Ona göre güzel olan şeye bakmaktan, yapmaktan, söylemekten tad alır. Bir kimse özellikle davranış, söz ve yargılarda bir şeye güzel diyorsa bu onun için aynı zamanda doğrudur da.

İçinde bulunduğumuz varlıklar dünyasında “güzellik” en önemli faktörlerden birisidir.  Açık ve uyanık gözler, ilk anda ve daha bakar bakmaz “güzel”i farkederler. Şüphesiz ruhun derinliklerinde güzel’e karşı duyarlı, onu kavrayabilen bir “duyu unsuru” var. Ancak bu kavrayış bir ölçü ve hesap işi değildir. Hiç düşünmeden ve kendiliğinden meydan agelen bir haldir. (Kutub, M. İslâm Düşüncesinde Sanat, (çev.: A. Nuri), s: 169)

Güzellik fıtrî (yaratılıştan gelen), ya da varlığın özünde olan bir özelliktir. Bununla birlikte bütün insanlarda güzellik duygusu, ölçüsü ve zevki vardır. Her ne kadar güzellik değerleri veya yargıları kültüre, inanca, kişisel tercihlere, çevreye, kapasiteye, öğrenime, hatta tutkulara göre değişse de bu böyledir.

Bir müslüman için Yaratıcıların en güzeli olan Allah’ın güzel olarak yarattığı insan güzellik olayına farklı bakar. O güzeli gören gözlere, güzeli idrak eden bir basirete, güzelden zevk alan ruha sahiptir. O güzeli imanından aldığı bilinçle çevresinde arar, bulur.

Güzellik İslâmın en fazla önemsediği ve değer verdiği gerçeklerden biridir. Bu da Tevhid hakikatinden kaynaklanır. Zira Tevhid adalet, kerem, birlik ve denge demektir. Bunlar da güzelliğin temelini oluşturur. İnsandaki iç güzellikle (hulk) dış güzelliğin (halk) davranışlara yansıyan uyumu (ihsan), bunlar arasındaki bağ İslâmın önemsediği güzelliğinin somut göstergesidir.  (Koç, T. İslâm Estetiği, s: 53)

Güzellik fenomenin her türlü sanatla ilgisini söylemeye gerek yoktur. Zira sanat aynı zamanda güzeli keşfetmek, güzelliği en güzel bir biçimde ortaya koymak, güzelliği paylaşmak, sanat eseri ile hayata güzelliği taşımak demektir.

Bu bakımdan “İslâm sanatını da “İslâmın ya da İslâm medeniyetinin en derunî yönünün kendi tarzında bir dışa vurumu” diye tanımlamak mümkündür. Sanatın özü olan güzellik İslâmî dille ilâhî bir niteliktir. Mûsikiden giyim kuşamla ilgili olanlarına kadar bütün İslâm sanatları bir şekilde Kur’an’dan etkilenmiştir. İslâm toplumlarındaki ister davranışlarda, değerlerde, isterde ortaya konulan eserlerde olan iyilik ve güzellik anlayışının temelinde Kur2an ve hadisler vardır.” (Koç, T. TDV İslam Ansiklopedisi, 36/90)

Müslümanların hayatındaki güzellik gerçeğinin kâinatla, kâinattaki düzen ve güzellike de ilgisi vardır. Kur’an pek çok âyette evrendeki düzene, dolaysıyla güzelliğe dikkat çekmekte ve bunu hatırlatırcasına; “Yaratanların en güzeli olan Allah’ın şanı ne yücedir” (Mü’minun 23/14) der.

Aklı başında ve biraz bilgisi olan herkes bilir ki evrende, yerde ve gökte, karada ve denizde harika bir denge var. Evrendeki ahenk ve düzen aynı zamanda onun güzelliğidir.  (Kutub, M. İslâm Düşüncesinde Sanat, (çev.: A. Nuri), s: 186)

Kâinattaki bu eşsiz denge ve güzelliği dikkat çeken pek çok âyet vardır. Kur’an bunlardan örnekler veriyor ve insanların bunların üzerinde düşünmesini istiyor. Bu bir açıdan da insanın bu eşsiz güzellikleri anlayıp güzel olan şeyler yapmasını istemektir. (bak: Fâtır 34/27-28. Furkan 25/45. Nahl 16/45, 48, 81. Hıcr 15/19, 23. Lukman 31/10. Fussilet 41/10. Nur 24/45. Âli İmran 3/180, 189-191. Ra’d 13/15. En’am 6/99. Mülk 67/3)

  • Kur’an’da güzelliği anlatan kavramlar:

Kur‘an güzelliği çeşitli durum ve boyutlarıyla, güzelliğin ve estetğin işlev ve mesajlarını bir kaç kavram/kelime ile anlatıyor. Şöyle ki:

1-İhsan ve türevleri

İhsanın kökü “ha-su-ne” fiilidir. Bu da türevleriyle birlikte Kur’an’da 194 yerde geçmektedir. “Ha-su-ne” fiili sözlükte bir şeyin sıfatı olarak güzel olmak, hoşa gitmek demektir. (İbni Manzur; Lisânu’l-Arab, 4/123)

Kur’an’da üç âyette geçiyor. Kur’an, Allah ve Peygemberine itaat edenlerin arkadaşlarını bu fiili ile anlatıyor. (Nisâ 4/69) Yine iman edip sâlih amel işleyenlerin Âhirette varacakları makamın güzelliği bu kelime ile haber veriliyor. (Kehf 18/31. Furkan 25/76)

a-Hüsün/hasen

Kur’an’da güzelliği anlatan en önemli kavramlardan biri “hüsün/hasen”dir. “Hasune-güzel olmak” fiilinden masdar olan “hüsün/hasen”; güzellik, rağbet edilen, sevilen ve hoşa giden şey, tatmin eden, göze hoş gelen, hayranlık uyandıran, yakışıklı anlamında isim olarak kullanılır. Bunun karşıtı olan “kubuh” ise; çirkin olmak, çirkinlik, tiksindirici, nefret edilen şey mânasında masdar-isimdir. (el-Isfehânî, R. el-Müfredât, s: 170. Cevherî, İsmail b. M. es-Sıhah Tâcu’l-Luga, 5/518. İbni Manzur, Lisânu’l-Arab 4/123)  

Kur’an’da hüsün sıfatı Allah’a ait fiillere de nisbet edilmiştir. O her şeyi güzel yapmış/yaratmış (Secde 32/7. Mü’minûn 23/14), insana en güzel sureti vermiş (Mü’min 40/64), kullarına ihsanda bulunmuş (Yusuf 12/100), iyilik yapanların sevabını (hüsn) arttırmıştır. (Âli İmran 3/148, 195)

Mutluluk, sevinç veren ve istenen, rağbet edilen ya da akıl, nefis veya duyular tarafından beğenilen, değerli ve seçkin her şey, güzel olmak, güzel karşılık görmek, güzel davranmak, iyilik yapmak, bolluk, genişlik, nimet gibi anlamlar bu iki kelime ile ifade edilir.

Her ne kadar gözle görülebilen varlıklardaki güzelliği nitelese bile dinî davranışların güzelliğini, yani manevi güzelliği anlatmada da sıfat olarak kullanılır.

Hüsün kavramı Kur’an’da, hem Allah'ın yaratmasını nitelemekte, hem de insana izafe edilen bir eylemi (ihsan) ifade edebilmektedir. Bu terim, ilâhî sıfatlar, cennet tasvirleri, evren ve insan, insanın imal ettiği eşyalar bağlamında estetik bir değeri ifade etmektedir. Hem ahlâkî, hem de insanın duygularına hitap eden estetik güzelliği anlatırken kullanıyor. (bak: En’m 6/95-99. Nahl 16/67. Abese 80/24-32. Nebe’ 78/14-16)  

 “Hüsün ve kubuh”, İslâmî literatürde estetik anlamdan çok eylemlerin ahlâkî ve dinî değerini belirtir. Bunlar, “fazilet-rezilet, güzel-çirkin, hak-bâtıl, doğru-yanlış” şeklindeki anlamlarıyla ahlâk, felsefe ve mantık disiplinlerini ilgilendirir; genellikle fâilini övülmeye veya yerilmeye lâyık kılan inanç, düşünce ve davranışlar için kullanıldığı konumlarda ise kelâm ve usûl-i fıkhı alâkadar eder. (Çelebi, İ. TDV İslâm Ansiklopedisi, 19/60)

Hatırlatmak gerekir ki “hüsün ve kubuh” kelâm literatüründe tartışmalı bir konudur ve bu makalenin konusu değildir.

-Karz-ı hasen

Kur’an, Allah rızası için borç vermeyi de “hasen” sıfatıyla niteliyor ve bunu yapanları övüyor. Bu deyim tıpkı kurban ibadetinde olduğu gibi sahip olunan imkanlardan Allah rızası için fedakârlık yapmayı ifade etmektedir.

“Karz-ı hasen”, ellerindeki maddi imkanları isteyenlere, belli bir süreliğine gönüllü ödünç vermek manasında anlaşılmış. Kur’an’da bu deyim devamlı Allah’a nisbetle gelmekte ve zorunlu hallerde bile terkekilmemesi gereken önemli bir kulluk görevi olarak yer almaktadır. (bak: Mâide 5/12)

Allah’a güzel bir borç vermek aynı zamanda imana sadâkatin bir bedelidir. İmanın gereği ve iman iddiasını isbat eden en önemli eylemlerden birisidir. (Hadîd 57/18. Teğâbûn 64/17. Bekara 2/245. Müzemmil 73/20)

b-Hasene/hasenât

Kur’an estetik güzelliği bir de “hasene” kelimesiyle anlatıyor. ‘Hasene’, insanın hareketlerini, toplumların durumlarını değerlendiren bir kavramdır.

Hasene “hasen” sıfatının dişil (müennes) formudur. Bunun çoğulu “hasenât”tır. Bu da nefsi, bedeni ve diğer ahvali ile ilgili olarak kendisine isabet eden nimet dolaysıyla kişiyi sevindiren şeydir. Karşıtı seyyie (çoğulu seyyiât) ise kötülük anlamındadır. (İbni Manzur, Lisânu’l-Arab 4/123. el-Isfehânî, R. el-Müfredât, s: 170),   

Hasene kelimesi hem iyi fiilleri veya özel bir fiilin iyilik niteliğini hem de amaçlanan, özlenen iyi durum ve tutumları ifade etmek üzere kullanılır. Ya da gayenin hoşa giden, tatmin eden, gözü ve gönlü okşayan, hayranlık uyandıran yönünü ifade eder. Böylece ahlâk alanında kullanıldığında ahlâkın estetikle ilgisini çağrıştırır. (Çağrıcı, M. TDV İslam Ansiklopedisi, 16/376)

Kur’an’da hasene; her türlü iyi olmayı, güzelliği, güzel yapmayı, sevap kazandırıcı amelleri ve Allah’ın sevdiği davranışları ifade eder. Buna göre, kişinin başına gelen mutluluk, afiyet, galibiyet, başarı, ni’mete erme, görevini yapma gibi şeyler ‘hasene’ olduğu gibi, helâlden yemek, nikâhlı yaşamak, doğru olmak, adaletli iş yapmak, başkasına iyilik etmek, güzel ve tatlı söz söylemek “hasene”dir. (Ece, H. K. İslâmın Temel Kavramları, s: 248)

Hasene kelimesi Kur’an’da yirmi sekiz âyette tekil, üç âyette de çoğul (hasenât) şekliyle geçmektedir. (Mesela bak: Bekara 2/201.  A’raf 7/156. Tâhâ 20/86)

Allah (cc) hasenenin karşılığını kat kat verir. (Nisâ 4/40) Bunun on misli olacağı belirtiliyor.   (En’am 6/160) Hasene’ye aracılık eden de nasibini alır. (Nisâ 4/85. Neml 27/89. Kasas 28/84) Kötülüğü (seyyie-darlığı) değiştirip yerine iyilik (hasene-bolluk) getiren Allah’tır. (A’raf 7/95, 131)

İman edenler kötülüğü (seyyie’i) iyilikle (hasene ile) savan kimselerdir. (Ra’d 13/22. Kasas 28/54. Fussilet 41/34) Güzel davrananlara Âhirette haseneler (güzellikler) var (Zümer 39/10), hatta onlara bu dünyada bile hasene (güzellik) vardır. (Nahl 16/30) Kur’an hz. Muhammed’i, İbrahim’i ve yanında olanları iman edenlere en güzel örnek olarak takdim ediyor. (Ahzab 33/21. Mümtehıne 60/4, 6)

Hasenin çoğulu olan hasenât üç âyette geçmektedir. Yanlış yola gidenler belki dönerler diye Allah (cc) insanları hasenât ve seyyiât ile imtihan eder. (A’raf 7/168) Yanlıştan dönüp tevbe edenlerin durumu ise oldukça farklıdır. (Furkan 25/70) İyilikler (hasenat) kötülükleri (seyyiat) giderir, affedilemelerine sebep olur. (Hûd 11/114)

Her üç âyette de hasenâtın daha çok iyilik, hoşa giden, insanı memnun eden güzellik anlamında kullanıldığını görüyoruz.

c-Ahsen

            Ahsen, hüsnün ism-i tafdil (üstünlük sıfatı) kalıbıdır. Bu kalıp kelimenin taşıdığı anlamların zirvesini, bir başka ifadeyle ‘en’lerini anlatır. Bunun müzekkeri (eril) formu “ahsen”, müennes (dişil) formu “hüsnâ” şeklinde gelir.

Ahsen Kur’an’da 36 yerde geçmektedir. Kur’an, Allah’ın hükmünü (Mâide 5/50), Allah’ın boyasını (Bekara 2/138), anlaşmazlıkların Allah’a ve Elçisine götürülmesini (Nisâ 4/59), selam daha güzel karşılık verilmesini (Nisâ 4/ 86) ahsen, özünü ve yüzünü Allah’a dönerek teslim olan kimseyi (Nisâ 4/125), Allah yolunda infak edenlerin mükafatının güzelliğini (Tevbe 9/121), İslami davate karşı çıkanlarla mücadelenin güzelliğini (Nahl 16/125), dinlenildikten sonra uyulması gereken ve söylenmesi gereken en güzel sözü (Zümer 39/18. İsrâ 17/53), sabredenlerin karşılığının muhteşemliğini (Nahl 16/96-97), “Şüphesiz  ben müslümanlardanım” diyenlerin ikrarını (Fussilet 41/33), Allah’ın indirdiği vahyi (Zümer 39/55-56), ölçüde ve tartıda dürüst olmanın sonucunu (İsrâ 17/35) ahsen sıfatı ile niteliyor.

Yerin ve göklerin altı günde var edilmesinin, insanın yaratılmasının,bazı şeylerin yeryüne ziynet (süs) yapılmasını sebeb-i hikmeti kimin daha güzel (ahsen) amel işleyeceğini denemektir. (Hûd 11/7. Kehf 18/7. Hûd 13/7. Mülk 67/2)

Kur’an bir çok âyette cennetin güzelliğinde ve göz kamaştırıcı ihtişamından bahsediyor. Bu bir taraftan insanların dikkatini o güzelliğe çekip iman edip edip imanın gereğini yapmaya ve burasını kazanmaya bir teşviktir, bir taraftan da hayatı güzelleştirmeye, güzel olan şeylere talip olmaya, güzeli tercih etmeye bir özendirmedir.

Kur’an insanın (Tîn 95/4) ve hz. Yûsuf kıssasının güzelliğini de “ahsen” kelimesiyle ifade ediyor. (Yûsuf 12/3)

d-Hüsnâ

“Hüsnâ” (yukarıda geçtiği gibi) ahsen kelimesinin dişili (müennesi)dir. Güzel, en güzel, daha çok güzel,  daha hoş demektir. “Hüsnâ”yı Türkçeye güzelin en güzeli, nihâi güzellik/iyilik diye çevirmek mümkün.

el-hüsnâ“ kelimesi bu bağlamda inanç, ibadet, muamelât ve ahlâk ilkeleriyle İslâm inanç ve uygulamalarının tümünü ifade eder. (Heyet, Kur'an Yolu, 5/573)

Kur'an’da, onyedi âyette “el-hüsnâ” şeklinde “el-“ harf-i tarif/belirlilik takısı ile geliyor ve özel, üstün bir güzelliğe, belirliği bir hoşluğa dikkat çekiliyor. Güzelliğin kaynağı asıl Güzel olan Allah'tır. Öyleyse insanın kavuştuğu güzellik, ya da içindeki güzellik duygusu kendinden değil, onu Yaratan'dan ona bir bağış ve bir lütuftur. En üstün niteliklere en mükemmel sıfatlara (Esmâullahi'l-Hüsnâ'ya) sahip olan Güzeller Güzeli Allah (cc) kendi Güzel olan isimlerinin tecellileri olarak bazı şeyleri kullarına verir. Onları hem de kalbî anlamda güzel duygulara, hem dünyevî anlamda güzelliğin, rahatın, huzurun zirvesine ulaştırır. Sonunda da güzelliğin şahikası olan Cennete kavuşturur.

Kur’an’da el-Hüsnâ'dan dört tanesi Allah'ın isimlerini nitelemek üzere “Esmâu'l-hüsnâ” formunda geliyor. (İsrâ 17/110. ayrıca bak: A'raf 7/180. Tâhâ 20/8. Haşr 59/24)

Kur’an, Allah'ın va'dini (Nisâ 4/95. Enbiyâ 21/101. Hadid 57/10), zulüm altındaki İsrailoğullarına güzel bir istikbal sözünü (A'raf 7/137), niyet ve eylemdeki daha iyi olanı (Tevbe 9/107), güzel davrananlara verilecek olan karşılığı (Yûnus 10/26. Necm 53/31), Allah’ın davetine icabet edenlere verilecek mükâfatı (Ra'd 13/18), makam, malı ve servete sahip olmayı en güzel zannedenlerin yanılgılarını (41 Fussilet/50) ve insanı mutlu edecek, kolay yola (cennete) gitmesini sağlayacak ameli (Leyl 92/5-10) el-hüsnâ olarak niteliyor.

el-Hüsnânın güzel davranışları ve güzel davranışlara verilecek güzel karşılığı,  mükemmelliği, en güzel olanı nitelediği görülmektedir.

e-İhsan

Kur’an’da estetik güzelliği, hoşa giden şeyleri, uygun olanı yapmayı, iyilik etmeyi en yoğun bir şekilde ifade eden kavram “ihsan”dır. İhsan, if’al kalıbından “ahsene” fiilinin masdarıdır. Ahsene; bir şeyi iyi etmek güzel yapmak veya bir şeyi güzel bilmek demektir. Ahsene tıpkı “hassene” fiili gibidir. Bu da güzelleştirmek, daha da güzel olmak, daha güzelini yapmak demektir. (İbni Manzur, Lisânu’l-Arab 4/123)

Kur’an “ahsene” fiilini 21 yerde tekil, çoğul ve emir kalıbıyla kullanılıyor. Mesela; Allah (cc) hz. Musa’ya Tevratı ihsan üzere hareket edenler için indirdiği (En’am 6/154), Hz. Yusuf kendisiyle murada almak isteyen kadının kocasının iyilikleri (Yusuf 12/23), Allah’ın kendine ikram ve lütufları (Yûsuf 12/100), işini ihsan üzere yapanların karşılığının daha güzeliyle verileceği (Kehf 18/30), insana şekil verenin Allah olduğunu ve O’nun yaratmasının en mükemmel olduğu (Secde 32/7. Mü’min 40/64), Allah’ın iman edip sâlih amel işleyenlere Âhiret gününde güzel bir nasip hazırladığı (Talak 65/11) “ahsene” fiili ile anlatılıyor.

Kişi güzel davranırsa, işlerini en güzel şekilde yaparsa (ahsene) bu kendi lehinedir. Kötülük yaparsa bu da kendi aleyhinedir. (İsrâ 17/7) İyilik edenlere, işlerini güzel yapanlara (ahsene) ve Alllah’tan korkup çekinenlere O’nun katında büyük bir ödül vardır. (Âli İmran 3/172. Yûnus 10/26. Kehf 18/30-31. Nahl 16/30. Necm 53/31. Mâide 5/93)

12 âyette geçen “ihsan” güzelliği bütün boyutlarıyla ifade eden önemli bir Kur’an kavramıdır. “Hasune” fiilinden masdar olan “ihsan”, genel olarak başkasına iyilik etmek ve yaptığı işi güzel yapmak şeklinde iki anlamda kullanılmaktadır. (el-Isfehânî, R. el-Müfredât, s: 170) “İhsan", "isâetin" (kötü-çirkin yapmanın) zıddıdır. (İbni Manzur, Lisanu'l-Arab, 4/124)

İhsan, bütün güzellikleri ve rağbet edilen şeyleri fade eder. İhsan ahlâkı; güzel, uygun, doğru olan şeyleri en güzel şekilde yapmak demektir. 

İhsan, aynı zamanda Allah’ı görüyor gibi ibadet etmektir. Meşhur Cibril hadisinde Peygamberimiz ‘ihsan’ı şöyle tanımlamıştır: “... İhsan, Allah’a O’nu görüyormuşcasına ibadet etmendir. Her ne kadar sen O’nu görmüyorsan bile O seni görüyor.” (Buhârî, İman/37 no: 50. Müslim, İman/1 no: 8. Tirmizî, İman/14 no: 2738. Ebu Davûd, Sünne/16 no: 4695. İbni Mâce, Mukaddime/9 no: 63, 64. Nesâî, İman/6 no: 4994) ,

Cibril hadisinde İslâmın üç boyutu var: İman, teslimiyet ve ihsan. Bunlardan iki boyutu Kur’an ve Sünnetle belirlenmiş iman ve ibadet ve davranışları içine alır. Üçüncü boyut ise takvayı, fikri hayatı ve güzel olanı yapmayı ifade eder. (Koç, T. İslâm Estetiği, s: 51)

İhsan; en genel çizgileriyle Peygamber’in yaptığı gibi davranmak (İslâm), onun düşündüğü gibi düşünmek (iman) ve buna uygun bir davranış sergilemektir. İslâm ne yapmamız gerektiğini söylerken, iman bunları yapmanın niçin gerekli olduğu konusunda bize bir anlayış sağlar. İhsan ise, psikolojik ve duygusal niteliklerimizin eylem ve anlayışımızla uyumlu hale getirilmesi durumudur. (Koç, T. İslâm Estetiği, s: 52)

Allah (cc) adaleti ve iyilik yapmayı (ihsanı), yakınlara karşı cömert olmayı emrediyor; utanç verici ve arsızca olanı, azgınlığı (taşkınlığı) yasaklıyor. (Nahl 16/90

Buradaki ihsan “insanın hem Allah’a hem de yakın ve uzak çevresine, bütün insanlara, hatta tabiata karşı yaklaşımında, tutum ve davranışlarında adalet ölçüsünün, farz ve vâcip sınırlarının ötesine geçerek imkân ve kabiliyetine göre kulluğun, özverinin ve erdemin en yüksek seviyesine ulaşması” anlamlarına gelecek şekilde yorumlanmıştır. (Çağrıcı, M. TDV İslâm Ansiklopedisi; 21/546) Bunu biz müslümanın kendisine, çevresine ve tabiata karşı güzel davranması, güzel davranışlar sergilemesi olarak anlayabiliriz.

Müslümanın iç güzelliği ve manevi zenginliğinin bir göstergesi olan ihsan, bütün etkinliklerimizi güzel kılmaının ve bütün bir hayatı adeta bir sanat faaliyetine dönüştürmenin adıdır. Başka bir ifade ile ihsan, bütün davranışlarımızda Allah’ı hatırlayışı yansıtan bir olgunluk düzeyi ve Allah tarafından sürekli denetlendiğimizin bilincinde olarak, kullukta güzel olanı yapmaya özen göstermek demektir. (Koç, T. İslâm Estetiği, s: 54)

İhsan ahlâkı, adaletten daha kapsamlı bir güzel huydur. Çünkü adalet anlayışında, karşıdakinin hakkını vermek varken, ihsanda ise daha fazlasını vermek, daha güzeli ile karşılık vermek anlayışı vardır.  

Mü’min, yalnızca ibadette değil, bütün davranışlarında ihsan üzerinde bulunur. Hatta bir hayvan boğazlerken bile ‘ihsan’ ile boğazlanması emredilir. (bak: Müslim, Sayd/57 no: 1955. İbnu Mace, Zebaih/3 no: 3170. Ebu Davud, Edahî/12  no: 2815. Tirmizî, Diyât/14 no: 1409. Nesâî, Zahâyâ/22) Bir hayvanı boğazlarken bile ‘ihsan’ı emreden bir din; insanın günlük davranışlarının rastgele olmasını, hevâ ve hevese, çıkara dayanmasını ister mi?

f-Muhsin

“Muhsin”, ihsan masdarının özne ismidir (ism-i failidir). İhsanda bulunan kişiye, ihsan edene, ihsan ile davranana, ya da ihsan ahlâkına sahip olan kimse demektir. Kur’an iyi/ideal insanlara ‘muhsin’ diyor. Sonra onların nasıl olduklarını, ya da muhsin olmanın ipuçlarını veriyor. Muhsinleri övüyor, onure ediyor ve çeşitli ödüllerle müjdeliyor.

“Muhsin” Kur’an 4 yerde tekil, 35 yerde de çoğul olarak yer almaktadır. Muhsin olarak özlerini Hakk’a bağlayanlar gerçekten kopmaz bir İp’e bağlanmış olurlar. (Lukman 31/22) Allah muhsinleri (güzel davrananları, güzellik üretenleri) sever: (Bekara 2/195. Âli İmran 3/134, 148. Mâide 5/13, 93) Kur’an, iman edenlere Allah’a yalvararak dua etmelerini emrettikten sonra “… Allah’ın rahmeti elbette muhsinlere yakındır” diyor. (A’raf 7/56)  

Bir başka yerde bu müjde takva sahipleri de söz konusu edilerek tekrar ediliyor. (Nahl 16/128. Ankebût 29/69) Burada takva ile ihsan arasında bağ kurulduğunu görüyoruz.  

Allah muhsinlerin ecrini fazlasıyla verir. (Tevbe 9/120. En’am 6/83-84. Yûsuf 12/56, 90. Hûd 11/115. Maide 5/85. Zümer 39/34. Mürselât 77/44) Allah (cc) muhsinlerin mükâfatlarını bir kaç âyette “İşte muhsinleri böyle mükafatlandırırız…” diyerek haber veriyor. (Kasas 28/14. Saffât 37/80, 105, 110, 121, 131)

Kur’an zalimleri uyarmak ve yaptıklarını en güzel biçimde yapan muhsinleri müjdelemek üzere indirilmiştir. (Ahkâf 46/12) Zaten Kur’anın müjdeleri, kılavuzluğu, rahmeti ve öğütü muhsinler içindir. (Lukman 31/3) Üç yerde bazı peygamberlerin isimleri zikredilerek kendilerinden “muhsinler” diye söz ediliyor. (En‘âm 6/83-84. Yûsuf 12/22, 36, 78. Sâffât 37/80-131) Bu da ihsan ahlâkının, muhsin olmanın peygamberlerde gözlenen kusursuz dindarlık ve bunun sonucu olan güzel davranışları ifade ettiğini gösterir. (Çağrıcı, M. TDV İslâm Ansiklopedisi; 21/546)  

Soru şu: Kur’an’ın bu kadar övdüğü, yaptıklarına karşılık hadsiz hesapsız mükâfat vadettiği bu güzel insanlar kimlerdir? Kur’an kimlere muhsin diyor?

Cevap: Muhsin, iyilik yapmayı ve güzel davranmayı ilke ve kişilik haline getiren, bunda sebat eden, güzel düşüp güzel eylemler yapan demektir. Bir başka deyişle; Allah’ı görüyor gibi davranan kimsedir.

Kur’an muhsin olmayı mü’minlerin bir sıfatı olarak sayıyor ve herkesi muhsin olmaya davet ediyor. Hem de aktif iyi (muhsin) olmaya. Yani o, sergilediği güzellikleri başkalarıyla paylaştığı gibi, iyi ve güzel olan şeylerin insanlar arasında yayılması için de çaba gösterir.

Muhsin, yaptığı her işi güzel yapan insandır, yani iyi insandır.

Muhsin; canlı, örnek ve uygulamalı ihsandır.

Muhsin, insanlar içerisinde güzel davranışların, işleri güzel yapmanın sembolüdür. Onlar hangi davranışın iyi, hangi davranışın kötü olduğu konusunda hem bilgi sahibidir, hem de bilinçlidirler. Çünkü onlar Allah’ın kendilerini gördüğünün farkındadırlar. Muhsinler, hayatlarının her alanında güzellik üretirler, iyilik yapmakta sebat ederler.

Bir müslüman ne yapıyorsa, onu güzel yapmalı. Konuştuğu zaman düzgün, edepli, doğru, az ve güzel konuşması beklenir. Bir yerde görevli ise işini dürüst ve iş sözleşmesinde yazılı olanı güzel yapmalı, hile yapmaya kalkmamalıdır. Odasını/evini döşediği zaman imkanı nisbetinde güzel, düzenli ve estetiğe uygun döşemeli. Odaya girildiği zaman göze bir temizlik, bir güzellik ulaşmalı. Sofra kurduğunda, bahçe düzelttiğinde, elbise giydiğinde hepsini güzel ve estatiğe uygun yapmalı. Usta, sanatkâr, üretici, tüccar ise işini temiz, dürüst ve güzel yapmalı. Her yerde ötekine güzel davranmalı. Resim yapıyor, yazı yazıyor, inşaat yapıyorsa, yani ne yapıyorsa; hepsini güzel yapmalı, gereği kadar yapmalı. Anne- babasına, büyüklerine, çocuklara, komşularına, ilişkide olduklarına, diğer insanlara, hatta hayvanlara ve tabiata bile güzel davranmalı. İşte muhsinlerin, yani güzellik üretenlerin ahlâkı böyledir.

Allah’ın uygun gördüğü muhteşem ‘muhsin’ sıfatını kazanmak isteyen bir müslüman, kim ne derse desin, kim hangi kötülüğü, kabalığı, ayrımcılığı, ırkçılığı, hasımlığı, hainliği, kirliliği yapsa bile, o iyi davranmaya, güzellik üretmeye devam eder.

Muhsin, güzellik sergileyen, işleri layık oldukları şekilde güzel yapan, bol bol ihsanda bulunan demek olduğuna göre bunun sanatla da ilgisi açıktır. Kur’an’ın ihsana bu kadar çok vurgu yapması ibadetlerin bilinçle ve güzel yapılmasına, ahlâkın güzelleştirilmesine teşvik olduğu gibi, ortaya konulan her ne ise, eylemlerin, eserlerin ve sanatların da güzel yapılmasına bir özendirmedir. İslâm sanatlarının bu teşvikten cesaret aldığını söyleyebiliriz.

g-Tahsin/tahsiniyât

Kur’an’da her ikisi de geçmemekle birlikte İslam düşüncesinde özellikle güzel davranışları nitelemek üzere kullanılan kavramlardır. “İslâmın ihsan boyutu hem fert hem de toplum hayatı açısından, mutlaka uyulması gereken bir ilke olarak görülmüştür. Fıkıh kitaplarında “tahsiniyat” başlığı altında ele alınan bu konuda, her şeyden önce “güzel olanı yapma, güzel bir şekilde yapma” üstünde durulur. Bu da her türlü iş ve ilişkilerimizde güzellik, incelik ve zerafetin gözetilmesi gerektiği anlamına gelir. Zira güzellik bir işin mükemmllik kazanmasında çok önemli bir unsurdur. (Koç, T. İslâm Estetiği, s: 55)

2-Cemîl/cemâl

Güzeli ifade etmede kullanılan önemli kelimelerden biri de “cemâl”dir. Hüsün ve cemâl kelimelerinin aynı anlamda kullanıldıkları da olur. Cemâl genellikle celâl ve ihtişam kelimeleriyle bağlantılı olarak kullanılır. (Koç, T. İslâm Estetiği, s: 52)

Kur’an’da geçen cemâl, husün, zinet gibi kelimeler fizikî ve ahlâkî güzellikleri anlatmak için kullanılmıştır. Cemâl, güzellik kavram ve düşüncesini en dolaysız biçimde ifade eden kelimedir.

„Cemâl“, dağınık şeyleri toplamak, ahlâkı, şekli yaratılışı güzel olmak anlamında „ce-me-le“ fiilinin masdarıdır. Buna göre cemal; güzellik, güzelleşme demektir. Bunun „ecmele“ kalıbı; iyiliği ve ihsanı çokça yapmak manasın da gelir. (İbni Manzur, Lisânu’l-Arab, 3/202)

Bu kelime modern dönemlerde hazırlanan Arapça sözlüklerde estetik karşılığında kullanılmıştır. “Ilmu’l-cemâl” estetik bilimi demektir.

“Cemele” fiilinin sıfat-ı müşebbihe kalıbından gelen “cemîl/cemile” ise güzel, endamlı, ahlâkı ve yaratılış güzel olan, iyilik demektir. Aynı kökten gelen “ecmel”, daha güzel, en güzel, daha çok iyilik sahibi anlamındadır. (İbni Manzur, Lisânu’l-Arab, 3/201)

Cemîl kelimesi Kur’an’da 7 yerde geçmekte ve daha çok ahlâkî güzelliği ifade etmektir. Kur’an, hz. Yakub’un oğullarının yalanı karşısındaki sabrını (Yûsuf 12/18, 83) cemîl (güzel, iyi, mükemmel) sıfatı ile övüyor. Allah (cc) Peygamber’e “eğer hanımları dünya süsünü isterlerse, yine kendileri arzu edelerlerse güzel bir şekilde (serahen cemilen) boşayabilirsin” diyor. (Ahzab 33/28. Bir benzeri: Ahzab 33/49)

Allah (cc) hz. Muhammed’e inkârcıların inatçı tavırlarına karşılık güzellikle sabretmesini (sabran cemilen) tavsiye ediyor. (Meâric 70/5. Müzemmil 73/10) İbni Mâce’nin rivayet ettiği bir hadiste el-Cemil Allah’ın güzel isimleri arasında sayılıyor. (İbni Mâce, Dua/10 no: 3861)

Cemâl bir hadiste hem Allah’ın güzelliğini, hem de insanların  gerek giyim, gerek davranış olarak güzel olmasını nitelemek üzere kullanılıyor. Rasûlüllah bir seferinde; “Kalbinde zerre miktarı kibir bulunan kimse Cennete girmeyecektir” dedi. Bir Adam: “Kişi elbisesinin, ayakkabısının güzel olmasını sever” deyince Peygamber; “Allah güzeldir, güzelliği sever. Kibir ise hakkın iptali, insanları aşağılamadır” buyurdu. (Müslim, İman/147 (39) no: 265.  Tirmizî, Birr/61 no: 1999. Bir benzeri: Ebu Dâvud, Libas/26 no: 4092)

 Kur’an’da cemâl sıfatı bir âyette geçmekte ve hayvanlarda insanlar için birçok güzellikler olduğunu vurgulamaktadır. (Nahl 16/6)

Bazıları cemâli mânevî ve sûrî (maddî) olmak üzere iki şekilde ele almışlardır. Onlara göre Allah’ın en güzel isimlerinin (esmâ-i hüsnâ) ve sıfatlarının anlamları “mânevî cemâl”dir. Sûrî cemâl ise bu âlemdeki güzelliktir ve ilâhî güzelliğin yansımasından ibarettir. Âlemdeki hiçbir şey özü itibariyle çirkin değildir. Güzellik aslî, çirkinlik ârızîdir. Çirkin denilen şey, âlemin kendisi olmayıp hırs ve kötü emelleriyle dünya hayatının tabii güzelliğini bozan kötü insanların davranışlarıdır. (Uludağ, S. TDV İslâm Ansiklopedisi, 7/296)   

3-Ziynet

Ziynet, bilgi gibi, soyut, ahlak gibi manevi, takı ve elbise gibi maddi, boy-pos gibi bedeni olmak üzere, insan hayatına zerâfet, incelik ve güzellik katan her şeydir. (el-Isfehânî, R. el-Müfredât, s: 319. İbni Manzur, Lisânu’l-Arab, 7/91)

Kur’an’da 19 âyette geçen ziynet güzel ve süslü, süslenmeye yarayan nesne anlamına gelmektedir. Güzelliğe işaret eden bu kelime, çeşitli kalıplarda kullanımıyla Kur'anda dünya hayatının kendisi, dünyevi nimetler, süsler, çocuklar, kadınlar, binek hayvanları, gökyüzü ve bitki örtüsü, insana geçinmesi için verilenler gibi şeyleri niteliyor. Yani hem insanın süs olarak benimsediklerini, hem de varlıklarla ilgili estetik yönü ifade etmektedir. (Mesela bak: Hadid 57/20. Kasas 28/60, 79. Yûnus 10/24, 88. Nahl 16/8. Kehf 18/7, 28, 46. Tâhâ 20/59, 87. Saffât 37/6)

Kur’an; “Ey Âdemoğulları! Mescitlere (secde edilen yerlere) gitmek istediğiniz zaman ziynetinizi alın” diyor. (A’raf 7/31) Buradaki ziyneti, güzel elbise, güzel bir dış görüntü, kendisine çeki düzen vermek, zerafeti takınmak şeklinde açıklamak mümkün.  

Mümin kadınlara da söyle: Gözlerini (harama bakmaktan) korusunlar; namus ve iffetlerini esirgesinler. Görünen kısımları müstesna olmak üzere, ziynetlerini teşhir etmesinler. Baş örtülerini, yakalarının üzerine (kadar) örtsünler…” (Nur 24/31) Bu âyette üç defa geçen kadınların ziyneti (ziynetehünne) hakkında farklı görüşler olsa da bu müslüman kadınlar için kişilik ve kimlik olduğu için yabancılara gösterilmesi haram olan kısımdır. Bazılarına göre ise âyetteki “ziynet” tabiri, kadının vücudunu ifade eder ki, buna göre yasaklanan, süs eşyalarının teşhiri değil, vücudun teşhiridir.

“Ze-ye-ne/zeyn” fiilinin “zeyyene (tef’ıl)” kalıbının masdarı olan tezyîn “süslemek, bezemek, donatmak” demektir. Allah (cc) Kur’an’da bu kalıbı bazen Allah’a nisbetle, bazı yerlerde şeytana nisbetle, bazı yerlerde de öznenin adını belirtmeden kullanmıştır. (Bak: Âli İmran 3/14. En’am 6/137. Bekara 2/212. En’am 6/122. Yûnus 10/12. Tevbe 9/37. Ra’d 13/33. Fâtır 35/7-8. Mü’min 40/37. Muhammed 47/14)

Allah (cc) dünya göğünü kandillerle tezyîn ettiğini (süslediğini), (Bak: Fussilet 41/12. Saffât 37/6. Mülk 67/5. Kaf 50/6), gökte burçlar yarattığını ve bunları bakanlar için tezyîn ettiğini (Hıcr 15/16) haber veriyor.  Allah’ın varlıkları tezyîn etmesi; bazen onları müzeyyen (süslü), bezenmiş bir şekilde ibda buyurmasıyla, hiç bir şeyi örnek almadan, taklit etmeden yaratmasıyla olur. (el-Isfehânî, R. el-Müfredât, s: 319)

Kur’an iman etmeyi onu Allah’ın kalplerde tezyîn etmesi şeklinde açıklıyor. (Hucurât 49/7) Bir yerde şöyle söyleniyor: “Çünkü Biz her ümmete kendi yaptıklarını tezyîn etmişiz (cazip göstermişiz)...” (En’am 6/108. Bir benzeri: Neml 27/4) Yani kendi serbest tercihleriyle yaptıkları işleri kendileri doğru bulurlar, güzel görürler.  

Şeytan kendi dostlarına yaptıkları yanlışları tezyîn eder, güzel ve doğru bulmalarını  telkin eder. (Enfal 8/4, 48. En’am 6/43. Enfal 8/48. Nahl 16/63. Neml 27/24. Ankebût 29/38. Fussilet 41/25)  Zaten şeytan insanların yaptıklarını kendilerine tezyîn edeceğine (süslü-güzel) göstereceğine söz vermişti. (Hıcr 15/39)

4-Tûba/tayyibe

Dil bilginlerine göre ‘Tûbâ’; ‘tâbe-tayyib’ kökünden gelir. Bu da lezzetli olmak, güzel, helâl ve temiz olmak anlamlarına gelir. ‘Tayyib’ kelimesinin aslı; duyu organlarının ve nefsin lezzet aldığı, hoşlandığı şeydir. ((İbni Manzur, Lisânu’l-Arab, 9/167-169. el-Isfehânî, R. el-Müfredât, s: 464)

Tayyib; lezzetli, hoş, iyi, fazilet sahibi kimse gibi anlamlara da gelir.

Kurân, yenilebilir (helâl) yiyecekleri (Bakara 2/168. Nahl 16/72. İsra 17/70. Tâhâ 20/81 vd.), iyi kimseleri (Âl-i İmran 3/179. Enfal 8/37. Nahl 16/32), Tevhid Kelimesini (Hacc, 22/24. İbrahim, 15/24. Fâtır, 35/10), teyemmüm yapmaya elverişli toprağı (Nisâ 4/43. Mâide 5/6), ganimetleri (Enfal 8/69), iffetli müslüman erkekleri (Nûr 24/26) Cennetliklerin kalacağı meskenleri (Tevbe 9/71) ve Kur’an’a uygun yaşayan müslümanlara dünyada verilecek mutluluğu (Nahl 16/97), güzel bir kelimeyi ve güzel ağacı (İbrahim 14/24) bu kelime ile niteliyor.  

Bu kökten gelen “tûba”; misk gibi güzel olmak, hoş olmak veya hoş kokulu olmak, mutlu ve huzurlu olmak demektir. Kur’an’da geçen “Tûba lehüm” yani, hoş ve güzel geçim iman edenlerin  hakkıdır. Cennetlikler dünya hayatında öyle yaşamışlardır ki, karşılık olarak tam hoşlanacakları şeyleri hak ederler. “Onlara tûbâ vardır”,  yani ‘onlara sevinç ve göz aydınlığı, güzellikler, bol bol hayırlar verilecek şeklinde de anlaşılmıştır.  

5-Ni’me

Birini yermek için kullanılan “bi’se-ne kötü, ne çirkin” kelimesini tersidir. Övmek için kullanılır. (el-Isfehânî, R. el-Müfredât, s: 761) Kur’an’da 14 yerde geçmekte ve daha çok güzel davranışta bulunanları, ya da güzel davranışların karşılığının güzel olacağını açıklamak üzere gelmektedir. Şöyleki:

Kur’an, günah işledikten sonra istiğfar eden (af dileyen) müslümanları ve övüyor. (Âli İmran 3/136. Ankebût 29/58. Zümer 39/74) Allah (cc) kendisinin mutlak Mevlâ ve Vekil oluşunu “ni’me” kelimesi ile ifade ediyor: „Hasbunallahu ve ni’me’l-vekîl, ni’me’l-mevlâ ve ni’me‘n-nasîr.“ (Âli İmran 3/173. Enfal 8/40. Hac 22/78) İman edip sâlih amel işleyenlerin, ihsan üzere hareket edenlerin ödülleri zayi edilmez. Onlara Cennet ve oradaki güzel neimetler vardır. Bu karşılıklar ve ödüller şüphesiz ki çok güzeldir (ni’me). (Kehf 18/31) Ra’d 13/24. Nahl 16/30)

Hz. Süleyman ve hz. Eyyûb peygamberlik ve kulluk görevlerini Allah’ın razı olacağı bir biçimde yapmışlardı. Bu sebeple Kur’an onları anarken “…Onlar ne güzel (ni’me) kuldu” diyor. (Sad 38/30, 44) Allah (cc) kendi sanatını, yaratmadaki eşsizliğini ve güzelliğini bu kelime ile anlatıyor. (Zariyât 51/48. Mürselât 77/23. Saffât 37/75)

7-Bedi’

Bedî’ Kur’an’da iki yerde gelir. Yoktan var eden, eşsiz  ve benzersiz icat eden, yoktan var eden , mükemmel sanatkâr, yaratma işiniş eşsiz bir sanatkârlıkla icra eden sonsuz ve mutlak özne demektir.  

„Be-de-a“ başladı, ilk oldu demektir. (İbni Manzur, Lisânu’l-Arab, 2/37) Bedi’ ismi, hem yoktan var eden, hem de eşssiz ve ve benzersiz yaratan manasını taşır. Bedi’ hem Yaratnın eşsiz ve benzersizliğine, hem de yarattığının eşsiz ve benzereizliğine delalet eder. (İslâmoğlu, M. Esmâ-i Hüsnâ, 3/1708)

İbda “daha önce var olan bir örneğe ve hammaddaye ihtiyaç duymaksızın, benzeri daha önce var olmayan bir şeyi hiç yoktan yaratmak” demektir. Aynı zamanda “yoktan icat eden mükemmel sanatkar” anlamını da ihtiva eder. Kur’an’da iki defa yewr alır. (bak: Bekara 2/116-117. En’am 6/100-101)

Bir güzellik kavramı olarak bedi’; anlamı açık, bulunduğu yere tam uygun olan, sözdeki güzellikleri ifade eden yönleri bildiren bir ilimdir. Belâğat ilminin „meâni ve beyan“dan sonra üçüncü bölümünü teşkil eder. Kelâmın zâtî güzellikleri meâni ve beyan ilimleriyle, arızî güzellikleri de “bedi’” ilmi ile bilinir.  

Bedi’ ilmi kelâm ilminde mevcut olan bediî güzellikleri, ufak nüans farklılıklarına varıncaya kadar incelemiş, çeşitli terimler altından örnekleriyle sayıp dökmüştür. (Karaçam, İ. Sonsuz Mûcize Kur’an, s: 373-376) Bütün bediî sanatların Kur’an’da sayısız örneği bulunmaktadır. Bu da Kur’an’daki söz güzelliğini gösteren bir durumdur. Kur’an Peygamberin en büyük mu’cizesidir. Onun mu’cize oluşu da fasâhat ve belağat, yani söz güzelliği ve anlamlılık açısındandır.  

7-Rîş

Kur’an’da bir yerde geçen „rîş“ aslında kuşun tüylerine ve teleklerine denir. Bunların kuşlar için elbise gibi olmasından hareketle benzetme yoluyla giysi anlamında kullanılmış. (el-Isfehânî, R. El-Müfredât, s: 50) İnsana ve eşyaya estetik ve güzellik katan her şey, özellikle elbise ve örtü için kullanılır. (İslâmoğlu, M. Hayat Kitabı Kur’an, 1/268)

„Ey Âdemoğulları! Size katımızdan, hem çıplaklığınızı örtmek hem de zerafet/güzellik aracı olmak üzere giysi (yapma yeteneği) bahşettik. Fakat takva elbisesi var ya, işte o en hayırlı olandır.“ (A‘raf 7/26)

M.Esed bunu „bir görkem-güzellik ifadesi olarak giyim-kuşam (yapma bilgisi) bahşettik“ şeklinde aktarmış. Rîş, kuş tüyünün güzelliğinden türetilmiş mecazi bir ifadedir (Esed, M. Kur’an Mesajı; 1/273, 274) ve ziynet elbisesi demektir.

Sonuçta riş elbiseki güzelliği, görkemi, hoşa giden görüntüyü ifade edip, bunun da bir ilâhi lütuf olduğunu anlatan bir kelimedir. Müslümanların tarihten beri elbisede geliştirdikleri estetik güzellik, sanat ve çeşitlilik, muhteşemlik bu âyetten etkilenmiştir diyebiliriz.

Hüseyin K. Ece

15.08.2017

Zaandam

 

Kur'ani Hayat Dergisi, Eylul-Ekim 2017 Sayı: 55