-Kur’an’da zaman

Zaman, müddet, sürekliliğini ifade eden devam, zamanda öncesizliği belirten ezel ve “kıdem Kur’an’da geçmez. Ama Kur’an’da zamanı ve zamanın bir bölümünü, bir aralığını, sınırlı bir vakti, kısa veya uzun müddeti anlatan pek çok kelime var. Bunlar çoğunlukla bir işin ya da ibadetin vaktini bildirirler. Böylece vakit ile kulluk arasında bir bağlantı kurarlar. Bir kısmı da tarihî , ya da evrendeki bir olaya işaret ederler. Bunlar hem kozmonolojik bilgi verirler, hem ilâhi kudrete, hemde o vaktin önemine dikkat çekerler.

“Gün, ay ve yıllar Allah tarafından bir düzene ve hesaba bağlanmış olup (En‘âm 6/96. Rahmân 55/5), gök cisimlerinin hareketinde matematiksel bir sistem bulunduğu yönünde kişiyi teorik bir fikir vermesi yanında insanların zamanla ilgili işlerini düzenlemeleri hususunda sistemin pratik yararına da dikkat çekilmektedir. (Kutluer, İ. TDV İslâm Ansiklopedisi, 44/112).

Buna göre zaman da Allah tarafından bir hikmete binaen yaratılmış, o da yaratılış amacına uygun olaran deveran edip durmaktadır. Varlık âlemindeki bütün olaylar bu kesintisiz müddet içerisinde olmaktadır.  

 

-Kur’an’da zaman kavramları ve hikmetleri

a-Devam eden zamanla ilgili kelimeler

1-Vakit/mîkât

Vakit, “vekate” fiilinin masdarıdır ve vakit koymak, vakit tayin etmek demektir. Vakit ya da vakt (çoğulu evkât) “zamanın belirli bir parçası” anlamına gelir. Bir işin yapılması için ayrılmış veya tayin edilmiş zamanın sonu.***

Bu kelimeden türeyen “mîkāt da bir şey için ayrılmış, belirlenmiş zaman veya kendisine bir zaman tayin edilmiş vaat veya mekanı da ifade eder. Hacıların ihram giydikleri mekanların adı da mîkâttır.

Mikâtın çoğulu olan “mevâkıt” Bekara 2/189da, hilâl hakkında, bir de onun insanlar ve hac için belirlenmiş vakitler anlamında geçiyor.

İsyanından sonra Allah’tan mühlet isteyen İblis’e bilinen vakte kadar izin verildi. (Hıcr 15/37-38. Sâd 38/80) Bu malum vaktin dünyanın sonu olan es-Saat olduğu açıktır.

Vakit bir âyette Türkçede bildiğimiz vakit, zaman, an anlamında geçiyor. (A’raf 7/187) Burada da vaktin kıyâmetle bağlantılı gelmesi dikkat çekmektedir. Zaman gibi bütün vakitler de Allah katında aynıdır ama bazı vakitler değerini onda icra edilen ibadetten alır.

Aynı kökten gelen “mevkût” bir âyette, namaz ibadetinin müslümanlara vakitli olarak farz kılındığını haber vermek üzere geliyor. (Nisâ 4/103)

Bazı ibadetler vakte bağlıdır. O vakit girdiği zaman belli bir ibadetin eda edilmesi gerekir. Vakit namazın şartlarından sayılmıştır. (Nisâ 4/103). Farz orucun vakti Ramazan ayı içerisinde imsak ile iftar arasıdır. Haccın vakti Arefe ve Kurban Bayramının ilk günüdür gibi.  

2-Dehr

“Dehr; sürekli zaman, çok uzun, çağ, süre, devir demektir ki şiddetli, güç, zor bir vakti de anlatır. Bazılarına göre bu, âlemin başlangıcından sona ereceği ana kadar ki müddettir.  

Dehr, az veya çok olsun zaman hakkında kullanılır.  Bazılarına göre dehr bin sene, bazılarına göre yüzbin senedir. Araplar zaman ve senenin az da olsa bölümlerine dehr derler.

Bu kelime aslında âlemin yaratılışından son bulacağı ana kadarki zaman aralığının adıdır. Bununla birlikte süresi çok uzun olan müddet (zaman) aralığı da bununla ifade edilir. Bu yönüyle zaman kelimesinden farklıdır.  Çünkü zaman kelimesi süresi az, kısa veya uzun olan müddeti, geçmişi, şimdiyi ve geleceği kapsar. Dehr ise, "kesintisiz devam eden uzun zamana (âlemin ömrüne)" denir. (Tecrid-i Sarîh Terceme ve Şerhi, 11/180)

Kur’an’da iki âyette geçmektedir. “Bir âyette Câhiliye insanının hayatı ve ölümü zamanın öğütücü etkisine bağlayıp âhireti inkâr eden tutumu kınanıyor (Câsiye 45/24).

Her kötülüğü dehre nisbet edenler dehriyye adını almışlardı. İslâm dünyasında genel olarak ateist ve materyalist düşünceleri temsil eden dehriyye bir felsefî akımı ifade ettiği gibi çeşitli inkârcı tezlerin de ortak adıdır. (Altıntaş, H. TDV İslâm Ansiklopedisi, 9/107)

3-Ân

Birbirini takip eden süreler arasında varlığı farzedilen zaman sınırı; ardarda gelmesiyle zamanı oluşturan ve bölünmeyen zaman parçası gibi anlamlarda kullanılan bir kelime.
Aslı eyn veya evân olan an zaman dilimi, “kısa zaman” ve “şimdi” mânalarına gelir.

el-Ân Kur’an’da ve hadislerde “zamanın yaklaşması” ve “şimdi” anlamlarında kullanılmıştır.

Kelâmcılara göre ân; ardarda gelen ve bölünemeyen zaman parçasıdır. Zamanın bütünü an’lardan oluşur. (Yavuz, Y. Ş. TDV İslâm Ansiklopedisi, 3/100)

Münâvî’ye göre, an, iki zamanın yani geçmiş ile gelecek arasındaki fasıladır, aralıktır ve hazır olanı işaret eder. el-Ân, şu anda içinde bulunduğumuz vakittir. 

el-Ân Kur’an’da sekiz defa geçiyor. Allah (cc) ölüm anında yapılacak tevbeyi makbul saymıyor. Firavunun boğulmak üzere iken yaptığı tevbeyi kabul etmediği gibi. (Yûnus 10/91. Nisâ 4/18. Bekara 2/71. Enfal 8/66 vd.) Bu âyetlerin bağlamına bakacak olursak burada el-ân’ın şu an, şimdi anlamına geldiği anlaşılır.

4-Asr

Bunun aslı “asara” fiilidir. Bu da hapsetmek, menetmek, bir şeyi sıkıp suyunu çıkarmak demektir. Bu anlamda Kur’an’da iki âyette geçmektedir. (Yûsuf 12/36, 49) Aynı kökten gelen “asîr”; sıkılan şey, meyve suyu, meyve özü, “mu’sırat”; yağmur yüklü (sıkıştırılmış) bulutlar ki âdeta suya boğulmuş gibidirler (Nebe’ 78/14) anlamındadır.

Asr (çoğulu: usûr, a’sâr); dehr, mutlak zaman, 80 veya 100 senelik zaman dilimi, çağ, öğleden sonra, akşam, ya da günün son bölümü, ya da gündüzün zevâlden sonra iki tarafı (ğudüvv ve aşiyy) demektir. Salatu’l-asr-ikindi namazı kullanımı buradan gelir.

el-Asrân; iki asır; sabah Güneşin doğuşun öncesi/sonrası ve öğleden sonra, günün son bölümü kasdedilir. Bir gürüşe göre ise bu gece ile gündüz demektir. Sabah namazı ile ikindi namazı da bir hadiste bu kelime ile ifade edilmiştir. (Ebû Dâvûd, Salât/9 no: 428)

Asr kelimesi 103. sûrenin adıdır. Burada Allah (cc) asr’a (zamana veya dehre), kudretinin yüceliğine ve vakte dikkat çekmek üzere yemin ediyor. (Asr 103/1-3) Zira gece ve gündüzün devam edip gitmesinde ibret gözüyle bakanlar için dersler vardır. Asrın yatsı vakti veya ikindi namazı ya Hz. Muhammed’in zamanı olması da muhtemel. (Yazır, H. Yazır, Hak Dini Kur'an Dili (sad.), 9/422)

5-Ebed

Sözlükte dehr ile yakın anlamlı olarak “mutlak/sonsuz zaman” demektir. Parçalanmayan, uzayıp giden, zihnen son bulması düşünülemeyen süre. Bir şeyin gelecekte sonsuz olan mukadder zamanlar içinde varlığını devam ettirmesidir. Sonu olmamak ki bu sıfat Allah hakkında kullanılır. (Nisa 4/57) Dil âlimlerine göre “dehr” bilinen ve kesintiye uğrayan zamandır. Ebed ise bölünemez bir süreklilik anlamı taşır.

“Ebed”; Kur’an’da, biri hariç (Kehf 18/3) diğerlerinde hâlidîn (devamlı) kelimesiyle birlikte gelecek zamanı tekid için gelir. “Halidîne ebedâ-Sonsuza kadar” gibi. 11 âyette olumsuzluk ifade eden cümleler içinde “asla, hiçbir zaman”, bir şarta bağlı olarak “sürekli” anlamında bir âyette (Mümtehine 60/4) geçmektedir. el-Ebed; bir hadiste Allah’ın güzel isimleri arasında sayılıyor. (İbn Mâce, Dua/10 no: 3861)

Ebed kelimesi Allah’ın varlığının devamlı ve sonsuz olduğunu anlattığı gibi, iman edip sâlih amel işleyenlerin kavuşacakların nimetlerin sürekliliğini ve Cennetin ebedî olduğunu da ifade eder. Mü’minler için ebedi hayat cennettedir: (Bekara, 2/25. Nisâ 4/57, 122. Talak 65/11. Beyyine 98/8) İman edip hicret edenler, mallarıyla ve canlarıyla Allah yolunda cihad edenler kurtuluşa erecekler, cennette ebedî kalacaklar. (Tevbe 9/20-22, 100)

Kur’an’ın indiriliş amacı insanları cehennem azabından sakındırmak, sâlih amel işleyenlere içinde ebedî kalacakları cenneti müjdelemektir. (Kehf 18/1-3) Kur’an Cehennemin ve inkârcıların azabının sürekli olduğunu (Nisa 4/169. Ahzab 33/65. Cinn 72/23), mülkün, saltanatın, dünyalıkların ebedi olmadığını (Kehf 18/35) ve Peygamber eşlerinin müslümanlara ebediyyen haram oluşunu (Ahzab 33/53) bu kelime ile ifade ediyor.

6-Emed

Emed sözlükte; gaye ve sınır, mesafe demektir. Bir kimsenin yaratılışı ve ecelinin sona erişidir. Emed ile ebedin manaları birbirine yakındır. Bir sınırı bulunmayan, kayıtlandırılmayan bir zaman süresini ifade eden “ebed”e karşın “emed”; mutlak anlamda kullanıldığı zaman bilinmeyen bir sınırı olan süre hakkında kullanılır.   

Ebedin sonu bilinmez. Emed ise bir müddete bağlı olarak kullanılır. “emedün kezâ, zemanun kezâ” denildiği gibi.  Zaman ile emed arasındaki fark: Emed daha çok gaye açısından göz önüne alınır, zaman ise hem başlangıcı hem de ğayeyi kapsar.   

Kur’an’da dört defa yer alıyor. Kur’an iman edenleri, kendilerine kitap verilenler gibi olmamaları konusunda uyarıyor. Zira onların üzerinden uzun bir müddet (emed) geçti de kalpleri vahye karşı katılaştı, duyarsız oldu. (Hadid 57/16)

Ashab-ı Kehf’in mağarada uzun müddet uyutulduğu da emed kelimesi ile anlatılıyor. (Kehf 18/12) Peygamber de dahil hiç kimse zalim inkârcılara vadedilen azabın vaktini, Allah’ın onu bir müddet (emed) daha erteleyip ertelemediğini bilemez. (Cinn 72/25)  

7-Sermed

Daimî olan, sürekli veya ebedî bir şekilde devam eden demektir. O gece gündüz devam eden, birbirini takip eden zamanın diğer adıdır. Bunun da aslı serd kelimesidir ki bu da peşe gelmeyi, takip etmeyi, devamlılığı anlatır. Bazıları bunu, başlangıcı olmaması, sonu olmaması açısından Allah’ın bir sıfaı olarak anlarlar. Sermed, “gece ve gündüzden birinin ya da diğerinin kıyâmete kadar devamlı kılınması mümkün iken Allah’ın bunları peş peşe getirmesini O’nun eşsiz kudretine delil olarak gösteren âyetlerde “süreklilik” anlamında kullanılır.” (Kutluer, İ. TDV İslâm Ansiklopedisi, 44/111)

Kur’an’da birbirini takip eden iki âyette yer alıyor. (Kasas 28/71-72)

“İslâmî literatürde sonsuz zaman anlamında sermed kelimesiyle birlikte “ebedü’l-âbâd, ebedü’l-âbidîn, ebedü’l-ebed, ebedü’l-ebîd” gibi sonsuzluğu pekiştirici terkipler, “ebedî ve bâkî” yerine “lâ yezâl” tabirleri kullanıldığı görülmüştür.” (Kılavuz, A. S. TDV İslâm Ansiklopedisi, 10/72)

8-Hıkbe/ahkâb

Hıkbe (çoğulu: hıkeb veya hukûb); sene, uzun zaman.

Aynı kökten gelen “hukbu veya hukub (çoğulu: hıkab veya ahkâb); dehr, uzun zaman, bir seneden fazla süre. Bunun 80 yıl anlamına geldiği de söylenmiştir.  Hıkbe aslında belirsiz bir zaman süresini ifade eder. Bir başka deyişle “ahkâb” günlerin, ayların, senelerin içerisinde toplandığı zaman anlamına gelir.

Kur’an’da “hukuben” ve “ahkâb” bir âyette, hz. Musa’nın iki denizin birleştiği yere kadar durmadan gitmesini (Kehf 18/60), cehennemin azgınlar için uzun devirler boyu kalacakları bir dönüş yeri (Nebe’ 78/21-23) olduğunu anlatmak üzere geçiyor. Burada da zaman ile inatçı kâfirlerin alacakları karşılık arasında bir ilişki kurulmuş. Şüphesiz ki bu da onlar için bir uyarıdır.

8-Hîn

Hîn (çoğulu ahyan veya ehanin); vakit, müddet. Az olsun çok olsun bir müddetin tahdid edilmeksizin devam etmesi demektir.  

Bir şeyin erişme, varma, ulaşma veya meydana gelme zamanını ifade eder.  (Mesela; “Hâne hîne kezâ-Şunun zamanı yaklaştı” denir.)  Belirsiz olmakla beraber kendisine izafe edilen bir şey olursa özel veya belirli bir süreyi anlatır. (Sâd 38/3, 88)  

Hîn; örfde zamandan bilinmeyen bir miktar hakkında kullanılan zaman zarfıdır.  

Bununla birlikte hîn’nin şu anlamlara geldiği de söylenmiştir.: 1-Ecel, yani tayin edilmiş, belirlenmiş süre. (Saffat 37/148. Bekara 2/36) 2-Saat. (Rûm 30/17) 3-Mutlak veya uzun zaman. (İnsan 76/1. Sâd 38/88) 4-Ölüm vakti, mihnet, helâk. 5-Sene, ürün dönemi.  (İbrahim 14/25) Hîn kavramı Kur’an’da 34 defa yer almaktadır.  

Hîn bir âyette “dehr” ile insanın yeryüzünde henüz görünmeden önce “çok uzun bir dönem”in (hînun mine’d-dehr) geçtiğini vurgulamak üzere kullanılmıştır. (İnsân 76/1)

 

b-Zamanın bir bölümünü ifade eden kelimeler

1-Ömür

Ömrün aslı “amera” fiilidir. Bu da; arazideki perişanlığı, haraplığı gidermek, imar etmek, bayındır hâle getirmek anlamına gelir. Bunun masdarı ömr, imâret ve umrandır.

Ömr; bedenin hayat aracılığı ile mamur olma süreci demektir. “Tâle ömruhu: Ömrü uzadı” denirse; bu, o kimsenin bedeninin ruhu sayesinde mamur oluşunun uzadığı anlatılmış olur. Aynı kökten gelen “ta’mir”; ömür verme demektir. (Fâtır 35/11. Bekara 2/96)

Bu kökten gelen kelimeler Kur’an’da 27 yerde geçmektedir. Pek çok âyette insana ömrün Allah (cc) tarafından verildiği (Yâsîn 36/68. Fâtır 35/37) ve bunun bir kitapta yazılı olduğu yer alıyor. (Fâtır 35/11. Hûd 11/61)

Kur’an, kendilerine verilen hayat fırsatının hiç bitmeyeceğini sananların durumu (Enbiyâ 21/44), insanın en zayıf çağını (Hacc 22/5. Nehl 16/70) bu kelime ile ifade ediyor.  

İnsanlardan bazıları yaşamaya karşı çok düşkün olurlar. Onlar kendilerine bin sene ömür verilmesini isterler. (Bekara 2/96) Halbuki uzun yaşamak hak edenin azabını azaltmaz.

2-Saat

Sözlükte saat; kısa zaman, an; gece ile gündüzün oluşturduğu yirmi dört zaman diliminden her biri mânalarına gelir. Kur’an’da zamanla ilgili bir başka kavram olan “sâat” çoğunlukla kâinatın son bulacağı zamanı ifade etmekte, bazı âyetlerde de insanların ecellerinin değişmezliği bağlamında geçmektedir. (Kutluer, İ. TDV İslâm Ansiklopedisi, 44/112)

Saat kelimesi Kur’an’da 48 defa geçiyor. Bunların 40 tanesi es-Saat (belirlilik takısıyla); bu kâinat sisteminin yıkılış, dünya hayatının sona eriş zamanı anlamında. “Özellikle Mekkî sûrelerde insanın dünyadaki her davranışından sorumlu olacağı kıyâmet gününe bu kelime ile vurgu yapılıyor. İnkârcıların, “Kıyâmet ne zaman kopacak?” şeklindeki sorularına karşılık bunun Allah’tan başka kimse tarafından bilinemeyeceği belirtilir; ancak kıyâmetin yakın olduğu ve ansızın vuku bulacağı bildirilir.” (Topaloğlu, B. TDV İslâm Ansiklopedisi, 35/322)  7 defa da zamandan küçük bir parça, kısa bir müddet, bir an, bir lahza manasında geçiyor. (bkz: A’raf 7/34. Yûnus 10/45, 49 vd.)

3-Ecel,

Ecel (çoğulu: âcâl); bir nesne için ayrılmış veya tayin edilmiş süre. Belirlenmiş zaman, muayyen bir müddetin sonu, vakit ve son. Mesela; “borcunun eceli (süresi), vadesi bellidir” denilmesi gibi. “Darabtu lehu ecelen-yani onun zamanın haddini koydum” şeklinde söylenir. 

Ecel; “bu temel anlamdan hareketle iddet süresi ve borcun vadesi için de kullanılır.  

Bazı âyetlerde ay, Güneş ve diğer gezegenlerin düzenli hareketlerinin süresinin belirlenmiş olduğu ifade edilirken (Ra‘d 13/2. Rûm 30/8. Lokmân 31/29), bazılarında göklerde ve yerdekilerin tâbi olduğu kozmik düzenin bozulacağı bir vaktin bulunduğu anlatılır. (En‘âm 6/2, 128. İbrâhim 14/10. Ankebût 29/5, 53) (Tunç, C. TDV İslâm Ansiklopedisi, 10/381)

İnsan hayatı için ayrılmış, ya da tayin edilmiş süreye de ecel denir. Allah’ın takdiri ettiği hayata itlak olunur. Bunun için “ecelim yaklaştı” demek “ölümüm yaklaştı” demektir.  Bu da hayat süresinin tamamlanmasını ifade eder. (En’am 6/128)  En’an 62deki birinci ecel ile dünyada kalış, ikinci ecel ölümden kıyâmete kadar süre veya âhirette kalış kasdedilmiştir.

Ecel terimi, gerek kâinatın gerekse fert ve toplumların ömürlerinin Allah tarafından belirlendiğine dair âyetlerde tayin edilen sürenin sonunu bildirir. (Kutluer, İ. TDV İslâm Ansiklopedisi, 44/111) Allah indinde her canlı, özellikle insan için tâyin edilmiş bir ecel vardır. Eceli geldiğinde onun dünya hayatı son bulur. (En’am 6/60. Yûnus 10/49. Nahl 16/61. Mü’minûn 23/43 vd.)

Ecel Kur’an’da toplam 56 yerde geçmektedir. Kur’an, özellikle fert ve toplumla ilgili muayyen zamanı, zalimlere ceza verilme vaktini, dünya hayatının sona erme zamanını Allah’a nisbet ediyor. İnsana bir ecelinin olduğunun hatırlatılması, onun ölüme hazırlanması için bir uyarıdır.

4-Yevm

Güneşin doğuşundan batışına kadar olan zaman.  Bazen de hangisi olursa olsun, zamandan bir müddeti ifade için kullanılır. Yevm (gün), şehr (ay) ve sene (yıl) gibi sınırlı zaman belirtenler içinde en sık kullanılanı yevmdir. Kur’an’da yevm kelimesi yirmi dört saatlik tam gün anlamının yanı sıra süre kaydı olmaksızın zaman dilimi anlamında da kullanılır. (Kutluer, İ. TDV İslâm Ansiklopedisi, 44/111)

Yevm tekil veya çoğul olarak Kur’an’da 486 yerde şu manalarda geçiyor. 1-Pek çok âyette geçen Yevm veya el-Yevm kıyâmet/Âhiret günü demektir. (Yâsîn 36/54-55. Bekara 2/254) Ayrıca çeşitli âyetlerde geçen “yevmeizin” kelimeleri de  kıyâmet manasındadır. (Nahl 16/87. Müdessir 74/9) Yevm, bir çok âyette isim tamlaması şeklinde yine Âhiret hayatını ifade eder. 2-Bir günlük zaman dilimi. (Meryem 18/15. Bekara 2/249. Âli İmran 3/155. Mâide 5/3. vd. 3-Evre, dönem, belli bir zaman aralığı. (A’raf 7/54. Fussilet 41/9)

Kur’an’da bir tam günü -namaz vakitleriyle de ilişkilendirilerek- sabah (Nûr 24/58), öğle (Rûm 30/18), gün ortası (Bakara 2/238), ikindi (Asr 103/1), akşam (Rûm 30/17), yatsı (Nûr 24/58), sabah ve akşam (İnsân 76/25) gibi zaman dilimlerine ayrılır.

“Eyyamullah-Allah’ın günleri” demektir ve bir âyette geçmektedir. (İbrahim 14/5)

Göklerin ve yerin yaratılışıyla ilgili âyetlerdeki “yevm” kelimesinden çok uzun süreli kozmolojik evrelerin kastedildiği anlaşılmaktadır. Nitekim Secde 32/4-5. âyetinde kozmik yaratılıştan bahseden açıklamanın ardından gelen “sizin saydıklarınıza göre bin yıl tutan bir gün” sözü de bunu göstermektedir. (Kutluer, İ. TDV İslâm Ansiklopedisi, 44/111)

5-Nehâr

Nehâr, leyl’i-gecenin zıddıdı ve ışığın yayıldığı zamandır. Güneşin doğuşundan batışına kadar olan vakit.  Şer’î ıstılahta nehâr; fecrin ağarmasından güneşin batışına kadarki zaman aralığı. (Furkan 25/62) Bazılarına göre yevm ile nehâr arasında fark yoktur. Zira ikisi de günü ifade ederler.  

Nehâr Kur’an’da 53 yerde belirlilik takısıyla, 3 âyette ise nehâr olarak yer alıyor. Bütün bunlarda Allah’ın yüce kudretine işaret edildiği gibi (En’am 6/13, 60. A’raf 7/45. Ra’d 13/3, 10. Enbiyâ 21/33), gece ve gündüzün nimet olduğu, insanın emrine verildiği (İbrahim 14/33. Nahl 16/12. Neml 27/86), gündüzün amel işlemek ve geçinmek için var edildiği (Yûnus 10/67. Furkan 25/47. Mü’min 40/61. Nebe’ 78/11) vurgulanıyor. Gece ile gündüzün peşpeşe gelmesi Allah’ın âyetlerindendir. (Bekara 2/164. Âli İmran 3/190. Yûnus 10/6. İsrâ 17/12 vd.) Ellerinde imkanı olup da bunları gece gündüz Allah yolunda infak edenler (Bekara 2/274), gece gündüz Allah’ı tesbih edenler (Enbiyâ 21/20) övülüyor. Hak edenler için Allah’ın azabı gece veya gündüz ansızın gelebilir. (Yûnus 10/24, 50)  

İki âyette Allah (cc) gündüz vaktine yemin ediyor. (Şems 91/3. Leyl 92/2) Bu hem onları Yaratan Allah’ın gücüne, hem de gündüzün insanın görevlerini yapması için kendisine ihsan edildiğini hatırlatmadır, hem de insanın bundan gafil olmaması için bir uyarıdır.

-Etrafu’n-nehâr; “Etrafu’n-nehâr veya tarfeyi’n-nehar-gündüzün (uç) tarafları”. “Tarafu’ş-şey”, bir şeyin yanı, bir tarafı. Cisimler, zaman ve şeyler hakkında kullanılır.  Bunun çoğulu etraftır. İki ayette geçiyor ve hz. Peygamber’e “gündüzün etrafında (iki ucunda) da tesbih et” (Tâhâ 20/130) ve namaz kıl” diye emrediyor. (Hûd 11/114) Fecr bu anlamda “tarafu’n-nehâr”ın ilk başlancıdır. Akşam da ikinci tarafın sonudur. Yani işrak ve aşiyy, ya da ğuduvv ve âsal’dır.  

6-Seher

“Seher veya suhratü (çoğulu: eshâr)”; gündüzün ilk ışıklarının gecenin karanlığına karışmasına denir. Ya da bu zaman diliminin adı. Bu vakitte hem gündüzün hem gecenin belirtileri olur. Bu sırada ufkun üst tarafı hafifçe aydınlanır. Aydınlığın başladığı, küçük yıldızların kaybolmasıyla anlaşılır. Aynı kökten gelen “sahur”  seher vaktinde yenen yemek.  

Kur’an Lût’un ve ona inanan mü’minlerin seher vaktinde kurtarıldığını haber veriyor. (Kamer 54/34) Seherin çoğulu “eshâr” iki ayette mü’minleri istiğfarları hakkında geçiyor. (Âli İmran 3/17. Zariyât 52/17-18) Bu âyetler sabah vaktinde tesbih ve zikretmeyi emreden âyetlerle birlikte anlaşılmalı. Burada muttakilerin özelliği sayılırken muhataba zımnen “seherin değerini bil, uyku ile değil, sabah namazını kılarak, tesbih yaparak ve zikrederek, istiğfar ve dua ederek değerlendir” denmektedir. Burada da vakit ile istiğfar, vakit ile kulluk, vakit ile tesbih-zikir arasındaki hoş bağlantı dikkat çekmektedir.

7-Fecr

Güneşin doğmaya başlama zamanı, tan vakti, güneşin doğmasından önceki alacakaranlık. Fecr’in aslı “fecera” fiilidir. Bu da sözlükte yarmak demektir. Sabah aydınlığına, şafak sökmesine ve tan yerinin ağarmasına da fâil manasında masdar olarak “fecr” derler ki, gecenin aydınlığı ortaya çıkardığından dolayı ona bu isim verilmiştir. Fecr sabah namazı vaktinin geldiğini ve imsâk vaktinin başladığını bildiren bir zaman parçasını anlatmaktadır.

Fecr Kur’an’da 6 âyette geçiyor. Mesela orucun başlama vaktini (Bekara 2/187), Kadir gecesinin tan yerinin ağarmasına selâm olduğunu bildiren âyette (Kadr 97/5). Bir âyette” kur’âne’l-fecr” (İsrâ 17/78) şeklinde geçiyor. Bunun sabah namazı veya fecirde okunan Kur’an olduğu, ya da beş vakit namaza işaret ettiği söyleniyor.

Fecir aynı zamanda 89uncu sûrenin de adıdır. Allah (cc) gündüz, gece, kuşluk vakti gibi bu sûreye fecre yemin ederek başlıyor. Bu yemin vahyin fecrinin doğmasına işaret olabileceği gibi, fecirle başlayan güne dikkat çekilmiş olabilir. Kimilerine göre de burada sabah namazının önemine dikkat çekiliyor.  

8-İbkâr/bükrâ

Bunun aslı “bekera” fiilidir. Bu da başarmak, ihtiyaç duyulan bir şeyi elde etmek üzere erkenden çıkmak, erken davranmak, acele etmek, öne geçmek. “bekerahu fülânun” yani “falanca kişi günün başlarında çıktı, gitti” denir. Bu fiil kökünden türeyen kelimeler genelde bir şeydeki aceleciği, öne geçmeyi, erken gelmeyi ve sür’ati anlatırlar.

İbkâr ve bükrâ aynı manadadır. Birbirlerinin müradifidir. İkisi de  sabahın erken vaktini, Günün Güneş doğuncaya kadar olan başlangıcını, sabahı ifade eder. (Furkan 25/5) Bükrâ ayrıca, yarın anlamında da kullanılır.

Bükrâ Kur’an’da 7 defa yer almaktadır. Zekeriyya kavmine “sabah akşam (bükraten ve aşiyyen) Allah’ı tesbih edin” diye işaret etti.” (Meryem 19/11) Cennetliklerin rızkı sabah akşam (bükraten ve aşiyyen) hazırdır. (Meryem 19/62)

Allah (cc) üç âyette “O'nu sabah-akşam (bükraten ve esîlen) tesbih edin” (Ahzab 33/42. Fetih 48/9. İnsan 76/25) buyuruyor. İbkâr şeklinde iki âyette yer alıyor. Allah (cc) Zekeriyya’ya ve Hz. Muhammed’e; “Rabbini çok zikret, akşam-sabah (aşiyy ve ibkâr) tesbih et” dedi. (Âli İmran 3/41. Mü’min 40/55) Aslında bu emir Kur’an’ın bütün muhataplarına yöneliktir.

9-Subh/sabah

Subh veya es-sabah; gündüzün başı, yani ufkun Güneşin ilk ışıklarıyla kızardığı vakit. es-Subhu fecirdir. Sabah da buna benzer, yani gündüzün evveli. Güneşin doğmasıyla ufkun kızarma vakti. “Mesâ’nın-akşamın tersidir. Arap örfünde sabah gecenin yarısından zevâl vaktine kadarki süredir.  Bundan sonra da mesâ-akşam başlar ve gecenin yarısına kadar devam eder. “Esbahnâ-sabaha girdik” demektir. 

Aynı kökten gelen “ısbâh” gökyüzünde gündüzün ilk ışıklarının belirmesi, karanlıktan sabahın (yavaş yavaş) doğması demektir. Allah (cc) “fâliku’l-ısbâh”tır. (En’am 6/96) Mü’minler sabaha kavuştukları zaman Allah'ı tesbih etmeliler. (Rûm 30/17)

es-Subh Kur’an’de 5 defa, sabah ise bir defa geçmektedir. (Hûd 11/81) Allah (cc), tıpkı geceye, gündüze, kuşluğa ve fecre yemin ettiği gibi sabah üzerine de yemin ediyor. Bu sözü kuvvetlendirme olduğu sabahın önemine ve sabahı Yaratanın gücüne bir işaret de olabilir. (Müdessir 74/32-37. Tekvir 81/18)

10-Ğeda/ğudüvv

Ğeda veya ğudüvv; günün ilk bölümüne denir. Kur’an’da âsal’ın karşıtı olarak şeklinde geçiyor. (bkz: A’raf 7/205) Ğeda: İçinde bulunulan günün hemen ardından gelen güne denir, yani yarın. Kur’an’da 5 defa geçiyor. Allah (cc) iman edenlere; “herkes, yarın (ğeda) için (ölmeden) önce ne göndermiş olduğuna baksın” buyuruyor. (Haşr 59/18) Buradaki yarın’dan maksat elbette Âhirettir.

el-ğedâtü/ğudüvv: İkisi de aynı anlamdadır ve günün evvelini işaret ederler. Yani fecrin ağarmasıyla güneşin doğuşu arasındaki vakit. Bükrâ ve ibkâra benzerler. Bunlar aynı zamanda “aşiyyi-akşamın mukabilidir.

Kur’an’da “ğudüvv” 5 defa geçiyor. Zikir emri bir de bu kelime ile geliyor. Rabbini sabah-akşam (ğudüvv ve’l-âsal) zikret...” (A’raf 7/205) Zaten yerde ve gökte olan her şey, mescitlerde insanlar sabah akşam (ğudüvv ve’l-âsal) Allah’a boyun eğer. (Ra’d 13/15. Nûr 24/36. Sebe’ 34/12) el-ğedâtü şeklinde ise 2 defa; Allah cc) Peygamber’e Rab’lerinin rızasını isteyerek sabah (el-ğedâtü) akşam (el-aşiyyi) dua edenleri kovmamasını (En’am 6/52), “Sabah (el-ğedâtü) akşam (el-aşiyyi) Rablerine, dua edenlerle birlikte sebat etmesini (Kehf 18/28) emrediyor.

11-Duhâ

“ed-Duhâ”; Güneşin yayılmasını ve günün uzamasını ifae eder. Ayrıca bu vakit de duha olarak isimlendirilmiştir. Fiil olarak; sıcaklığını hissedecek şekilde kendini Güneşe maruz bıraktı demektir. Mesela Cennet güneşi yakıcı değildir. (Tâhâ 20/116-119)

Allah (cc) gecenin karanlık olmasını, onun içerisinden kuşluğun bir anlamda sabahın veya gündüzün çıkarılmasını kendisine nisbet ediyor. “Gecesini kararttı, kuşluğunu açığa çıkardı.” (Nâziât 79/29) Bu da O’nun yüce kudretinin ayetlerinden (belgelerinden) biridir.

Kuşluk vakti. “Güneşin doğup “bir mızrak boyu” yükselmesinden, yani 45-50 dakika geçmesinden sonra başlayıp zevâl vaktine kadar devam eden süre. (Şener, M. TDV İslâm Ansiklopedisi, 26/475)

Duhâ kelimesi Kur’an’da sözlük anlamıyla 3ü zamirle isim tamlaması olmak üzere 6 yerde geçiyor. Azgın kavimlere, ya da şehir halkına hak ettikleri azap, afet, belâ veya musibet beklmedikleri bir anda, belki mutluluk içinde oldukları bir kuşluk vaktinde geliverir. (A‘râf 7/97-98) Musa sihirbazlara kuşluk vaktini buluşma zamanı olarak tayin etti. (Tâhâ 20/59) Kıyâmeti gören inkârcılar, sanki dünyada ancak bir kuşluk vakti kadar kaldıklarını sanacaklar. (Naziât 79/46) Burada dünya hayatının, ne kadar uzun zannedilirse zannedilsin, Âhirete nisbetle çok kısa, bir an oluşuna dikkat çekiliyor.

Allah (cc) iki defa kuşluk vaktine (duhâ’ya)yemin ediyor. (Şems 91/1. Duhâ 93/1) Şüphesiz bu şekilde çeşitli vakitlere yapılan yeminlerdeki hikmet burada da sözkonusudur.   

ed-Duhâ Mekke devrinde nâzil olan resmi sıralamada 93. Sûrenin adıdır. Kuşluk vaktine yeminle başladığı için bu ismi almıştır. Duhâ sûresinin, İslâm güneşinin yükselişini sembolize eden kuşluk vaktiyle küfür ve şirk döneminin, bitmeye yüz tutmuş karanlık bir geceyi andıran haline işaret ettiği söylendi. (Şener, M. TDV İslâm Ansiklopedisi, 26/475) 

12-Dulûk

“Dulûki’ş-Şems; Güneşin batışa yaklaşması demektir. Güneş zevâl vaktinde doğu cihetinden batı cihetine yani ğuruba doğru meyleder. Dil bilgini Ezherî’ye göre  Arabın kelâmında “dulûk” zevâldir. Bundan dolayı günün yarısı zail olduğu zaman Güneş hakkında kullanılır diyor. (İsrâ 17/78)

-Tulû’/matla’; “Tulû’”; Güneşin veya yıldızın doğması demektir. Kur’an’da iki yerde “tulû’uş-şems” şeklinde geçiyor. (Tâhâ 20/130. 50/39) “Sabah-akşam tesbih et” emri burada “Güneşin doğmasından önce ve Güneşin batmasında önce tesbih et” şeklinde tekrar ediliyor.

Tulû’ kökünden gelen “matla’; zaman ve mekan ismidir. Doğuş yeri, doğma zamanı, doğu, bir şeye giriş demektir. Kur’an’da özel olarak mekan ve zaman hakkında kullanıldı.  Kur’an’da Zülkarneyn’in yolculuğundan bahseden bir pasajda geliyor. (Kehf 18/90)

Matla’ zaman ismi olarak da fecr kelimesiyle birlikte bir yerde geliyor. (Kadr 97/5)

13-Âsal

Akşam vaktine “esıl, asîle” de denir. Bunun çoğulu “usul veya âsal” şeklinde gelir. “Esîl”; Güneş batı ufkunda sararmaya başladığı vakittir.

Kur’an’da  “ibkâr” “aşiyy” ile, “ğuduvv” ise “esîl” ile geliyor. Buna göre “esîl ve aşiyy” aynı anlamda, “ibkâr, ğuduvv, bükrâ ve işrak” yakın anlamdadır. “Esîl” Kur’an’da dört defa “bukraten” ile birlikte yer alıyor. Furkan hariç diğer üçünde Allah’ı çokça zikretme ve O’nu tesbih etme emri tekrar ediliyor.  (Ahzab 33/42 Fetih 48/9. İnsan 76/25. Ğudüvv ile, bkz: A’raf 7/205)

Yerde ve gökteki varlıkların, hatta gölgeleri bile isteyerek veya mecburen Allah’a sabah akşam (ğudüvv ve’l-âsal) secde ederler. (Ra’d 13/15) Allah’ın adının yükseltiği mescitlerde de insanlar sabah akşam (ğudüvv ve’l-âsal) tesbih yaparlar. (Nûr 24/36)

Bütün bunlar “ey iman edenler siz de sabah akşam, günün her saatinde Rabbinize secde edin, O’nu çokça zikredin ve O’nu tesbih edin” demektir. Bunun vaktini bu âyetler bu sefer (ğudüvv ve’l-âsal) olarak belirliyor.

14-‘İşa/aşiyyi

Ezherî’ye göre “aşiyyi” akşamdan sonraki zamandır. Bir görüşe göre “aşiyyi” asr vaktinden ğuruba kadar veya Güneşin zevalinden mağribe kadar ya da akşam namazından sonra gecenin üçte birine kadar olan vakit. “İşa” ise; gündüzün sonu, gece karanlığının başlangıcı, akşam namazından sonra gecenin üçte birlik bölümüne kadar olan zaman dilimidir. Yatsı namazının vakti.

Kur’an’da “işa” iki âyette (Yûsuf 12/16. Nûr 24/58), “aşiyyi veya aşiyyen” iki âyette (Rûm 30/18. Sâd 38/31), aşiyyeten bir âyette (Naziât 42-46) yer alıyor. Bunun yanında aşiyyi “ğedâtu” ile iki âyette Allah’ı tesbih eden mü’minleri övmek üzere (En’am 6/52. Kehf 18/28), “ğudüvven” ile bir âyette (Mü’min 40/46), “ibkâr” ile iki âyette “Allah’ı tesbih et” emriyle (Âli İmran 3/41. Mü’min 40/55), “bükraten” ile cennetlikleri rızıklarının sabah akşam hazır olduğunu anlatmak üzere (Meryem 19/62), “işrâk” ile de bir âyette hz. Davud’la birlikte kuşların da Allah’ı tesbih ettikleri vakti anlatmak üzere (Sâd 38/18) yer alıyor.

15-Leyl

“Leyl”; zifiri karanlık demektir. Çoğulu leyâli, leylât veya leyâil şeklinde gelir. Güneşin batışından doğuşuna kadar olan zaman.  Şeriatte güneşin batışından fecrin doğuşuna kadar olan vakit. “Nehâr”ın zıddıdır. Güneşin batışıyla başlar, fecri sadıka kadar devam eder.

Leyl Kur’an’da 74 yerde tekil ve çoğul olarak geçmektedir. Allah (cc) tıpkı Güneşe, kuşluğa, fecre yemin ettiği gibi geceye de 6 âyette yemin ediyor. (Leyl 92/1. Fecr 89/2, 4. Tekvir 81/17. İnşikâk 84/17. Duhâ 93/2) Bu hem Allah’ın kudretine, hem de gecenin yaratılmasının hikmetine ve faydalarına bir işarettir. Nitekim Kur’an gecenin ve gündüzün insanın faydasına yaratıldığını söylüyor. (İbrahim 14/33. Nahl 16/12)

Gece ve gündüz Allah’ın varlığını ve büyüklüğünün (İsrâ 17/12. Enbiyâ 21/33, 42. Mü’minûn 23/80. Yâsîn 36/37. Fussilet 41/37 vd.), ikisinin peşpeşe gelmesi Allah’ın (Bekara 2/164. Âli İmran 3/190. A’raf 7/54. Yûnus 10/6. Furkan 25/62 vd.) âyetlerindendir.

Gece ve gündüz önemli bir nimettir ve insanın emrine verilmiştir. (İbrahim 14/33. Nahl 16/12. Neml 27/86. Kasas 28/72) Gecede gündüzde barınan her şey O’nundur. (En’am 6/12) Geceleyin insanları ölü gibi kendinden geçirip alan (uyutan) ve gündüzün kazandıklarını bilen O’dur. (En’am 6/60. Rûm 30/23) Geceyi insanlar için dinlenme zamanı (En’am 6/96. Yûnus 10/67. Neml 27/86. Kasas 28/72. Mü’min 40/61 vd.) veya bir elbise gibi yapan (Furkan 25/47. Nebe’ 78/10) geceyi gündüze bürüyen, sarıp sarmayan (Zümer 39/5) O’dur.

Gece ile gündüzün Geceyi gündüzden, gündüzü geceden çıkaran , karanlıkta aydınlığı, aydınlıkta karanlığı yaratan (Âli İmran 3/27. Hac 22/61. Lukman 31/29. Fâtır 35/13. Hadid 57/6), geceyi gündüze dolayan Allah’tır. (Zümer 39/5)

Allah /cc) Peygamber’e (elbette onun şahsında iman edenlere) geceyi ikâme etmesini  (Müzemmil 73/2), secde ve tesbih etmesini (İnsan 76/26. Enbiyâ 21/20) emrediyor.

16-Ânâe’l-leyl

“Ânâe” boyunca, süresince demektir. “Ânâe’l-leyl” gece boyunca demektir. Kur’an’da üç âyette daha çok geceler boyu ibadet edenler, dua ve istiğfar edenler; bir anlamda geceyi diriltenler hakkında kullanılıyor.

Allah (cc) Peygamber’e geceler boyu Rabbini tesbih etmesini emrediyor: (Tâhâ 20/130) Bu demektir ki mü’min gündüz kulluk yaparak Rabbini hatırladığı gibi, geceleri uyandığı zaman, ya da bazen özellikle uyanarak Rabbini zikretmeli, O’nun tesbih etmeli, O’nu noksan sıfatlardan uzak bilmeli, layık sıfatlarla anmalı. Rabbine teheccüd namazı ile şükretmeli. (Zümer 39/) Kitap ehlinden bazıları da geceleri secde ederler. (Âli İmran 3/113)

 

**Bu kısa makaleye sığmadığı için anlatamadığımız Kur’an’da zamana işaret eden diğer kelimeler: Şita (kış), sayf (yaz), havl (yıl), kıt’u’l-leyl-gecenin bir parçası, kısmı), zülef/zülfâ ve beyat (gece), zuhur/zahîra (öğle), ems (dün), karn (süresi belli devir), Cum’a, Sebt (Cumartesi), mağrib, mesâ (akşam), idbâru’n-nücûm (yıldızların batış zamanı), işrâk (Güneşin doğuş vakti), sene ve şehr (ay).

           

-Sonsöz

            “Asra (zamana) andolsun ki insan hüsrandadır. Ancak iman edenler, sâlih amel işleyenler, birbirlerine hakkı ve sabrı tavsiye edenler hariç.”

Zamanı yaratan Allah (cc) insana bu zamandan bir müddeti, süreyi, yani hayatı veriyor; kısa veya uzun. Zamanı ve onun çeşitli kısımlarını Kur’an’da zikrederek, bazılarının üzerine yemin ederek önemini, o sürede olan önemli olayları hatırlatıyor. İnsanın bundan gafil olmamasını, zamanını, ömrünü, fâni olan hayat süresini, süresiz (ebedî) hayat için iyi değerlendirmesini tavsiye ediyor.

Buna göre zaman ve onun çeşitli katmanları insana verilen bir emânet, bir imkan, bir nimet, ama aynı zamanda bir fırsattır. Kişi Âhirette kendine emâneten verilmiş vakti nasıl geçirdiğinden sorguya çekilecektir. Diğer nimetlerden sorulacağı gibi: Zamanı ne yaptın, nerede harcadın, nasıl değerlendirdin? Nitekim Peygamber (sav) insanın beş şeyin hesabını vermeden mahşer yerinden ayrılamaz derken bunların arasında “ömrünü nerede harcadığından” maddesini de sayıyor. (Tirmizî, Kıyâmet/1 no: 2416-2417)

Eskiler derler ki, “zaman; içinde yaşadığın andır. Dün geçmiştir, onu geri getirmen, geçmişi yeniden yaşaman mümkün değildir. Yarın henüz gelmemiştir. Yarına çıkıp çıkmayacağın ise belli değildir. Öyleyse sen bugünü değerlendirmeye bak.”

Hayatın geçici (fâni) olduğunu herkes bilir. Ancak kimileri kabul etmese de, bu hayatın devamı var. Ve yapılanların bir hesabı var. (Zilzâl  99/7-8)

Şair şöyle demiş: “Saatin çaldığı evkât değildir her bâr

Müddet-i ömrü gelip geçtiğine eyler âh” “Saatin her saat başı çalmasının sebebi vakti bildirmek değil; belki ömrünün gelip geçtiğine âh eylemektir.”

 

Hüseyin K. Ece

07.04.2018

Zaandam

 

*** Zamanı anlatan kelimelerin sözlük anlamları için faydalandığımız kaynaklar: el-Isfehânî, R. el-Müfredât. İbni Manzur, Lisânu’l-Arab. el-Fîrûzâbâdî, el-Kâmûsu’l-Muhît. en-Neâl, M. Fevzî. Mevsûatu’l-Elfazı’l-Kur’aniyye. el-Cürcânî, M. b Ali. et-Ta’rifât. Cevherî, es-Sıhâh. Okuyan, M. Çok Anlamlılık Bağlamında Kur’an Sözlüğü

 

Kur'ani Hayat Dergisi, Mayıs-Haziran 2018 Sayı: 59