Şöyle ki: “İşte böylece sizi dengeli bir ümmet (ümmet vesetan) olmanızı istedik ki, insanlığa şahit (örnek/model) olasınız ve Rasûl de size şahit (örnek/model) olsun...” (Bekara 2/143).

-Sözlükte ümmet:

‘Ümmet’, yönelmek, kastetmek; öne geçmek, imam olmak anlamındaki ‘e-me-me’ kökünden türemiştir. Aynı kökten gelen ‘ümm’ bir şeyin aslı, anası demektir.[1] Kur’an’da anne, ana, asıl, temel, uygun karşılık anlamlarında geçmektedir.

“Ümm’, bir şeyin meydana gelmesine, terbiyesine, ıslahına veya başlangıcına temel olan köküne verilen isimdir. Kur’an’daki “ümmü’l kitap-kitabın anası” (Zuhruf 43/1-4)  ‘levh-ı mahfuz’, ‘ümmü’l kura-şehirlerin anası’(Şûra 42/7) Mekke olarak anlaşılmış.

 ‘Ümmet (çoğulu: ümem)’sözlükte cemaat (topluluk) demektir. Ümmet, aynı zamanda zaman, yol ve din manasına da gelir. Birisi için “onun ümmeti yoktur” yani “onun bir dini ve inancı yoktur” demektir.[2]

Ümmet, kendilerine peygamber gönderilmiş topluluk, kavim, her kabileden bir grup insan, nesil, iyilikleri şahsında toplamış kişi veya kendisine uyulan önder gibi anlamlara gelir.[3]

  • Kavram olarak ümmet

 Ümmet kelimesi Kur’an’da altmışdört yerde geçiyor.

Kendine has bir dine sahip olan kimse anlamından[4] hareketle ‘ümmet’i kavram olarak; kendi iradeleriyle veya bir zorunluluk sonucunda aynı yerde, aynı zamanda veya aynı dine uymak suretiyle bir arada yaşayan topluluk diye tanımlayabiliriz.

Bir çok müslüman bilgin, ‘ümmet’ kelimesiyle İslâma inanan topluluklar kasdedilmiştir, görüşündedirler.[5]

Kur’an, ‘ümmet’ kavramını farklı topluluklar için kullanmaktadır. Söz gelimi, insan toplulukları, din mensupları, canlılar ve kuşlar da insanlar gibi ümmettir (En’am 6/38. A‘râf 7/38. Bekara 2/213. Mü’minûn 23/52). Bir hadiste geçtiğine göre köpekler ve karıncalar da ümmettir (topluluktur).[6] İbrâhim (as) hidayet önderi ve bütün iyiliklere sahip bir kimse özelliği ile tek başına bir ümmet sayılır. (Nahl 16/120)

 ‘Ümmet’ kelimesi bir kaç âyette ‘özel bir topluluk’ anlamında kullanılıyor. (Âli İmran 3/104. Arıca bakınız: Âli İmran  3/113-114. Mâide 5/66. A’raf 7/159, 164, 181. Kasas 28/23)

İslâm alimleri ümmeti iki mânada kullandılar. Birincisi: Son Peygamber’in (sav) risaletinden ve davetinden haberdar olan bütün insanlar. Bunlara “ümmet-i da‘vet, ümmet-i belâğ” denilmiştir. Bu anlayış Peygamber’in (sav) bütün insanlara müjdeleyici ve uyarıcı (Sebe’ 34/28. A‘râf 7/158), âlemlere rahmet olarak (Enbiyâ 21/107) olarak gönderilmesi gerçeğine dayandırılır. İkincisi: Muhammed’i (sav) son peygamber kabul edip ona uyan kitleler. Bunların özel adı; ümmet-i Muhammed’tir. Bu kitlelere de “ümmet-i icâbet” denilmiştir.

Kur’an’da yer alan “vasat (mûtedil) ümmet” (Bakara 2/143) ve “en hayırlı ümmet” (Âl-i İmrân 3/110) ifadeleri ve pek çok hadiste tekrarlanan ‘ümmet’ kelimesi Muhammed ümmetini belirtmektedir.[7] Zaten her peygambere uyan topluluklar o peygamberin ümmetidir.

  • Ümmet ve imam (önder) ilişkisi

‘Ümm’ kökünden türeyen ‘imam’; toplumun ister doğru yolda, isterse sapıklık yolunda kendisine yöneldiği, kendisine tabi olduğu önderdir.[8]

İmam insanlara öncülük eden, kendi açtığı yola tabi olunan ve peşinden gelen bir ümmet (topluluk) olan önderdir.[9] Namaz kıldıran kişiye imam denildiği gibi, örnek alınan veya toplumda öne çıkan kişiye,  ana yola de imam denir.[10] İslâm tarihinde siyasette, çeşitli ilim dallarında öne çıkan, kendisine uyulan halifelere ve alimlere imam denmiştir.  

Allah’ın yolunda hidâyet imamları olduğu gibi, insanları ateşe ve azaba götüren imamlar (liderler) da vardır. Tıpkı Firavun gibi (Kasas 28/41). Kıyamet gününde bütün herkes kendi imamlarıyla (önderleriyle) çağırılacaklar (İsrâ 17/71-72).  Onlar dünyada iken peşlerinden gittikleri önderleridir (Nahl 16/84).

 ‘Ümmet’, bir imamın (önderin) başkanlığı altında sağlam bir topluluk oluşturup, düzenli bir şekilde faaliyette bulunan ve diğer insanlara önderlik yapabilen bir topluluktur. Bu topluluk iman üzere olduğu gibi, küfr üzere de olabilir. Faaliyetleri salih amel de olabilir, fitne ve fesat da olabilir. Kişilere göre ‘imam-önder’ hangi konumda ise, gruplara-topluluklara göre de ‘ümmet’ o konumdadır. O topluluğun fertleri inanç ve gaye yönünden bir köke, bir asıla (ümm’e/imama) bağlıdırlar.

  • İslâm ümmeti gerçeği

‘Ümmet’i tanımlamada yer; yani ümmetin üzerinde yaşadığı ülke, vatan/ümmetin siyasi olarak hakim olduğu toprak parçası, zaman; yani ümmetin beraberce yaşadıkları çağ ve zaman, din; yani ümmet fertlerinin inandığı ve hayatına uyguladığı din önemli rol oynar. Bu üç bağ ve bunlara benzer diğer unsurlar, ümmet topluluğunu oluşturan kişileri birbirine bağlar. Belli bir inanç, ideal, ülkü ve dünya görüşü etrafında birleşen topluluklar birer ‘ümmet’ oluştururlar.

Ancak, İslâm kültüründe ‘ümmet’ kavramı daha çok İslâma gönül vermiş müslüman toplumu ifade eder. Dünyadaki bütün müslümanlar bu topluluğun gönüllü üyeleridir. Onların imamı-önderi Hz. Muhammed (sav), kitapları Kur’an, ülkeleri İslâmı yaşayabildikleri, hayata hakim kılabildikleri her yer (dâru’l-İslâm), hedefleri ise İslâmın gerçek uygulayıcıları olarak diğer insanlar üzerine Hakk’ın şahitleri olmak ve dünya imtihanını kazanmaktır.

Kur’an’a göre İslam ümmeti bir tek ümmettir (Enbiyâ 21/92. Mü’minûn 23/52). Yeryüzündeki bütün sınırlara, farklı dil ve renklere rağmen İslâm ümmeti Kur’an’ın emriyle bir bütündür, din açısından kardeştir ve Kur’an’ın etrafında birlik (vahdet) oluşturur.

Ma’rufu (iyiliği) emreden, münkeri (kötülüğü) önlemeye çalışan İslâm ümmeti, insanlık içerisinden çıkartılmış en hayırlı ümmettir (Âli İmran 3/110), diğer ümmetlere karşı üstün bir konumdadır. Bu üstünlük de soy, kabile, renk, sosyal sınıf, zenginlik ve iktidara sahip olmada değil; Allah’a karşı sorumluluk bilinciyle davranma (takva) ve İslâmın getirdiği ilkelere ve ölçüye uymada, hayrın ve ma’rufun yaygınlaşması için çalışmadadır.

“’Ümm’ kökünden türetilen ‘ümmet’ zımnen, ‘insanlığı ana gibi kucaklayacak bir toplum’ vurgusunu taşır.”[11] ‘İslâm ümmeti’ ana yürekli, hidâyette önder, ahlâk ve fazilette, hayırlı işlerde ve iyiliklerde örnek alınacak hayırlı toplumdur.

 

  • Vasat

Vasat; ‘ve-se-ta’ fiilinin masdarıdır ve iki eşit tarafın ortası, iki cismin arasını ayıran nesne demektir.[12] Sözlükte hayırlı (seçkin) ve adalet anlamındadır.[13] Her şeyin vasatı, en âdil (dengeli) olanı demektir. Vasat; bir şeyin değerli (iyi) ile bozuk (kötü) arasında olmasını,[14] adaleti ve bir şeyin yarısını ifade eder. Bir şeyin en âdili onun en orta halli oluşu (vasatı) demektir.[15] 

‘Vasat’ seçkin ve bir şeyin en yücesi manasına da gelir. Mesela; “Şu kişi kavmin vasatıdır-Yani kavmin seçkinidir’ denilir. ‘Vasıtadatü’l-kıladeh’, içinde en nefis taşın olduğu kolyeye denir.[16]

Vasat, yerilen iki aşırı şeyin ortasını anlatmak (mesela cimrilikle israfın ortası cömertlik gibi), eşitlik ve adalet gibi bir şeyi övmek üzere de kullanılır.[17]

Davranış açısından ‘vasat olmak’, tam orta yolda olmak, hiç bir taşkınlık ve eksiklik yapmamak demektir.  Vasat’, nicelik olarak ‘orta’, nitelik olarak ‘denge ve adalet’ anlamına gelir.” [18] Buradan hareketle vasat’a mutedil olmak, itidalli davranmak, mizan üzere yani dengeli olmak anlamı vermek yanlış olmaz.

Vasat, bir açıdan ğulüv’ün (taşkınlığın) zıddıdır.  Vasat olma hali ifrat ve tefritten sakınma, âdaletle davranma, ölçülü hareket etme bir müslüman için hayatın her alanında, her davranışta uyması gereken önemli bir prensiptir.

 

-Vasat ümmet

‘Vasat ümmet’, sahih bir İslâm ve mutedil bir ahlâk anlayışı inşa etmede önemli bir Kur’an kavramıdır. Kur’an ‘vasat ümmetin’ din açısından üzerinde yürüdüğü yola ‘sırat-ı müstekim, sıratı’s-seviyy-en doğru/düzgün yol’ diyor (Bekara 2/142. Âli İmran 3/51, 101. En’am 6/126. Hacc 22/24. Meryem 19/43. Tâhâ 20/135 ve diğerleri). Bu yol dinde gevşek davrananlara veya aşırıya sapanlara nisbetle dengeli ve âdil olan, orta yolu izleyenlerin yoludur.  

Vasat Türkçede ne iyi ne kötü, her ikisinin ortası manasındadır. Şüphesiz bu mana âyetteki (Bekara 2/143) manayı ifade etmekten uzaktır. Kur’an yorumcuları ‘ümmeten vesetan’ ifadesini farklı şekillerde yorumladırlar. ‘Vasat ümmet’ kelimesi başka dilde hiç bir kelimenin ifade edemeyeceği kadar geniş kapsamlı bir kavramdır.[19]

İslâm toplumunun bir niteliği olarak geçen ‘vasat’ tabirini bazı müfessirler “en hayırlı, en değerli” anlamını verirler. Bunu da Âli İmran 110. âyetindeki hayırlı ümmet ifadesi ile açıklarlar.[20]  Nitekim “Onların en vasat olanlar dedi ki...” (Kalem 68/28) âyetindeki vasat, mu’tedil ve en hayırlı olanlar demektir.

Bazıları da ‘vasat’ı ‘adalet’ olarak açıkladılar.[21] Uzun bir hadisin sonunda şöyle deniyor: “...Ve siz onun kavmine tebliğ ettiğine şahitlik edersiniz. Bu, Allah'ın şu sözüdür: “İşte böylece sizi vasat bir ümmet kıldık...” Vasat, yani âdalet demektir.”[22] 

Bazı alimler bunu “orta yolu takip ederek ifrat ve tefrite kaçmayan ümmet” şeklinde açıklamıştır. Zira hıristiyanlar Îsâ’yı (as) tanrının oğlu olarak nitelendirdikleri gibi içlerinden bir grup dünyadan el etek çekmek suretiyle aşırılığa kaçmış, yahudiler de Allah’ın kitabını değiştirip peygamberleri öldürdükleri ve bazı sözleri Allah’tan gelmiş gibi gösterdikleri için küfre düşmüştür.[23]

Ummeten vesetan; aşırılıklar karşısında adil bir denge gözeten ve hem zevk ve sefahatı hem de mübalağalı bir zühdü reddederek insanın tabiatını ve imkanlarını değerlendirmede gerçekçi ve makul davranan bir topluluk demektir.[24]

Kureyş lehçesinde de ‘vesetan’, ‘adlen’ vurgusuyla kullanılmıştır. ‘Kenar’ anlamına gelen ‘taraf’ın karşıtıdır. İfrat ve tefrit ‘vasat’ın zıtlarıdır. Burada, ‘vasat ümmet’ten kasıt nitelik anlamında bir ‘orta’lıktır. Bunu da en güzel ‘denge’ ifade eder.”[25]  

Allah (cc) Muhammed ummetini hayırlı kıldığı (Âli İmran 3/110) gibi, onların kıblesini de hayırlı kılmış, onları diğer insanlara hak din açısından  hem şahit, hem de örnek yapmıştır. Ya da hayırlı ümmet olmak ancak ‘vasat ümmet’ olmakla mümkündür.

Allah (cc) insanı yarattı, onu tesviye etti ve onun tabiatını adaletli, ölçülü, ahenkli, dengeli (vasat) ve yaratılış amaçlarını gerçekleştirecek şekilde yaptı. (İnfitar 7-8)  Bu denge, kâinata konan denge (mizan) ile benzerlik göstermektedir. Vasatlık demek ki insanın yapısında var. Kendi yaratılışı ve üzerinde yaşadığı yeryüzünün dengeli olması gibi, insanın da dengeli (mu’tedil) davranması, âdil olması gerekir (Nahl 16/90).    

“Semaya gelince, onu yükseltti ve mizan (dengeyi) koydu. Sakın dengeyi bozmayın...” (Rahman 55/6-7) âyetinin bağlamına baktığımız zaman mizanın evren ve insan hayatında her türlü dengeyi çağrıştırdığını sezebiliriz.

Kur’an’da şâhitlik ve adalet kavramları genelde yanyana kullanılır.  Allah (cc) müslümanlara Muhammed’e (sav) indirdiği kitap ile hidâyet verdiği gibi, onları İbrahim’in (as) kıblesine yöneltti ve onların İbrahim milletinden olmalarını istedi. İnsanlar üzerine şâhit olmanın bir gereği de âdil, dengeli ve mu’tedil olmaktır.

İslâm ümmeti bir denge toplumudur. İnançta, amelde, hayatı değerlendirmede, ceza vermede ve yargılamada orta yolu izler. Hiç bir konuda aşırı değildir. Hakka ve adalete uygun hareket etmek, insanlara her konuda örnek olmak onların özelliğidir.

Kur’an ayrıca muktesıd  (adaletli) bir ümmetten söz ediyor. “....Onlardan muktesıd bir ümmet (doğru ve âdil bir yol tutturanlar) vardır...” (Mâide 5/65-66).

Muktesıd; her haklıya hakkını ve hatta daha fazlasını veren, itidalli ve âdil davranan demektir. Bir anlamda her konuda orta yolu izlemek ve hak vermede daha faziletli davranmaktır. Kur’an ‘kıst sahiplerini’ yani muktesıd olanları  övüyor (Maide 5/2. En’am 6/152. Yûnus 10/4. Enbiyâ 21/47. Hadîd 5/725).

 Allah (cc) insanlığın doğru hareket etmesi için kitap ve mizan (ölçü)  indirmiştir. (Hadîd 57/25) Mizan;  ölçü, muvazene, adaletle davranma, insanın bütün fiil, söz ve tavırlarında ölçülü olması demektir. Mizan, daima bir muadele (denkleme) nisbetini ifade ettiğinden adalet ve adaletin miyarı olan şeriate de mizan denilegelmiştir.[26]  

İslâm ümmet yapısının temelinde iste bu kitap ve mizan (ölçü) vardır. Onlar, kitaba uyar ve mizan çerçevesinde davranırsa ‘kısd’ yapmış olurlar, adaletli ve ölçülü davranmış olurlar.

 

  • Vasat ümmetin özellikleri:

Denenmek için yaratılan insan “doğuştan getirdiği ve bir ömür bünyesinde barındırdığı olumlu-olumsuz, iyi-kötü hasletleri sebebiyle kendine ve Rabbine yabancılaşabildiği gibi “emanet”e sadakat göstererek potansiyelinin zirvesine çıkabilmekte, olgun, dengeli, tam bir insan olabilmektedir. İmtihan sırrı tam da bu iki uç arasında bir denge sağlayabilmekte, zaaflarını ve meziyetlerini terbiye ederek yönetebilmekte, ilahi kılavuzluğa uygun bir insani hayatı inşa edebilmekte gizlenmiş durumdadır.”[27] Bu da vasat ümmetin belirgin özelliğidir.

1-Onlar inançta dengelidir: 

İslâm mü’minlere öncelikle inançta dengeli ve itidalli olmalarını emrediyor.  

Tevhid inancı zaten başlı başına bir itidaldir.[28] Allah’a, O’nun bildirdiği şekilde iman ederler. O’nu, O’nun kendisini tanıttığı gibi tanırlar. Diğer iman esaslarına da O’nun öğrettiği gibi inanırlar. Kendi kafalarına göre tanrılar uydurmadıkları gibi, inanç esasları uydurmazlar. İmanları dengeli olduğu gibi, iman açısından beklentileri de dengelidir. Onlar istikamet üzerindedirler. Haddi aşmamaya özen gösterirler (Hûd 11/112). “Emrolunduğun gibi istimaet uzere ol...” âyetinin bir öncesinde kitaplarına uymayıp sürekli dinde ihtilaf eden yahudiler, bir sonrasında dünyalık çıkarlar için Allah’ın zalim dediklerine yanaşan hırıstiyanlardan bahsediliyor.

Kur’an iki yerde kitap ehline hitaben “dinde aşırıya kaçmayın (ğulüv etmeyin)” diyor. Her ikisinde de onların inançlarına ve din adına olan tutumlarına aşırılık deniyor (Nisâ 4/171. Mâide 5/77-79).

İstikamet kelimesi de vasat kelimesini tefsir etmek için kullanılabilir. ‘İstikamet üzere olmak’vasat olma halidir, adalet ve hak çizgide bulunmak demektir.

Peygamber (sav) inançta vasat/mutedil olmayı şekillerle açıkladı. Peygamber (sav) bir gün eliyle yere bir çizgi çizdi ve şöyle dedi:“İşte Allah’ın dosdoğru yolu budur.” Ardından bu çizginin sağına ve soluna da başka çizgiler çizdi. Sonra da şöyle buyurdu:  “Bunlar da her birisinin başında ona çağıran bir şeytanın bulunduğu bir takım yollardır”. Sonra En’am 6/153.  âyetini okudu.”[29]

2-Onlar ibadetlerinde dengelidir:

İslâm, dini emirlerin uygulanmasında da ‘vasat’ olma halini övüyor. İslâmda ibadet için bir köşeye çekilip dünyadan yüz çevirmek (ruhbanlık) olmadığı gibi, Allah yokmuş gibi davranmak, nimetlerin sahibi Allah’a sükrü unutmak da yoktur. Kur’an dinde ruhbanlık icat edip onun da gereğini yapmayan hırıstiyanları kınıyor (Hadîd 57/27).

Kişinin günlük hayatında yapması gerekli olan işlerini ihmal edip kesintisiz ibadet etmesi, elinde avucunda olanı infak diye vermesi, bu yüzden muhtaç hale gelmesi aşırılıktır. İslam hayatın her alanında orta yolu tavsiye eder, ifrat ve tefritten sakındırır.[30]

İslâmda ibadet anlayışı, hayatın her alanında Allah’ı unutmadan yaşamak, O’nun ölçülerine uymak, yasaklarından kaçınmak ve emredilen rutin farzları yerine getirmektir. O ölçü şu: Peygamber’e (sav) “Allah  katında amellerin en makbul olanı hangisidir?” diye sorulunca; “Allah katında amellerin en makbulü az da olsa devamlı olanıdır” buyurdu.”[31]

Peygamber (sav) dinde aşırı gidenleri şöyle uyarıyor. “Dinde aşırılıktan sakının. Sizden öncekiler ancak dindeki aşırılıkları sebebiyle helak oldular.”[32]

Onun tavsiyesi de mutedil olmak, dengeli davranmaktır.  Şöyle buyuruyor: “Ey insanlar size orta yol gerekir. Siz bıkmadıkça Allah bıkmaz.”[33]

Nitekim ona özenerek daha fazla ibadet yapmak isteyen sahabeleri uyararak ümmeti kendi sünnetine (Kur’anî hayatına) uymalarını söyledi.[34] Peygamber (sav), daha çok dindar olacağım niyetiyle kendini ve ailesini ihmal eden Ebu’d Derda’yı “Rabbinin senin üzerinde hakkı var, nefsinin senin üzerinde ailenin senin uzerinde hakkı var. Her hak sahibine hakkını ver” diyen Selman’ı (ra) tasdik etmiştir.[35] 

Onun tavsiyesi şöyle idi: “Gerçekten bu din kolaylıktır. Hiç kimse yoktur ki, din hususunda kendini zorlasın da din ona galebe etmesin. Öyleyse orta yolu takip edin.”[36] 

3-Dünya-âhiret ekseninde dengelidirler: 

Vasat ümmet;  ne materyalistler gibi sırf maddeye dalar, ne de tamamen ruhbanlar gibi dünya işlerinden yüz çevirir. Vasat ümmet cesede bürünmüş bir ruh veya ruha sarılmış bir ceset gibidir.[37]

Vasat ümmet, dünya ve ahiret dengesini gözetir, birisi için diğerini feda etmez. Dünyayı çile yeri, bataklık sayıp ondan kaçmak gerektiğini söyleyen dinler (taoizm) olduğu gibi, onu haz almakla özdeşleştiren dinler  de var (budizm). Yahudilerde dünya ahiret dengesi dünya lehine, hırıstiyanlıkta ruhbanlığa doğru kaydı. İslâma göre ise dünya ve ahiret birbirinin zıddı değil, birbirlerinin mütemmim cüzleridir. Biri olmadan diğerini olmasının bir anlamı yoktur. Âhiret bu dünyada çalışılarak kazanılır, dünya olmadan âhireti kazanmadan söz edilemez.[38]  

Kur’an insana Allah’ın kendisine verdiği ile Âhiret yurdunu kazanmaya calışmasını ama bunu yaparken dünyadaki nasibini de unutmamasını tavsiye ediyor (Kasas 28/77).

Vasat ümmet, dünyada daha çok kazancağım, daha çok haz alacağım, daha lüks yaşayacağım, ya da hayat dünyadan ibarettir deyip Âhireti unutmaz; Âhirete hazırlanacağım diye de dünyadaki makul, gerekli ve faydalı işleri ihmal etmez.[39]

4-Onlar bütün işlerinde dengelidirler:

Onlar sadece belirli alanlarda değil, bütün işlerinde, kararlarında, faaliyetlerinde itidalli davranırlar. Aşırılıklardan kaçınırlar. Düşünerek hareket eden, ağırbaşlı, dengeli, itinalı olmaya özen gösterirler.

Kur’an haddi aşanlara, inançlarında ve davranışlarında aşırıya kaçanlara müsrif adını veriyor ve onları sevmediğini söylüyor (A’râf, 7/31). Her şeyde gereğindan fazlasini yapma, harcama, kullanma israftir. Vasat ummet bu asiriliga dusmemeye calisir.

İyi niteliklerin ve sağlam fıtratın temeli işlerde i’tidali gözetmektir. İfrata ve tefrite eğilimin sebebi nefsanî arzunun kuşattığı sapmalardır. Halbuki ifrat ve tefritten sakınmak olgunluğun (kemalâtın) kaynağıdır. Bekara 143te ‘vasat ümmet’ nitelemesi buna işarettir.[40]

5-Onlar harcamalarında dengelidirler:

İsraf ve cimrilik iki hatalı davranıştır. Biri ifrat, diğeri tefrittir. İsraf etmemek ve cimri olmamak, yani cömert olmak ‘vasat’ haldir.  “Eli sıkı olma; büsbütün eli açık da olma. Sonra kınanır, (kaybettiklerinin) hasretini çeker durursun (İsrâ 17/29)”. Kur’an mü’minlerin bu konudaki durumunu şöyle belirliyor: “Harcarken ne israf ne de cimrilik ederler; ikisi arasında bir yol tutarlar” (Furkan 25/67).

6-Haklı savaşlarında dengelidirler:

Onlar mecbur bırakıldıkları savaşlarda bile âdaleti, hakkaniyeti ve dengeyi gözetirler. Sadece kendilerine savaş açanlarla savaşırlar, zalimlere hınç duyarlar. Savaşla ve saldırganlıkla ilgisi olmayan masumılara dokunmazlar.  Kur’an savaşta bile aşırıya düşmekten,  adaletten sapmaktan sakındırıyor (Bekara 2/190).

7-Onlar hüküm vermede, hak dağıtmada dengelidirler:

Vasat’ı en doğru tefsir edecek kelimelerden biri adalet kavramıdır. Adalet; zulmü, mazlumluğu, haddi aşmayı engellemek, bir şeyin gerektiği ölçüde olmasını sağlamaktır. Kur’an mü’minlere kendilerinin veya ailelerinin aleyhine olsa bile adaletten ayrılmamalarını emrediyor (Nisâ 4/135. Mâide 5/8. En’am 6/152).   

8-Onlar korku ve ümit arasında dengelidirler:

İslâm kulturunda “beyne’l-havfi ve’r-reca” anlayiışı vardır. Yani iman ve amellerin sonucunu görme bakımında endişe (havf) ve ümit (reca) arası olmak. Reca, bir konuda istekli ve umutlu olmaktır. Bunun tersi olan havf ise bir şeyden korkmak, endişe etmektir.

Havf ve reca vasat ümmet olan müslümanların dengeli tavırlarından biridir. Onlar ellerinden geldiği kadar kulluk görevlerini yaparlar, Âhiret için hazırlık yaparlar. Ama hem tam yapamadım diye endişe ederler, hem de Allah’ın rahmet, lütuf ve bağışını isterler, ümit ederler.  Kur’an onların bu durumunu şöyle anlatıyor:  “Onlar, korku ve ümit içinde Rablerine dua ederler” (Secde 32/16). “Onlar Âhiretten çekinir ve Rabbinin rahmetini umarlar” (Zümer 39/9).

Mü’minler Alllah’ın (cc) azabından emin olmazlar, rahmetinden ümit kesmezler. Allah’ın rahmetinden ümit kesmek ifrattır. Allah’ın rahmetinden ancak sapıklar, kâfirler ümit keser (Hicr 15/56).

9-Onlar calışmalarında ve kazanmalarında dengelidirler.

Tembellik tefrit, ölümüne çalışmak veya çok aceleci davranmak ise ifrattır. Aşırı hırs ifrat, aşırı tembellik ifrattır. Müslüman kanaat sahibidir ama pinti, dilenci, asalak değildir, olmamalıdır. Allah’ı ve Ahireti unutacak kadar kazanma hırsı zararlı olduğu gibi, en temel ihtiyaçlarını karşılayacak kadar bile çalışmamak da yanlıştır. Müslüman ölüm gelinceye kadar makul, dengeli ve salih amel olan çalışmalara devam eder. Çalışma delisi olmak ifrat, yan gelip yatmak da tefrittir.

10-Onlar sevgi ve nefretlerinde dengelidirler:

Onlar sevdiklerini ölümüne sevmezler, kimseden de ölümüne ve sonsuz nefret etmezler. Onlar mutlak sevgiyi ve korkuyu yalnızca Allah’a (cc) tahsis ederler.

Onların sevgi ve dümanlıklarında ifrat ve tefritten uzak bir denge, bir ölçü, bir istikrar vardır.  Onlar Peygamber’in (sav) şu tavsiyesini kulaklarına küpe yaparlarr. “Sevdiğin kişiyi ölçülü sev, gün gelir hasmın olur.  Kızdığın kimseye karşı da ölçülü kız, gün gelir dostun olur.”[41]

11-Onlar saygı ve alçakgönüllülükte dengelidirler:

Onlar başkaşına saygı göstereceğim diye kendilerini küçültmezler. Başkalarına karşı gururlu ve kibirli olmadıkları gibi, sünepe, zelil ve köle gibi de olmazlar. Ne gurur, ne sünepelik. Ne dik kafalı, ne de yağcı. Ciddi ama mütevazi. Ne büyüklük gösterisi, ya kendini asağı görme. Ne tepeden bakma, ne de çıkar için boyun bükme ve ezilip büzülme. İkisinin ortası, şahsiyetli ve vakarlı.

12-Onlar öfkelerinde dengelidirler: 

Cehâlet ile duyarsızlık arası ahlâkî bir denge, imanî bir tavırdır. Câhil bir açıdan ne yaptığını ve olgun davranmayı bilmemektir. Bazıları da aldırmaz, vurdum duymaz olabilr. Böylelerinin şerefine saldırı olsa aldırmazlar, çıkarları için bütün değerleri feda edebilirler. Hilm ise bu ikisi arasında denge ahlâkıdır. Halim selim insan, nerde nasıl davranacağını bilir, ne aşırı evhamlı, ne câhil, ne de vurdumduymazdır. Yerinde ve olgun konuşur, olgun davranır, âdil ve dengeli karar verir, kendini uygun şekilde savunmasını bilir. Olgunluk, vakar, ciddiyet, nerede nasıl davranılması gerektiğini bilmek olan ‘hilm’ ahlâkı vasat ümmetin ahlâkıdır. Öfkeyi yerinde kullanmak Kur’an’ın emridir (Ali İmran 3/134).

13-Onlar dinlenmede, eğlencede dengelidirler:

İslâm ölçülü, meşru ve sınırı aşmayan eğlencelere izin vermiştir. Ama müslüman ne çılgınca, sınırsız, edep sınırlarını aşan eğlencelere meyleder, ne de her türlü eğlenceyi, müziği, düğün derneği delilsiz, peşinen haram sayar (Mâide 5/87). O yerine göre, yaşına ve statüsüne uygun, meşru eğlencelere katılabilir, seyredebilir.

14-Onlar yeme ve içmede dengelidirler:

Vasat ümmet mensubu müslüman ihtiyacı kadar yer. Ne çok dindar olacağım diye zaruri ihtiyaçlarını kısar, ne de şişman olacak kadar abur cubur yer (A’râf, 7/31).  Obezite hastası olacak kadar aşırı yeme ifrat, hint fakirleri gibi perhiz yapmak, nefse eziyet etmek tefrittir. Bedenin hakkını meşru ölçülerde karşılamak vasattır ve vasat ümmete yakışandır.

Kur’an, sıkça tekrarladığı, hayatın her cephesinde dengeli ve ölçülü olma çağrısı ile uyumlu olarak müminlere, hayatlarının bedenî ve maddî yönüne çok fazla ağırlık vermemelerini öğütler; ama aynı zamanda insanın bu “bedenî hayat” ile ilgili ihtiyaç ve isteklerinin ilahî iradenin eseri ve bu nedenle de meşru olduğunu kabul eder.[42]

15-Eşya edinmede ve kullanmada dengelidirler:

Elbise, ev eşyası, alet edevat hayatın devamı için zaruridir. Vasat ümmet, bunu da yeteri kadar, günün şartlarına ve bütçeye göre yaparlar. İhtiyacı giderecek kadar eşya ve elbise edinirler. Hava atmak , kibirlenmek ve gösteriş için değil. Onlar bir insan veya ev için neyin ne kadar lazım, neyin kapitalizmin propandası ve modernizmin dayatması olduğuna imanî olgunlukla karar verirler.

16-Onlar Peygamber sevgisinde dengelidirler: 

Olduğundan fazla yüceltmek veya olduğundan daha aşğı kabul etmek aşırılıktır. Yuceltmeci peygamber tasavvuru da yanlış, indirmeci peygamber tasavvuru da yanlış. Biri ifrat, digeri tefrit. Muhammed (sav) insandı ve ama Allah’ın elçisi idi. Onu beşerüstü saymak doğru olmadığı gibi, onu postacı saymak da doğru değil.

Vasat ümmetin peygamber tasavvuru Kur’an’a uygundur, dengelidir, ölçülüdür. Peygamber (sav) buyurdu: “Hırıstiyanların Meryem oğlunu methettikleri gibi beni de aşırı methetmeyin. Ben ancak bir kulum. (Bana) Allah’ın kulu ve elçisi deyiniz.”[43]

17-Onlar hikmetli davranmada dengelidirler:

Vasat ümmet, her işini hikmet üzere, gereği kadar, yerinde ve düzgün, maksada uygun yaratan Allah’ın el-Hakîm isminden faydalanarak bütün işlerini hikmetle, dengeli, faydalı (hayr) olacak şekşlde yapmaya çalışırlar.

Onlar insanlarla ilişkilerinde, alış verişlerinde ne cerbezelidir (aşırı kurnazdırlar) ve ne de embesildirler (aşırı aptaldırlar).  Zira birinda insanları kandırmak, aldatmak, haklara tecavüz, diğerinde aldanmak, kullanılmak, zarara uğramak söz konusudur.

18-Onlar toplum düzeninde dengelidirler:

Vasat ümmet, ne ferdin çıkarı icin toplumun feda edilmesini, ne de toplumun çıkarı için ferdin feda edilmesini onaylar. Orta yolu izler, yerine göre toplumun maslahatını (faydasını) önceler, yerine göre kişini maslahatını. Müslümanlar bu anlamda ne sosyalist ne de indiualisttir. Sınırsız serbestliği tasvip etmediği gibi, insanın kişiliğini ve haklarını devlet erkine de teslim etmeyi onaylamaz.

19-Onlar güç kullanımında dengelidirler:

Onlar her türlü güçlerini/imkanlarını (beden, mal, bilgi ve makam gibi) aşırı ve zararlı değil, kendilerine ve çevrelerine faydalı olacak şekilde kullanırlar.

Onlar ne korkaktırlar ne de cahil cesaretine sahiptirler. İkisinin ortası, denge ve itidal olan şecaat ahlâkına sahiptirler.   

20-Onlar beşer olmada dengelidirler:

“Kur’an’a göre insan tabiatı hem iyiye hem de kötüye meyillidir. İnsan, seçim ve tercihleriyle kendi doğasına müdahalede bulunur ve özbilincini kullanarak kendine istikamet belirler. İnsan, dikey olarak salt iyilik üzere olan melek ile salt kötülük üzere olan şeytan arasında gidip gelme, “melekten yüce, şeytandan alçak” olma imkânına sahiptir. Bedensel tabiatı onu aşağıya, ruhsal tabiatı ise onu yukarıya çeker.”[44]   

Bu demektir ki insan ne melektir, ne de şeytandır. Onun için denge, beşeriyetten âdemiyete tekâmül, Rabbinin istediği gibi insan/adam olmak, şeytanlaşmaya veya melekleşmeye kalkışmamaktadır.

21-Onlar insanlara karşı şâhittirler?

İslâm ümmeti her tarafı denk, mu’tedil, uyumlu, dengeli, ılımlı ve hayırlı bir ümmettir. Ki insanların üzerine sözlü ve fiilen şâhit, model ve örnek olsunlar.

Şâhit, bir gerçeği ispat konusunda şâhitliğine, yani bilgisine ve görüşüne başvurulan, verilecek hükümde rolü olandır.  Şâhit, davacı ile davalı arasında ortada, tarafsız, âdil ve yalnızca gerçeği söyleyen, sözü dinlenir ve sözüne itibar edilir bir kimse demektir. Bundan dolayı davranışları örnek alınan kimselere de ‘şâhit’ denilir.[45]

Âyette geçen ‘şehîd’, tanık (şâhit) anlamına, ‘hayatını imanına şâhit kılan ve çağına şâhit olan’ anlamına geldiği gibi, ‘örnek, model’ manasına da gelir. Ümmetin ‘şehîd’ olması, insanlığın imanına şâhit olan ve insanlığı imanına şâhit kılan ana yürekli toplum olması demektir. İmam ümmetin manevi annesi, ümmet insanlığın manevi annesidir.”[46]

İslâm ümmeti (vasat ümmet) diğer insanlara karşı İslâmın hak yol, Muhammed’in (sav) hak elçi olduğuna, Kur’an son vahiy olduğuna şâhitlik ederler. Bunu imanlarıyla, ahlâklarıyla, dünya görüşleriyle, dengeli ve âdil olmalarıyla ortaya koyarlar.

Hüseyin K. Ece

17.04.2015

Zaandam-Hollanda

 

[1] İbni Manzur, Lisânü’l-Arab, Dâru ve Mektebetü-Hilâl, Beyrut trh., 1/159. el-Cevheri, es-Sıhah, Dâru’l-Kütübi’l-Ilmiyye Beyrut 1420-1999, 5/169

[2]el-Cevherî, es-Sıhah, 5/171

[3] İbni Manzur, Lisânü’l-Arab, 1/158

[4] İbni Manzur, Lisânü’l-Arab, 1/156

[5] Bulut, H. İ. TDV İslâm Ansiklopedisi, 42/308

[6] Müslim, Selâm/38 no: 2241. İbni Mâce, Sayd/2 no: 3205

[7] TDV İslâm Ansiklopedisi, 42/308

[8] İbni Manzur, Lisânü’l-Arab, 1/157. El-Cevherî, es-Sıhah, 5/173

[9] Ece, H. K. İslâmın Temel Kavramları, Beyan Yay. İstanbul 2010, s: 292

[10] İbni Manzur, Lisânü’l-Arab, 1/157

[11] İslâmoğlu, M. Hayat Kitabı Kur’an, Düşün Yay. İstanbul 2008, 1/54

[12] İbni Manzur, Lisânu’l-Arab, 15/208

[13] İbnu’l-A’rabi, Ahkâmu’l-Kur’an, Dâu’l-Kütübi’l-Ilmiyye, Beyrut 1408-1988, 1/61.

[14] el-Cevherî, es-Sıhah, 3/417

[15] İbnu Fâris, Mekâyisu’l-Lügah, Dâru’l-Hadis, Kâhira 1429-2008, s: 955

[16] Kurtubî, el-Câmiu li-Ahkâmi’l-Kur’an, Dâru İbni Hazm Beyrut 1425-2004 1/297. el-Endelusî, A. ibni Atıyye, Muharriru’l-Vecîz, Dâru İbni Hazm, Beyrut: 1423-2002, s: 139-140

[17] el-Isfehan, R. el-Müfredât fi Garib'il Kur'ân, Dâru Kahraman, İstanbul 1986, s: 819-820

[18] İslâmoğlu, Hayat Kitabı Kur’an, 1/54

[19] Mevdûdî, Tefhimu’l-Kur’an (Çev.) İnsan Yay. İstanbul 1991, 1/123

[20] Taberî, Tefsir, 3/390. İbni Atıyye, Muharriru’l-Vecîz, S: 139-140. Zamahşerî, El-Keşşaf, 1/197. TDV İslâm Ansiklopedisi, 42/308

[21] İbnu Atıyye, Muharriru’l-Vecîz, s: 139-140. El-Ferrâ, Z. İbni Ziyâd, Meâni’l-Kur’an, Âlemu’l-Kütüb, Beyru thr. 1/83. Tabatabâî, el-Mizan, 1/323. Kutub, S. fi-Zılali’l Kur’an, Daru’ş-Şuruk Beyrut 1417-1996, 1/130. Mevdûdî, Tefhimu’l Kur’an 1/123

[22] Buhârî, Bid’u’l-Halk/2 no: 3339, Tefsir/13 no: 4487. Tirmizî, Tefsir/2 no: 2961

[23] Taberî, Tefsir, 1/8. İbnu Atıyye, Muharriru’l-Vecîz, s: 139-140.

[24] Esed, M. Kur’an Mesajı, İşaret Yay. İstanbul 1996, 1/40

[25] İslâmoğlu, Hayat Kitabı Kur’an, 1/54

[26] Gürbüz, F. Kur’an’da Denge, Denge Yay. İstanbul 1997, s: 27

[27] Güngör, F. İnsan Olabilmek adlı makalesinden

[28] Kavaklıoğlu, M. hz. Peygamberin Sünnetinde Orta Yol, Ensar Yay. İstanbul 2004, s: 94

[29] İbnu Mâce, Mukaddime/1 no: 11

[30] Sancaklı, S. hz. Peygamberin Mesajlarında Örnek Toplum, Nûn Yay. İstanbul 2009, s: 107

[31] Müslim, Müsafirîn/215-218 No: 1827-1830, Bir Benzeri: Münafıkîn/78 No: 7122. İbni Mâce, Zühd/28 No: 4237

[32] Nesâî, Menâsik/217 no: 3059. İbni Mâce Menâsik/63 no 3029

[33] İbni Mâce, Zühd/28 no: 4238

[34] Buhârî, Nikah/1 no: 5036

[35] Buhârî, Savm/51 no: 1968, Edeb/86 no: 6139

[36]Buhârî İman/29 no: 39. Nesâî, İman/28 no: 5037

[37] Kutub, S. fi-Zılâli’l-Kur'an, 1/131

[38] Sancaklı, S. hz. Peygamberin Mesajlarında Örnek Toplum, s: 110

[39] Deylemî’nin ve Ali Müttakî’nin naklettikleri ve Kenzu’l-Ummal’da (no: 6334), Râmuzu’l-Ehâdis‘te (s.363) ve bir çok kaynakta geçen “Sizin en hayırlınız, dünyası için âhiretini, âhireti için de dünyasını terketmeyendir. En hayırlınız her ikisini de kazanandır” sözü için Aclûnî uydurmadır diyor. el-Aclûnî, İ. B. M. Keşfu’l-Hafâu, 1/450 no: 1253

[40] Sancaklı, S. hz. Peygamberin Mesajlarında Örnek Toplum, s: 109

[41] Tirmizî, Birr/60 no: 1997

[42] Esed, M. Kur’an Mesajı, 1/40

[43] Buhârî, Enbiya/48 no: 3445

[44] K. Canatan, F. Güngör’ün İnsan Olabilmek adlı makalesinden

[45] Elmalılı, H. Y. Hak Dini Kur’an Dili (sad.) Azim Dağ. İstanbul trh. 1/432

[46] İslâmoğlu, M. Hayat Kitabı Kur’an, 1/54

 

Hüseyin K. Ece

Kur'ani Hayat Dergisi, Mayıs-Haziran 2015 Sayı: 41