İfsad bozmayı, fesad çıkarmayı, kötü sonuca sebep olmayı ifade ederken, ıslah tam bunu tersi düzeltmeyi, iyi hale koymayı, istenen sonuca yardımcı olmayı, ideal olan için çalışmayı ifade etmektedir.

 

  • İfsad kavramı

Bu, tabi dengenin, sosyla düzenin ve ahlâkî yapının bozulmasını ifade eder.

İfsadın kökü ‘fe-se-de’ fiilidir.  Bu da bozulmak, çürümek, sağ duyudan sapmak, kokuşmak, orta yoldan ayrılmak demektir. Bunun masdarı olan fesad; bir şeyin faydalı olmaktan çıkıp zararlı olmaya başlamasıdır. Ya da bir şeyin az veya çok itidal’den çıkması demektir.[1]

Fesad isim olarak; bozulma, kuraklık, kıtlık, darlık, düzensizlik, çalkantı, telef olma ve kokuşma gibi anlamlarda da kullanılır. ‘Fe-se-de’ fiilinin fail (özne) ismi fâsit; bozan, geçersiz kılan, bâtıl demektir.

Bunun if’al kalıbı olan ‘ef-se-de’ bozulmak, bozmak, kokuşturmak, mahvetmek, saptırmak, faydalı olmaktan çıkarmak, tabi olandan koparmak demektir. İfsad bu kalıbın masdarıdır. Bozma, kokuşturma, geçersiz duruma düşürme anlamına gelir.  

Bu kalıbın fail (özne) ismi müfsid; bozan, bozgunculuk yapan, ifsat eden, mahveden demektir. Din dilinde ifsat eden şeylere, yani fesat’a sebep olan şeylerin hepsine ‘mefsedet’ denmiştir.  Fesad; Kur’an’da yeryüzünde fitne uyandırıp, insanların durumunu bozmak, onları doğruluktan saptırıp, din ve dünyaya ait çıkarlarını zedelemek anlamında kullanılmıştır.

Fesadın karşıtı sulh veya salah’tır. Sulh veya salah; iyi olma, düzelme, iyiliğe aracı olma anlamlarına gelir. Bunun çoğulu maslahat; iyi olan halleri, düzelmeyi, faydalı olan şeyi ifade etmektedir.

İnsanların din, can, akıl, nefis, nesil ve mal güvenliklerini çok önemli gören İslam, koyduğu hükümlerle insan ve toplum hayatında ‘maslahat olan şeyleri kazandırmak ve mefsedet olan şeyleri uzaklaştırmak’ istemektedir.

 

  • Kur’an’da fesad ve ifsad

Fesad masdarı Kur’an’da onbir âyette, onyedi âyette de bunun fiil hali, bir âyette müfsid, 20 âyette de bunun çoğulu olan müfsidûn-müfsidîn şeklinde geçmektedir.[2]

Fesede fiilinin geçtiği “âyetlerde düzen, sistemli bir bütün olarak kavranan âlemin ve toplumun, dolayısıyla ferdin var oluşuna temel olan fıtrî ve tabii denge ile aynı çerçevede ele alınmakta, fesad da bu düzen ve dengenin bozulmasını yahut bu dengeden çıkmayı ifade etmektedir”.[3]

İslâm inancına göre yerde ve gökte tek bir ilâh olan Allah vardır ve yeryüzüne ve gökyüzüne bir düzeni (sulh’u) koyan da O’dur. Buna göre kozmolojik düzen bu tevhid inancına dayanmaktadır. Nitekim bu husus bir âyette “Eğer o ikisinde (göklerde ve yerde) Allah’tan başka ilâhlar olsaydı muhakkak fesada uğrarlardı.” (Enbiyâ 21/22)  şeklinde anlatılıyor. 

İhtiyaçlarını karşılayıp Mısır’dan dönmek üzere yola çıkan Hz. Yûsuf’un kardeşleri hırsızlıkla itham edilince oraya fesad çıkarmak için gelmediklerini söylediler. (Yûsuf 12/73).

İman iddiasına rağmen kendilerine Allah yolunda mücadele gibi ağır dini yükümlülükler gelince bundan  hoşlanmayanlar vahye sırtlarını dönerlerse yeryüzünde fesad çıkarabilir, akrabalık bağlarını koparabilirler.  (Muhammed 47/22) Âyet, Allah’a verdikleri söze sadakat göstermeyenleri suçlarken, onların iman ve İslâm’dan yüz çevirdikleri zaman cahiliye devrinin âdetlerine döneceklerini, yağma, talan, akraba arasında çekişme gibi taşkınlıkları yapabileceklerini haber vermektedir.[4]  Bu da fesadtan başka bir şey değildir.

Allah (c.c.) yeryüzünde bir halife yaratma iradesini meleklere bildirince onlar; “… yeryüzünde kan dökecek, fesad çıkaracak birisini mi yaratacaksın…” diye sormuşlardı. (Bekara 2/30) Burada bazı insanların yapısında olan fesad tavrına dikkat çekiliyor.

İnsanlardan bazılarının şekli biçimli olur, konuşurlarsa sözleri dinlenir ama onlar hasımların en yamanıdır. Geri dönüp gittkleri zaman, ya da herhangi bir yerde bir işin başına geçtikleri zaman nesli ve ekini, yani toplumu ve insanların geçim kaynaklarını, huzurunu harap ederler. (Bekara 2/204-205)

Doğru yoldan sapmış bazıları fıtrat sözleşmesine rağmen Allah’ın (aldığı) sözü bozarlar. Allah’ın bağlanmasını istediği bağları koparırlar ve yeryüzünde fesad yaparlar, ahlâki çöküşe sebep olurlar. (Ra’d 13/25 bir benzeri: Bekara 2/27) Koparılmaması istenen bağlar İnsanın kendisiyle olan bağı, İnsanın Allah’la olan bağı, İnsanın insanla olan bağı, insanın tabiatla olan bağı. Allah’ın koparılmamasını emrettiği bağlar, bütünüyle insanı ve insan hayatını ilgilendiren bağlardır. , bu bağların korunması ferdi ve toplumsal barışı ve huzuru garanti eder.[5] Bu bağların koparılması da yeryüzünde fesad olarak niteleniyor.

Fesad ve ifsad, özellikle Sebe melikesi ve Firavun örneğinde görüldüğü gibi hem ilâhî iradeye uygun olan düzen, denge ve kuralların bozuluşunu, hem de genel olarak yerleşik hukukî düzeni ve ahlâki değerleri  bozucu teşebbüsleri ifade eden bir terimdir.[6]

Eğer insana, insanın yüreğine, sosyal ve psikolojik hayatına, nesline ve malına, saadetine, inancına ve ahlâkına bir şey zarar veriyorsa, o fesadtır. Kısaca can, mal, nesil, din ve akıl güvenliğini tehlikeye sokan her şey fesad, bunu yapan müfsid, bu zararlı işlere de mefsedet denir.[7] 

 

  • Kur’an’a göre fesat olan eylemler

Tefsircilere göre fesad başta küfür olmak üzere bütün isyan davranışlarını kapsar. Allah’a isyan eden veya O’na isyana yardmcı olan kimse yeryüzünde bozgunculuk yapmış olur. Halbuki göklerde ve yerde ıslah itaatle gerçekleşmektedir. Bazı âyetlerde fesad kelimesiyle birlikte onun sebebi yahut sonucu olarak belirli ahlâkî kötülükler de zikredilmekte, dolayısıyla onlar da fesad teriminin kapsamı içinde değerlendirilmektedir.

Bir başka görüşe göre kişiyi Allah’a itaate çağıran her şey salah, kişiyi Allah’tan uzaklaştıran her şey de fesadtır. Ya da içinde hayr olan şeyler salah, içinde şey olan şeyler de fesadtır.[8]   

Fesad ve ifsad kavramları sosyal, siyasî, hukukî ve dolayısıyla dinî düzenle ilgili bir konumda kullanıldığında yine belli bir düzen veya dengenin bozuluşunu ifade eder.  

Firavun yönetiminin Hz. Mûsâ ve kavmini yerleşik dinî anlayış ve ona dayalı düzene karşı bir tehdit sayması ve onları potansiyel bozguncu olarak nitelemesi (A’râf 7/127) ve bizzat Fıravun’un aynı endişeden dolayı Hz. Mûsâ’yı öldürmeyi tasarlaması (Mü’min 40/26) fesad fiili ile anlatılıyor. Firavunun ve kavminin ileri gelenlerinin Hz. Musa’yı dinlememeleri, kurdukları zulüm düzeni, gönderilen âyetlere karşı haksızlık etmeleri ve kibirlenmeleri de fesattan başka bir şey değildi. (A’raf 7/103. Neml 27/14)

Allah’ın peygamberler aracılığıyla gönderdiği mesajı yalanlamak, ona karşı gelmek bir çeşit fesattır. Böyle bir fesada düşenler de zalimlerdir. (Yûnus 10/39-42)         

Fesadın en yaygın olarak işlendiği alan insanlara ait haklara tecavüzdür. Bu fesadın en önemlisi de insanın yaşama hakkına yapılan haksız saldırıdır. Kur’an bir kimsenin haksız yere başkasını öldürmesini ‘bütün insanları öldürmüş’ gibi saymaktadır. (Mâide 5/32)

Adalet ve huzur düzenine aykırı bütün kötülükler fesattır. Bu bağlamda hırsızlık (Yusuf 12/70-73), ölçüde ve tartıda hile yapmak (Hûd 11/85), kamu düzenini bozma, ekini (ticaret ve iktisat hayatını) nesilleri mahvetme (Bakara 2/205), hak ve adalet sınırını aşarak azmak (tuğyan etmek) (Fecr 89/9-14), bozgunculuk yapmak, ya da buna sebep olmak (A’raf 7/127. Kehf 18/93-94. Neml 27/48),  insanları zayıflatmak için gruplara ayırmak (Kasas 28/3-4), zalim yöneticilerin hükmetme arzusu, iktidar tutkunluğu (Neml 27/34), her türlü aşırılığa sapmak (Şuarâ 26/151-152) insanların haklarına zarar veren fesat türlerindendir.

İslâmın koyduğu bazı ahlâk kurallarını çiğnemek de Kur’an tarafından fesat olarak niteleniyor. Mesela, büyü yaparak kötülüğe sebep olmak (Yûnus 10/81-82), akrabalık bağlarını koparmak (Muhammed 47/20-22. Bekara 2/34), yalan söylemek (Ahzab 33/70-71), mü’minlerin birbirlerine yardım etmemeleri (Enfal 8/73), Lût kavminin işlediği çirkin davranış (Ankebût 29/28-30), mal yığarak, servet biriktirerek onunla övünmek, onunla insanlara hükmetmeye kalkışmak (Kasas 28/77) gibi davranışlar birer fesattır.

Sonuç larak diyebiliriz ki, âyetlerde mutlak olarak zikredilen fesat ister ister inanç, ister ameli konularda (davranışlarda) olsun, insana zarar veren ve onu maddi ve manevi helâka götüren her türlü davranıştır. Bunları Allah’ın sevmeyeceği onların işlerini düzeltmeyeceği gerçeği kendiliğinden ortaya çıkmaktadır.[9]

Salahın zıddı fesad hadislerde de kullanılıyor: “Şunu da bilin ki, insan vücudunda bir et parçası vardır. O düzgün olursa bütün beden düzelir; o bozuk olursa bütün beden bozulur; azalar ona tabidir. Dikkat edin o et parçası kalptir.”[10]

 

  • Müfsidler ve faaliyetleri

Fesad, sulh’un (barışın-her türlü iyi halin) karşıtı olduğu gibi, ‘Müfsid’ de ‘muslih’in (ıslah eden-düzelten-barışı sağlayan) zıddıdır. (Bekara 2/11, 220. A’raf 7/56-57, 142. Neml 27/48-49)

Kur’an ifsad faaliyetinin öznesi müfsidler üzerinde duruyor.  ‘Müfsid’, ifsad eden, bozan, geçersiz kılan kimse veya şeylere denir. İfsad; bozmak, kokuşmak, dengeden ayırmak olduğuna göre müfsid bozandır, sapan ve saptıran, zarar verendir, huzurun ve barışın hasmıdır. Kur’an’a göre onlar ‘yeryüzünde fitneyi uyandırıp, insanların durumunu bozup, onları doğruluktan saptıran kimselerdir.  Kendi hevasını (keyfini) tanrı haline getirenlerin faaliyetleri insan insan ve toplum hayatında fesada sebep olur.

Müfsid çoğul olarak yirmi âyette geçiyor. Müfsidler, yeryüzündeki tabii değerleri, sulh (barış) ve dengeyi, kendi subjektij ölçüleri ve doymaz iştahları/hırsları sebebiyle bozarlar. Onların bu faaliyetleri sonucu en başat fesad olan ‘şirk ve küfr’ artar. Müşriklerin hakim oldukları yerlerde de İslâmın fesad saydığı faaliyetler artar.

Nitekim Kur’an zalim “yöneticiler bir ülkeye girdikleri zaman orayı ifsad ederler, halkını aşağılarlar, onların değerlerini yağma ederler” diyor. (Neml 27/34)

Firavun örneğinde olduğu gibi peygamberlere karşı gelen kişi ve topluluklar müfsid idiler. (Yûnus 10/91. Neml 27/14. Kasas 28/4. Kehf 18/94) Onların nasıl bir sonuçla karşılaştığının, hangi cezaları aldıklarının ibretli hikâyesi yeryüzünün her tarafında görülebilir.

Hz. Şuayb kavmini hakka davet etti ve onlara sı sık “müfsidlerden olmayın” dedi. Medyen ahalisi ölçüde ve tartıda hile yapıyor, insnların mallarını haksızlıkla ellerinden alıyor, toplumda karışıklık çıkarıyor, insanları hak yoldan saptırmaya çalışıyorlardı.  (A’raf 7/74. A’raf 7/86. Hûd 11/85. Şuarâ 26/183. Ankebût 29/36) Ölçü ve tartıda haksızlık dahi yeryüzünde fesada sebep olur. Bu aslında Allah’ın koyduğu ölçülere uymamanın zorunlu kötü sonucu fesat, bozulma, mutsuzluk, haksızlık, kaos adaletsizlik ve benzerleridir.

Hz. Musa Allah’ın va’di olan kırkı günlük süre için kavminde ayrılmak durumunda kalınca  yerine kardeşi Harun’u bıraktı ve ona; “Halkımın arasında görevimi sen üslen ve düzeni sağla (ıslah et), sakın müfsidlerin yoluna sapma” diye tenbihlemişti. (A’raf 7/142)

Lût peygamber de müfsidlere karşı Allah’tan yardım istedi. Onun müfsid dediği kimselerin kendi kavmi içinde bir günahı utanmadan yapan kimseler olduğu açıktır. “(Lût:) Şu müfsidler (bozguncular) topluluğuna karşı bana yardım eyle Rabbim! dedi.” (Ankebût 29/30)

Kur’an tarihte yaşamış ve gerçekten yeryüzünde bozgunluk yapmış müfsidlerden örnek verdiği gibi, bazı kişi ve toplumların yanlış tavırları üzerinden de örnekler verip fesad olan işlere dikkat çekiyor, iman edenleri müfsid olmaktan ve ifsadtan sakındıryor.

 

  • Fesadın sonucu

Allah (cc) hem yerde ve gökte kozmik düzeni kurdu, insanlar, hayvanlar ve bitkilerin hayatlarını devam ettirebilmeleri için lazım olan her şeyi var etti. Yere, göğe, karaya, denize, dağa, taşa, mevsimlere, ışığa, suya, sıcağa, soğuğa, yani her şeye bir denge koydu.  “Yine göğü özenle O yükseltti, bir denge ve ölçü koydu”. Arkasından da; “(Ey insanlar) sakın ha (bu) dengeyi bozup ölçüyü kaçırmayın” dedi.  (Rahman 55/7-8) Tabiat, insan ve kainat için insan aklının almakta güçlük çektiği muazzam dengeyi koyan Yaratıcı, insan ve toplum hayatının dengesi, sulhu ve salahı, elverişlil ve faydalı olabilmesi için ölçüler koydu. Bu ölçüleri vahiyle ve elçilerle insanlara gönderdi. Tabiattaki düzen ve denge İlahi iradeye tabi iken, insan ve toplum bünyesindeki düzen, denge ve düzelme insanın tercihine bağlıdır.

Kur’an, insanların ilahi ölçülerle hareket etmemelerinin sonucunu şöyle haber veriyor: “İnsanların elleriyle yaptıkları yüzünden karada ve denizde fesad (bozulma) meydan geldi…” (Rûm 30/41)

İnsanlardan bazıları kendilerine ulaşan rahmet davetini anlamazlar, İlahi ilkelerden yüz çevirirler, hevalarına uyarlar. Sonunda fesada sebep olurlar. “… Ne zaman savaş için bir ateş yakmışlarsa (fitneyi uyandırmışlarsa) Allah onu söndürmüştür. Onlar yeryüzünde fesada koşarlar; Allah ise müfsidleri (bozguncuları) sevmez.” (Mâide 5/64)

Fesat çıkaran bütün topluluklar tarih boyunca zarara uğradılar. Bu bozgunculuk onlara bir fayda getirmedi. Nitekim kendilerini ‘müfsitlerden olmayın’ diye uyaran hz. Şuayb’ı Medyen halkı yalanladı. Bu yüzden de cezaya çarptırıldılar. (Ankebût 29/36-37)

Müfsidlerin azabı kat kat olacaktır. (Nahl 16/88. A’raf 7/103. Bir benzeri: Neml 27/14)

Her şeyi bile Allah (c.c.) her devirde ve her ülkede müfsidlerin de kim olduğunu biliyor. (Âli İmran 3/62-63. Bir benzeri: Yûnus 10/40) Müfsidlerin niyeti kötü olduğu için Allah (cc) onların böylesine mefsedet olan amellerini düzeltmez ve onlara değer vermez. (Yûnus 10/81)

Sonuçta Allah (c.c.) fesad olan işleri sevmediği gibi, kendini ve etrafı ifsad eden müfsidleri de sevmez. (Kasas 28/77. Bir benzeri: Mâide 5/64)

 

  • Islah kavramı

‘Islah’ kelimesi ‘sa-le-ha’ fiilinin if’al kalıbında masdardır. Burada bu kökten gelen ‘eslaha’ fiiili, ıslah ve muslih kelimeleri üzerinde duracağız.

‘Sa-le-ha’ sözlükte; layık olmak, iyi olmak, iyi bir üzere olmak, düzelmek, sağlam olmak, bir kişinin fesadından sonra iyi olması, barışmak, fesadın kendinden gitmek demektir. Bu bir şeyin faydalı veya münasip olduğunu ifade eder.[11]

‘Sa-le-ha’ fiilinin if’al kalıbı ‘ıslah’tır. Bu da sözlükte layık olmak, onarmak,  iyi olmak, düzeltmek, kişilerin aralarını bulup barıştırmak ve iyilik yapmak anlamlarına gelir.

Islah, musalaha ve ıstılah kelimelerinin de barıştırmak anlamında da kullanıldığını söyleyelim.

Sâlih ve ıslah’ın fail (özne) ismi muslih, Kur’an’da sıkça geçen önemli kavramlardır. Bu iki kelime ıstılah (terim) olarak şöyle tarif edilir: Sâlih; kendisi doğru olan, -kendini düzelten, eğiten, fesad içinde olmayan, faydalı ve yarayışlı; muslih ise; kendisi doğru olmakla birlikte, başkalarını da ıslah eden düzelten, onların yararına olacak şeyleri yapan ve yapmalarını sağlayan demektir. Bundan dolayı Allah’a ‘sâlih’ sıfatının verilemeyeceği, buna karşın ‘muslih’ denilebileceği söyleniyor.[12]

Aynı kökten gelen ‘sulh’, doğruluk, uygunluk, düşmanlığa son verme, barış, fesadın sona ermesi anlamına gelir

‘Sulh ve salah’, bozulma, kütülük, kavga, çekişme ve fesadın karşıtıdır. Eylemlerinde ‘sulh ve salahı’ esas alan kişinin davranışları sâlih olduğu gibi kendisi de faydalı ve doğru iş yapan insan ‘sâlih’ kimsedir.

Aynı kökten gelen ‘maslahat’, sulhün, sağlam ve faydalı olmanın getirdiği menfeattir. Bir iş giderek insan ve topluma her bakımdan zarar veriyorsa o işin ‘fıkıh’ dilindeki adı ‘mefsedet’tir. Fıkıh ilminde ameller (işler) maslahat ve mefsedet çizgisinde değerlendirilir. Maslahat unsuru taşıyan bütün ameller güzel görülür, yapılmasına izin verilir. İslâm, mefsedet özelliği taşıyan bütün amelleri mü’minlere yasaklamakta, maslahat olan fiilleri tavsiye etmektedir.

Kur’an’da sâlih; iyi, güzel ve faydalı iş (salih amel) anlamına geldiği gibi hem genel hem de özel isim olarak da yer almaktadır. Sâlih kelimesi cahiliye döneminde güzel yaşayış, iyi gün anlamlarında kullanıldığı gibi, iyi insan veya insan türü anlamlarında kullanılıyordu. Bu dönemde kavramın olgun ahlâklı, kavmin iyileri, övülmeye ihtiyacı olmayan insanlar ve eşraf kimseler olduğu ifade edilmektedir. Kur’an’da sâlih; inanacında, davranışlarında, yaşantısında/amellerinde doğru olan demektir. Başka bir ifadeyle sâlih, Allah’ın kendisi üzerindeki haklarını yerine getiren, Allah’a karşı ödevlerini , kullara karşı da haklarını ödeyerek toplumda örnek olan insan demek mümkündür.[13]

 

  • Kur’an’da ıslah

Islah Kur’an’da ‘eslaha’ kalıbında fiil olarak yirmialtı âyette, ıslah olarak yedi âyette, muslih ve onun çoğulu muslihun/muslihin olarak da beş âyette yer almaktadır.  

*Allah’a nisbetle ıslah:

Allah (cc) alemin hem yaratanı hem de ıslah edeni, yani kâinata düzeni verenidir. Sekiz âyette ıslah işi Allah’a izafe edilmektedir. (Bakınız: A’raf 7/56., 58, Yunus 10/81. Enbiya 21/90. Ahzab 33/71. Ahkaf 46/15. Muhammed 47/1,5)

Zekeriyya (a.s.) yaşlı, karısı da yaşlı ve kısır idi. Ama Allah (cc) Zekeriyya’nın duası üzerine her ikisini de çocuk yapmaya elverişli hale getirdi. Kur’an bu olayı Allah’a nisbet ederek ıslah diyor. (Enbiyâ 21/90)

Bir başka âyette anne babaya iyilik edilmesi emredildikten sonra şöyle dua edilmesini istemekte: “Ey Rabbim, beni bana ve anama ve babama verdiğin nimete şükretmeyi, razı olacağın salih ameller işlemeye muvaffak kıl. Bana verdiğin gibi soyumu da ıslah et. Doğrusu ben sana yöneldim ve elbetteki ben müslümanlardanım.” (Ahkaf 46/15)

Islahın Allah’a nisbet edildiği iki âyette de aynı ifade: “Allah onların hallerini düzeltir…” (Muhammed (47/1) var. Devam eden âyet bu ıslahın ip uçlarını veriyor. İman edip sâlih amel işleyenlerin, Rab tarafından Peygambere indirilen gerçeği kabul ederlerse günahlarının Allah (c.c.) tarafından örtüleceği ve hallerinin ıslah edileceği söyleniyor. Ancak bu ıslah iman edenlerin Allah yolunda mücadele etmelerine bağlanıyor.

Allah (c.c.) kullarının işlerini ıslah eder, ya da kendilerini düzeltmeleri için onlara şuur ve çaba nasip eder. Bu da ıslah da bazı şartlara bağlı olarak gerçekleşir. (Ahzab 33/70) Ancak tıpkı Musa’nın o günkü sihirbazlara dediği gibi, eğer insanlar fesad çıkarmaya devam ederlerse, Allah (c.c) onların amellerini ıslah etmez. (Yûnus 10/81) Daha doğrusu böyleleri ıslah konusunda ilâhi yardım alamazlar. 

Allah’ın yeryüzünü ıslah etmesi: Yeryüzünün düzenli hale getirilmesi, yayılıp döşenmesi iki âyette Allah’a nisbet ediliyor. (A’raf 7/56, 88) Arkasından da; “ıslah edilmiş, düzeltilmiş yeryüzünde fesad çıkarmayın” diye emrediyor. (A’raf 7/74. A’raf 7/86. Hûd 11/85. Şuarâ 26/183. Ankebût 29/36)

Allah’ın yeryüzünü ıslah etmesini iki türlü anlamak mümkün; Birincisi; Maddî manada yeryüzünü hayata hazırlamak. Su toprak, hava, madenler, araziler, hayvanlar, bitkiler, yağmur ve mevsimler gibi hayat malzemeleri hazırlamak.  İkincisi; Allah (c.c.) vahiyle insan ve toplum hayatının ıslah edilmesini emrediyor.  Ancak insanlar Allah’ın ölçülerini bırakıp kendi hevalarına uydukları sürece bu istenen ıslah gerçekleşmez. 

*Savaş halindeki iki müslüman toplumun ıslahı;

Müslümanlar arasında bir anlaşma olduğu zaman diğerlerinin onların arasını ıslah etmeleri gerekir. “Eğer mü’minlereden iki grup birbirleriyle savaşırlarsa aralarını ıslah edin…” (Hucurât 49/9) Buradaki ıslahın onların arasındaki anlaşmazlıkların ,giderilmesi, kavga veya savaş halini sona erdirme, barıştırma olduğu açıktır.

Aslında mü’minler kardeştir, Birbirlerine kardeş gibi davranmaları gerekir. Her ne sebeple olursa olsun kavga etmeleri, savaşmaları, birbirlerine haksızlık ve zulüm yapmaları caiz değildir. Buna rağmen bu hükümleri çiğneyip başka müslümanlara karşı baği olanlara karşı diğer müslümanlar her türlü dünyevi, kabilevi, meşrebi, grup taraftgirliği bırakıp o azgın müslüman grupla diğerlerinin aralarını bulmaya çalışmalılar.    

Âyetten fitnenin daha küçükken, daha küçük gruplar arasında olduğunda önlenmesi gerektiğini de anlıyoruz. Aksi halde büyük gruplar arasındaki anlaşmalıkları ıslah etmek giderek zorlaşır. Bu ıslah faaliyetinde öncelikle anlaşmazlığa, kavgaya, sürtüşmeye sebep olan şeyler üzerinde durulması gerekir. Bunlar bir doktor titizliği ile teşhis edilmeli, iyi niyetle bu sebepler ortadan kaldırılmaya, iki tarafın razı olacağı çözümler üretilmeye çalışılmalı. Bu çaba da müslümanlar arasında ıslah faaliyetidir.

*Çocukların ıslahı

Sağlıklı bir çocuk için sağlıklı yuva kurmak, maddi ve ruhi bütün tedbirler alındıktan sonra da salih kullar gibi Allah’a dua etmeli: “… Eğer bize eli ayağı düzgün, kusursuz (salih) bir çocuk bahşedersen, söz, Sana şükreden kimselerden olacağız…” (A’raf 7/189)

“… Benim için de zürriyetimi ıslah eyle (neslimi de iyilikte daim eyle). Ben sana döndüm. Ve elbette ki ben müslümanlardanım.” (Ahkaf 46/15) diye niyaz etmeli.

Anne babanın çocuğun ıslahı şüphesiz ki onu usulüne göre terbiye edip yetiştirmektir. Onu geleceğe hazırlamaktır. Onun sâlih bir insan olması için elinden geleni yapmaktır.  

*Yetimlerin ıslahı;

Kur’an yetimlerin üzerinde çok durur. Genel anlamda yetim, muhtaç olduğu şeyden yoksun olandır. Bilinen manası ile ana-babasından birini veya her ikisini kaybeden masum, çaresiz çocuktur. Kur’an onlara nasıl davranılacağını pek çok âyette anlatıyor. Cahiliye döneminde onlara haksızlık yapılıyor, mallarını ellerinden almak üzere onlarla evleniyor, itilip kakılıyorlardı. Kur’an Yetimlerin korunması, savaş ganimetlerin onlara pay verilmesi, onlara karşı adaletli davranılması ilkelerini getirdi. Onları azarlamayı, sert ve kaba olmayı yasakladı, onlara yardıma teşvik etti. Bir âyette: “Sana yetimlerden soruyorlar. De ki onları ıslah etmek daha hayırlıdır. …” (Bekara 2/220) buyuruyor. Buradaki ıslahı onların maddi ve manevi durumlarını düzeltip, onların yetiştirip topluma katılmalarını sağlamak, ya da Kur’an önerdiği davranışları sergilemek diye anlamak gerekir.

*Karı-koca arasının ıslahı;

Kur’an ailede geçimsizlik olduğu zaman barışmayı tavsiye ediyor. Zira sul (barış) daha hayırlıdır. (Nisâ 4/128) Burada ıslah kelimesinin fiil hali kullanılıyor.

Eşler kendi aralarında sorunu çözemezlerse Kur’an onlara hakeme yönlendiriyor: “…Bunlar barıştırmak (ıslah etmek) isterlerse Allah aralarını bulur; şüphesiz Allah her şeyi bilen, her şeyden haberdar olandır.” (Nisâ 4/35) Burada ıslahı karı kocanın arasındaki anlaşmazlığı gidermek, onları barıştırmak olduğu açıktır.

Bu iki çözüm de çare olmazsa ve netice alınamazsa ve eşler boşanmak zorunda kalırlarsa Kur’an yine araları ıslah olursa (barışırlarsa) eski koıcanın o kadınla evlenmeye daha layık olduğunu söylüyor. (Bekara 2/228) 

*İnsanların ıslahı;

Kur’an tedrici bir ıslah metodunu uygular. Önce kişilerin ıslahı, sonra ailelerin, sonra toplumun ıslahı öngörür. Fertler ailenin çekirdeği aileler de toplumun çekirdiğidir. Fertler düzgün olursa aileler, aileler düzgün olursa toplum düzgün olur. Tersi de mümkün. O yüzden Kur’an kişilerin bir şekilde ıslah edilmesini önemser.

Peygamber (s.a.s.) ilk İslam toplumu oluşturmaya önce kişilerden ve hatta önce kendi akrabalarından başladı. Kur’an’ın  hedefi hayatı vahiyle inşa etmek ve insana dareyn saadeti kazandırmaktır. Onun ıslah faaliyeti emri de bu amaca yöneliktir.

Fertlerin sılahının iki yönü vardır. Birincisi; her insan Allah’ın kulu olduğu bilinciyle kendini düzeltmeli, Kur’an’ın salih amel dediği işleri yapmalı, yanlışlarını gözden geçirip düzeltmeli. Bu ıslah faaliyetine bir ömür devam etmeli. Zira insan hayatı bir kemalat yolculuğudur. Daha iyi insan olabilme sürecidir. Salihlerde olma çabası ve yarışıdır. Bu Yaratıcıya karşı sorumlu davranma bilincidir.

Bazı âyetlerde bu sorumluluğa işaret ediliyor. “Biz, peygamberleri ancak müjdeleyiciler ve uyarıcılar olarak göndeririz. Kim iman eder ve kendini düzeltirse onlara korku yoktur. Onlar üzüntü de çekmeyecekler.” (En’am 6/48. Bir benzeri: A’raf 7/35)

 Kur’an farklı âyetler insanın kendini ıslah etmesine işaret ediyor. (Mâide 5/39)

Allah (c.c.) günahından sonra tevbe edip hatasından vazgeçenleri yani kendini ıslah edenleri affedeceğini söylüyor. (En’am 6/54)

İnkârda direnenler bu inatlarından vazgeçip tevbe ederlerse, davetin gereğini yaparlarsa affa uğrarlar. (Âli İmran 3/87-89. Nahl 16/119) Allah’ın indirdikleri apaçık hakiketleri gizleyenler laneti hak ederler. Ancak bundan pişman olup tevbe edenler, kendislerini ıslah edenler hariç. (Bekara 2/160)

Münafıklarda nifaklarından ve fitnelerinden vazgeçip ıslah olurlarsa mü’minlerin kardeşleri olurlar. (Nisâ 4/146) Hatta fuhuş yapanlar bu çirkin adeti bırakıp tevbe edip kendilerini ıslah ederlerse cezadan kurtulurlar. (Nisâ 4/16. Nûr 24/5)

Müslümanlar, kendilerine kötülük edenler bu kötülüklerinden vazgeçerlerse, veya aralarında anlaşma sağlanırsa artık intikam peşine düşmezler. Onlara düşen bulundukları yerde sağlanan barış ortamını korumak ve sürdürmektir. (Şûrâ 42/40)

Islahın ikinci yönü de dışarıya doğru olanıdır. Bu da aileden başlar topluma doğru yayılır. İman edip sâlih amel işleyen, yani sâlih olan bir mü’min, kendisi ‘vahy’ ile ıslah olduktan sonra ailesininin ve toplumun ıslahı için de çalışır.

Burada Kur’an’ın ‘muslih’ dediği aktif mü’minlerle karşılaşıyoruz.

 

  • Kur’an’da muslihler

Muslih; ıslah eden, düzelten, tamir eden, bir şeyi iyi ve doğru yapan, insanların arasını düzelten demektir.  Muslih aynı zamanda üretken insan demektir. (Kurtubi, 13/254’den.) !!!!  Böyle olunca da bir işleri düzgün, sağlam ve hemde kaliteli yapan demektir. O halde burada kabiliyet, kapasite, bilgi, beceri söz konusudur.

Kur’an’da mutlak muslih Allah’tır. İnsanlar da ıslah işiyle sorumludur. Öncelikle peygamberler, alimler, adaleti uygulayan yetkililer, din ve dünyalarında insanlara faydası dokunan ve yararlı işler yapabilen herkes bu kavramın içinde yer alır. Reşid Rıza, Menar 8/427’den.[14]

Muslih, müfsidin zıddıdır. Müfsid ne kadar olumsuz, yıkıcı, bozucu aktivetelerin yapısıcı ise, muslih de tam tersi, yapıcı, onarıcı, ıslah edici, düzeltici ve barış gönüllüsüdür.

Muslih; Allah’a karşı görevlerini yapmakla beraber insanların iyiye güzele doğruya varabilmeleri için onlara yardımcı olan kişi demektir. (Dumlu, Ö. Kur’an’da Salah Meselesi,  s: 165)

Toplum içinde muslihler olduğu sürece helak olmaz. “Rabbin, halkı muslihler olduğu halde, ülkeleri haksız yere helâk etmez.” (Hûd 11/117)

Toplumda sâlih olmak yetmez. Muslih de olmak gerekir. Sâlih kendisi için iyi, ama muslih hem kendisi iyidir, hem de başkalarının iyi olması, onların da ıslah olup sâlih insan olmaları için çaba gösternedir. Bu bir açıdan cihad faaliyetidir.

Sâlih iyi insan ve müslüman, muslih ise daha iyi insan ve daha iyi müslümandır. Sâlih pasif iyi, muslih aktif iyidir.

Muslih, içine kapalı bir kimse değil; dışa açık, dışa doğru faaliyet gösteren, kendi taddığı güzellikleri başkasına da taşıyan, kendi ne ile ıslah olmuşsa, onlarla başkasını da ıslah etmeye çalışan kişidir. Islah olmak kendisine ne kazandırmışsa başkalarının da aynı şeyleri kazanması için faaliyet gösterendir.

Muslih toplumu ,ıslah etmeye çalışırken, müfsid toplumu ifsat etme çalşır. Bu iki tip her toplum için bir gerçekliktir. Önemli olna kişinin bu mücadelede kimin safında yer aldığıdır.

Yetimlerle ilgili âyetin bir bölümünde şöyle deniyor: “… Kaldı ki Allah müfsidi muslih’ten ayırmasını bilir”.  (Bekara 2/220) Müfsid yetimlere eziyet edendir, onların hayrını istemeyendir, onların işlerine takoz koyandır. Muslih ise, onlara bakandır, işlerini ıslah edendir, yetişmelerine, sâlih insan olmlarına yardımcı olandır. Burada yetimler hakkında muslih olanın Kur’an diliyle övüldüğünü görüyoruz. 

Kur’an muslih olanlara ecirlerinin zayi olmayacağı müjdesini veriyor.  (A’raf 7/170) Şüphesiz müfsid olanla, muslih olan bir tutulmaz. (Sâd 38/28)

 

  • Islah ya da fesada karşı tavır

Kur’an hz. Şuayb’ın diliyle şöyle diyor: "Ama Allah’tan korkup sakının ve beni izleyin. Haddi aşanların isteklerine uymayın. Böyleleri ıslah etmedikleri gibi yeryüzünde fesad çıkarmaktan geri durmazlar.” (Şuarâ 26/152)

Buna karşı muslih olanlar, ıslah etmeye, düzeltmeye, onarmaya, iyilik tarafına bakmaya, barıştırmaya, uzlaştırmaya, fitne ve fesad olan şeylerden uzak durmaya çalışırlar. 

Kur’an ‘mü’minlerin veya hata yapanların kendilerini düzeltmeleri gerektiğini emrettiği gibi, yerine göre başkalarını da ıslah etmeyi bir görev olarak onlara yüklüyor.  

Pek çok konuşmanın bir değeri yoktur. Pek çok lakırdı havada uçuşur gider. Kur’an insanların arasını düzeltmeye (ıslaha) çabalayanların konuşmalarının değerli olduğunu söylüyor.  (Nisâ 4/114)

Bu konuda peygamberler mükemmel örnektir. Peygamberler hem sâlih hem de muslih idiler. Muslih olmak da zaten onların peygamberlik görevidir.  Kendileri maslahat olan şeyleri yapmışlar, mefsedet olan şeylerden uzaklaştılar, salih ameller işleyip salih kullar oldular. Hitap ettikleri insanlara maslahatı kazandırmak, mefsedetten uzaklaştırmk için çaba göstererek muslih oldular. (Hûd 11/88)

Peygamber (s.a.s.) buyurdu: “Dikkat edin size oruç, namaz ve sadakadan daha üstün olanı bildireyim mi? Dedi. Sahabeler: Evet deyince. “Kişilerin arasını düzeltmektir (ıslah). Zira kişilerin aralarını bozmak (imanı kökünden) kazır.”[15]  

Saliha’nın çoğulu salihâttır. Bu da salih ameller, bir başka deyişle ıslah edici iyilikler demektir. Kur’an bunu 63 yerde ve genelde iman ile birlikte kullanıyor. Bir de hasenât kavramı var. Bu hem sevap kazandıran amelleri, hem de bizzat sevabı ifade eder. Kur’an şöyle diyor: “Kim bir hasene ile gelirse ona onun on misli ecir (ödül) vardır.” (En’am 6/160) Salihâtın karşılığı bire on değil doğrudan cennettir. “Kim -kadın ve erkek farketmez- iman ettiği halde salihat işlerse işte onlar cennete gireceklerdir.” (Nisâ 4/124)

Hasenât tıpkı sâlih olmak gibi kişinin kendisine dönük olan iyilik, salihât ise sonuçları başkasına dönük iyiliktir.  Hak ve sabır üzere olmak hasenât, bununla yetinmeyip başkalarına bunları ulaştırmak salihâttır. Allah’ın razı olacağı ve sevap vadettiği amelleri işlemek hasenât, bunları başkasına ulaştırmak, ya da başkalarının da bunları yapmasınna yardımcı olmak salihâttır. Hasenât olan amelleri bir mü’min başkasının faydasına olacak şekilde yerine getirirse bu salihât olur. Salihât öznesiyle birlikte başkalarını da kuşatan ve onu iyi yapan iyiliklerdir. Salihât şahsıyla birlikte başkalarını da iyi etmeye, başkalarına da iyilik götürmeye çalışmaktır.

Salihât bir ıslah faaliyetidir. Islah çabası hak talebinden daha önceliklidir. Zira ıslah çabası toplumsal, hak çabası bireyseldir. Bireysel bir hak talebi sadece sahibine yarar. Ama toplumsal bir ıslah çabası, çabanın sahibiyle birlikte topluma yarar. Gök kubbede hoş bir seda bırakacak olan da salihâttır.  “Baki kalacak olan salihât, Rabbinin katında sevapça daha hayırlı ve kazanç bakımından daha üstündür”. (Meryem 19/76) “Bana hasenat yeter” deyip salihâtı işlemeyen yani ıslah çabasında bulunmayan müslüman yine de iyidir. Ama pasif iyidir. Mü’min daha iyi olmak ve kalıcı olan sonucu elde etmek istiyorsa, aktif iyi olmalı.[16] Yani ıslah görevini de ihmal etmemeli. Her nerede olursa olsun, şartların getirdiği kadar, gücü yettiği kadar, usûlüne göre ıslah faaaliyetlerine devam etmeli.

Mü’minler, öncelikli olarak kendileri ıslah olmak ve fesat işlerden uzak durmak zorundadırlar. Sonra da birbirlerine destek olarak fitne ve onun bir benzeri olan fesada karşı mücadele etmeliler. Onlar, fesada ve fitneye yol açacak davranışlara fırsat vermezler. Fesatçılara karşı direnirler, onların ifsatlarını kolaylıkla yapmaları için meydanı boş bırakmazlar

Müslümanlar, fitne ve fesadı önlemek üzere müfsitlerin (bozguncuların) peşlerinden gitmezler, onlara ve onların sistemlerine, fikirlerine, eylemlerine hiç bir şekilde destek olmazlar. (A’raf 7/142) Onlar akıllı insanların yaptığı gibi yaparlar: Fesat zihniyetini iyi tanırlar ve onunla mücadele ederler. (Ra’d 13/22)  

Yeryüzünde fesada sebep olan münafıklar ve inkârcılar birbirlerine her konuda –özellikle fesat çıkarma işinde- birbirlerinin yardımcılarıdır. Toplumun huzurunu bozan bu müfsitlere (fesatçılara) karşı ıslah edicilerin-muslihlerin (huzuru veya sulhu sağlayanların) işbirliği yapmaları gerekir. Eğer bunu yapmazlarsa yeryüzünde fitne ve fesat devam eder. Hatta daha da yaygınlaşır. Bu fitne ve fesat günün birinde fesada karşı kılını bile kıpırdatmayan kimseleri de vurur. Kur’an diyor ki: “Kafir olanlar bile birbirlerinin yardımcılarıdırlar. Eğer siz bunu yapmazsanız (birbirinize yardım etmezseniz) yeryüzünde bir fitne ve bir büyük fesat olur.” (Enfal  8/73)

 

  • Son söz

Bir mü’min öncelikle kendisi ıslah etmeye devam etmeli. Bu faaaliyet ölene kadar sürer. Zira ömür bir kemâlât (olgunluk) yarışıdır. Daha iyi olmanın sınırı yok. Mü’min ikinci olarak çocuğu varsa onları iyi yetiştirmeli. Ahlâklı, edepli, muttaki, iki dünyalı yaşayan, hak ve hukuku bilen ve iyilikler için çalışan birer fert olarak yetiştirmeli. Mü’min üçüncü olarak toplumun ıslahı için çalışmalı. Bu insan yetiştirmeye katkıda bulunmaktan, hayırlı işlere destek olmaya kadar geniş bir alanı olan bir faaliyettir. Müslüman toplumun ılsahı için çalışmalıyım diyorsa İslâmın fesad dediği ve yukarıda bir kısmını saymaya çalıştığımız ifsad edici işlerden uzak olmalıdır. Ki en önemli ıslah bence budur. Bunun yanında toplumdaki hayırlı faaaliyetlere katılmak, maddi ve manevi yardımda bulunmak, fitnelere, asabiyete, grupçuluğa düşmemek, insanları hayra davet etmek, iyilik ve takva olan yarışlara katılmak, iyi olan şeyleri teşvik, kötü olan şeylere usulüne ve yerinde engel olmaya çalışmak toplumsal ıslaha yardım etmektir. 

Allah (cc) mü’minleri müfsid olmaktan sakındırıyor:

“... ve Allah nasıl sana iyilikte bulunduysa, sen de (başkalarına) öyle iyilikte bulun; ve sakın yeryüzünde bozgunculuk çıkarmaya çalışma. Çünkü, şüphesiz, Allah müfsidleri  sevmez!” (Kasas 28/77)

Allah (c.c.), müslüman ümmeti nitelendirirken şöyle buyurmaktadır:

Siz, insanlar için ortaya çıkarılmış en hayırlı ümmetsiniz, iyiliği emreder, kötülükten sakındırır ve Allah'a inanırsınız...” (Âli İmran 3/110)

“… Eğer Allah’ın insanların bazısını diğer bazısı ile def’ etmemiş olsaydı, yeryüzü fesada uğrardı. Ve fakat Allah bütün varlıklara karşı sınırsız lütuf sahibidir.” (Bekara 2/251)

Müfsidlerin fesadlarını savacak olan da, insanı, aileyi ve toplumu ideal bir şekilde ıslah edecek olan da,  barış ortamının kurulması için çaba gösterecek olan da insanlar arasında çıkartılmış en hayırlı ümmettir, mü’minlerdir.

 

22.12.2015

Zaandam-Hollanda

 

[1] İbni Manzur, Lisânu’l-Arab, 11/180. el-Isfehânî, R. el-Müfredât, s: 571

[2] Abdülbâki, M. F. El-Mu’cem, ‘fe-se-de’ md. s: 518-519

[3] Kutluer, İ. TDV İslâm Ansiklopedisi, 12/417)

[4] TDV Meali Açıklaması, s: 508

[5] İslâmoğlu, M. Hayat Kitabı Kur’an, 1/13

[6] Kutluer, İ. TDV İslâm Ansiklopedisi, 12/417

[7] Ece, H. K. İslâmın Temel Kavramları, s: 178

[8] Kutluer, İ. TDV İslâm Ansiklopedisi, 12/417

[9] Dumlu, Ö. Kur’an’da Salah Meselesi; s: 34

[10] Buhârî, İman/39. Müsned, 5/270

[11] İbni Manzur, Lisânu’l-Arab, 8/267. Cevherî, Ali. b. M. es-Sıhah, 1/564

[12] Dumlu, Ö. Kur’an’da Salah Meselesi; s: 25

[13] Dumlu, Ö. Kur’an’da Salah Meselesi; s: 127-128

[14] Dumlu, Ö. Kur’an’da Salah Meselesi; s: 157

[15] Ebu Dâvud, Edep/58. Tirmizî’de şu ilave var: “Ben saçı traş eder demiyorum, fakat dini mahveder diyorum.” (Tirmizî, Kıyâmet/56)

[16] İslamoğlu,M. Pasif İyiden Aktif İyiye, s: 34-37

 

Hüseyin K. Ece

 

Kur'ani Hayat Dergisi, Ocak-Şubat 2016 Sayı: 45