Hz. Süleyman, Hz. Davud’un oğludur ve Kur’an’da adı geçen peygemberlerden biridir.[1]

 Allah (cc) şöyle buyuruyor: “Biz Davud’a Süleyman’ı armağan ettik. O, ne güzel kuldu. Çünkü o, (daima Allah’a) yönelip-dönen biriydi.”[2]

Allah’ın seçtiği bütün elçiler güzel ve iyi insanlardı. Hepsi de kullukta, şükürde, takvada, güzel ahlâkta, Allah (cc) yolunda çalışmakta, tevazuda ve zühd anlayışında insanlığa örnektiler. Her biri kendi kavminin, kendi zamanın eğitimcisi, rehberi ve modeli olduğu gibi, Kur’an’ın anlatımıyla bundan sonra  gelecek olan insanlara da örnektirler.

Bir çok açıdan ortak noktaları olan peygamberleri Kur’an, bazı özelliklerini biraz daha ön plana çıkarıyor. Onlarda olan bu farklılığa vurgu yapıyor ve bu farklılığıbir model insanlığa takdim ediyor.

Allah’ın salat ve selâmı üzerine olsun Hz. Süleyman elçiler kafilesinin eşsiz bir mensubu, peygamberler zincirinin benzersiz bir halkasıdır. O peygamberler içerisinde farklı bir yeri olan, mal ve saltanatla, servet ve hükümdarlıkla, güç ve iktidarla denenen, ama şükreden bir kuldu. Dünyada sahip olunan varlığın nasıl değerlendirilmesi gerektiğini gösteren mükemmel bir modeldi. 

Kendisine kuşların (ve bazı hayvanların) dilini (mantığını) anlama kabiliyeti, emrine hiç bir gözün görmediği ordular, rüzgârlar, şeytanlar ve cinler verildiği halde asla gurura kapılmayan; mülk ve saltanatıyla azan, tuğyan eden, Rabbine kafa tutmaya kalkan Firavun ve Nemrutların aksine, nimetin kimden geldiğini bilen mütevazi, haddini bilen bir kuldu.

Hz. Süleyman kendisine emanet olarak verilen serveti ve iktidar gücünü amacı doğrultusunda kullanmış; bütün servet ve güç sahiplerine bunların nasıl kullanılacağını öğretmişti. Böylece mal ve iktidar ile de Allah’a hakkıyla kulluk yapılabileceğini göstermişti.

Kur’an’ın ifadesiyle Hz. Süleyman, “güzel bir kuldu”. Allah katında bu rütbeyi kazanan bir kimse belli ki çok önemli işler yapmış, görevini başarıyla yerine getirmiş, yaratılışın amaçlarını gerçekleştirmiş demektir. Böyle bir iltifatın sebepsiz olması düşünülemez. Nitekim Kur’an’da Hz. Süleyman’dan bahseden âyetler incelendiği zaman görülecktir ki o, bu iltifatı hak etmiş bir elçi idi. Hangi açıdan bakılırsa bakılsın, bütün bir ömrünü Allah’ı razı etme şuuru üzerine geçirdiği rahatlıkla söylenebilir.

Bunu hem ona verilen özelliklerden, yüklenilen emaneti hakkıyla taşımasından, görevini büyük bir titizlikle yerine getirmesinden, uğradığı denemeleri sabır ve takva şuuru ile karşılamasından, Allah’ın çizdiği sınırlara dikkatlice uymasından anlıyoruz.

-      Her insan denenir

İnsan yeryüzünün halifesidir. Bunun sebebi ise insanın kendisine verilen ve hizmetine

sunulan şeylerle denenmesidir. “O sizi yeryünün halifeleri kıldı ve size verdikleriyle sizi denemek için kiminizi göre derecelerle yükseltti...”[3]

Hayat amaçsız olamaz. İnsan varlık içinde kulluktan sorumlu tek yaratıktır. Onun denenmesi de bu sorumluluk alanıyla ilgilidir. Bu deneme gayesiz ve hedefsiz değildir. Herkes elindeki nimetten, imkandan, emanetten ve görevden sınava tabi tutulacaktır.

“Şüphesiz biz, yeryüzü üzerindeki şeyleri ona süs kıldık; onların (insanların) hangisinin daha güzel davranışta bulunduğunu deneyelim diye.”[4]

“…Eğer Allah dileseydi, sizi tek bir ümmet kılardı; ancak (bu), size verdikleriyle sizi denemesi içindir. Hepinizin dönüşü Allah’adır…”[5]

Şu âyetlerde malların ve çocukların bir deneme aracı, bir imtihan sebebi olduğu daha açık bir şekilde belirtiliyor : Biliniz ki, mallarınız ve çocuklarınız birer imtihan sebebidir ve büyük mükâfat Allah'ın katındadır.”[6]

İnsanlar içerisinde en ağır yük ve ödev peygamberlere verilmiştir. İnsanları hidâyete davet etmek, onları ıslah etmek, hak düşmanlarıyla mücadele bulunmak onların vazifesidir. Bu bağlamda onlar en ağır denemelerden geçmişler, ağır yükler taşımışlardı.

Allah (cc) her bir peygamberi farklı bir şeyle denemiş, imtihana tabi tutmuştu. Söz gelimi Hz. Âdem yasak ağaçtan yemekle ve dünyaya ayak basmakla, Nûh (as) inadı yüzyıllar süren kaba ve inatçı kavimle, Hz. İbrahim ateşle ve oğlunu kurban etmekle, Hz. İsa canını Allah yolunda verebilmekle, Hz. Musa tarihin kaydettiği en azgın ve zalim bir diktatörle, serkeş, nankör ve uslanmaz İsrailoğulları ile, Hz. Muhammed hicretle, münafıkların ihânetiyle ve en yakınların yapılan iftira ile ve daha pek çok şeyle denenmişti.

Ama onlar sabırla, tahammül ile denemenin gereğini yaptılar. Niçin imtihana uğradıklarının farkında olarak, Allah’ın emrine teslim oldular. Hiç bir yılgınlık göstermediler, geri adım atmadılar, yorulmadılar ve korkmadılar. İmtihanın şekli ne olursa olsun, deneme ne kadar zor olursa olsun; nedenini sormadılar.

Bazı peygamber de dünyalıklar ve onları kullanma tarzıyla, kimileri yönetim emanetiyle denendiler. Bunun tipik örneği Hz. Davûd ve onun oğlu Hz. Süleymandır. Özellikle hz.Süleymana verilen imkanlar insanı şaşırtacak boyuttadır.

Sonunda hepsi de kazandılar ve insanlığın imamları  (önderleri) seçildiler.

Yanız onlar değil, onlara tabi olan mü’minler de çeşitli denemelerden geçirildiler. Onlar da peygamberlerin uğradığı benzer bir çok sıkıntıya ve zorluğa uğradılar, işkence ve zulüm gördüler. Evlerini, işlerini, mallarını, ülkelerini ve hatta canlarını bile uğurda feda etmek zorunda kaldılar.

Kur’an bütün bunları deneme olduğunu bildiriyor:

“Hani onlar, size hem üstünüzden, hem alt tarafınızdan gelmişlerdi; gözler de kaymış, yürekler hançereye (boğaza) gelip dayanmıştı ve siz Allah hakkında da (bir takım) zanlarda bulunuyordunuz.

         İşte orada, iman etmekte olanlar, denemeden geçirilmiş ve şiddetli bir sarsıntıya uğratılmışlardı.”[7]

Allah (cc), kendi yolunda mücadele edenleri ve, bu işte yan çizenleri de bilmek istemektedir: “Andolsun, biz, sizden mücahit olanlarla sabredenleri bilinceye (belli olup ortaya çıkıncaya) kadar, sizi deneyeceğiz…”[8]

-      Hz. Süleyman da denendi

Şüphesiz Hz. Süleyman da peygamberlik gerçeğinin dışında değildi. Ona verilen nebilik görevi bir deneme olduğu gibi, armağan edilen bütün nimetler, mülk ve hükümdarlık  birer sınav sebebiydi. Hz. Süleyman bunu bizzat Sebe’ kraliçesinin tahtı çok kısa bir zamanda yanına getirilince itiraf etmektedir:

“…Derken (Süleyman) onu (kraliçenin tahtını) yanında durur görünce dedi ki: Bu Rabbimin fazlındandır. O’na şükredecek miyim, yoksa nankörlük edecek miyim diye beni denemekte olduğu için (bu olağanüstü olay gerçekleşti)…”[9]

Hz. Süleyman bu olağanüstü olay ile Allah’ın kendisini denediğinin farkında idi. O, -âyetin devamında söylendiği gibi- bilmektedir ki şükreden kendisi için şükreder, nankörlük eden de yine kendi aleyhine nankörlük eder.

Hz. Süleyman, Allah’a dua ederek, O’ndan hiç kimseye verilmeyen, ya da hiç kimseye nasip olmayacak büyük bir mülkü, mal ve yöneticiliği istedi:

“Andolsun, biz Süleyman’ı denemeden geçirdik, tahtının üstüne bir ceset bıraktık. Sonra (eski durumuna) döndü.

Rabbim, beni bağışla ve benden sonra hiç kimseye nasib olmayan bir mülkü bana armağan et. Şüphesiz sen, karşılıksız armağan edensin.”[10]

Âyetlerin devamından Hz. Süleyman’ın bu duasının kabul edildiğini ve kendisine hiç kimseye verilmeyen çok farklı armağanlar, büyük bir mülk ve maddi güç verildiğini anlıyoruz.

Hz. Süleyman sanki şöyle dua etmişti: “Rabbim! Bana, bana öyle bir mülk ve yönetim gücü ver ki, ben ona kavuşup ve onu kullanıp öleyim. Benden sonra gelen insanlar desinler ki; bakınız, dünya malının ve saltanatının bir vefası ve kalıcılığı olsaydı, bu önce Süleyman’a nasip olurdu.  Dünya mülkü Süleyman’a bile yâr olmadığına, o da bütün varlığı terkedip gittiğine göre kimseye yâr olmaz desinler. Dünya zenginliğine, mülküne saltanatına fazla rağbet etmesinler. Onlara takılıp da gaflete düşmesinler.” 

Dünya lezzetlerinden sakınmak gerçekten zordur. Zira bu lezzetler insanın karşısında hazır olduğu için âhiret mutluluğunu unutturabilir. Hz. Süleyman bunca zenginlik ve yönetim gücüne rağmen, onlara fazla rağbet etmemeyi dünya işleriyle kalb ile değil, nefis ile meşgul olmanın gereğini ve bu mülkle beraber Hakka hizmet etmeyi göstermek istemişti.[11]

Hz. Süleyman (as) ordusu ile Karınca Vadisine geldiği zaman, karıncalarınlideri  diğerlerine yuvalarına girmelerini söyledi. Zira Hz. Süleyman’ın ordusu bilmeden onları ezebilirdi. Bu olay karşısında   Hz. Süleyman şöyle dua etti: “…’Rabbim!Bana, anne- babama verdiğin nimete şükretmemi ve razı olacağın salih bir amelde bulunmamı bana ilham et ve beni rahmetinle salih kullarının arasına kat.”[12]

Bu ifade, Hz. Süleyman’ın, kendisine verilen nimetlere karşı nasıl duyarlı olduğunu, nimet verene karşı kalbinin ve duygularının nasıl harekete geçtiğini gösterir. O bir peygamber olmasına  ve kendisine bunca nimet verilmesine rağmen, hakkıyla şükretmemekten, ilahî rahmeti hak edememekten korkuyordu. Rabbine, hakkıyla şükredici olabilmek, ya da salih amel işleyebilmek üzere yalvarıyordu.

İşte takvanın en hassas şekli budur. İlâhî tecellinin görüldüğü anlarda bile, hep Allah’ı hatırlamak, O’nun yardımını istemek, O’nun rızasından başka bir sey düşünmemek…[13]

Abdullah ibnAmr (ra) anlatıyor:Rasûlüllah (sav)’dan şöyle işittim: “ Hz. Süleyman ibni Davud Allah’tan (cc) üç şey istedi: Kendisinden sonra hiç kimseye nasip olmayacak bir zenginlik ve hükümdarlık. Allah (cc) bunu ona verdi.

Allah’ın adaletine uygun düşecek, adil bir şekilde hükmetme gücü. Allah (cc) bunu da ona verdi.

Yine mescidine (Mescid-i Aksa’ya) ibadet niyetiyle girecek herkesin anasından doğduğu gündeki gibi günahlardan arınmasını dilemiş.[14] (Hadisin başka rivâyetlerine göre Hz. Süleyman bu duayı Mescid-i Aksa’yi inşa ettikten sonra yapmış ve ilk iki dileği kabul edilmiştir. Hz. Peygamber; “Sonuncu dileğin bize (İslâm ümmetine) verilmesini umarız” demiştir.[15]

Peygamberden gelen bir başka rivâyet onun duasının kabul edildiğine işaret etmektedir. O şöyle demiştir: “Cinlerden bir ifrit dün gece namazımı bozmak için ansızın üzerime hücum etti. Fakat Allah (cc) beni ona galip getirdi de hemen onu boğdum. Sabah olunca hepiniz göresiniz diye onu mescidin direklerinden birine bağlamak istedim. Ancak kardeşim Süleyman (as)’ın şu duasını hatırladım: “Ya Rabbi! Beni bağışla ve bana, benden sonra hiç kimseye nasip olmayacak bir mülk ver. Şüphesiz bütün dilekleri kabul eden Sensin, Sen.”[16]

Şüphesiz Allah’ın (cc) kullarına iyilikleri, bağışları ve nimetleri sayılmayacak kadar çoktur. Hz. Süleyman’a verilenler ise, bir peygamberin hayatında bu nimetlerin genişliğinin ve Allah’a ait gaybın garipliklerinin gösterilmesidir.

-       Hz. Süleyman’ın denenme araçları

1-Hz. Davud’a mirasçı olması

         Kur’an şöyle buyuruyor: “Süleyman, Davud’a mirasçı oldu ve dedi ki: ‘Ey insanlar! Bize kuşların mantığı (konuşma dili) öğretildi ve bize her şeyden (bol bir nimet) verildi. Hiç şüphesiz bu, apaçık bir üstünlüktür.”[17]

Hz. Davud’tan miras alınan şeyin dünyalık mal veya mülk olmadığı açıktır. Çünkü peygamberler dünyalık miras bırakmazlar.[18]

“… Alimler peygamberlerin varisleridir. Çünkü peygamberler dinar veya dirhem (mal) miras olarak bırakmazlar. Kim, o mirastan bir şey alırsa, çok pay almış olur.”[19]

Belliki Hz. Süleyman babasına nübüvvet (peygamberlik) ve hükmetmekte mirasçı oldu.[20]  Kimilerine göre bu miras, Hz.Davud’a verilen ilim ve hükümdarlıktır. Hz. Süleyman bu iki konuda babasının makamına geçmiştir.[21]

Yukarıdaki âyette ona ihsan edilen nimetler sayılırken hükümdarlık değil ona bağışlanan ilim söz konusu ediliyor. Çünkü ona verilen özel ilmin yanında hükümdarlığın fazla bir önemi yoktur. Bu bakımdan “Hz. Süleyman babasına ilimde mirascı oldu” denmesi daha isabetli görünüyor. Nitekim Hz. Süleyman bunu çevresindeki halka şöyle açıklıyor:

“…Ey insanlar! Bize kuş dili öğretildi ve bize nimetlerden bolca verildi.”

Allah (cc), Hz. Davud’u yeryüzünde, hak ve adaletle hükmetmesi için halife yapmıştı.[22]   Hz. Süleyman da insanlar arasında hak ve adaletle hükmetmek üzere babasının yerine geçti. Böylece o ilimde, iyilik yapmakta, hakimiyet ve siyasette, halifelikte babasını takip etti, bu konularda babasına mirascı oldu.[23]

2-İlim ve hükmetme

         Hz. Süleyman’a bağışlanan en önemli üstünlük şüphesiz ki, hiç kimseye verilmeyen bir ilimdir. Burada söz konusu edilen ilim elbette sıradan bir bilgi değildir. Böyle bir ilmi, bir ilim adamından veya bir okuldan da almak mümkün değildir. Eğer öyle olsaydı Kur’an bunu özellikle söylemezdi veya bu, Hz. Süleyman hakkında olağanüstü bir şey olmazdı. Halbuki Kur’an onun bu özelliğini bir farklılık olarak vurguluyor. Bunu onun hakkında bir peygamberlik belirtisi, ona ait bir mucize olarak sunuyor.

“Andolsun, biz Davud’a ve Süleyman’a bir ilim verdik….”[24]

Bir başka âyette ise her iki peygambere de ilim ve hüküm verme gücü bağışlandığı haber veriliyor.[25]Âyette her iki peygambere verilen ilmin cinsi belirtilmiyor. Konusu da açıklanmıyor. ‘ilim’ kelimesinin belirlilik takısı olmaksızın (nekre olarak) gelmesi bunun olağanüstü bir ilim olduğuna işarettir.

Hz. Süleyman (as) ve babası bu konuda da insanlara örnek oldular. Kendilerine verilen bu ilim üstünlüğüne hamdettiler. İlmin geldiği kaynağı itiraf ettiler. Bunu da insanlara açık bir şekilde söylediler.

Hz. Süleyman’ın sahip olduğu ilim, onu Rabbine yaklaştıran, şükrünü artıran, hamdini çoğaltan bir ilimdi. Bu ilimle o peygamberlik görevini yapmış, halkının sorunlarını adaletle ve isabetli kararlarla çözmüş, Allah’ın hükmüne uyarak takva örnekleri göstermiştir.

3-Kuş (dili) mantığı

Hz. Süleyman’a verilen  bir başka mücize de onun ‘kuş mantığını-dilini (mantıku’ttayr)’ bilmesidir. Neml Sûresi onaltıncıâyette Hz. Süleyman; “…Bize kuşların dili öğretildi…” diyerek bu ilâhî lütfu dile getirmektedir.

Hz. Süleyman bu sözüyle hem verilen mucizenin büyüklüğünü anlatmış, hem bunun bir ilim olarak üstünlüğünü vurgulamış, hem de ‘bize öğretildi’ diyerek, bunun Allah (cc) tarafindan kendilerine bağışlandığını belirtmiş olmaktadır.

Hz. Süleyman bunu aynı zamanda kendisine verilen bir nimet olarak açıklamaktadır. Allah’ın ona sunduğu bu ihsanı dile getirmekte, Rabbinin geniş nimetlerine ve sonsuz gücüne dikkat çekmektedir. Dikkat edilirse Hz. Süleyman bunu, insanlara karşı bir övünme olarak, ya da onları imrendirecek tarzda da anlatmıyor.

Hz. Süleyman’a öğretilen yalnızca kuş dili değildi. Karınca Vadisinden geçerken karıncanın söylediklerini anlaması, onların anlaşma dillerini de bildiğini gösterir. Ancak ona verilen mucize, insanların çalışmakla ve araştırmakla ulaşabilecekleri bir şey değildi.

Hz. Süleyman’a öğretilen şey bu gibi sıradan bir ‘kuş dili’ değil, kuşların dilindeki mantığı anlamadır. Önemli olan kuşların bir şeyi kendi özel yapıları gereği seslerle, şekillerle dile getirmeleri değil, Hz. Süleyman’ın bütün bu şekil ve seslerin arkasındaki mantığı kavraması, işin gizli ilâhî sırlarını bilmesidir. Hz. Süleyman (as) kendisine verilen bu yetenek ile, onların dilini, daha doğrusu sesler ve hareketlerle dile getirdikleri şeyin arkasındaki mantığı kavrıyordu. 

Bu açıdan Hz. Süleyman’a Kur’an’da geçtiği gibi, ‘kuş dili-lisanı’değil, ‘kuş mantığı’ öğretildi demek herhalde daha isabetli olacaktır.[26]

Görünen o ki Hz. Süleyman’ın emrine verilenler arasında kuşların ayrı bir yeri bulunmaktadır. Bu gerçek, onlardan birinin (Hüdhüd’ün) Sebe’ halkının durumunu, çok akıllı bir insanın idrak edip anlayacağı şekilde anlayıp, sonra da Hz. Süleyman’a mantıklı bir şekilde bildirmesiyle daha da belirginleşiyor.[27]

         4-İlginç bir rüzgâr

         Hz. Süleyman’ın emrine verilen ilginç şeylerden biri de rüzgârdır.

         “Süleyman için de, fırtına biçiminde esen rüzgâra (boyun eğdirdik) ki, kendi emriyle, içinde bereketler kıldığımız yere akıp giderdi. Biz her şeyi bilenleriz.”[28]

Bir başka âyette ise şöyle deniliyor:

         “Böylece biz, rüzgârı onun buyruğu altına verdik. Onun emriyle dilediği yöne yumuşakça eserdi.”[29]

Âyet tekil olarak ‘rüzgâr’ kelimesini kullandığına göre, ona mülk olarak verilen şey,

bizim tanık olduğumuz rüzgârlar değil, çok daha özel bir şeydir.[30] Bu rüzgâr Hz. Süleyman’ın emriyle gündüz veya akşam bir aylık mesafeye eser giderdi.

“Süleyman için de, sabah gidişi bir ay, akşam dönüşü bir ay (mesafe) olan rüzgâra (boyun eğdirdik)….”[31]

Rüzgârın Hz. Süleyman’ın emrine verilmesi, Allah’ın izniyle takdir edilen bir mucizedir. Ancak bunun nasıl olduğunu Hz. Süleyman’ın ona nasıl emir verdiğini bilmenin imkanı yoktur.

5-Hizmetçi cinler ve şeytanlar

         Ona verilen benzersiz mucizelerden biri de cinlerin ve şeytanların ona hizmetçi kılınmasıdır. Kur’an’ın ifadesine göre Allah (cc) bazıcinleri ve şeytanları onun emrine vermişti. O da onları çeşitli işlerde ve sanatlarda çalıştırmıştı.

         Burada bir başka olağanüstü manzara ile karşı karşıyayız. Allah (cc), bambaşka bir yapıda yarattığı bazı kullarını bir peygamberin emrine veriyor, o da onları çeşitli işlerde çalıştırıyor. Onlara, insanların kullanabileceği eşyaları yaptırıyor.

SâdSûresinde Hz. Süleyman’ın duası dile getirildikten sonra şöyle deniliyor:  “Şeytanları da; her bina ustası ve dalgıç olanı da (onun emrinin altına verdik)

         Ve (kötülük yapmamaları için) sağlam kementlerle birbirine bağlanmış olan diğerlerini de.”[32]

         “Onun için denizde dalgıçlık yapan ve bundan başka iş(ler) de gören şeytanlardan kimseleri de (emrine verdik). Biz onların koruyucuları idik.”[33]

Bir başka âyette şöyle deniliyor:

         “…Onun eli altında Rabbinin izniyle iş görmekte olan bir kısım cinler de vardı. Onlardan kim bizim emrimizden çıkıp sapacak olsa,ona çılgın ateşin azabından taddırdık. Ona (Süleyman’a) dilediği şekilde mihraplar (evler veya mescitler), timsaller (nakışlar-süsler), havuz büyüklüğünde çanaklar ve yerinden sökülmeyen kazanlar yaparlardı…”[34]      

Hz. Süleyman’ın emrine cinlerin ve şeytanların verilmesi de tıpkı rüzgârın verilmesi gibidir. Bu konuda da Kur’an ayrıntıya girmiyor ve ona bu gibi nimetlerin ve hizmetçilerin verildiğini hatırlatıp geçiyor. Enbiya91. âyet, Hz. Süleyman için dalgıçlık ve bundan başka işler de gören kimselerin şeytanlardan olduğunu söylüyor. Sâd 38. âyet ise bukağılarla bağlı olanların ve onlardan başka diğerlerinin de onun buyruğuna verildiğini anıyor. 

         Hz. Süleyman’ın emrine bütün cinler değil, âyetin ifadesine göre bazı cinler verilmişti. Yine âyet, bu işin Hz. Süleyman’ın gücüyle değil, Rabbinin izniyle olduğunu, eğer onlardan biri emirden dışarı çıkarsa Allah tarafından azaba uğratıldığını vurguluyor.[35]

         Hz. Süleyman’ın emrine verilen cinler belli ki sanatkâr kimselerdi. Çünkü onun için mihrablar (mâbetlar veya kaleler), timsallar (şekiller veya nakışlar), topraktan veya başka madenden havuz büyüklüğünde kazanlar ve tencereler, yemek kapları ve sahanlar yapıyorlardı.

6-Aynu’l-kıtr

“… Erimiş bakır pınarını (aynu’lkıtr’ı) ona sel gibi akıttık…”[36]  Hz. Süleyman’ın emrine verilen önemli bağışlardan biri de ‘aynu’lkıtr’dır. Müfesirlerbunu ‘erimiş bakır madeni’ şeklinde anlamışlar.[37]

Ancak bu madenin nasıl aktığına, nereden geldiğine, akmasının ne kadar sürdüğüne dair elimizde bir bilgi yoktur. Kur’an, böyle bir kolaylığın onun emrine verildiğini söylüyor ve başka bir bilgi vermiyor. Bu konuda söylenenler tahminden öteye geçmez.[38]

MüfesirF. Razî bu işi mucize olarak değil de demir ve bakırı ateşte eritip çeşitli aletler icat etme diye değerlendirenleri kınar ve bu gibi yorumların bozuk, zayıf inancın ve Allah’ın kudretine güvensizliğin sonucunda ortaya atılmış olduğunu, Allah’ın gücünün bunun gibi her şeylere yettiğini ekliyor.[39]

7-Eşi görülmemiş bir ordu

Yöneticilerin, hükümdarların, devletlerin bir orduya sahip olması tarihten beri bilinen bir şeydir. Hatta pek çok peygamberin bile ordusu vardı. Nice Rabbanî inanmış insan peygamberlerin yanında, Allah yolunda savaşa çıkmışlar, ya da kendilerini düşmandan korumaya çalışmışlardır.[40]

Herkes tarafından bilinen bu gerçeğin pek olağanüstü bir tarafı yoktur. Ancak Kur’an Hz. Süleyman’ın eşi ve benzeri görülmemiş ordusundan bahsetmektedir. Onun askerleri de diğer hükümdarların sahip olduğu askerler gibi olsaydı, bu askerlerin kendisini değil de faaliyetlerini anlatırdı. Hz. Davud’un içinde bulunduğu ordunun Calût’unordusuyla savaşması gibi.

Onun ordusu çok daha özel bir ordu idi. Böyle bir ordu şimdiye kadar görülmemişti ve bir daha görülmeyecekti. Bu yalnızca Hz. Süleyman’a verilen bir mucize idi.

Hz. Süleyman demişti ki; "…Ve bize her şeyden bolca verildi. Doğrusu bu apaçık bir lütuftur.”[41]İşte bu lütuflardan biri de bu değişik ordu idi: “Süleyman’ın cinlerden, insanlardan, kuşlardan orduları toplandı. Hepsi de bir arada (onun tarafından) düzenli olarak sevkediliyorlardı.”[42]

Âyette geçtiğine göre onun bu ordusu,gâyet düzenli, disiplinli,  hedefi belli, kontrol altında olan,Hz. Süleyman’ın emriyle hareket eden bir ordu idi. Bir peygamberin komutuyla düzenli bir şekilde bir yerden bir yere sevkediliyordu.

8-Anlayış derinliği ve isabetli karar verme yeteneği

         Kur’an, Hz. Süleyman’a hüküm (karar) vermenin öğretildiğini haber veriyor:

“Davud ve Süleyman da; hani kavmin hayvanlarının içerisine girip yayıldığı ekin-tarlaları hakkında hüküm yürütüyorlardi. Biz onların hükmüne şahitler idik.

         Biz bunu (hükmü) Süleyman’a kavrattık. Her birine de hüküm ve ilim verdik…”[43]

         ‘Hüküm’ kelimesi, yargı, karar verme, hikmet, doğruyu yanlıştan ayıran ölçü, yönetimde yetki gibi geniş anlamlara sahiptir.

İlim ise burada Allah’tan gelen vahiy’dir. Nitekim bu âyetlerden geçen bir başka âyette; “Lût’a da hüküm ve ilim verdik…”[44]deniliyor. Kur’an bir çok âyette ilmi, peygamberlere gönderilen vahiy anlamında kullanmaktadır.[45]

Allah (cc), Hz. Süleyman’ın böyle isabetli karar vermesini ‘bunu ona kavrattık’ diyerek övmektedir. 

Âyetin sonunda “…Biz onların hükmüne şahitler idik” deniliyor. Bu ifade, onların hükümlerinin doğru olduğunu gösterdiği gibi, isabetli hüküm vermenin onlara Allah’ın bağışı olduğunu da ortaya koymaktadır. Öyleyse, diğer insanlardan farklı olarak isabetli ve doğru hükmetmek, her meselede en uygun çözümü bulmak, kararlarında yanılmamak her iki peygambere verilen bir özelliktir.

Âyet aynı zamanda bu her iki peygamberin birer insan olduklarına dikkat çekmektedir. Onların sahip olduğu her türlü güç ve üstünlük Allah’ın onlara birer bağışıdır. İnsan olarak onların, peygamber de olsa olağanüstü hiç bir güçleri bulunmamaktadır.

-      Hz. Süleyman ve güç ahlâkı

Hz. Süleyman’ın hayatında zenginlikten ve iktidardan kaynaklanangücün nasıl hayır veiyilik uğrunda, kulluk ve şükür yolunda yolunda kullanıldığını görüyoruz. O bütün servet ve iktidar, güç ve imkan sahiplerini kendilerine emanet olarak verilen bu gibi seyleri nasıl kullanacaklarını öğretti.

Onun sahşında ve uygulamalarında servetin ve iktidar gücünün nasıl şükre ve salih amele, adalete ve hizmete dönüştüğünü, bunların davet yolunda nasıl kullanıldığını, hayırlı olan sonuçları kazanmak için nasıl değerledirilmesi gerektiğini öğreniyoruz.

Onun güç ahlâkıyla ilgili özelliklerini şöyle özetleyebiliriz:

1-  Âdil bir yönetici

Her peygamber aynı zamanda kendi kavminin veya kendine inananların yöneticisiydi. Her biri zaman içerisinde bir toplum oluşturmuş, o toplumu yönetmiş ve sorunlarıyla bizzat ilgilenmiştir. Hiç bir peygamber insanları İslâm’a davet ettikten ve bir kısmı da müslüman olduktan sonra onlara; ‘Gidiniz, başınızın çaresine bakınız, benim işim ve yetkim buraya kadardı’ dememiştir.  Onların davetinde düalizm -din ve hayat ayrılığı- yoktu.

Kur’an’a göre Hz. Süleyman, yetkin, adaletli, dikkatli, disiplinli ve merhametli bir yönetici idi. İyi bir yönetici halka merhametle muamele eder, onlara adaletle davranır. Herkesin hakkını kendisine verir. Yönetim yetkisini çıkarı için kullanmaz. Bu yetki ile şımarmaz ve kimseye tahakküm etmeye kalkmazdı.

Kur’an, Hz. Süleyman’a ve babasına ilim ve hüküm (isabetli karar verme yeteneği) bağışlandığını haber veriyor. Kendilerine verilen ilim ve doğru karar verme yeteneğiyle her iki peygamberin de adaletli bir yönetim uyguladıklarını, karşılarına gelen davaları adalete uygun çözdüklerini ve herkesin hakkını verdiklerini söyleyebiliriz.

2-Hayrı amaçlayan bir siyaset

         Hz. Süleyman (as) ülkesiyle ve kendisine bağlı olan halkıyla ilgili siyasetini bir peygamber olarak kendisine vahyedilen İslâmî ölçülere dayandırdığını söylemeliyiz. Zaten bir peygamberin başka türlü davranması da beklenemez.

         Onun bütün siyaseti, bütün faaliyetleri peygamberlik görevinden ayrı değildi. Bilakis o, kendisine verilen nimetleri, mucizeleri, mülkü ve hükümdarlığı; insanları Allah (cc) yoluna davet amacı doğrultusunda kullanmıştı.

         O insanları kendi hükümdarlığına itaata, güçlü ordularına teslim olmaya, kuvvetli devletine boyun eğmeye davet etmiyordu. Yani daveti kendine değil, Allah’ın dinine, O’nun hükmüne teslim olmaya idi.

         Nitekim bu gerçeği Sebe’ kraliçesi, ‘Ben Süleyman’la birlikte âlemlerin Rabbi Allah’a teslim oldum’ diyerek ortaya koymuştu. Hz. Süleyman, emri, hükmü ve ölçüyü kendisine peygamberlik gelen makamdan alıyordu. Bunun için onun kendi hevasına(keyfine) göre iş yapması mümkün değildi.

         Hz. Süleyman’ın siyasetinin temelinde bütün bir hayatı, hayata ilişkin bütün faaliyetleri Allah’ın çizdiği ölçülerle pratize etme şuuru vardı. Onun siyaseti dünyalık hedefler, kuru üstünlük davası değil; Allah’ın kulu olma bilincine dayanıyordu.

3-Nimetleri vereni bilen bir kul     

Hz. Süleyman, kendisine bunca mülkü (serveti ve yöneticilik emanetini) verenin Allah olduğunu sadece diliyle değil; hayatıyla ve uygulamalarıyla itiraf etmişsti. O biliyordu ki kendi çabasıyla bu üstün nimetlere ulaşması mümkün değildi.  Verirse ancak O verir. O izin vermezse kimse bir şeye sahip olamaz. İnsan ister az, ister çok şeye sahip olsun; sonunda her şeyini asıl sahibine yani emanet aldığı makama teslim ediyor.

4-Servet fitnesi ve inancın direnişi

“Bilin ki, sizin mallarınız ve çocuklarını ancak bir denemedir (bir fitne konusudur). Allah ise, şüphesiz büyük sevap (karşılık) kendi katında olandır.”[46]

         Hz. Süleyman (as), mal imtihanı karşısında, bütün insanlara örnek olmak üzere, imanî bir tavır takınmıştı. Mal fitnesine aldanmadı, nefsinin ve arzularının peşine gitmedi, imanının gereğini yaptı. Ya da imanın verdiği müjdeleri, malın getirdiği geçici mutluluğa ve üstünlüğe tercih etti.

         Kendisine değerli hediye getiren Sebe’ kraliçesinin elçisine anlamlı bir cevap verdi:

       “Siz bana mal ile mi yardımda bulunmak istiyorsunuz? Halbuki Rabbim bana sizin sunduklarınızdan daha hayırlısını verdi. Siz belki elinizdeki mallarla, eşyalarla övünebilirsiniz; ancak benim için müslümanca yaşamak her şeyden daha değerlidir, övünç kaynağıdır” diyordu. Üstünlüğü, fazileti, büyüklüğü malda, servette, iktidarda ve maddi araçlara sahip olmada gören zihniyete anlamlı bir cevaptır bu. Mal ile şımarıp, kendini ‘bir şey oldum’a kaptıran şaşkınlara bilinç kazandıracak bir güzel bir karşılıktır bu.

Hz. Süleyman hayatı boyunca mala karşı takındığı tavrıyla iki önemli şeyi vurguluyordu:

Birincisi; malın, servetin, iktidarın, yani maddi güçlerin karşısında imanın, Allah’a bağlılığın zaferini,

İkincisi, mal fitnesinin ancak ve ancak iman ile, inancın aşkıyla, Allah sevgisiyle kazanabileceğini.

Mal, servet ve maddi güçler arızîdir, geçicidir. İman ve onun öngördüğü ameller kalıcıdır, Allah (cc) katında değerli olacak olan da budur.

         5-Servete ve güce hâkim olma izzeti

         Allah’ın insana emanet ettiği bütün zenginlikler, mallar, paralar, eşyalar, iktidar ve bu yolla elde edilen güçler, makamlar ve rütbeler yalnızca dünyalık geçimliklerdir. Hayatın devamı için bunlara ihtiyaç vardır. Ancak sonunda herkes bunlarıterkediyor ve aynı toprağın kucağına dönüyor.

Paradan, maldan, zenginliklerden daha kutsal bir şey tanımayanlar ve hayatın merkezine geçinme idealini koyanlar -bir hadiste geçtiği gibi-  dinarın yani servetlerinin kölesi olurlar. Makamları, saltanatları, maddi planda yükselmeyi, köşe dönmeyi, zenginliklerle insanlara hükmetmeyi amaç haline getirenler hayatın amacını unutabilirler. Malı kendisine hizmet ettirmek yerine, servetine hizmet edenler kahredici bir tutsaklığa düşerler. Geçimliklerin ve çıkarın uğruna delicesine koşmak insanı zillete düşürebilir, kişiliksiz hale getirebilir. Zira fazilet, üstünlük ve önde olmak malda, güçte, dünyalıklara sahip olmakta değil, ahlâk ve takvadadır. 

         İnsan için özgürlük en büyük şereftir ve en önemli mutluluk kaynağıdır. Dünyalık geçimlikler ve mal karşısında özgürlüğü kazabilen, ona hak ettiği değerden daha fazlasını vermeyen, onu bir emanet olarak değerlendiren kişiler, özgürlüklerini de kazanırlar.

         Malın ve eşyanın mahkûmu ve tutsağı değil, hâkimi olmak, eşyanın peşine sürüklenen aç gözlü bir doymaz olmak yerine; mala hükmeden, eşyayı iyi amaçlar uğruna kullanabilen, maldan diğer kulları da yararlandıran cömert bir kişi olmak insana izzet ve şeref kazandıran bir erdemdir.

         Hz. Süleyman’ın kişiliğinde bu izzeti görüyoruz. O, eline emanet verilen mülkü ve dünyalıkları yerinde ve hayırlı amaçlar için kullandı. Malın hakimi oldu, eşya karşısında insanlık onurunu ve seçilmiş kul olma izzetini korudu. 

         O bunun da ötesinde, kendisine verilen bu mülkü, peygamberliğinin, ilâhî davetin uğruna, insanlara hidâyeti ulaştırma amacına yönelik olarak kullandı.

6-Dünya ve ahiret beraberliği

         Hz. Süleyman’a dünyalık olarak her şey verildi. Pek çok kişinin hayal dahi edemediği mal, zenginlik, hükümdarlık, hükmetme gücü, köşkler, saraylar, emrinde çalışan güçler, onu istediği yere götüren rüzgâr, karıncanın dilini anlayan bir ilim… İnsanların dünyalık olarak hoşuna giden daha pek çok şey verildi.

         Bütün bunları Rabbimiz ona emanet olarak verdi, denemek için armağan etti. Buna karşın Hz. Süleyman bütün bu emanetleri hakkıyla korudu. İsraf etmedi, kötü yolda kullanmadı. Bunlarla kimseye tahakküm etmeye kalkmadı, mülkünü genişletme uğruna  ve nefsinin aşırı isteklerini karşılama, doymaz iştahları tatmin için harcamadı.

         Dünyalıklara sahip olmasına rağmen, dünyalıklar uğruna yaşamadı. Hayatının hedefi mal ve servet biriktirmek, saltanata ve iktidara kavuşmak, bunlarla insanlar üzerinde hakimiyet kurmak değildi.

          Onun için dünya-ahiret ayrımı yapmadı, her ikisini de bir dengede tuttu. Çünkü biliyordu ki mü’minin hayatında dünya-ahiret çatışması ve ayrımı yoktur. Ne ahiret hesabını unutanlar gibi şükürsüz yaşadı, ne de Allah’ın nimetlerinden meşru bir şekilde yararlanmaktan yüz çevirenler gibi yaptı. Allah’ın kendisi için nasip ettiği dünyalıklarla Allah’ın rızasını kazanmaya çalıştı, dünyadan da nasibini unutmadı.[47]       

7-Tevazu ve kanaatkârlık

         Hz. Süleyman, karıncanın kendisi ve ordusu hakkında söylediğini duyduğu zaman, gülümsedi[48] ve Allah’tan bu nimete şükredebilme gücü istedi. Hüdhüd, ‘senin henüz ulaşamadığın bir habere ulaştım’ dediği zaman, ona karşı kızmadı, kibirlenmedi. Kendisinin de bilmediği şeyler olabileceğini düşündü. Sebe’ kraliçesinin tahtını göz açıp kapayıncaya kadar yanına getiren ilim sahibi hakkında da aynı tavrı gösterdi. Allah (cc) dileseydi, kraliçenin tahtını Hz. Süleyman (as) eliyle getirebilirdi. İlimden nasibi olan birinin getirmesi, hem ilme teşvik hem de Hz. Süleyman hakkında bir tevazu göstergesidir.

Kur’an, Hz. Süleyman’ın Allah (cc) katında güzel bir yeri olduğunu haber veriyor.[49]

Çünkü o, kendisine emanet olarak verilen bu büyük servet ve hükümdarlıkla şımarmadı, kibirlilik göstermedi, hiç kimseyi tahakküm etmeye, insanlar üzerinde padişahlık taslamaya kalkmadı. 

Sebe’ kraliçesinin sultanlar (krallar) hakkında, ‘‘Onlar bir ülkeye (zorla) girdikleri zaman, orasını tahrip ederler, halkın ileri gelenlerini zillete (aşağılığa) düşürürler.”[50] diyordu. Hz. Süleyman bu gibi sultanlardan değildi. O bir ülkeye, o ülkenin topraklarını kendi devletinin topraklarına katmak için girmedi. Şerefli insanları da intikam duygusuyla aşağılamadı.

Bazı kaynaklarda geçtiğine göre bunca servete ve mülke sahip olmasına rağmen, vaktinin elverdiği kadar eliyle sepet örer  ve günlük geçimini onunla sağlardı.[51]

8-Cömertlikte örnek bir insan

Kur’an’nın bildirdiğine göre cinler/görünmez varlıklardan  bazıları Hz. Süleyman’ın

emrine verilmişti. Bu varlıklar onun için farklı aletler, mabetler ve bu mabetler için süsler yapıyorlardı. Bunların bazıları bina ustaları ve dalgıçlar idi.[52]

Bu görünmez varlıklar  Hz. Süleyman ne isterse onu yaparlardı. Bunlar arasında topraktan veya başka madenden yapılan havuz büyüklüğünde yemek kazanları ve tencereler, yemek kapları ve sahanları da bulunmaktadır. Kur’an’ın ifadesine göre onların yaptığı kazanlar veya tencereler yerinden kolaylıkla kaldırılmayacak kadar büyüktüler.

Demek ki Hz. Süleyman’ın emriyle çok yemek pişiriliyor,  geniş sofralar kuruluyor ve insanlara hesapsız ikramlar yapılıyordu. Bu da Hz. Süleyman’ın cömert olduğunu, sofrasının herkese açık olduğunu ve elindeki imkanlardan insanları faydalandırdığını göstermektedir. 


[1]Kur'an,Nisa 4 /163-165. En’am 6/83-90

[2]Kur'an, Sâd 38/30

[3]Kur'an, En’am 6/165

[4]Kur'an, Maide 5/48

[5]Kur'an, Kehf 18/7. Birbenzeri: Enbiya 21/35

[6]Kur'an, Enfal 8/28. Teğabun 64/15

[7]Kur'an, Ahzâb 33/10-11. Bekara 2/155-156

[8]Kur'an, Muhammed 47/31

[9]Kur'an, Neml 27/40

[10]Kur'an, Sâd 38/34-35

[11]F. Razi, et-Tefsiru'l-Kebir, 26/210

[12]Kur'an, Neml 27/18-19

[13]SeyyidKutub, fi-Zılali'l-Kur'an, (Beyrut: 1402-1982), 5/2636-2637

[14]Nesaî,Sünen, Mescid/6

[15]İbni Mace, Sünen, Salat/196 no:1408

[16]Buhari, Sahih, Salat/75. Müslim, Sahih, Mesâcid/39, no: 541

[17]Kur'an, Neml 27/16

[18]Buhari, es-Sahih,Meğazi 14. Müslim, es-Sahih, Cihad 51 no:1758. EbuDavud, Sünen, İmâret 19 no: 2963

[19]EbuDavud, Sünen, İlim/l no: 3641. İbni Mace, Sünen, Mukaddime/17 no: 223Darimi, Sünen, Mukaddime/32 no: 349

[20]Kurtubi, el-Camiu li-Ahkam, 13/110-111.İbniKesir, MuhtasarTefsir, 2/666. M. Meraği, Tefsir, 19/127. F. Razi, Tefsiru'l-Kebir, 24/187

[21]Taberi, Tefsir, 19/87. Ebussuud, Tefsir, 4/190

[22]Kur'an, Sâd 38/26

[23]H. YazırElmalılı, Hak DiniKur'an Dili, 6/131

[24]Kur'an, Neml 27/15

[25]Kur'an, Enbiya 21/79

[26]H. YazırElmalılı, Hak DiniKur'an Dili, 6/131-133

[27]SeyyidKutub, fi-Zılali'l-Kur'an, 5/2634

[28]Kur'an, Enbiya 21/81

[29]Kur'an, Sâd 38/36

[30]F. Razi, Tefsiru'l-Kebir, 15/247

[31]Kur'an, Sebe’ 34/12

[32]Kur'an,  Sâd38/36-38

[33]Kur'an, Enbiya 21/81

[34]Kur'an, Sebe’ 34/12-13

[35]Kur'an, Sebe’ 34/12

[36]Kur'an, Sebe’ 34/12

[37]Taberi, Tefsir, chap. 22/48.Kurtubi, el-Cami’ul-Ahkam, 14/173. Kadı Beydavi, Tefsir, 2/257. İbn Kesir, MuhtasarTefsir, 3/133. H. Tabatabai, el-Mizân, 16/386. M. Esed, Kur'anMesajı, , 2/872

[38]Sa'lebi, Kasasu'l-Enbiya, 305.İbn Kesir, MuhtasarTefsir, 3/133

[39]F. Razi, Tefsiru'l-Kebir, 25/247

[40]Kur'an, Âl-i İmran 3/146

[41]Kur'an, Neml 27/16

[42]Kur'an, Neml 27/17

[43]Kur'an,, chap. Enbiya21/78-79

[44]Kur'an, Enbiya 21/74

[45]Kur'an,Bekara 2/145. Âl-i İmran3/19, 61, 66. A’raf 7/52. Hûd 11/14. Ğâfir 40/42. v.d.

[46]Kur'an, Enfal 8/28

[47]Kur'an, Kasas 28/77

[48]Kur'an, Neml 27/17-19

[49]Kur'an, Sâd 38/40

[50]Kur'an, Neml 27/34

[51]İbniEsir, el-Kamilfi't-Tarih, 1/229.D. Walker, MEB İslam Ansiklopedisi, Süleymanmad. 11/174

[52]Kur'an, Sâd 38/35-38. Enbiya 21/81. Sebe’ 34/12-13

 

Hüseyin K. Ece

Şubat 2013

Zaandam/Hollanda

 

Kur'ani Hayat Dergisi, Mart-Nisan Sayı: 28