 

  • Din (İslâm) anlamında;

...De ki: Doğru yol, ancak Allah'ın yoludur. Sana gelen ilimden sonra onların arzularına uyacak olursan, andolsun ki, Allah'tan sana ne bir dost ne de bir yardımcı vardır. (Bakara, 2/120)

Zamahşerî’ye göre burada geçen ‘ilim’den maksat delilleri sağlam bilinen din’dir, yani İslâm’dır. (Zamahşeri, el-Keşşaf, 1/182) Buradaki ilmin, Kur’an anlamına gelmesi de mümkündür. (İbni Kesir, Tefsir, 1/114. Kurtubi, Tefsir, 1/270)

 

  • Kitabın pratiğe aktarılmasını sağlayan bilgi anlamında;

Peygamber, Allah’ın indirdiği Kitab’ı, o kitabın içindeki hükümleri ve bunların hikmetini öğretir. Bu ayetlerde ilim daha çok fiil halinde kullanılıyor ve bu bilginin de Allah’tan geldiğine özellikle vurgu yapılıyor. (Bakara, 2/129, 151, Âli İmran, 3/48. Nisa, 4/113. Maide, 5/4, 110...)

 

  • Peygamberlere verilen özel bilgi anlamında;

Allah (cc) bazı peygamberlere vahiy yoluyla bazı teknik bilgileri ve sanatları

öğretmiştir. Söz gelimi, gemi ve savaş aletleri yapımı, rüzgarı kullanabilme, kuşların dilini ve bazı varlıkların tesbihlerini anlayabilme, çeşitli varlıklerı emrinde kullanabilme, düşmanlara karşı sağlam sedler yapma, olayların iç yüzünü anlayabilme ve rüyaları yorumlayabilme yeteneği gibi.

Bütün bunlar ilim kavramı ile ifade ediliyor. (Bakara, 2/247. Yusuf, 12/6, 21, 68. İsra, 17/60. Enbiya, 21/79-80. Neml, 27/16. Fetih, 48/27...)

        

  • Dini bilme anlama kabiliyeti anlamında;

Bu kabiliyete sahip olanlara ‘ilimde derinleşenler’ de denilebilir. Böyle

kimseler âyetlerin hepsinin Allah’tan geldiğini bilip hakkıyla iman ederler, her bir dini hükmün hikmetini kavrarlar ve kendileri için açıklanan gerçeklere kulak verirler. (Âli İmran, 3/7. Nisa, 4/162. En’am, 6/98)

 

  • Çaba ile kazanılan bilgi anlamında;

Kur’an, insanın aklıyla, veya elde ettiği bilgiyle ortaya koyduğu sanat ve bilgilere de ilim diyor. (Bakara, 2/102. Mü’min, 40/83)

“(Karun) Herkes iyi bilsin ki bu servete ben, kendi bilgim ve becerim

sayesinde ulaştım” dedi...” (Kasas, 28/78) Burada ilim kelimesinin sözlük manasıyla, kişisel bir çabaya ve kazanıma işaret ettiği açıktır.

Hz. Adem’in yaratılışını merak eden melekler Allah’a karşı; “Sen noksanlıklardan uzaksın, bizim Senin bize öğrettiklerinden başka bir ilmimiz olamaz. Yalnızca Sensin her şeyi tam bile, her hükmünde isabet kaydeden.” (Bakara, 2/32) demişlerdi. Demek ki melekler insan gibi bilgi üretemezler, sadece kendilerine verilen bilgiyi kullanırlar.

Kıyamette peygamberlere; “Size ne cevap verildi?” diye sorulduğu zaman onlar şöyle cevap verecekler: “Bizim bir bilgimiz yok, yaratılmışların idrakini aşan her şeyi tümüyle bilen Sensin” (Mâide, 5/109) Onlar kendilerine vahyedileni insanlara duyurmakla ve dâvet ile yükümlü idiler. Onlar ne insanların kalplerindekini bilebilirler, ne de onlara nasıl muamele edileceğini.

 

  • Derin kavrayış ve anlama anlamında;

Bu farkında olmayı sağlayan bilgidir.

Böyle bir bilgi sahibi kendine ulaşan ilahi daveti, sunulan müjdeyi, ya da

sakındırılan sonucu iyi kavrar. Hem Allah’ın makamının, hem kendi konumlarının farkındadırlar. Bunu anladıkları için de gereğini yaparlar. Bugünün bir de yarını olduğunu hesaba katarlar. Bu anlamda bilenler ile bilmeyenler bir olmaz. (Bakara, 2/13, 22, 103. Enfal, 8/34. Nûr, 24/25. Zümer, 39/9. Fussilet, 41/3. Necm, 53/28)

“Lût’a da sağlam bir muhakeme ve seçip ayırma yeteneği kazandıran bir bilgi tasavvuru bahşettik …” (Enbiya, 21/74)

 

  • Yönetme sanatı anlamında;

“Rabbim! Doğrusu, bana iktidarı Sen bahşettin. Yine Sen öğrettin

bana olayların doğru yormunu...” (Yusuf, 12/101) Buradaki olayların yorumu ifadesini yönetme sanatı olarak da anlamak mümkün. Hz. Yusuf iktidardaki başarısını Allah’ın kendisinde öğrettiği ilme borçlu olduğunu söylüyor. (İnsanın ilimden bir şey öğrenmesi Alȋm isminin, bir iktidara ulaşması Hakȋm isminin insan üzerindeki tecellisidir. (M. İslamoğlu, Meal, s: 452))

 

  • İman nuruyla elde edilen bilgi anlamında;

Dünya ve ahiret mutluluğunu sağlayacak her türlü faydalı, ahlaki ve

imani değerleri taşıyan, iman nuruyla elde edilmiş bilgiler de ilim kelimesiyle anlatılıyor.

Bakın, Allah, bir sivrisineği [hatta] ondan daha küçük bir şeyi örnek getirmekten kaçınmaz. İmana ermiş olanlara gelince, onun Rablerinden gelen bir hakikat olduğunu bilirler...” (Bakara, 2/26. Yunus, 10/5. Zümer, 39/9. Fussilet, 43/3. Şûra, 42/18.)

 

  • Kesin delil anlamında;

Kur’an hz. Muhammed’e hitaben; “Sana bu ilim geldikten sonra

seninle bu konuda çekişenlere de ki… diyor. (Âl-i İmran, 3/61)

Buradaki ilim; Hz. İsa hakkında Tevhid inancının kabul etmeyeceği inancına sahip olanlara karşı kullanılan ikna edici, kesin, apaçık ve dosdoğru isbat/ delildir. Şüphesiz ki bu ilmin, yani bu beyyinâtın (apaçık delillerin)  kaynağı Vahiy’dir. (Yunus, 10/93)

“Hadi şu bildiğiniz şeylerle tartıştınız, fakat bilmediğiniz şey hakkında niye tartışıyorsunuz? Halbuki Allah bilir, siz bilemezsiniz.” (Âl-i İmran, 3/66)      

Burada Ehl-i Kitabın bilmediği bilgi Hz. İbrahim hakkındaki bilgilerdir. Onlar ellerinde kesin bir delil olmadığı halde onun hakkında ileri geri konuşurlar.

    

  • Önceki kitaplar anlamında;

“Dahası onlara (tevdi edilen) görevden dolayı açık işaretler vermiştik. Ne ki onlar durdular durdular da, kendilerine ilim geldikten sonra ayrılığa düştüler…” (Casiye, 45/17).

İsrailoğulları’na verilen ilim şüphesiz ki Hz. Musa’ya indirilen vahiy, bir başka deyişle Tevrat idi. Onlar Tevrat’a rağmen tefrikaya düştüler, aralarında anlaşmazlık çıktı. (Şûra, 42/14)

Kurtubî’ye göre Şûra 14. âyetteki ‘ilim’den maksat Muhammed’dir. İsrailoğulları bir peygamberin geleceğini temenni ediyorlardı. Onun özelliklerini biliyorlardı. (Bakara, 2/89) Hatta kendilerine kitap verilenler onu öz oğulları gibi tanıyorlardı. (Bakara, 2/149) Ne zaman ki ona peygamberlik verildi, yüz çevirdiler ve inkâr ettiler. (Kurtubî, Tefsir, s.2736)

Bu âyetlerde geçen ‘ilim‘; vahiy veya hakikatin bilgisi diye de anlaşılabilir.

 

  • Kitap anlamında (Kur’an’ın bir adı olarak el-İlm);

Allah’ın (c) kelâmı olan Kur’an da ‘ilim’ diye adlandırılmıştır.

İlim sıfatı birçok âyette masdar şekliyle Allaha izafe edilmiştir. Bu bağlamda Kur’an kendisinin Allah’ın ilmiyle indirildiğini açıklıyor.

“Fakat Allah, sana indirdiğini kendi ilmiyle indirmiş olduğuna şahitlik eder. Melekler de buna şahitlik ederler. Allah'ın şahitliği de kafidir.” (Nisa, 4/166. Hûd, 11/14)

Hz. Muhammed’e indirilen Kur’an’dan başka bir şey değildir. Allah (c) ona hiç kimsenin bilmediği özel bir ilim indirdi. (Zamahşerî, Tefsir 1/579)

Birçok müfessire göre Hz. Muhammed’e verilen ’ilim’ Kur’an’dır. (Bakara, 2/120, 145. Ra’d, 13/37)

Kur’an’ın bizzat Kur’an’da geçen onlarca adı bulunmaktadır. M. Çelik bunların sayısını 87ye kadar sayıyor ve hepsini teker teker ele alıyor. Kur’an’ın bu isimlerinden biri de el-İlm’dir. (M. Çelik, Kur’an Kur’an’ı Tanımlıyor, s.114)

Kur’an Allah’tan gelen bir ilim olduğu gibi, içinde ilme dayalı açıklamalar bulunan bir kitaptır.  (A’raf, 7/52)

Kur’an şöyle diyor: “... Biz, kitap’ta tek bir şeyi bile ihmal etmedik...”  (En’am, 6/38)

Kur’an, aynı zamanda nübüvvet ilmini içerir. Peygamberliğe ait az veya çok ne kadar ilim gerekiyorsa hepsi onda vardır. Mükellefin ihtiyaç duyduğu şeriat, hükümler ve açıklama olarak her şeyi içerisine almaktadır. Ki bunlar onun dünya hayatını düzene koyar, ahirette ona karşılık kazandırır. (Ebu Zehrâ, el-Mu’cizetu’l-Kübrâ el-Kur’an, s.353)

 

  • Doğru bilgi anlamında;

“Ne ki yine de insanlar içerisinden herhangi bir (doğru) bilgiye, yol gösterici bir kılavuza ve aydınlatıcı kitaba dayanmaksızın Allah hakkında tartışan kimseler çıkabilmektedir.” (Hac, 22/8. Ayrıca bak: Nisa, 4/157. Nûr, 24/15. Hac, 22/3, 71. Lokman, 31/20. Maide, 5/109. Hûd, 11/46-47)

Bu âyette inkârın üç sebebi zikrediliyor: 1) Herhangi (kesin) bir bilgiye dayanma ihtiyacı duymayanlar. Yani kafasını kullanmayanlar. 2) Yol gösterici bir kılavuza dayanmayanlar, yanlış rehber seçenler. 3) Bir belgeye dayanmayanlar. Vahye değil, mitolojilere veya atalar yoluna kulak verenler. (M. İslamoğlu, Meâl s. 812)

Bazıları bilgisizlik yüzünden çocuklarını öldürürler, Allah’ın helâl kıldığı rızıkları haram ederler. (En‘am, 6/140) Bunların elinde kesin bilgi olsa, ya da kendilerine ilâhî kaynaktan indirilen hükümlere göre hareket etseler, beyinsizce ve zalimce çocuklarını öldürürüler miydi?

Allah’tan gelen sağlam bilgiye itibar etmeyenler insanları saptırmak için boş, temelsiz, oyalayıcı sözleri kullanırlar. (Lukman, 31/6)

 

  • Zihinsel sezgi anlamında;

İbrahim (as) babasına “…İşitmeyen, görmeyen ve sana hiçbir faydası olmayan şeylere niçin tapıyorsun. Doğrusu sana gelmeyen bir ilim bana geldi. O halde bana uy da, seni doğru bir yola eriştireyim” demişti. (Meryem, 19/43)

Hz. Davud’a ve Hz. Süleyman’a henüz peygamber olmadan önce verilen bilgi de, Hz. İbrahim’e verilen ilmin benzeri; zihinsel sezgi, kuvvetli bir basiret veya kavrama ve sağlam hüküm verme yeteneğidir. (Neml, 27/15. Enbiya, 21/79)

 

  • Aklî bilgi anlamında;

İnsanların gök cisimlerinin hareketlerine bakarak takvim ve hesap bilgisine

ulaşmaları bu tür bir bilgidir.(İsra, 17/12)

Hz. İbrahim yıldızlara, Ay’a ve Güneş’e bakarak Allah’ın varlığına ve birliğine ulaşması da buna benzer. (En’am, 6/76-79)

 

  • Cehaletin zıddı anlamında;

Cehalet, ilâhȋ ilimden, yani vahiy’den yoksun olma, vahy’i kabul etmeme, ilme uygun davranışlarda bulunmama, her hangi bir konuda bilgi sahibi olmama, yanlış itikata sahip olma, kaba ve katı davranışlarda bulunma manalarına gelir. Cehalet sadece bilgisizlik değildir. Zira Kur’an hem bilgisizliğe (Bekara, 2/273), hem de bilgiye dayalı (Nahl, 16/83) cehaletten söz etmektedir.

Kur’an’a göre; aklını kulllanma, olayların arkasındaki İlâhȋ iradeyi görme, vahy’i anlayıp kabul etme, düşünerek ve teenni ile hareket etmek, Hakk’ı ve hakikati kabul etmek, Allah’ın âyetlerini anlamak, olgun ve ahlâklı davranmak nasıl ilim ise bunun tersi de cehalettir.

“Fakat görünmez varlık türlerine Allah’a denk bir makam yakıştırdılar, oysa ki onları da O yaratmıştı. Bir de bilgisizce (cehaletle) O’na oğullar ve kızlar isnat ettiler...” (En’am, 6/100. Ayrıca bak: En’am, 6/108, 144. Nahl, 16/25. Kehf, 18/5. Hac, 22/3, 8, 71. Rûm, 30/29...)

 

  • Kendilerine ilim verilenler;

Sekiz âyette kendilerine ilim verilenlerden bahsediliyor.

Kendilerine ilim verilenler, bilgi ve bilginin amacını kavrama yeteneğine sahip

olanlar, peygamberler, âlimler ve insanları Allah yoluna davet edenler olabilir. (Nahl, 16/27)

Kendilerine ilim verilenler; doğru bilgiden nasibi olanlardır. Ki onlar bu bilgi sayesinde hem doğru yolu bulurlar, hem de Allah’a hakkıyla boyun eğerler.  (İsrâ, 17/107) İbni Kesir’e göre bu âyetteki ‘ilim verilenler’ ehl-i kitaptan salih kimselerdir. Ki onlar Allah’tan gelen kitab’a sımsıkı sarıldılar, onu değiştirmediler ve tahrif etmediler. (İbni Kesir, Tefsir, 2/105)

İlimden nasibi olanlar bilir ki iman edip salih amel işleyenlere Allah’ın takdir ettiği karşılık daha hayırlıdır. (Kasas, 28/80) Kurtubî’ye göre buradaki ilim sahiplerinden kasıt İsrailoğulları’nın âlimleridir. (Kurtubî, Tefsir s.2374)

 Kendilerine ilim verilenler, bilgi ve kavrama yeteneğine sahip olanlardır. Onlar, Allah’ın indirdiği her şeyin hak olduğuna, insanı doğru yola da ancak O’nun indirdiği hükümlerin ulaştırabileceğini bilirler. (Sebe’, 34/6)

 Muhammed/16. âyette ‘kendilerine ilim verilenlerin’ sahabeler olması muhtemeldir. Zira onlar münafıkların aksine vahy’e kulak veriyorlardı ve gereğini yapıyorlardı. (Zamahşerî, Keşşâf 4/314)

Bir âyette Hz. Süleyman’ın kendisine ve babasına ilim verildiği söyleniyor. (Neml, 27/42)

Bu ifade bir âyette ‘ulu‘l-ilm/bilgi’ sahipleri kalıbıyla geliyor. (Âli İmran, 3/18) İlim sahipleri de elbette ulemâ’dır. Ki onlar Allah’tan hakkıyla çekinen kimselerdir. (Fâtır, 35/28)

İki âyette ilimde derinleşenlerden bahsediliyor. (Âli İmran, 3/7. Nisa, 4/162)

İlimde derinleşenler; hem sınırlarını ve acziyetlerini bilirler, hem de bilgiyi amacı doğrultusunda kullanmayı becerirler. Onlar derin anlayış sahibidirler. Kendilerine bahşedilen kavrama yeteneğini, dünya hayatı denemesini kazanmak üzere harcarlar.

İlimde derinleşenler aslında yakînleri sabit olanlar ve basiret sahibi kimselerdir. (Zamahşerî, Keşşâf, 1/577)

“Kâfir olanlar; “Sen Rasûl olarak gönderilmiş bir kimse değilsin” derler. De ki: “Benimle sizin aranızda şahit olarak Allah ve yanında Kitab’ın bilgisi olan yeter.” (Ra’d, 13/43)

Yanında Kitab’ın bilgisi olan’dan maksat, ilâhî kitapların bilgisine sahip olan herkestir. Onlar son vahy’in önceki peygamberlere gelen ile aynı olduğuna şahitlik ederler. 

İlim sahipleri yahut kendilerine ilim verilenler ilâhî bilgiye muhatap olan ve bu bilginin doğruluğuna inananlardır. (DİA, 22/110) Buna göre onlar, insan ürünü olan bilgi merkezlerinde okumasalar, diplomaları olmasa bile; İlâhî davete kulak verip iman ederler. Allah’tan gelen hitabın mahiyetini idrak edip teslim olurlar. Akıllarını ve bakış açılarını vahiyle inşa ederler, hayatlarıyla ilgili her ölçüyü ondan alırlar.

Böyle olanlar ilim ile meşgul olmayı geceleri ibadetle geçirmeden daha faziletli bulurlar. İshak ibnu Mansur Ahmed ibnu Hanbel’e: “Bazı geceler ilim müzakere etmek bana o geceyi ibadetle geçirmekten daha sevimlidir” sözüyle “hangi ilmi kasdediyorsun?” diye sormuş. O da “insanların din işinde kendisiyle faydalandıkları ilim” diye cevap vermiş. (İbni Abdi’l-Ber, C. Beyani’l-Ilm, s:24)

Allah (c) el-Âlimdir. Yaratıklar ise âlem’dir. Âlem aynı zamanda alâmetler toplamıdır. İlim işte alâmetler toplamı olan âlemi bilmeyi konu yapar. Bu âlemi ve âlemle ilgili gerçek bilgileri ve bunların hikmetini bilenlere, anlayanlara da âlim denir.

Kur’an, işte bu alimlerin Allah’tan haşyet ettiklerini (hakkıyla çekindiklerini) söylüyor. (Fâtır, 33/28)

 

  • Sonuç

İlim Allah’a nisbetle mutlak gerçeğin ta kendisidir. İnsana nisbetle de Allah’ın büyüklüğünü ve kudretinin yüceliğini ortaya koyan mucizevi bir faaliyettir. 

Her şeyi Bilen, el-Alîm ve el-Âlim olan Allah (c) insanlara bu isminin tecellisi olarak bilmek, anlamak, bildiğini söze, fikre, eyleme dökmek, bilgiyi çoğaltmak ve kullanmak, bilgiyi saklamak ve aktarmak gibi yetenekler vermiştir. 

İnsanın kendini ve kendisine bahşedilen hayatı, nimetleri ve denemeleri anlaması için, ona vahiy yoluyla hakikatin bilgisi gönderildi.

Kur’an, bu gerçeğin son şahidi ve asıl kaynağıdır. Kur’an kendisini hem ilim olarak, hem de aşkın hakikatin kaynağı olarak nitelendiriyor. Bu açılardan Kur’an’da ‘ilm’e yapılan vurgu hem ilmin kaynağına işaret etmek, hem de Kur’an’ın bizzat şüphe götürmez bir gerçek olduğunu duyurmaktır.

  • İlimde derinleşmiş olanlar, daha doğrusu bilgiyi ve bilginin amacın

kavrama yeteneğine sahip olanlar, bu gerçeği farkederler. (Nisa, 4/162)

Onlar vahiyle gelen ilmi yakîn bir iman ile kabul ederler. Bu Kur’an’ı dinlemeye kapı açar. Kur’an’ı dinlemek de onu anlamanın en ön şartıdır. Onlar Kur’an’ı kendi yapısı, bütünlüğü ve örgüsü içinde anlamaya çalışırlar.

  • Kur’an'ı gereği gibi anlamanın insanı, kaçınılmaz biçimde, onun Allah

tarafından vahyedilmiş olduğu inancına ulaştırır. (Ra’d, 13/43)

  • Kur’an’da geçmişin ve geleceğin, dünyanın ve ahiretin, hayatın ve ölümün,

insanın ve kevniyatın ilmi yer almaktadır. Bunlarla ilgili insana sunulan bilgilere de ‘ilim’ denilmektedir. Kur’an, ‘kevnî âyet’ dediğimiz yaratılışla ilgili şeylere işaret ediyor,  ancak detay bilgi vermiyor. İnsanın bunlar üzerinde düşünerek mutlak gerçeğe ulaşmasını istiyor. Kur’an, tefekkürü emrederken, tefekkürün önünü açacak imkanlar da sunar. Bunu sağlamak üzere de insan aklına, duyularına, vicdanına ve hislerine hitap eden âyetler/işaretler gösterir.

Bu âyetleri görenler, inceleyenler, araştıranlar Kur’an’ı da daha bir dikkatli okurlar. Zira kâinat da, insan da birer kitaptır. Kâinattaki her bir varlık, tıpkı Kur’an’daki her bir kelime gibidir. Kur’an’daki her bir vahiy ifadesi nasıl ilahî ise, varlıktaki her bir zerre de ilâhidir. O halde kâinatı, ondaki âyetleri ve insanı hakkıyla okumak, Kur’an’ı anlamayı kolaylaştırcaktır.

Âyetler üzerinde düşünmek, insanı bir yerlere kadar götürebilir. Ancak Kur’an’ı daha geniş ve daha tutarlı anlayabilmek için ilim sahibi olmak, ilimden nasip almak, altyapıyı kurmak gerekir. Bunun da yakîn bir iman ile teslimiyet olduğu açıktır.

  • Kur’an’ı anlamaya çalışan ilim ehlinin tavrı ağırbaşlılık, teenni ile hareket

etme, delilsiz-isbatsız konuşmama, vardığı sonucun doğru olmasına dikkatle etmekle beraber faydalı olmasına da ehemmiyet vermektir. Böyle bir tavır sahibine ilmin kapıları açılır. Kur’an’ı anlaması kolaylaştırılır. İlmi ile amel edene, Allah Teâlâ bilmediklerini öğretir.

  • Yakîn iman aynı zamanda ikna olmayı beraberinde getirir. Kur’an’ın

getirdiği delillerle kani olur, onun hükmünün isabetli olduğuna inanır, müjdelerinden umutlanır, korkularından etkilenir.

  • Kur’an’ın anlaşılmasındaki en önemli engellerden birisi de ‘acaba’

sorusunun akla gelmesidir. Yakîn (kesin) iman, şüpheyi, tereddütü, endişeyi, acabayı, şansı, ümniyyeyi (hayalperstliği) bir tarafa bıraktırır.

  • Gerçek bilgi (ilim) hayatın illet, amaç ve hikmetini gösterir. Buna da insan ancak vahyin kılavuzluğu ile ulaşabilir.

Hüseyin K. Ece

Kur'ani Hayat, Eylül-Ekim 2011 Sayı: 20