Örtünme; sıcaktan veya soğuktan korunmak için giyinme ihtiyacından önce utanma duygusunun gerektirdiği fıtrî bir ihtiyaçtan, daha çok mânevî içerikli bir mahremiyet ihtiyacından kaynaklandığı ve örtünmenin insanlık tarihi kadar eski olduğu söylenebilir. Buna göre hem mânevî hem maddî anlamı ve boyutuyla örtünme tamamen insanî bir eylemdir.[1]  

Hangi amaçla olursa olsun elbise olgusunu insan için var eden Allah’tır. Bu, elbise giyme ihtiyacını, elbise yapılan bütün malzemeleri, o malzemelerden envai çeşit elbise yapabilme yeteneğini kapsar. “Ey Âdemoğulları, Biz sizin çirkin yerlerinizi örtecek bir elbise (libas) ve size ‘süsü’ kazandıracak bir giyim indirdik (var ettik)…» (Â’raf/26)

İlk insanların yeryüzüne cennet elbiselerinden mahrum geldikleri gibi, her doğan da çıplak doğar, sonra Allah’ın elbise ikramıyla çirkin yerlerini örtecek, süslenecek ve kendini koruyacak elbiseler edinir.

Kur’an cennetliklerin özel cennet elbiseleri giyeceklerini ve o elbiselerin ipekten olduğunu söylüyor. (Hacc 22/23. Fatır 35/33. İnsan 76/8)

Nefsin hevâsının (aşırı isteklerinin) veya karşı cinse şehvetin söz konusu olmadığı cennette bile elbise olduğuna, ipekten elbisenin cennetliklere bir mükâfat, bir ikram olarak sunulduğuna göre, elbise hem kendisi değerlidir, hem de kendilerine ödül olarak verilen kimseler. Bu aynı zamandan henüz sağ olan insanlara giyinme konusunda bir çağrıdır.

“Çıplaklık şeytandandır ya da çıplaklık şeytanı razı eder” desek yanlış olmaz.

Kur’an bütün insanları bu konuda şöyle uyarıyor: "Ey Âdemoğulları. Şeytan, ana-babanızı, çirkin yerlerini onlara göstermek için elbiselerini soyarak cennetten çıkardığı gibi, sizi de (şaşırtıp) bir belaya düşürmesin! Çünkü o ve kabilesi, sizin onları göremeyeceğiniz yerden sizi görürler…” (A’raf 7/27)

Şeytan, Âdem ile eşini cennette ve sonsuz nimetlerin içinde iken yaklaşılması dahi yasak olan ağacın meyvesinden yemelerini teşvik etti. Âdem ve eşi o ağacın meyvesinden yediler. Allah’ın uyarılarını unuttular. Ancak bunun sonunda cennet elbiselerinden, daha sonra da cennetten (şimdilik) mahrum kaldılar. Çıplaklıkları ortaya çıktı, ayıp yerleri aşikâr oldu. Bundan utandılar, çekindiler, sığınılacak bir örtü, arkasına saklanabilecekleri bir dulda aradılar ve cennet yapraklarıyla örtünmeye çalıştılar. (A’raf 7/22. Tâhâ 20/121)

Yani yasağı çiğnemekle kendilerini koruyan, güzelleştiren ve mutlu eden cennet elbiselerinden mahrum kaldılar.

Bu olay da bize elbise giymenin/örtünmenin fıtrî olduğunu haber vermektedir. Kur’an zımnen usulünce giyinmek hem âdemiyyete, hem cennet hayatına, hem Allah’ın rızasına uygun demektedir.  

Hatta Allah (cc) insanları güzel ve temiz giymeye davet ediyor. Bu da elbise giymenin insan varlığının ayrılmaz bir parçası olduğunu, çıplaklığının bu gerçeğe uymadığını gösterir.

“Ey Âdemoğulları! Her mescitte (ya da ibadet ederken) ziynetinizi takının (güzel ve temiz giyinin). Yiyin için fakat israf etmeyin. Çünkü O, israf edenleri sevmez.” (A’raf 7/31) Bazı Kur’an yorumcularına göre bu âyet Kâbe’yi avret yerleri açık halde tavaf eden Araplar hakkında nâzil oldu. Burada tavaf ve namaz gibi ibadetlerin ifası sırasında öncelikle avret yerlerinin örtülmesinin emredilmektedir.[2]

-Kur’an’da örtünme ile ilgili kelimeler

Kur’an’da bazı kelimelerin örtünme, giysi, elbise manalarında veya doğrudan tesettürle ilgili olarak kullanıldığını görüyoruz.

a-Libâs (çoğulu elbise):

Libas (elbise)’: ‘lebise’ fiilinin masdarıdır. ‘Lebise’, elbise giymek, örtünmek demektir. ‘Libas, lübsü veya lebus’ ise; kişinin kendisiyle örtündüğü şeydir.[3]  

Bu kelime Kur’an’da daha çok fiil anlamıyla farklı formlarda kullanılıyor.

Libâs; insanı çirkin bir iş yapmaktan örtüp saklayacak her türlü şey hakkında kullanılır.  Bu sebeple koca Kur’an’da, hanımını çirkin bir işe kalkışmaktan alıkoyduğu ve ondan çevirdiği için bir « libas » olarak ifade edilmiştir. “... Onlar sizin için bir elbise gibidirler ve siz de onlar için bir elbise gibisiniz…” (Bekara 2/187) Çünkü erkek hanımını çirkin işlerden alıkoyar, korur, hanım da kocasını hanımı için aynı şeyi yapar.

Eşler iki açıdan birbirinin elbisesidir: Bir taraftan elbise gibi birbirine sarılırlar, diğer taraftan elbisenin ayıpları örtmesi, soğuk ve sıcaktan koruması gibi, eşler diğerinin hâlini gizleyip örter, namusunu muhafaza edip günahlardan korur.

Allah (cc) geceyi tıpkı elbise (libas) gibi her şeyin üzerini kapatan bir örtü yaptığını haber veriyor: “Sizin için geceyi bir örtü, uykuyu bir dinlenme hali kılan ve her (yeni) günün (sizin için, adeta) yeni bir diriliş olmasını sağlayan O'dur.” (Furkan 25/47. Bir benzeri: Nebe’ 78/9-10) Elbise nasıl bedeni sararsa, onu korursa, ona bir kişilik kazandırırsa, gece de yeryüzünü sarar, her şeyi örter, gündüzün değerini artırır ve insanların istirahat etmeleri için uygun ortam hazırlar.

-Libâsu’t-takva (takva elbisesi):

Kur’an, takvayı (Allah’a karşı karşı sorumluluk bilinciyle hareket etmeyi) insanı her yönden koruyan, kollayan, onu şahsiyetli gösteren güzel ve hayırlı bir elbiseye benzetiyor:

“Ey Âdemoğulları, Biz sizin çirkin yerlerinizi örtecek bir elbise (libas) ve size ‘süsü’ kazandıracak bir giyim indirdik (var ettik). Takva elbisesi (takva ile kuşanıp-donanmak) ise, bu daha hayırlıdır. Bu Allah’ın âyetlerindendir. Umulur ki öğüt alıp-düşünürler.” (Â’raf/26)    

Takva en elbiselerin en güzeli, en hayırlısıdır. İnsanların pek çoğu dış görünüşe, giysilerine, ziynetlenmeye pek önem verirler. Elbiselerinin düzgün, yeni ve pahalı olmasıyla kişiliklerin değer kazandığını zannederler. Bedeni örtecek, onu sıcaktan veya soğuktan koruyacak, ya da ona gerçekten bir kişilik kazandıran elbiseler, süs unsurları elbette birer nimettir. Ancak asıl hayırlı olan elbise takva bilincidir. Çıplak bedenlerin örtünmesini, çirkin yerleri kapatan, çirkin davranışları önleyen, şeytanın hilelerinden koruyan takva şuurudur.

“Takva”; bir anlamda dini örtüsünü üzerine alıp onunla korunma, onunla dini hayatına zarar verecek şeylerden sakınma; bunun tersi “fücûr” ise din örtüsünü sıyırıp atarak, alabildiğine günahlara ve hatalara dalmak, dini hayatına zarar veren şeylerden korunmasız kalmak demektir. Mü’min “din örtüsü-takva elbisesi” ile korunur, onunla temiz fıtratını savunur, onunla edeb dışı işlerden kendini muhafaza eder. O örtü onun için zırh veya sağlam bir kale gibidir.  

Yukarıdaki âyet giyinmeyi ve onunla dış görünüşü süslemeyi ön plana çıkarıyor. Avret yerlerini örten elbise ile insana bir biçim kazandıran ve onu süslü gösteren elbisenin iki yönü vardır. Birincisi; zaruri örtünme, ikincisi ise olgunluğu tamamlayan fazlalıktır. Her ikisi de en hayırlı elbiseye işaret ediyorlar. O da, hem görünen, hem de görünmeyen avreti örten ve böylece kişiye her türlü güzelliği sağlayan takva elbisesidir.

-Libâsu’l-cûi’ ve’l-havf (açlık ve korku elbisesi) :

Kur’an, Allah’ın nimetlerine karşı nankörlük yapan bir şehir halkına verilen cezayı “Libâsu’l-cûi ve’l-havf-açlık ve korku elbisesi” olarak niteliyor. “Allah, şöyle bir kenti misal verdi: Orası güven ve huzur içinde idi. Oraya her taraftan bolca rızık gelirdi. Fakat Allah’ın nimetlerine nankörlük ettiler; bu yüzden yaptıklarına karşılık, Allah onlara Libâsu’l-cu’ ve’l-havf’ı (açlık ve korku elbisesini) taddırdı. (Nahl 16/112)

Burada şehir halkının durumunu canlı tablo halinde gösterebilmek için ‘açlık ve korku’ bir elbiseye benzetildi. “Falanca kişi fakirliği gömlek gibi giydi, açlığı örtündü” örneği de buna benzemektedir.[4] 

Burada teşbih ve temsil yoluyla açlık ve korkuyu bir elbiseye benzetmiştir. Bu kullanım arapların « Falan kişi fakirliği, muhtaçlığı bir zırh gibi giydi, kuşandı ya da onu elbise gibi büründü » anlamında « lebise’l-cûi »  sözleriyle uygundur.

Bu Arapçada deyimsel bir ifadedir ve kişiyi bir elbise gibi saran kuşatıcı felâketi ifade eder. Araplar arasında insanlara bir zorluk dokununca “falanca zorluğu ve zararı taddı”, veya “ona azap taddırıldı” denir. Burada zarar ve elemin etkisini duyma olayı, tadı acı veya kötü bir yiyecek yedikten sonra hissedilen şeye benzetildi..

Elbise bedeni kuşatır, örter. Açlık ve korku elbisesini tadmak, elbiseyi giymek ve örtünmekle gerçekleşen kuşatıcılık gibidir.  Sanki şöyle denilmektedir: Allah (cc) o belde halkı açlık ve korku yönünden  uğratıldıkları felâket onlara (acı) bir tad gibi taddırdı.  Bu iki anlatım şekli de şüphesiz ki açlık ve korku sıkıntısının kuşatıcılığını ifade eder.[5]

Açlık ve korku elbisesi, şüphesiz ki sembolik bir anlatımdır. Elbise bedene giyilir ama, onun sıcak veya soğuktan koruması, çepeçevre kuşatması ve bedeni örtmesi duygularla duyulur. Yeni veya pahalı bir elbisenin insanda uyandırdığı duygularla, yırtık-pırtık, eski ve kirli bir elbisenin uyandırdığı duygular aynı değildir.

Âyetin ifade ettiği açlık ve korku elbisesi, Muhammed Esed’in de yerinde tesbiti gibi, toplumu saran, etkileyen, tedirgin eden kuşatıcı felâketlerdir.[6]

-Sevb (çoğulu ‘siyâb veya esvâb):

Bunun aslı olan “se-ve-be” fiili; bir nesnenin önceki durumuna geri dönmesi demektir. Elbiseye de “sevb” denilir. Zira bunda eğrilmiş ip kendisi için düşünülmüş, tasarlanmış (elbise) haline geri döner. Aynı kökten gelen “sevab », insana geri dönen amellerin karşılığı demektir. (Âli İmran 3/148, 195. Mâide (5/60)[7]

Sevb”; insanların bedenlerini örtmek için kullandıkları çeşitli maddelerden yapılan örtünün genel adı. Mecâzen iffet ve temiz olma manasında da kullanılır. Mesela “Falanca temiz elbiselidir” demek ayıptan uzaktır demektir. Kişinin amelinden kinâye olarak da kullanılır.

Bir hadiste geçtiğine göre; “Kişi sevb’i (ameli) ile birlikte diriltilir” deniliyor. Nitekim pek çok müfessire göre Müdessir 4. âyette Peygambere hitaben geçen “Elbiseni temizle” emri, “amellerini (işlerini) ıslah et” demektir. Ya da “ahlâkını güzelleştir, kalbini temizle” anlamındadır. Klasik tefsirlerin çoğu sevb ve çoğulu siyâb kelimesinin mecâzen elbisenin örttüğü şeyi, yani kişinin bedeni veya daha geniş anlamda onun ‘kişiliği’ni veya ‘kalbi’ni yahut hatta onun ‘ruhî durumunu’ ya da davranış tarzını gösterdiğine işaret ederler.[8]  

‘Siyâb (elbise)’ Kur’an’da cehennemliklerin ateşten elbiseleri manasında (Hacc 22/19) Cennetliklerin yeşil ve ipekten giysilerini nitelemek üzere (İnsan 76/21. Kehf 18/31), müslümanların günlük kıyafetlerini anlatmak üzere (Nûr 24/58), Peygamberi dinlememek için elbiselere bürünmelerini (Nuh 71/7), inkârcıların elbiselerine bürünerek yaptıklarını Allah’ın bildiğini anlatmak için (Hûd 11/5), müslüman kadınların elbiselerini nitelemek üzere (Nûr 24/60) geçmektedir.

- Hımâr (çoğulu; humur): 

Bunun aslı hamr’dır. Bu da bir nesneyi şeyi örtmek, gizlemek, ya da saklamak demektir. Mesela kapların ağzını örtmeye de aynı kelimenin fiili kökü kullanılır. “Hammertü’l-inai-kabın üstünü örttüm” denilir.

Aynı kökten gelen ve “topluluk, kalabalık” mânasına gelen “hımâr/humâr, humre” kelimeleri kalabalığa karışmak, dolayısıyla “dikkat çekmemek suretiyle kendini gizlemek” demektir.[9] Aklı gideren/örten, aklın sağlıklı kullanımını engelleyen sarhoşluk verici şeylere ‘hamr’ denir.

Hamr Kur’an’da altı defa yer alır. Bunlardan dört tanesi sarhoşluk veren içki anlamında; Ey iman edenler! (Aklı örten) içki (ve benzeri şeyler), kumar, dikili taşlar ve fal okları ancak, şeytan işi birer pisliktir. Onlardan kaçının ki kurtuluşa eresiniz. Şeytan içki ve kumar yoluyla ancak aranıza düşmanlık ve kin sokmak; sizi, Allah'ı anmaktan ve namazdan alıkoymak ister. Artık (bunlardan) vazgeçtiniz değil mi?” (Mâide 5/90-91. Ayrıca bkz: Bekara 2/219. Yûsuf 36, 41) bir tanesi cennetteki ırmakların tadını nitelendirmek üzere gelir. (Muhammed 47/15)

Kendisiyle örtünülen şeye de “hımar” denir. Buradan hareketle kadınların başını örttükleri şeye isim olmuştur.[10]

Hımâr kelimesine bunun dışında atkı gibi bir mâna verilmesi Arap dili ve geleneği açısından mümkün değildir. Boyutları, şekli, bağlanma biçimi konusunda farklı yaklaşımlar varsa da tesettür  âyetinde kelimenin baş örtüsü anlamına geldiği kesindir.[11]  

 ‘Hımar (başörtüsü)’ Nûr 31. âyette çoğul (humuruhinne) olarak geçmektedir.

-Cilbâb (çoğulu celâbîb):

Kadının elbiselerini baştan aşağıya örttüğü milhafe/çarşaf gibi şey, milhafeden biraz küçük geniş bir kadın giysisi. Cilbâb, normal elbisenin üzerine giyilen dış bir örtüdür. Cilbâb doğrudan başörtüsü (hımar) olarak veya başörtüsünden geniş, ridadan dar/küçük olup kadının başını ve göğsünü örten bir giysi diye de tanımlanır.[12] Müslüman kadın evinden dışarı çıkacağı zaman kendisiyle örtündüğü, başörtünü, elbiseyi ve gömleği de kapsayan dış esvaptır.[13]

Kelimeye çarşaf/çar manası verenler de olmuştur. Bu anlamın sözlükte dayanağı olsa bile cilbâb kelimesine yalnızca çarşaf demenin ilmi bir dayanğı yoktur. Bazılarının “evlerde oturma ve zaruret olmadıkça dışarı çıkmama” emri Peygamber hanımların mahsus olduğu halde, bunu genelleştirip, kadınların tesettüre ek olarak ayrıca cilbâb giymeyi devamlı bir farz haline getirmeleri, dini bir gerekçeden çok içinde yaşadıkları toplumun adet ve değerlerine, ya da bazılarının aşırı kıskançlığına bağlamak gerekir.[14]

Cilbâbın kökü olan “ce-le-be” bir şeyi bir yerden  başka bir yere sürüklemek demektir.[15] ve Kur’an’da bir âyette geçmektedir. (İsrâ 17/64)

Hayızdan kesilmiş/çocuk doğurma ümidi kalmamış kadınların siyâblarını çıkarmalarında sakınca olmadığını ifade eden âyette (en-Nûr 24/60) geçen siyâb kelimesi de cilbâb veya ridâ şeklinde açıklanmış.

Klasik literatürde cilbâbın, dolayısıyla giyim şeklinin ne olduğu konusunda farklı yaklaşımlar yer alsa da baş örtüsü gibi zorunlu bir giysi olduğu yeterince açık değildir. 

Müslüman kadın için önerilmiş somut ve sabit bir dış kıyafet biçimi bulunmadığından dış kıyafet/cilbâb İslâm toplumlarında zamana ve mekâna bağlı olarak değişiklikler göstermiş, çok defa farklı isimlerle anılmıştır.

Aslolan kadının vücut hatlarını belli etmeyecek, tesettürün temel amacını gözetecek biçimde giyinmesi olunca dış kıyafetin şekli ve rengi pek fazla gündeme gelmemiştir.[16]

Kaynakların haber verdiğine göre vahyin indiği dönemde Medine evleri dar ve tuveletsiz idi. Kadınlar ihtiyaç için bazen geceleri dışarı çıkarlardı. Bu durumu fırsat bilen münafıklar ve kötü niyetli kimseler onlara sözle ve elle sarkıntılık ederlerdi. Yakalandıkları zaman da “biz onları câriye sandık” derlerdi. Bu mazereti ortadan kaldırmak üzere kadınların dışarı çıkarken cilbâb giymeleri emredildi.[17]

  1. Karaman, buradan hareketle Ahzab 59daki cilbâb giyme emrinin asayişi korumaya ve tacizi önlemeye yönelik geçici bir tedbir olduğunu, toplumda câriye kalmayınca, ya da hür-câriye farkını ortaya koyacak başka işaret bulunduğunda, yahut tacizi önleyecek başka tedbirler alınınca tesettürün dışında ayrıca dış elbise (cilbâb) giymeye gerek olmadığını söylüyor.[18]

“Hicâb ve cilbâb” emrinin câriyeleri değil hür müslüman kadınları ilgilendirdiği konusunda âlimlerin görüş birliğine vardığı kaydedilir. Örtünme konusunda hür kadınla câriye arasında fark bulunmadığını İbn Hazm söylemiş ve diğerleri de onu izlemiştir.[19] Dolaysıyla cilbab bugün, müslü,man kadınların tesettür emrine uyacak şekilde bulundukları yerde, eldeki teknik imkanlarla üretilen, örfde mevcut olan, rengi ve tipi giyine göre değişebilen, çok albenili ve teşhir amacı taşımayan her tür dış elbisedir desek yanlış olmaz.

“Cilbâb” çoğul halinde (celâbîb) Ahzâb 59. âyette geçmektedir. 

-Hicâb: 

Bun aslı “ha-ce-be” fiilidir. Bu da bir şeye ulaşılmasına engel olmak demektir.[20]

Bugün pek çok İslâm ülkesinde tesettür anlamında kullanılan ‘hicâb’, Kur’an’da sekiz âyette geçmektedir. Ancak hiçbiri bildiğimiz tesettür manasında değil. Daha çok perde, engel (mania), örtü, kapalı olmak manasındadır.

Mesela, cennetliklerle cehennemlikler arasındaki perde (A’raf 7/46), inkârcıları ile Kur’an daveti arasındaki engel (Fussilet 41/5), Kur’an okunduğu zaman onunla âhirete inanmayanlar arasında oluşan engel (İsrâ 17/45), Hz. Meryem ile ailesi arasındaki perde veya mesafe (Meryem 19/17), Hz. Süleyman atları sevdikten sonra onların gözden uzaklaşarak  görünmez olmaları (Sad 38/32), Allah’ın (c.c.) bir insanla ancak vahiy yoluyla veya perde arkasından konuşması (Şûrâ 42/51) hep ‘hicâb’ kelimesiyle anlatılıyor.

Günümüzde bazıları müslüman kadını şer’i ölçülere uygun elbisesine “hicâb” diyorlar. Halk arasında da bu yanlış kullanıma rastlanmaktadır.  Hicab’ın geçtiği âyetlerde bu kelime; iki şeyin arasını ayıran, birbirini görmeyi imkansız kılan engel anlamındadır. İnsanın giydiği, hele hele şer’i elbise için kullanılması asla doğru değildir. Zira cinsi ne olursa olsun kadının yüzü dahil tüm bedenini örtse bile giydiği elbise etraftan görülmesi engellenemz.  “Onlardan hicab arkasından isteyin” âyetin geçen, evde erkeklerle kadınların arasını ayırmak için çekilen perdedir.[21]

M.Mutahharî’ye göre “hicâb”a örtünme anlamının verilmesi muhtemelen perdenin de bir şeyi örtmesinden dolayıdır. Ancak sözlük anlamın bakarsak her örtünme hicâb değildir.

O diyor ki: “Keşke bu kelime değişmeseydi ve biz hep “setr-tesettür” kelimesini kullansaydık. Zira hicâbın yaygın manası perdedir. Biz bunu kadının örtünmesi konusunda kullanırsak; kadının perde arkasında bulunması gerektiği zannedilir. Bu yüzden bazıları müslüman kadınların hep perde arkasında, yani genellikle evlerinde kalmaları gerektiğini anlamışlar.”[22]  

Hicâb kelimesi doğrudan “yüz örtüsü” veya “peçe-nikab-burka” manasını da taşımaz.

 Ahzab 53de geçen “hicab” aslında iki şey arasına giren veya iki şeyi birbirinden ayıran, gizleyen bir nesneyi ifade eder. Bu nesne hem soyut hem de somut anlamıyla bir engel, perde, örtü veya duvar olabilir. Bu çerçevede hicâb kelimesinin Hz. Peygamber’in eşlerine gösterilmesi gereken derin saygıyı ima ettiği de söylenebilir.[23]

Bu âyetin nüzûl sebebi ile ilgili kaynaklarda bir kaç rivâyet var.

Medine döneminde İslâm düşmanlarının Peygamber’in hanımlarını da hedef alarak müslümanlar arasında karışıklıklar çıkarmaya başladıkları anlaşılmaktadır. hz. Aişe’ye münafıklar tarafından atılan iftira bunun en açık örneğidir. Hicâb âyetinin hicri 5. yılda Zulka’de veya Zilhicce ayında nâzil olduğu rivâyet ediliyor.[24]

Peygamberin evine bir şey sormak, yemek yemek vaya bir şey istmek için iyi ve kötü tipte insanların gelmesi bazı sahabeleri rahatsız etti. Bunun üzerine  Peygamber hanımlarının diğer kadınlar gibi olmadıkları âyetlerle açıklanırken onlara bazı farklı emir ve yasaklar konmuştur.[25]

Hz. Aişe’den gelen bir rivâyete göre hz. Ömer’in “Ey Allah’ın elçisi senin evine iyi insanların yanında kötü (niyetli) insanlar da girip çıkıyor. Bu yüzden, eşlerine perde arkasında durmalarını söylesen” demesi üzerine nazil olmuştur.[26]

İbni Mes’ud’dan nakledilen başka bir rivâyete göre ise hz. Ömer peygamberin eşlerinin huzuruna yabancı erkeklerin çıkmamaları gerektiğini söylemiş. Fakat hz.Peygamberin eşi Zeyneb binti Cahş; “Ey Hattabınn oğlu, bizi kıskanmak sana mı düştü? (Dikkatini çekerim) vahiy bizim hânemize nazil oluyor” diye tepki göstermiştir. Bunun üzerine Ahzab 53.  âyet nâzil oldu.[27]

Enes b. Mâlik “Hicâb âyetinin inişini en iyi bilen benim” demiş şöyle anlatmış: “Peygamber (sav) Zeyneb binti Cahş evlendiği günün akşamı bir velime (düğün yemeği) vermişti. Yemek sonra davetlilerden bir grup kalkmadı ve uzun müddet oturdular. Rasûlüllah kalkıp dışarı çıktı, ben de onunla beraber çıktım. Bunu kalksınlar diye yaptı. Aişe’nin kapısına kadar kadar gelip misafirlerin kalktığını zannederek geri döndü. Ben de döndüm. Ancak içeri girdiğimizde hâlâ kalkmadıklarını gördük. Rasûlüllah tekrar çıktı. Herhalde bu sefer kalkmışlardır düşüncesiyle geri döndü.  Bu sefer gitmişlerdi. Rasûlüllah aramıza bir hicâb (perde) gerdi. Çok geçmeden “hicâb âyeti” indi.”[28]

Hz. Ömer’in “Rabbim bana üç hususta muvafakat etti” sözünün Buhârî ve diğer sahih kitaplarda kayıtlı olması, yine bir çok kaynakta hz. Peygamber’e yukarıdaki teklifi götürmesi âyetin özellikle hicâbla ilgili kısmının hz. Ömer’e ilâhi bir muvâfakat olarak vahyedildiğini göstermektedir.[29]

“Hicâb, erkeklerin kadınları görmesini engellediği gibi kadınların da erkekleri görmesini engeller. Bize göre hicâb Peygamberin hanımlara hastır, libas ise herkesin giydiği giysidir.  Peygamber  hanımları da bir ihtiyaç için dışarı çıktıkları zaman şer’i ölçülerde giyerlerdi. Buna da hicâb denmezdi. Hicâbın, peygamber hanımlarının ev içinde yabancı erkeklere karşı riayet ettiği bir edeb olduğu kanaatindeyiz. Bu edeb de başka bir edebin uzantısı olarak gelmişti: “evlerinizde vakarla oturun...”  âyetinde olduğu gibi evlerinde saygınlığı koruyacak şekilde oturmaktır.[30]

Hicâb âyeti geldikten sonra Peygamber eşleri yabancı erkeklerle perde arkasından konuşmaya başladılar. Bunu dışarı çıktıkları zaman da cilbâblarıyla yaptılar.[31]  

Ahzâb 53. âyette geçen ‘hicâb’ Peygamberin evine misafir olmakla, onun hanımlarından bir şey istemekle ilgili olsa da, müslüman toplumda kadın erkek ilişkilerine bir ölçü getirmektedir. 

-Tesettür: 

Tesettür kelimesinin aslı ‘se-te-ra’ fiilidir. Bu da bir şeyi örtmek, gizlemek demektir.[32]

‘Se-te-ra’ fiili üç âyette farklı formlarda geçiyor. Birincisi gizleme manasında ‘testetirûn’ şeklinde (Fussilet 41/22), ikincisi ‘sitran’ şeklinde siper manasında (Kehf 18/90), üçüncüsü ‘mestûra’ şeklinde perde, ya da örtü üzerine örtü anlamında (İsrâ 17/45).

Aynı kökten gelen ‘settâr’ örten demektir. Ayıpları ve kusurları çok örten, çok affeden anlamında Allah (cc) hakkında kullanılır ama Kur’an’da, hadis kaynaklarının verdiği Esmâu’l-Hüsnâ listesinde de yoktur.[33]

‘Sütre’, namaz kılanın önüne koyduğu engel, ‘setr’ evi veya pencereyi güneşe karşı koruyan duvar, kumaş cinsinden şey.   

Setr/tesettür; örtünmek, kuşanmak, başkasıyla kendi arasına perde koymak, bir şeyin içinde veya arkasında gizlenmek demektir. Aynı kökten gelen ‘sitr’ gizlenmeye yarayan engel, perde vb. şey, mecâzen çekinme, korku ve haya demektir.  

 “Mestûr (bunun dişil formu: mestûre)”; giyinen, kendini setr eden, İslâm’a uygun kıyafeti giyinen, mecâzen de iffetli demektir.[34]

Namazın dışındaki farzlardan biri de ‘setr-i avret’tir. Yani avret yerlerini setr etmek/örtmektir. Avret yerleri kapanmadan namaz sahih olmaz.   

“Tesettür”, “tesettara” fiilinin masdarıdır ve terim olarak ilgilileri ve ölçüleri belirlenmiş örtünme yükümlülüğünü ifade eder.

Tesettür kelimesi Kur’an’da yer almamakla beraber eskiden ve özelllikle fâkihlerin ıstılahında örtünme “setr-tesettür” kelimesi ile karşılanırdı. Hicâbın kadınların örtünmesi manasında kullanılması nisbeten yenidir. (Mutahharî, M. İslâmda Tesettür (çev.), s: 68)

Örtünme ile ilgili Türkçede ‘tesettür’, ‘hicâb’ kelimesinden daha çok bilinir ve kullanılır.

 

-Kur’an’da örtünme (tesettür) emri:

a-Örtünme emri öncesi âdab

Kur’an mahremiyeti, tesettürü ve cinsler arasında olması gereken mesafeyi, sakınmayı, tedbirli olmayı bir kaç âyette farklı şekilde mü’minlere öğretiyor.

*Bunlardan bir tanesi mahrem olmayanların evine rastgele gitmemek, adaba uygun ziyaretle ilgi âyettir:

“Ey iman edenler! Kendi evinizden başka evlere, geldiğinizi fark ettirip ev halkına selam vermedikçe girmeyin. Bu sizin için daha iyidir. Herhalde (bunu) düşünüp anlarsınız.” (Nûr 24/27) 

“Ya da tanışıp bilişmeden... Selâm muhataba/muhataplara; “benden selamette (güvende) olabilirsiniz, benden size bir zarar gelmez” taminatı vermektir. Bu âyetle, kendisinden önce gelen zina ve iftiraya ilişkin tedbir paketidir. Adalet suç işlenmeden önce tedbiri almayı gerektirir.”[35]

Takip eden âyetlerde izin verilmediği sürece başkasına, evine girmemeyi ve böyle yapmanın müslümanlar için daha temiz ve doğru olacağı söyleniyor.

“Orada hiçbir kimse bulamadınızsa, size izin verilinceye kadar oraya girmeyin. Eğer size, «Geri dönün!» denilirse, hemen dönün. Çünkü bu, sizin için daha nezih bir davranıştır. Allah, yaptığınızı bilir.

İçinde kendinize ait eşyanın bulunduğu oturulmayan evlere girmenizde herhangi bir sakınca yoktur. Allah, sizin açığa vurduklarınızı da, gizlediklerinizi de bilir.” (Nûr 24/28-29)          

*Bir diğeri ev içinde, anne babanın yanına girme konusundadır. Allah (cc) müslümanlara, henüz ergenlik çağına girmemiş çocukların sabah namazın önce, öğle uyku vaktinde ve yatsıdan sonra yanlarına girmek için izin istemelerini, büluğ yaşına ulaşanların ise diğer büyükler gibi izin talep etmelerini emrediyor. (Nûr Suresi 58-59)

Zira kişiler kendi evlerinde veya odalarında başkalarının görmesi uygun olmayan şekillerde bulunabilirler. Nitekim Rasûlullah (sav) konuya açıklık getirerek “İzin almak ancak göz içindir”  demiştir.[36]

Bazı tefsirlerde, bu âyetin inmesine sebep bazı olaylar anlatılıyor: Ensar’dan bir kadın bir Peygamber’e (sav); “Ya Rasulüllah, ben evimde öyle bir halde bulunurum ki, o halimle hiç kimsenin beni görmesini istemem. Ama ailemden gelen gidenim de eksik olmaz” demişti. Bunun üzerine bu âyet nâzil oldu.[37]

Hz. Peygamber, bir öğle vakti Müdlic adlı bir sahabiyi göndererek Hz. Ömer’i huzuruna çağırdı. Müdlic, Hz. Ömer’in odasına izinsiz girmişti. Oysa Ömer (r.a.) uyuyordu ve muhtemelen üzeri açılmıştı. Bunun üzerine “Keşke böyle zamanlarda izinsiz girmek yasaklansa!” şeklinde bir temenni geçmişti. Rasûlullah(s.a.)’ın huzuruna vardığında yukarıdaki âyetin henüz inmiş olduğunu öğrenen Ömer, Allah’a hamdetti.[38]

Bu âyet sûrenin 27-29. âyetlerinde söz konusu edilen kişisel mahremiyetle çok yakından ilgilidir. Hz. Ömer’in şikayeti üzerine inen 58 âyetteki is’ti’zan kelimesi, bir işin olabilirliğine ilişkin bildirim, onay ya da müsaadeyi ifade Eder. Âyet böylece aile fertlerinin birbirlerine ait yerlere belli vakitlerde baskın yapar gibi değil, usûlünce girmelerini düzenliyor.[39] Aile fertleri arasında olması gereken bu titizlik, nâ-mahrem söz konusu olunca daha ileri boyutta olacaktır.

*Bir diğeri özel anlamda Peygamberin’in evine girme, genelde başkalarının evine misafir olmakla ilgili edep ölçüleri. İşte “Hicab Âyeti” olarak bilinen âyetin hükümleri ve bu hükümlerin gerekçeleri:

“Ey iman edenler! Yemek için çağrılmaksızın ve yemeğin pişmesini beklemeksizin (vakitli vakitsiz) Peygamber’in evlerine girmeyin, çağrıldığınız zaman girin. Yemeği yiyince de hemen dağılın. Sohbet için beklemeyin. Çünkü bu davranışınız Peygamber’i rahatsız etmekte, fakat o sizden de çekinmektedir. Allah ise gerçeği söylemekten çekinmez.

Peygamberin hanımlarından bir şey istediğiniz zaman perde (hicâb) arkasından isteyin.

Böyle davranmanız hem sizin kalpleriniz, hem de onların kalpleri için daha temizdir.

Allah’ın Rasûlüne rahatsızlık vermeniz ve kendisinden sonra hanımlarını nikâhlamanız ebediyyen söz konusu olamaz. Çünkü bu, Allah katında büyük bir günahtır.” (Ahzab 33/53)

 

b-Örtünme emri

Kadınlara tesettür emredilmeden önce erkeklere; “gözlerinize (bir anlamda şehvetinize) sahip olun” denilmesi dikkat çekicidir. Allah (cc) başkalarına ait evlere girme konusundaki edebi öğrettikten sonra müslüman erkeklere şöyle hitap ediyor.

“Müminlere, gözlerini (harama) dikmemelerini, ırzlarını da korumalarını söyle. Çünkü bu, kendileri için daha temiz bir davranıştır. Şüphesiz Allah, onların yapmakta olduklarından haberdardır.” (Nûr 24/30)

Arkasından da müslüman kadınlar için giyim hakkındaki ilâhi ölçü geliyor:

Mü’min kadınlara da söyle, gözlerini haramdan sakınsınlar, ırzlarını korusunlar. (Yüz ve el gibi) görünen kısımlar müstesna, zînet (yer)lerini göstermesinler. Başörtülerini (hımar’larını) ta yakalarının üzerine kadar salsınlar... Gizledikleri zinetler bilinsin diye ayaklarını yere vurmasınlar. Ey mü’minler, hep birlikte tövbe ediniz ki kurtuluşa eresiniz!” (Nûr 24/31)

Kur’an böylece bütün müslümanlara tesettürü ve iffeti hatırlatıyor: 

“İki âyetin ortak noktası gözleri kısmak yani bakmamak ve avret yerlerini örtmekle ilgili emrin hem erkekler hem kadınlar için tekrarlanmış olmasıdır. Mahremiyete riayet ve iffeti koruma açısından kadınla erkek arasında fark bulunmadığını ortaya koyan bu tekrar, İslâmiyet’te kadının tek başına bir fitne unsuru olarak görüldüğü iddiasının isabetsizliğini gösterir.”[40]

Ayette yumuşak bir üslup kullanılmış. Tavsiye sınırlarını çok aşan detaylara girilmiş, kadınların nereleri nasıl örtecekleri, hangi şartlarda kime gösterebilecekleri açıklanmıştır. Âyetin sonunda tevbe tavsiye edilmiş, böylece aksi davranışların günah olacağı işaret edilmiştir. Örtünme emri gözleri haramdan sakınma ve iffetin korunması emrine bağlanmış, ikisi arasında bağ kurulmuştur.[41]

Allah (cc) Peygamber hanımlarına da şöyle emrediyor: 

Ey Peygamber’in hanımları! Siz, kadınlardan herhangi biri gibi değilsiniz. Eğer Allah’a karşı gelmekten sakınıyorsanız (erkeklerle konuşurken) sözü yumuşak bir eda ile söylemeyin ki kalbinde hastalık (kötü niyet) olan kimse ümide kapılmasın. Güzel (ve doğru) söz söyleyin.

Evlerinizde vakarla oturun, eski cahiliye adetinde olduğu gibi açılıp saçılmayın. Namazı kılın, zekâtı verin, Allah'a ve Rasûlüne itaat edin. Ey Ehl-i Beyt (Peygamberin ev halkı)! Allah sizden, sadece günahı gidermek ve sizi tertemiz yapmak istiyor.” (Ahzab 33/32-33) 

Görüldüğü Allah (cc) mü’minlerin annelerine, kendileriyle evlenme haram olduğu halde, yabancı erkeklerler kendilerine bir şey sorunca, veya isteyince perde (hicâb) arkasından istemelerini, onlarla kırıtarak konuşmamalarını, cahiliyye kadınları gibi açılıp saçılmamalarıni, bir anlamda ihtiyaç için dışarı çıktıkları zaman örtünmelerini emrediyor. Çünkü onlar herhangi bir kadın gibi değillerdi.  

Nûr Sûresinden sonra inen Ahzab Sûresinde Allah (cc) mü’min kadınlara tesettürü özel olarak emrediyor: “Ey Peygamber! Eşlerine, kızlarına ve müminlerin hanımlarına söyle, (toplum içine çıktıklarında) cilbâblarına bürünsünler (tesettürü sağlayan giysdi giysinler). Bu onların (mü’min ve saygın) kadınlar olarak tanınmaları, ve rahatsız edilememelerini sağlamaya daha uygundur. Şüphesiz Allah çok bağışlayıcıdır, çok merhamet edicidir.” (Ahzab 33/59)

Bu âyetlerde şu hususlar vurgulanıyor:

-Müslüman kadınlar evlerinden dışarıya çıkabilirler ancak dışarı çıktıkları zaman dış elbiselerini giymeliler. Bu dış elbisenin şekli devirden devire, kültürden kültüre değişebilir. Bunun şekli değil, ‘cilbâb’ olması, yani bedeni tümüyle örtmesi, şeffaf ve dar olmamasıdır.

-Cilbâb (dış elbise) yani tesettür kıyafetinin gerekçesi hem kişiliklerine sahip olabilmeleri, hem de rahatsız edilmemeleridir. Nûr 31 tesettürün kişisel boyutunu, bu âyet toplumsal boyutunu düzenliyor. Orada gerekçe belirtilmediği halde burada âyet gerekçeli olarak geldi. Hükmün gerekçesi de tanınmak ve eziyet görmemektir. Birinci gerekçe bireysel kimliğin tanınması anlamında değil, “iffetli hür müs’min kadın” kimliğinin tanınması anlamındadır.”[42]

-Mü’min kadınlar da bakışlarını haram olana bakmaktan korumalılar. Âyet kadınların da erkeklere şehvetle bakmalarını yasaklıyor. Bazı yorumculara göre Kur’an’da “ırzlarını korusunlar” şeklinde gelen emir “zina etmesinler” manasındadır ancak bu yorum manayı daraltmaktadır. Halbuki âyet zinaya götürücü dokunma, şehvetle bakma vb. şeyleri de yasaklıyor.  

Erkeğin kadına, kadının erkeğe şehvetle bakması helâl değildir. Ümmü Seleme (r.a.) anlatıyor: “Ben ve Aişe (bir rivâyette Meymûne) Peygamberin yanında idik. İbnu Ümmü Mektûm onun yanına gelmek için izin istedi. Rasûlullah bize “örtünün (hicabınızı alın)” dedi. Biz: “O ama değil mi?” diye sorunca dedi ki: “Siz de mi amasınız?”[43]

-Görünebilecek kısımlar hariç ziynetlerini mahrem olmayanlara göstermeliler. Âyette geçen ifade “illâ mâ zahera minhâ”dır. Kadınlara, teşhir etmeleri yasaklanan “ziynet”ten maksadın ne olduğu konusunda farklı görüşler vardır. Bazılarına göre bu ziynetten maksat, küpe, bilezik, yüzük ve gerdanlık gibi süs takıları ile sürme, kına gibi şeylerdir. Bu yoruma göre bu tür ziynet eşyasının bedende teşhiri kadınlar için haramdır. Elbise de ziynet olmakla beraber, gizlenmesi mümkün olmadığı için âyette diğerlerinden istisna edilmiştir.

Bazılarına göre ise âyetteki “ziynet” tabiri, kadının vücudunu ifade eder ki, buna göre yasaklanan, süs eşyalarının teşhiri değil, vücudun teşhiridir.

-Cahiliyye Íslâm’a inanmayan kişi ve toplumların tutum, davranış, yaşantı, anlayış ve sistemlerini nitelemek üzere kullanılan bir kavramdır. Ahzab 33teki “teberrücü’l-cahiliyye”, karşıt cinsle iletişim kurarken dişiliğin, kişiliğin önüne geçirilerek sergilenmesi demektir.[44] (İslâmoğlu, M. Hayat Kitabı Kur’an, 2/833)

Hem erkeklere hem bayanlara emredilen ‘ğaddu’l-basar’ bakışları kısmak, onları kontrol altına almaktır. Kontrol altına alınacak bakış her bakış değil, karşı cinsin kişiliğine değil, dişiliğine odaklanan, onu cinsel bir figür gibi algılayan ya da muhatap tarafından böyle algılanan bakışlardır.[45]

Görmek kalbe açılan kapıdır ve kalbe ulaşan duyu yollarının en güçlüsüdür. Bakış duyuları harekete geçirir. O yüzden Kur’an mü’minleri fitneye düşürücü, hain ve şehvetli bakışlardan sakındırıyor. Peygamber (s.a.s.) Hz. Ali’ye şöyle buyurdu: “Bir bakışın arkasından diğerini salma. Birinci senin olabilirse de, ikinci senin hakkın değildir.”[46]

-Müslüman kadınlar mahrem olmayanların yanında başörtülerini bütün başı, boynu ve göğsü kapatacak şekilde örtmeliler. Hz. Aişe (r.a.) diyor ki: “Allah muhacirlerin kadınlarına rahmet eylesin. Bu âyet (Nûr 24/31) indiği zaman peştamallarını yırtarak onu başörtü yaptılar ve onunla örtündüler.”[47]

Âyette geçen ‘cuyûb’ boyun ve göğsü de kapsar. Âyette ‘örtsünler’ kelimesi değil, ‘yadribne’, yani başörtülerini yakalarının üzerine sıkı sıkıya bağlasınlar’ fiili kullanılmış. Ahzab 59 âyetinde cilbâbın ayrıca emredilmesi buradaki başörtüsü emri ile çelişmemektedir. Zira dış elbise bazen imkanlar veya örf nedeniyle bütün bedeni kapatacak tarzda olmayabilir veya şartlar sebebiyle en dış giysisini giyme imkanı vermeyebilir. O zaman tesettür ibadetini o an giydiği dış elbise ve ‘hımar-başörtüsü’ tamamlar.

-Kur’an’ın ziynet dediklerine müslüman kadının; kocası, babası, kayınbabası, oğulları, üvey oğulları, kardeşleri, erkek kardeşlerinin oğulları, kız kardeşlerin oğulları, kendi (evlerindeki) kadınlar, meşru şekilde mâlik oldukları kimseler ya da emirleri altındaki cinsel arzudan yoksun erkek hizmetliler veya kadınların mahrem yerlerinin henüz farkında olmayan çocuklar ve mahrem olan diğer akrabalar bakabilirler. (Nûr 24/31)

-Âyette geçen “hıfz-ı fürûc” ifadesi, bazılarınca iffeti korumak veya zinadan kaçınmak şeklinde yorumlansa da yaygın kanaate göre Kur’an’da geçtiği diğer yerlerden farklı olarak burada “mahrem yerlerinin örtülmesi” anlamındadır.

-“Sakladıkları ziynetler bilinsin diye ayaklarını yere vurmamalılar”. Bunun anlamı zimnen “cinsel cazibelerini kullanarak karşı cinsi tahrik etmesinler” demektir.

 

-Sonuç yerine

Günümüzde insanlar bedeni örtmek konusunda ne düşünürlerse düşünsünler, örtünenler nasıl örtünürse örtünsünler; İslâmın kaynağı Kur’an ve Sünnet, müslüman kadınların mahrem olmayan (kendileriyle evlenmeleri caiz olan) erkeklere karşı el, yüz, ayaklar hariç uygun bir elbise ile örtünmelerini, açıkta kalan yerlerini de aşırı bir şekilde süsleyip dikkat çekmeye çalışmamalarını emrediyor. Bu emrin bağlayıcı olmadığını, tavsiye niteliğinde olduğunu iddia etmek, örtünme emrinin Kur’an’ın indiği dönemdeki örf ve adetlere, sosya-kültürel şartlara bağlamak, Kur’an’ın asıl amacının örtünmek değil iffeti korumak olduğunu ileri sürmek Kur’an’ın anlaşılması açısından isabetli görünmüyor. Çünkü konu ile ilgili âyet örtülü kadınları, böyle olmayanlardan ayıran özel bir kıyafetle ilgilidir.[48]

İslâmda örtünme âdet, gelenek, kültür, kocanın veya ebeveynin arzusu değil; müslüman kadın ve müslüman erkek için önce fıtrî bir ihtiyaç, dışarı güvenli bir şekilde çıkmalarını sağlamak için bir imkandır. Allah’ın emri olduğu için ibadet, müslümanlığın alamet-i farikasıdır, kimliktir, kişiliktir ve özgürlüktür.

Örtünme hükmünün tek yanlı olduğunu ve kadını erkeğe karşı koruma amacı güttüğünü veya erkeğin kadın üzerindeki otoritesinin sembolü olduğu iddiası da doğru değildir.

Tesettür emri takva şururuyla (libâsu’t-takva ile), diğer ibadetler gibi niyetle, ihlasla, sadece Allah rızası için yapılır. Nerede ve hangi şartta olursa olsun. Bu şuurla giyinmeyen bir kimse tesettür ibadetini yerine getirmiş olmaz. Tesettür zannedilen, ama gerçekte teşhir edici bir kıyafetle dışarı çıkan zaten giyinme emrinin hikmetine anlamamış demektir. Böylelerine “giyinik çıplak” dense yanlış olmaz.[49]

  

18.04.2017

Zaandam

 

 

[1] Apaydın, H. Y. TDV İslâm Ansiklopedisi, 40/539

[2] Taberî, İbni Cerir, Câmiu’l-Beyân, 5/469

[3] el-Isfehânî, R. el-Müfredât, s: 674

[4] el-Isfehânî, R. el-Müfredât, s: 674-675

[5] Zamahşerí, Ö. el-Keşşâf, 2/614

[6] Esed, M. Kur’an Mesajı, 2/554

[7] el-Isfehânî, R. el-Müfredât, s: 112

[8] Esed, M. Kur’an Mesajı, 3/1204

 

[9] Apaydın, H. Y. TDV İslâm Ansiklopedisi, 40/539

[10] el-Isfehânî, R. El-Müfredât, s: 227. en-Ne’al, F. Mevsûatü’l-Elfâzı’l-Kur’an, s: 286)

[11] Apaydın, H. Y. TDV İslâm Ansiklopedisi, 40/539

[12] İbni Manzur, Lisânu’l-Arab, 3/170. Apaydın, H. Y. TDV İslâm Ansiklopedisi, 40/541

[13] en-Ne’al, F. Mevsûatü’l-Elfâzı’l-Kur’an, s: 207-208)

[14] Komisyon, Kur’an Yolu, 4/361

[15] İbni Manzur, Lisânu’l-Arab, 3/167

[16] Apaydın, H. Y. TDV İslâm Ansiklopedisi, 40/541

[17] Komisyon, Kur’an Yolu, 4/360

[18] Karaman, H. İslâmda Kadın ve Aile, s: 80. Komisyon, Kur’an Yolu, 4/361

[19] Apaydın, H. Y. TDV İslâm Ansiklopedisi, 40/541

[20] el-Isfehânî, R. el-Müfredât, s: 112. İbni Manzur, Lisânu’l-Arab, 4/36. Cevherî, İ. b. H. es-Sıhah Tâcu’l-Lüğa, 1/165

[21] Ebu Şakka, A. Kadın ve Aile Ansiklopedisi (Tahrîru’l-Mer’e) (çev.), 3/188

[22] Mutahharî, M. İslâmda Tesettür (çev.), s: 68

[23] Esed, M. Kur’an Mesajı, 2/864

[24] İbn Sa’d, Tabakat 8/174, 176. El-Belâzûrî, Ensab, 1/463’den nakleden, Savaş, R. Asr-ı Saadette İslâm, 3/170

[25] Savaş, R. Asr-ı Saadette İslâm, 3/170

[26] Buhârî, Tefsir/8-33 no: 4790. Şevkânî, Fethu’l-Kadîr, s: 1381

[27] Taberî, İbni Cerir. Câmiu’l-Beyân, 10/325

[28] Buhârî, Tefsir/33-8 no: 4791-4794. İsti’zan/10 no: 6238-6239. Müslim, Nikah15-93 no: 3506. Taberî, İbni Cerir. Câmiu’l-Beyân, 10/323-324

[29] Öztürk, M. Kur’an, Tefsir ve Usûl Üzerine, s: 242-243

[30] Ebu Şakka, A. Kadın ve Aile Ansiklopedisi (Tahrîru’l-Mer’e) (çev.), 3/188

[31] Savaş, R. Asr-ı Saadette İslâm, 3/170

[32] el-Isfehânî, R. el-Müfredât. s: 328. İbni Manzur, Lisânu’l-Arab, 7/121. el-Cevherî, İ. b. H. es-Sıhah Tâcu’l-Lüğa, 2/349

[33]Bkz. Tirmizî, Deavât/82 no: 3507. İbni Mâce, Dua/10 no: 3861

[34] İbni Manzur, Lisânu’l-Arab, 7/121. Apaydın, H. Y. TDV İslâm Ansiklopedisi, 40/539

[35] İslâmoğlu, M. Hayat Kitabı Kur’an, 2/683

[36] Buhârî, İsti’zan/11 no: 6241 Müslim, Âdab/9-41, 42 no: 5638, 5639

[37] Vahidî, A. b. A. Esbabu’n-Nüzul, s: 245

[38] Kurtubî’den nak. Öztürk, M. Kur’an Tefsir ve Usûl, s: 248 

[39] Öztürk, M. Kur’an Tefsir ve Usûl, s: 247-248 

[40] Apaydın, H. Y. TDV İslâm Ansiklopedisi, 40/539

[41] Karaman; H. İslâmda Kadın ve Aile, s: 82

[42] İslâmoğlu, M. Hayat Kitabı Kur’an, 2/841

[43] Tirmizî, Edeb/29 no: 2878

[44] İslâmoğlu, M. Hayat Kitabı Kur’an, 2/833

[45] İslâmoğlu, M. Hayat Kitabı Kur’an, 2/684

[46] Tirmizî, Edeb/28 no: 2778. Ebu Dâvud, Nikah/44 no: 2149

[47] Buhârî, Tefsir/24-12 no: 4758. Ebu Dâvud, Libâs/32 no: 4101

[48] Karaman; H. İslâmda Kadın ve Aile, s: 79

[49] Bkz: Müslim, Libâs/34-125 no: 5582

 

Hüseyin K. Ece

18.04.2017

Zaandam

 

Kur'ani Hayat Dergisi, Mayıs-Haziran 2017 Sayı: 53