Şöyle söylenebilir. ”Ben falancaya şununla tevessül ettim. Yani ona bir şeyle yaklaştım.” [3]

‚Vessele-وسل‘, falanca şu ameliyle Allah’a yakın olmaya çalıştı demektir.[4]Vesîlenin ilk anlamı yakınlık, yakın olmaktır. İbni Abbas, Mücahid, Ata‘ gibi ilk tefsir otoriteleri Mâide Sûresi 35. ayetinde geçen ‘vesîle’yi bu şekilde anladılar.[5]

Vesîle’nin çoğulu ‘vesâil’ dir.

-      Tevessül;

Vesîle kökünden gelen ve Kur’an’da bu haliyle geçmeyen ‘tevessül-توسل‘yaklaşmak,

hedeflenen ve arzulanangayeye ulaşmak için bir şeyi vasıta kılmak demektir. Tevessül, vesîle arama işidir.

Bir başka deyişle tevessül; vesileye baş vurmak, Allah’a yaklaşmak için bir sebep veya bir imkan aramak demektir.[6]

-      Kur’an’da vesîle

‘Vesîle’, Kur’an’da iki âyette geçmektedir. Rabbimiz şöyle buyuruyor:

“Ey iman edenler! Allah’tan ittika edin (korkup-sakının) ve O’na (yaklaşmaya) vesîle arayınve O’nun yolunda cihad edin ki kurtuluşa eresiniz.”[7]

Buradaki ‘vesîle’, emirlerine itaat, yasaklarından kaçınmak, ya da O’nun rızasını kazandıracak sebeplerle mü’mini Allah’a yakınlaştıracak şey diye açıklamışlardır.[8]Yalnızburadakiyakınlık mekan yönünden bir yakınlık değil, sevgi ve O’nun rızasına bir yakınlıktır.

Kimileri deburadaki ‘vesîle’yi, ‘sevgi ile kendinizi Allah’a sevdirmeye çalışınız’ şeklinde açıklamışlar ve arkasından da âyetin “…ve O’na (yaklaşmaya) vesîle arayın…“ kısmını okumuşlar.[9]Allah’a yakınlık veya O’na kendini sevdirmek ancak O’na ve Rasulüne itaat ile olur.[10]

İbni Atiyye, bu âyetteki vesîilenin yakınlık manasına geldiğini söyledikten sonra şunu ekliyor: Ancak asıl “vesîle‘ ezan duasında Peygamber için istenendir. Bu dua dünyada yapılır ama ahirette onun şefaati ve makam-ı mahmûd (övülmüş makam) olarak sonuç verir.“[11]

‘Vesîle’ kelimesinin geçtiği diğer ayette şöyle buyuruluyor: “Onların taptıkları da, -hangisi daha yakındır diye- Rablerine (yaklaşmak için) bir vesîle arıyorlar. O’nun rahmetini umuyorlarve azabından korkuyorlar. Şüphesiz senin Rabbininazabı korkunçtur.”[12]

Putperestlerin taptıkları putlar veya putların arkasında var zannedilen ruhlar, cinler ve melekler, bazı insanların medet umduğu ölmüşler ve azizler bile; bırakın başkalarına yardım etmeyi, kendileriAllah’ın rahmetini umarak O’na yaklaşmak, O’nun sevgisini kazanmak için bir vesîle arıyorlar. Öyleyse mü‘minler de,Allah’ın sevgisine götürecek sebepleri, imkânları arayıp bulmalılar.

Bu vesîlenin anlamı, Allah’a boyun eğerek, O’ndan korkarak ve O’nu razı edecek ameller işleyerek O’nun yakınlığını ve sevgini kazanmaya çalışmak demektir.

-      Kavram olarak vesîle

‘Vesîle’, Allah’a yaklaşmada kendisinden yararlanılan şeydir. Buradan hareketle kişinin Allah’a yakın olma amacıyla itaat sayılabilecek eylemlerle ve isyanı terketmekle tevessül etmesi manasına ulaşıldı.[13]

Allah’a yakın olmak için vesîle aramanın gerçeği; ilim ve ibadetle O’nun yoluna girme,

islamî faziletleri kazanma, muttakilerden sayılma isteğidir.[14]

Yukarıda geçtiği gibi, tevessül yapmak, yani Allah’a yaklaşmak için sebep aramak Kur’an’ın emridir. Bu sebepler de ibadet cinsinden bir şey olmalı, takva ve cihad ile çoğaltılmalıdır. Çünkü âyet önce takvayı emrediyor, sonra vesîleyi, sonra da cihadı emrediyor. Din’e sonradan sokulmuş ve bid’at halini almış şeylerle tevessül yapılamaz. Peygamber (sav), din adına sonradan uydurulmuş bütün âdetlere bid’at diyor ve hepsini de reddediyor.[15]

Vesîle, maksadın meydana gelmesine sebep olan şey olduğuna göre kişiyi Allah rızasına götürecek bütün salih ameller, bütün hayırlı işler bir ‘vesîle’dir.  Bu yola başvurmak da meşru ‘tevessül’dür. Bunların adının değil, ölçüsünün ve ilkelerinin Hz. Peygamber tarafından konulması önemlidir.

Asıl vesile, Allah’a yaklaşma niyeti ve O’nun sevgisini kazabilme arzusudur. Mü’min, ‘Allah bizi imanımız ile sever’ deyip, bir köşeye çekilmez. O, farzlar vacipler dışında, nafile ibadetlerle bu vesile yollarını arar. Bununla da kalmaz, haram işlerden ve yasaklardan kaçınır, kötü ahlâkı terkeder, iradesini kullanarak Allah’ı razı edecek diğer salih amellere devam eder.

Onun kıyamette Peygamberin şefaati, -hadiste geçtiği gibi- Cennette bir makam olduğunu söyleyenler de vardır.[16]

-      Peygamberin makamı olarak ‘vesîle’

Ezanla ilgili hadislerde geçtiğine göre ‘vesîle’, Cennet’te bir makamın adıdır. Vesîlenin sözlükte bir manasının da makam, derece olduğunu hatırlayâlim. Cennetteki bu makam çok yücedir ve hadiste bir kişiye verileceği belirtiliyor. Peygamber (sav) tevazu ile bu kimsenin kendisi olmasını temenni ediyor.

Burada vesîlenin her iki anlamı arasında ince bir bağlantı olduğunu görüyoruz. Yüce bir makam ve o makamı hak etmek üzere vesîle aramak; iman, takva ve salih amele sarılmak, Allah’ı hoşnut edecek, O’nun sevgisini hak edecek bir hayat yaşamak… Güzel bir tevafuk.

Abdullah ibnu Amr’ın (ra) rivâyetine göre Peygamber (sav) şöyle buyurdu: “Müezzini işittiğiniz zaman siz de onun söylediklerini söyleyiniz, sonra da bana salat okuyunuz. Kim bana bir salat okursa, Allah ona on salat verir (rahmet eder). Sonra benim için ‘vesîle’ isteyiniz kio, Cennette, yalnızca Allah’ın bir kuluna verilecek bir makamdır. O kulun ben olmasını dilerim. Kim bana vesîle isterse ona şefaat edilir.”[17]

Ezan’dan sonra okunulan salâvat, aynı zamanda Peygamber’e bu ‘vesile’yi isteme duasıdır. Peygamber (sav) şöyle buyurdu:“Kim müezzini isittiği zaman; Ey Allah’ım, ey bu tam davetin sahibi, ikâme edilen namazın sahibi, Muhammed’e vesîle ve fazilet ver; onu, kendisine söz verdiğin yüce makama ulaştır’ derse, Kıyamet gününde ona şefaat edilir.”[18]

-      Tevessülün çeşitleri

Tevessül konusunda şöyle bir soru ile karşı karşıyayız: Peygamberimizin, sahabelerinin veya diğer salih mü’minlerin adıyla tevessül yapılabilir mi? ‘Falancanın yüzü suyu hürmetine, falancanın hatırı için, falancanın yüce makamı için’ şeklinde dua edilebilir mi?

Vesîle isteme manasına gelen ‘tevessül‘, Allah’a itaat ve yasaklarından sakınmakla Allah’a yaklaşma arzusu iken, zamanla bu kavram, Kâbe, arş, kürsî gibi kutsal sayılan bazı varlıklarla, peygamber ve evliya sanılan kimselerin Allah katındaki makamları hürmetine dua etme, ölen salih kimselerden yardım isteme manası kazanmıştır. Ancak bu anlam üzerinde âlimler arasında söz birliği yoktur.

Kimileri de tevessül’ü, kişiyi doğru yola götürecek bir mürşid bulma diye anlamaktadır.[19]

Âlimler tevessülü tartışmalı ve tartışmasız diye ikiye ayırırlar.Tartışmalı tevessül ise iki çeşittir.

Birincisi:Hayatta olan salih insanların Allah katındaki dereceleri ile tevessül.

“Ya Rabbi, falan zâtın senin katındaki hürmetine veya hatırına sıkıntımı gider, isteğimi yerine getir, duamı kabul eyle.“ Kişi bu şekilde duadan daha hızlı sonuç alacağını ümit eder.[20]

Peygamberin kendi zâtıyla, Kâbenin veya bir makamın, kişilerin adıyla, ‘yüzlerinin suyu hürmetine’, ya da Peygamberimizin zâtına yemin ederek tevessül yapmak da tartışmalıdır. Sahabeler ne yağmur duasında, ne sağlığında veya vefatından sonra başka işlerinde, ne mezarı başında bu şekilde tevessül yapmadılar. İyilerin hakkı ile (onların hatırına) tevessül yapılabileceğini söyleyenlerin dayandığı hadislerin, hadis tekniği açısından sağlam olmadığı, hatta uydurma olduğu belirtilmektedir. Dolaysıyla bu da böyle bir tevessülün meşruiyetini tartışmalı hale getirmektedir.  Mesela “falan kişinin, enbiyânın veya Kâbe’nin hakkı için” denilerek yapılan dua Ebu Hanife’ye göre mekruh,[21] İmam Muhammed’e göre haram, Ebu Yusuf’a göre caizdir.

Sonuçta bu konuda duyulan endişelere bakarak bu gibi tevessülü kesin bir şekilde kabul etmek mümkün görünmemektedir. Burada Allah’a ait bir hakkı başkasına devretme tehlikesi var. Bu yönüyle bu tevessülün en azından mekruh olduğu söylense de, Tevhid’e ters düştüğü, dayanakları çürük olduğu için ihtiyaten reddedilmesi daha uygundur.[22]

İkincisi:Vefat etmiş peygamberlerin ve velilerin ruhlarıyla tevessül. Bunun meşru (caiz) olduğunu ileri sürenler “Allah yolunda öldürülenleri sakın ölü sanma”[23]âyetine dayanırlar. Onlara göre peygamberler veya velilerin ölü olması yardım beklentilerine engel değildir. Onlardan sağ iken yardım istemekle, ölü iken yardım istemek aynıdır.[24]

Bazılarına göre böyle bir tevessül ruhlardan medet ummak gibidir. Bunun kabir ziyaretiyle, kabirlere kudsiyet vermekle, salih kimselere ait kabirlerin etrafının maddî ve manevî musibetlerden kurtuluş yeri olarak düşünülmesiyle, ya da “insanların Allah’a yaklaşmak için mutlaka bir aracıya ihtiyacı vardır” anlayışıyla ortaya çıktığı açıktır.

 Tevessül konusunda en tartışmalı bu tür tevessüldür denilebilir. Burada Allah katında iyi olduğu sanılan kişilerin zâtları ve ruhları hürmetine denilir. Ya da onun kabirlerine gidilir,  buradaki zâtın hürmetine denilerek dua edilir. Bu tür tevessül bazı âlimlere göre caiz olsa da, bir çoğuna göre caiz değildir, hatta şirke götüren bir anlayıştır.[25]

Âlimler Peygamberle tevessül yapmayı caiz görmüşler. Ancak onunla tevessülün anlamı konusunda farklı görüşler var. Bazılarına göre Rasûlullah ile tevessül, onun Allah katındaki derecesinin hakkı için değil; hayatta iken ondan kendileri için dua etmesini ve şefaatçı olmasını istemektir. Bu görüşte olanlara göre hayatında ve ölümünden sonra onun zâtıyla tevessül etmek caiz değildir.[26]

Bazıların göre ise Peygamberle tevessülde bulunmak o dünyaya gelmeden, hayatta iken veya ölümünden sonra onun zâtı ve Allah katındaki derecesi ile Allah’tan talepte bulunmaktır. Onlar Mâide 35. ayetindeki vesileyi bu şekilde anlarlar.

Allah’ın dışında başka kişilerden, ölülerden, mezarlardan, yatırlardan, şeyhlerden ve somut veya soyut putlardan, Allah’tan istenebilecek şeyleri onlardan istemek Tevhide aykırıdır. Tevhid inancına göre ibadette ve duada zaten aracı olmaz.[27]Aslında ibadetlerinde herhangi bir şeyi, ölmüşleriniveya putlarını aracı kılanlar, onlarla Allah’a yaklaşmak isteyenler müşriklerdir. Onlar, tanrı edindikleri şeylerden istekte bulunurlar, bir kulun Allah’tan istemesi gereken şeyleri onlardan isterler. Şüphesiz bu da şirk olan tevessüldür.

Kur’an şöyle diyor: “İyi bil ki, halis din yalnız Allah'ındır. O'ndan başka veliler edinerek: "Biz bunlara, sırf bizi Allah'a yaklaştırmaları için tapıyoruz," diyenler(e gelince): Şüphesiz ki Allah, onlar arasında, ayrılığa düştükleri konuda hükmünü verecektir. Allah, yalancı, nankör insanı doğru yola iletmez.”[28]

Sonuçta, böyle bir tevessül Allah’ın dışındaki varlıklardan medet ummaya, Allah’tan istenebilecek şeyleri O’nun dışındaki varlıklardan istemeye götüreceği için sakıncalıdır, şirke düşmek tehlikesi vardır.

-      Tartışmasız (meşru olan) tevessül

Tartışma olmaksızın kabul edilen ‘meşru tevessül‘ üç tanedir: Allah’ın isim ve sıfatları ile, iman ve salih amel ile, iyi (salih) kimselerin duası ile. İttifakla kabul edilen bu tevessülün Kur’an ve sünnette delillleri var.[29]

Birincisi: Salih amelle tevessül

Dua edenin işlediği salih bir amelle tevessülde bulunması. Kur’an’da mü’minlerin bazı dualarından örnekler verilerek teşvik edildiği için meşru sayılmıştır.[30]

Hz. İsa’nın havarileri Allah’ın indirdiğine inanmalarını ve Peygambere uymalarını zikrederek kendilerinin şâhidlerden yazılmasını Allah’tan istediler.[31]

Bir hadiste geçtiği gibi, bir mağarada, mağaranın ağzını kapatan bir kaya sebebiyle mahsur kalan üç kişi işledikleri salih amelleri anlatarak Allah’tan yardım istediler ve mağaradan kurtuldular.[32]

İkincisi: Salih insanların duasıyla tevessül

Peygamberlerin ümmetine, ümmetin de birbirlerine dua etmelerini tavsiye eden âyetler dikkate alınarak meşruiyeti kabul edilmiştir.[33]

Peygamberimiz kör bir adama dua öğreterek bu dua ile tevessül yapmasını söylemiştir.[34]

Sahabelerden bazıları kendileri için dua etmesini isterlerdi. O da onlara dua ederdi. Bir seferinde bir bedevi ona gelerek kendileri için yağmur duası yapmasını istemişlerdi. O da onlar için dua etmiş, bu dua sonrası yağmur yağmıştı.[35]

Hadis kaynaklarına göre Peygamber’in (sav) vefatından sonra başta Hz. Ömer olmak üzere bazı sahabeler Hz. Abbas’a giderek onun kendileri için dua etmesini istemişlerdi. Enes ibnu Malik şöyle anlatıyor: “Bir kuraklık olduğunda Ömer ibnu Hattab (peygamberin amcası) Abbas ile yağmur duasına (istiska’ya) çıkardı ve şöyle derdi: “Ey Allah’ım, biz daha önce Peygamberinle sana tevessül ediyorduk; Sen de bize yağmur veriyordun. Şimdi Peygamberin amcasıyla sana tevessül ediyoruz. Bize yağmur yağdır.”[36]

Burada kastedilenin Peygamber’in duası olduğu açıktır.

Peygamberle tevessülün bir başka anlamı da kendisine itaat ederek,  onun gösterdiği yola uyduğunu belirterek Allah’a dua etmektir.[37]

-      Üçüncüsü: Allah’ın isimleriyle tevessül (Aşağıda gelecek)

-      Allah’a yaklaşmaya ‘vesile’ olan ameller (Ne ile tevessül?)

1-İman ve takva; Mü’mini vesileye ulaştıracak yol iman ve takvadır. (Maide 5/35)Asıl vesile de, Allah’ayaklaşma niyeti ve O’nu sevme arzusudur. Bu kasıt ve niyet ile güzel ahlâk sahibi olmaya çalışır, salih amellere devam eder, Allah’ın rızasınauygun işlerle meşgul olur.

2-Cihad; Allah’a yakınlık kazandıracak ‘vesîle’nin cihad ibadetiyle yakından ilgisi bulunmaktadır. Mâide 35. ayetin son tarafına bakmadan vesîle’yi, kurtulmak için başkalarını araya koymak şeklinde anlamak, doğru olmasa gerek.

 Ayet, önce takvayı, arkasından Allah’a yaklaşmak için vesîle aramayı, arkasından da cihadı emrediyor ve bunların kurtuluş sebebi olacağını açıklıyor. Bu bir anlamda iman edenlerin takva sahibi olup, salih amel işleyerek, Allah yolunda cihad etmelerini (çaba göstermelerini) kulluk görevi olarak sıralıyor.

İman takva ile, takva vesileyi aramak ile, vesileyi aramak da cihad ile tamam olmaktadır. Bu cihad, ister İslâmın düşmanlarıyla olsun, isterse azgın nefse karşı, isterse aldatıcı şeytana karşı olsun; farketmez.

4-Salih amel; Şu âyet Allah’a kavuşmanın, onu hakkıyla sevebilmenin, O’ndan razı olmanın ve kurtuluşun yolunu gösteriyor. “Artık her kim Rabbine kavuşmak istiyorsa, salih amel işlesin ve Rabbine olan ibadetinde hiç bir şeyi ortak koşmasın.”[38]

Bu âyet de ‘vesîle’ konusunda önemli ipuçları veriyor. Allah’a manevi olarak kavuşmanın yolu, salih amel işlemek ve ibadette hiç kimseyi ortak koşmamaktır. Bu demektir ki ilâhlara tapınmak sapıklık olduğu gibi, ibadette aracı bulmak da yoldan çıkmaktır.

Tevessül, ibadette bir aracı, bir torpilci bulmak, Allah’ın dışındakilerden olağanüstülükler beklemek değil; ibadet cinsinden bir eylemi (salih ameli) ihlasla yaparak, takvaya sarılarak ve Allah yolunda cehd ederek (çalışarak) O’nun rızasını kazanmaya çaba harcamaktır.

5-Nafile ibadetler; Mü’min, farz/vacipler dışında, nafile ibadetleri Allah’ın yakınlığını kazanmak için vesîle edinir. Peygamber (sav) Rabbinden rivayetle buyuruyor ki: “… Kulum kendisine farz kıldığım şeylerden daha sevimli herhangi bir şeyle Bana yakınlık kazanamaz. Kulum Bana (farzlara ilâveten işlediği) nâfile ibâdetlerle durmadan yaklaşır, nihâyet Ben onu severim. Kulumu sevince de Ben onun (âdeta) işiten kulağı, gören gözü, tutan eli, yürüyen ayağı akleden kalbi ve konuşan dili olurum. Ben’den her ne isterse, onu mutlakâ veririm. Bana sığınırsa, onu korurum...”[39]

Bir hadiste hesap günü farz ibadetlerdeki noksanlıkların nafile ibadetlerle tamamlanacağı söyleniyor.[40]

6-Dua; Dua kulu Allah’a yakınlaştırır. Zira dua kul ile Allah arasındaki en samimi, en içten, en yakın, en sıcak ilişkidir. “Ama Rabbiniz buyurur ki: “Bana dua edin, duanızı kabul edeyim!”[41]Ebu Hureyre (ra) Peygamberimiz (sav)’in şöyle dediğini rivâyet ediyor: “Allah (cc) buyuruyor ki: ‘Ben kulumun Beni zannı ile beraberim. Bana dua ettiği (zaman da) onun yanındayım.”[42]

Allah (cc) kuluna, onun şahdamarından daha yakındır,[43]dua edenin duasını işitir ve karşılığını verir. “Eğer kullarım sana Benim hakkımda sorular sorarlarsa -(bilsinler ki) Ben çok yakınım; dua edenin yakarışına her zaman karşılık veririm: Öyleyse onlar da Bana karşılık versinler ve Bana inansınlar ki doğru yolu bulabilsinler.”[44]

7-Secde; Kur’an Peygamberin şahsında Müslümanlara secde ederek Allah’a yakın olmalarını emrediyor.[45]Ebu Hüreyre (r.a)’den rivâyete göre, Rasûlullah (s.a.v) şöyle buyurdu: “Kulun, Allah’a en yakın olduğu zaman secdede olduğu andır. Bu sebeple secdelerde çok dua edin.”[46]

8-İlim öğrenmek ve ilimle âmil olmak; Mü’mini Allah’a yaklaştıracak vesîlelerden biri de;ilim, ibadet ve şeriatın güzelliklerini arama ve yaşamadır.Bu, kişiyi manevî olarak Rabbine bağlar. Kul ile Allah arasındaki bağ, kulluk zilleti, Allah’a ihtiyaç duyma, O’nun önünde boyun bükme, O’nun Rubûbiyyetinin (Rabliğinin) karşısında ubûdiyet (kulluk) yapmadır. Kaldı ki, Allah’ı bilme ve O’na ibadet etme, Allah’a olan yakınlaşmanın olmazsa olmaz şartıdır.

9-Muhsin olmak; Allah’a varan yollara, dolaysıyla O’na yakın olmak ilahi davet uğruna üstün çaba göstermekle olur. “Ama dâvâmız uğrunda üstün gayret gösterenleri (cihad edenleri), Bize varan yollara mutlaka yöneltiriz: Allah, kuşkusuz, iyilik yapanlarla beraberdir.”[47]

Muhsinler, yani aktif iyiler Allah’ın rahmetine yakınlık kazanırlar. “… Allah'a korkarak ve (rahmetini) umarak dua edin. Muhakkak ki iyilik edenlere Allah'ın rahmeti çok yakındır.”[48]

-      Esmâullahi’l-hüsnâ (Allah’ın güzel isimleri) ile tevessül

Allah’ın isimleriyle ve sıfatlarıyla tevessül etmek hem O’na daha sevimlidir, hem de kul için başka bir şeyle tevessül etmekten daha faydalıdır.[49]

Allah (cc) kendi isimleriyle dua etmemizi söylüyor. “En güzel isimler (el-Esmâü'l-Hüsnâ) Allah'ındır. O halde O'na o güzel isimlerle dua edin. Onun isimleri hakkında eğri yola gidenleri bırakın. Onlar yapmakta olduklarının cezasına çarptırılacaklardır.”[50]

Öyleyse, ‘Allah’ım, senin rahmetinle, lütfunla, ilminle, v.b. Muhammed’e olan sevginle, bağışlanma istiyorum’ gibi dualar meşrudur. Peygamberimizin bazı dualarında bunu görüyoruz.

“Ey Allah’ım! Ben hamdi Sana has kılarak Senden istiyorum. Senden başka tanrı yoktur. Sen Mennânsın. Göklerin ve yerin Yaratıcısısın. Ey Celâl ve İkrâm sahibi Allah.“[51]

“Muhakkak ki ben Senden başka Tek, Samed, doğurmamış ve doğurulmamış, eşi ve dengi olmayan Allah olduğuna şehâdet ederek istiyorum.“[52]

Peygamber (sav) şöyle buyurdu: “Ya Ze’l-Celâli ve’l-İkrâm’a sarılıp ayrılmayın.“[53]

Allah Teâlâ'ya, güzel isimleri ile dua iki şekilde olur.

Birin­cisi; bu isimlerden biri, bir kaçı veya hepsi ile O'nu yüceltmek, övmek ve zikretmek şeklindedir.

İkincisi de, bu güzel isimler­le Allah’tan (cc) bir şey istemek, ilahi huzura ihtiyacı arzetmek ve dertleri açmak, onlarla O’na yalvarmak şeklinde olur.

Kul, yü­ce Rabb'ine hangi derdini açacak ise, ona uygun bir ismi zik­rederek dua eder. Mesela günahlara bulanmış fakat içi yanıp pişman olmuş bir kul elini açıp; “ya Gaffâr-Ey günahları affeden, ya Rahîm-Ey kullarına çok merhametli, ya Settâr-Ey günahları örten, ya Tevvâb-Ey tövbeleri kabul eden Allah’ım, beni affet” diyerek affını ister.

Başı darda kalıp bunalan bir kul; “Ya Rahman-Ey kulları­na rahmet eden, ya Âlim-Ey kullarının halini en iyi bilen, ya Hakîm-Ey her işi hikmet üzere olan, ya Aziz-Ey her şeye ve herkese hükmü geçen, ya Kadîr-Ey her şeye gücü yeten Allah’ım, benim şu sıkıntımı gider” diye dua eder.

Esmâu’l-Hüsna, müslümanın Allah karşısındaki esas duruşlarından biri olan duanın anahtarıdır. İnsan hayat okyanusunun dalgaları arasında, bitmez tükenmez sıkınlar içinde sığınılacak liman arar. İşte bu durumda Allah’ın isimleriyle dua eder  (tevessül eder) ve Allah’a yakınlık arar.

Yeryüzü başına dar geldiği, her çaldığı kapının yüzüne kapandığı, içi içine sığmadığı zamanlarda ‘yâ Fettâh, ya Bâsıd‘,  bir hastalığına yakalanır, gücü tükenir, takati kesilir, kendini sınayan Rabbiyle başbaşa kalır ve ‘yâ Şâfi’, ya Rahîm‘, belalardan iki büklüm olur, dertler kapısını çalar, sıkıntısı boyunu aşar, o zaman tıpkı Taif dönüşü Peygamberin dediği gibi ‘ya Rab, Ya Rahman’, muhtaç duruma düşer, borçlanır, derdini kimseye açamaz. Kimse ihtiyacını karşılayamaz. O zaman ellerini açar ve ‘yâ Rezzâk’ der. Bu isimler duasına anahtar olur.  Sevindiği zaman sevincini ‘ya Vedûd‘, Allah’a karşı olan şükran duygusunu ‘ya Şekûr‘ ismiyle dile getirir.[54]

Baskı altında kalır, zulme uğrar, zâlimin kahrını ensesinde hisseder. Zâlime gücü yetmez eli kolu bağlı olur, kimseye derdini anlatamaz. O zaman da ‘Ya Kahhâr, Ya Cebbâr, Ya Azizün Z‘üntikam’ diye yalvarır.

Diğer isimler­le yapılan dualar da böyledir.

Bir mü’min strese, bunâlima, manevî marazlara, boyunu aşan musibetlere uğradığı zaman, kendisi veya başkası üçer defa Ayete’l–Kürsi’yi ve Haşr son üç ayeti, Felak ve Nas Sûrelerini  okur ve şöyle dua ederse, inşaallah şifa bulur: “Ey Allah’ım, İnsanların Rabbi, elemi gider, ve ona şifa ver. Sen şifa verensin, senin şifandan başka şifa yoktur. Hastalıktan eser kalmasın.”[55]

 Bir hadise göre içinde “Ey ismi yüce Rabbim!” geçen duayı okuyup Allah’tan şifa istenebilir.[56]

 Zayıflığını hisseder, çaresizliğini anlar, hatalarını hatırlar, nefsine aldandığının farkına varır, yardıma muhtaç hale gelir. Bundan dolayı;“Ey Hayy ve Kayyum olan Allah’ım! Rahmetinle Senden yardım isterim.Bütün işlerimi ıslah eyle. Beni göz açıp kapayıncaya kadar bile nefisimin eline bırakma“[57]diye dua eder.

İmanını itiraf, tasdikini güçlendirmek, inancında sebat, hayatında istikamet, hatalarından af ister. O zaman ellerini açar ve şöyle niyazda bulunur: “Yüzümü hanif (tevhid ehli) olarak ökleri ve yeri yaratan Allah’a çevirdim. Ve ben müşriklerden değilim. Şüphesiz benim namazım, ve ibadetlerim, hayatım ve ölümüm alemlerin Rabbi Allah içindir. O’nun ortağı yoktur. Ben bununla emrolundum ve ben müslümanlardanım. Allah’ım! Sen Meliksin, Senden başka ilah yoktur. Sen benim Rabbimsin, ben de senin kulunum. Kendime zulmettim. Tüm günahlarımı bağışla. Günahları Senden başka kim bağışilayabilir ki? Beni güzel ahlaka ulaştır. Senden başka güzel ahlaka ulaştırcak yoktur...“[58]

Bir müslüman selam (kurtuluş, barış, selâmet) ister, ya Selâm der. Namazdan sonra “Allahümme ente’s Selâmü ve minke’s-selâm, Tebârekte ve Teâleyte ya ze’l-Celali ve’l-İkrâm-Ey Allah’ım! Sen Selâmsın, selâm Sen’dendir, Sen çok mübareksin, çok Yücesin ey Celâl ve ikrâm sahibi Allah!“ der.

Bir iş yapmayı içinden geçirdiği zaman Peygamberin tavsiyesine uyarak iki rek’at namaz kılar ve istihâre duasını okur. Yani işinin hayırlı olmasını Rabbinden niyaz eder. “Allah’ım! İlmine başvurarak senden hayır istiyorum. Kudretine dayanarak senden güç istiyorum. Senden ihsanını istiyorum. Muhakkak ki Sen güç yetirensin, ben ise güç yetirememem. Sen (her şeyi) bilirsin, ben bilemem. Sen bilinmeyen gizlilikleri en iyi bilensin. Bu işim dinim, geçimim ve işimin sonucunda benim için hayırlısı ise onu bana takdir et. Onu bana kolaylaştır ve onu bana mübarek kıl.[59]

Şeytandan bir vesvese, bir fısıltı, bir kandırmaca geldiği zaman Kur’an’ın emrine uyarak, Peygamber’den örnek alarak hemen kovulmuş şeytanın şerrinden Allah’a sığınır, O’nun yardımını ister, Allah’a yakın, şeytandan uzak olmak ister.[60][61]

Bir musibetle, beklemediği bir sonuçla veya iyi/kötü bir haberle karşılaşır, bir tehditle yüzyüze gelir;  hemen “Hasbünallahi ve ni’mel Vekîl-Allah (cc) yeter, O ne güzel Vekîldir“, ya da “Sübhânellahi velhamdülillâhi ve lâilâhe illallahü vallahü ekber velâ havle velâ kuvvete illâ billahil aliyyil azîm-Allah (cc) noksan sıfatlardan uzaktır. Hamd Allah'a aittir. Allah'tan başka ilah yoktur ve Allah en büyüktür. Azîm ve yuce olan Allah'tan başkasında güç ve kudret de yoktur“dualarıyla Rabbine tevessül eder.

Bir kimse ‘Allahümme innî es’elüke-Yarabbi sadece Sen’den istiyorum…’ dediği zaman, sanki Esmâu’l-Hüsnâ ve yüce sıfatlar ile dua etmiş, sanki Allah’a bütün isimleriyle yalvarmış gibi olur.

Bir müslüman Kur’an okur veya dua eder, sonra da İsm-i A’zam hürmetine, Esmâu’l-Hüsnâ hürmetine diyebilir. Bunlarla ibadetinin ve duasının kabul edileceği umulur. 

Bir hadiste şöyle buyruluyor: “Allah’ın 99 ismi vardır. Yüzden bir eksik. Bu isimleri bir kimse ‘ahsa ederse-sayarsa’ cennete girer.  O tektir, teki sever.”[62]

Buradaki ‘ahsa etmeyi‘ Allah’ın isimlerini saymak veya ezberlemek olarak almak isabetli olmaz. ‘Esmâu’l-Hüsnâ’yı ahsa etmek‘, Allah’ın isimleriyle ahlaklanmaktır. Yani Allah’ın isimlerini tespit etme, üzerinde düşünme, bir tohum eker gibi hayatın kalbine ekme, onların hayat ve kâinatla bağlantısını keşfetme, anlama, kavrama, onlarlarla Allah’ı yüceltme, onları Allah’a yaklaşma vesilesi kılma şeklinde anlamak gerekir.[63]

Allah’ın sayısız ismi ve bu isimlerin sayısız tecellileri vardır. Esma ile tevessül bir anlamda bu tecellileri elden geldiği mârifet bilinci ile keşfetmek ve onlardan faydalanmaya çalışmaktır. 

[1]İbni Manzur, Lisânul-Arab, 15/213

[2]Isfehânî, el-Müfredât fi-Ğaribi’l-Kur’an, s: 821. İbni Esir, en-Nihâye fi-Ğarîbi’l-Hadis ve’l-Eser, s: 961

[3]Taberî, Tefsir, 4/576

[4]İbni Manzur, Lisanul-Arab, 15/213

[5]Taberî, Tefsir, 4/576. İbni Teymiyye, et-Tefsiru’l-Kebir, 4/94. Şevkânî, Fethu’l-Kadîr, s: 438

[6]Heyet, Kur’an Yolu, 2/212

[7]Maide 5/35

[8]İbni Teymiyye, et-Tefsiru’l-Kebîr, 4/94. İbni Kesir, Tefsir (Muhtasar), 1/511. Kurtubî, el-Camiu’l-Ahkâm, s: 1064

[9]Taberî, Tefsir, 4/576. İbni Cevzi, Zâdu’l-Mesîr, s: 379

[10]İbni Teymiyye, et-Tefsiru’l-Kebîr, 4/94

[11]İbni Atiyye, el-Muharraru’l-Vecîz, s: 539

[12]İsra 17/57

[13]Zamahşerî, el-Keşşîf, 1/610

[14]Isfehân, îel-Müfredât fi-Ğaribi’l-Kur’an, s: 821

[15]Müslim, Cuma/13 no: 867

[16]İbni Esir, en-Nihâye fi-Ğarîbi’l-Hadis ve’l-Eser, s: 961. İbni Manzur, Lisânul-Arab, 15/213

[17]Müslim, Salat/11 no: 384. Ebu Davud, Salat/36 no: 523.Tirmizî, Salat/154 no: 208. İbni Mâce, Ezan/4 no: 720

[18]Buhârî, Ezan/8 no: 614. Ebu Davud, Salat/28 no: 529. Tirmizî, Salat/157 no: 211. Nesâî, Ezan/38 no: 681. İbni Mâce, Ezan/4 no: 722

[19]S. Ateş, Tefsir, 2/521

[20]A. Yıldırım, Tasavvufun Temel Öğretilerinin Hadislerdeki Dayanakları, s. 270

[21]Y. Şevki Yavuz, DİA, 41/7

[22]A. Yıldırım, Tasavvufun Temel Öğretilerinin Hadislerdeki Dayanakları, s. 277

[23]Âli İmran, 3/169

[24]Heyet, Kur’an Yolu, 2/213

[25]A. Yıldırım, Tasavvufun Temel Öğretilerinin Hadislerdeki Dayanakları, s. 277-278

[26]Y. Şevki Yavuz, DİA 41/7

[27]İsra 17/56

[28]Zümer 39/3

[29]N. Elbânî, Tevessül, s: 45-62

[30]Mesela: Bekara 2/285. Âli İmran 3/16, 191, 193

[31]Âli İmran 3/53

[32]Müslim, Zikir ve Dua/27 no: 2743. Buhârî, İcâre/12 no: 2272

[33]Mesela: Nisa 4/64. Yusuf 12/97-98. Muhammed 49/19

[34]Tirmizî, Daavat/118 no: 3578. İbni Mâce, İkâme/189 no: 1385

[35]Buhârî, Cumua/35 no: 933, İstiska/10 no: 1017. Müslim, İstiska/2 no: 2078. Ebu Davud, İstiska/2 no: 1174

[36]Buhârî, İstiska/3 no: 1010, Fedâil/11 no: 3710

[37]Y. Şevki Yavuz, DİA 41/7

[38]Kehf 18/110

[39]Buhârî, Rikâk/38 no: 6502

[40]Tirmizî, Salât/188 no: 413

[41]Mü’min 40/60

[42]Müslim, Zikir/19 no: 2675

[43]Kâf 50/16

[44]Bakara 2/186

[45]Alak 96/19

[46]Ebû Davud, Salat/153 no: 875. Müslim, Salat/23 no: 1083).

[47]Ankebût 29/69

[48]A’raf 7/56)

[49]İbn-i Kayyim, Esmâullahi’l-Hüsnâ, çev.H. Akın, s:417

[50]A’raf 7/180. Bir benzeri: İsrâ 17/110

[51]Ebu Davud, Salat/23 no: 1495. Tirmizî, Deavat/100 no: 3544. İbni  Mâce Dua/9 no: 3858

[52]Ebu Davud, Salat/23 no: 1493. Tirmizî, Deavât/63 no: 3473. İbni Mâce, Dua/9 no: 3857

[53]Tirmizî, Deavât/92 no: 3525

[54]M. İslamoğlu, Allah (cc) s:78. Esmâi Hüsnâ, s: 54

[55]Ebu Davud, Tıb/19 no: 3890. Buhârî, Mardâ/20 no: 5675, Tıbb/38 no: 5742. İbni Hibban, Rukâi/12 no:6099

[56]Ebu Davud, Tib/19 no: 3892

[57]el-Kahtânî, Hısnu’l-Müslim, s: 47

[58]Nesâî, İftitah/17 no: 898. Ebu Davud, Salat/122 no: 760

[59]Buhârî, Edebu’l-Müfred no: 703

[60]Nahl 16/98. A’raf 7/200. Fussilet 41/36.

[61]Bak. Ebu Davud, Salat/122 no: 764. Tirmizî Salat/65 no: 242

[62]Buhârî, De’avât/68 no: 2585, 6410. Müslim, Zikir/5 no: 2677. Tirmizî, De’avât/83 no: 3507

[63]M. İslamoğlu, Esmâi Hüsna, 1/79

 

Nisan 2013

Hüseyin K. Ece

 

Kur'ani Hayat Dergisi, Mayıs-Haziran 2013 Sayı: 29