„Berr”, sıfatı hem Allah (cc) için hem de itaatkâr kullar için kullanılır. Allah (cc) için kullanıldığı zaman anlamı: Kullarına karşı şefkatli, onlara ihsan eden, iyilikleri bütün yaratıklara yaygın olan demektir. (Tûr 52:28)  ‘el-Berr veya el-Bârr’, Tirmizî’nin Esmâu’l-Hüsnâ listesinde geçiyor.[2]

“Berr” sıfatı insanlar için kullanıldığı zaman, tam anlamıyla iyilik ve hayır sahibi, çok itaatkâr, sâdık (sözünde duran), iyi insan demektir. Arapça'da yeminine uyan hakkında, ‘berre fi yeminih-yeminine sâdık kaldı, yeminini yerine getirdi", "berra'l-abdu Rabbehu-Kul Rabbine geniş bir şekilde itaat etti" denilir.[3]

Kur’an, “berr-itaatkâr, iyilik sever” sıfatını iki âyette, Hz. İsa ve Hz. Yahya peygamberleri nitelemek için kullanıyor. (Meryem 19:14-15, 32)

“Birr”; sâdık, yani sözünde durmak, doğruluk, doğru sözlülük anlamında da kullanılır. Çünkü doğru sözlü olmak genişlik gösterilen hayırlı işlerdendir.[4]

“Ber-ra” fiilinin özne ismi bâr, bunun çoğulu “ebrâr”; “ber”rin çoğulu ise berara’dir. Berara ebrârdan daha beliğ (hoş söyleyişli) olduğu için meleklere tahsis edilmiştir. (bkz: Abese 80:16)

Kur'an iyi insanlara ebrâr da diyor. Bu iyi insanlar için övücü bir sıfat olduğu gibi, onların iyi ve daha iyi olması için bir teşviktir.

Birr sahiplerine, çok ihsan edenlere, iyilik yapmakta çok geniş olanlara, itaatinde ve sözünde sâdık (samimi) olanlara, görevini iyi yapanlara  "el-bârr-el-ebrâr" denir. (bkz: İnfitar 82:13-14. Mutaffifin 83:18, 22-24. Âli İmran 3:198. İnsan 76:5)

Kur’an mü’minlere şöyle dua etmelerini istiyor: Rabbimiz! Bizim günahlarımızı bağışla, kötülüklerimizi ört ve bizi de ebrâr (Allah’ı razı edecek iyilik sahipleriyle) ile birlikte öldür.” (Âli İmran 3:193)

Birr’in kendisinden türediği “ber-ra” fiili; bir şey düzelmek, yemini yerine getirmek, merhamet etmek, sıla yapmak, rabbe itaat etmek, iyilik yapmak demektir.[5] Bu da iki âyette geçiyor. (bkz: Bakara 2:226. Mümtehine 60:8)

İkinci âyette iyilik etmemeyi belirleyici olan bir kimsenin iman etmemesi, yani gayr-i müslim olması değil; İslâmla ve onları yurtlarından çıkmaya mecbur bırakacak denli müslümanlarla savaşmasıdır. Yoksa müslümanlar için din ayrılığı, onlara iyi davranmaya, yardım etmeye, insanî ilişkilerde bulunmaya engel değildir. Bilindiği gibi İslâmda „düşmanlık ancak zalime karşıdır“. (Bakara 2:193)

 

-Birr’in Kapsamı

Birr, sıdk (doğruluk) ve itaattir. Birri ibadet, iyilik, salah (iyi hal) veya hayr diye açıklamak güzeldir. Zira bu kelime, iyilik hakkında söylenenlerin tümünü kapsar. O, muttakilerin ortaya koydukları olumlu eylemlerdir.

Birr, sıdk (doğruluk) ya da doğru sözlülük gibi manalarda da kullanılır. Çünkü geniş hayırlardan biri de doğruluktur.[6]

Birr, bütün taat sayılan, yani Allah’a saygı ifade eden davranışlar ve insanı Allah’a yaklaştıran hayırlı işleri içerisine alan bir kelimedir. Allah'ın rızasına uygun bütün sözler ve amellerdir.[7]

Birr, bağlamına göre vurgusu değişen bir kavramdır: Kuldan Allah’a “sınırsız kulluk ve taat” (Tûr 52/28), Allah’tan kula “sınırsız rahmet ve mağfiret” vurgusunu taşır. Kur’an’da inanç (Bekara 2/177), eylem (Mümtahıne 60/8), ahlâk (Meryem 19/32) ve doğru davranış alanlarında ideal olanı ifade için kullanılır.[8]

Geniş anlamıyla ‘birr’, her türlü hayır ve iyilik işinde genişlik, ihsan, itaat, doğruluk, bol bol iyilik demektir. Buna ideal iyilik de diyebiliriz. İdeal iyilik, ya da iyilikte zirve.  

Kur’an  “birr”i tarif ederken onun sınırını oldukça geniş tutarak; onun iman esaslarını kabul ettikten sonra, malı seve seve yetimlere, yoksullara, yolda kalmışlara ve benzeri muhtaç kimselere vermek (infak etmek), sözünde durmak ve her zaman sabredip kararlılık göstermek olduğunu söylüyor. Daha sonra da bütün amelleri yapanların sâdık (doğru) ve takva sahibi kimseler olduğunu ilave ediyor. (Bakara 2/177)  

Birr iki türlüdür; biri itikatla biri amelle ilgilidir. Peygamber'e "birr nedir?” diye sorulduğu zaman bu âyeti okumuş. Çünkü bu âyet hem inanç esaslarını hem de farz ve nafile ibadetleri kapsamaktadır.[9] Bu âyetin devamında bu hasletleri ancak dürüst ve takvâ sahibi olan kişilerin kazanabileceği açıklanıyor.

“Birr” ve en genel anlamı ile “Allah’a karşı saygılı olma” demek olan takvâ arasındaki yakınlık Kur’an‘da başka yerlerde söz konusu edilmektedir. (bkz: Bakara 2:189. Mâide 5:2)[10]  

Peygamber (sav) “birr”i şöyle tanımlıyor: “İyilik, güzel ahlâktır. Kötülük (günah) ise, vicdanını rahatsız eden ve insanların bilmesini istemediği şeydir.”[11]

Hadise göre birr insan vicdanını huzura kavuşturan, ruh dünyasını aydınlatan ve geliştiren her türlü iyilik ve güzelliklerdir. Vâbisa b. Ma'bed dedi ki: Rasûlullah’ı (sav) ziyarete gittiğimde şöyle dedi: “Birr hakkında soru sormaya mı geldin?” Ben: Evet dedim, şöyle buyurdu: “Sen vicdanına sor. İyilik (el-birr), kalbi huzura kavuşturan ve içine sinen şeydir. Kötülük ise, insanlar sana fetva verseler bile gönlü(nü) huzursuz eden ve içinde bir şüphe bırakan şeydir.”[12] 

Hadis ve fıkıh kitaplarında ‘birru’l valideyn’ başlığı bulunmaktadır. Bu başlık altında, ana- babaya itaat etme, onlara ihsanda geniş, engin gönüllü olma, onlara bol bol iyilikte bulunma görevleri anlatılır. Bunun tersi “ukuku’l-valideyn-Anne babaya asi, itatatsiz, iyilik yapmaktan uzak olmaktır.

 

-Sosyal hayata yönelik olarak birr (ideal iyilik)

Birr, sosyal hayatın kurulması ve işlemesi konusunda son derece önemli bir ahlâk kuralıdır. İnsanlar arasındaki kaynaşmanın (ülfetin) yollarından biridir. Kişi başkalarına yardım ettikçe, onlara güzel davrandıkça; aralarında kavga, anlaşmazlık ve düşmanlık yerine, dostluk, barış ve ülfet olur.

Bu da „sıla“ ve „ma’ruf“ olarak iki şekilde ortaya çıkar. Sıla, “karşılık gözetmeksizin yardımda bulunmak”, ma‘ruf ise “söz ve davranışla insanların iyilik ve mutluluğu, dirlik ve düzenliği için çalışmak” demektir.[13]

Yardımlaşmanın ana hedefi de birr'i, iyilikleri, güzellikleri sosyal barışı yaygınlaştırmak, günah ve kötülükleri azaltmaktır. Allah (cc) bunu iman edenlere bir kulluk görevi olarak yüklüyor: "... İyilik (el-birr) ve takva (Allah’a karşı gelmekten sakınma) üzere yardımlaşın. Ama günah ve düşmanlık üzere yardımlaşmayın…” (Mâide 6:2. Bir benzeri: Mücadile 58:9)

Peygamber (sav) buyuruyor ki: “Sıdk (doğruluk) insanı birr’e (Allah’ı razı edecek iyiliğe ) götürür., birr de mü’mini Cennete götürür...[14]

Şüphesiz yardımlaşma, infak etme, ikram etme, iyilikte bulunma, ilgilenme, paylaşma ve benzeri güzellikler imanın kazanımlarıdır. Bunlar her toplumun, neredeyse her insanın ihtiyacıdır. Yardımlaşmanın çoğaldığı evler ve toplumlar daha sağlıklı, daha barış içindedir.

Görüldüğü gibi birr, toplumda ekonomik ve sosyal düzeni zorlama olmaksızın sağlayıcı, insanlar arasındaki dostluğu ve barışı koruyucu, insanı en erdemli yapıcı çok önemli bir ahlâktır.

Mü'minler birr ahlâkını önce kendileri kuşanırlar, Kur'an'ın tanımladığı ve müjdelediği ebrârdan olurlar, sonra da başkalarına bunu örnek olarak ulaştırırlar. Toplumda birr ahlâkının yaygınlaşması için çaba gösterirler. Bu konuda hata yapan İsrailoğulları gibi davranmazlar. Çünkü onlar başkalarına birr’i tavsiye ederlerdi ama kendileri yapmazlardı. (Bakara 2:44)

Kur’an’ın “ebrâr” dedikleri mü’minlerin daha iyileridir diyebiliriz. Ebrâr olan mü’minler kendileri için istediklerini başkaları için de isterler, kendi yaşadıkları güzellikleri başkalarına da ulaştırırlar. Kendi mutluluklarını başkalarının mutlu olmasında ararlar.

İmam Maverdî’ye göre birr ve takva birbirini tamamlayan ahlaki faziletlerdir. Bu yüzden yanyana gelirler. Birr, insanlara iyilik yapmaktan ve onlara karşı iyi olmaktan doğar ve kişiye onların sevgi ve memnuniyetini kazandırır. Allah’a karşı sorumluluk duygusundan kaynaklanan takva ise Allah’ın sevgi ve rızasını kazandırır. Her iki sevgi de kişiye mutluluk verir. Bu açıklamada birr’in ihsan anlamına ağırlık verildiği görülmektedir. (Bakara 2:44. Âl-i İmrân 3:92) Ancak bütün kaynaklarda birr “ihsanın en ileri derecesi” şeklinde açıklanmıştır.[15]  

İdeal iyilik olan birrin kapsadığı güzel hasletlerin din dilinde “ma’ruf” diye nitelenenler davranışlar olduğu görülüyor. Zira Din mar’uf olanı emreder, müslümanlardan onları başkalarına da ulaştırmalarını ister. Bu açıdan birr veya ma’ruf diye nitelenerek övülen davranışlar her ne kadar kişinin kendisiyle, kendi takvasıyla alakalı olsa da bir bölümü başkalarına yöneliktir.

 

-Ma’ruf nedir

‘Ma’ruf’, ‘arafe’ fiilinden türemiştir. Bu da herhangi bir şeyi görünümüne bakarak duyularla kavramak, eserden müessiri bilmektir.

“Ma‘rûf sözlükte “bilinen, tanınan, benimsenen şey” mânasına gelir. Câhiliye döneminde “iyilik, ikram, gönül okşayıcı söz ve davranış” anlamında yaygın olarak kullanılmaktaydı.[16]

Din dilinde ‘ma’ruf’; derinlemesine düşünen (selim) aklın kabul ettiği, İslâmın (şeriatın) benimsediği, temiz fıtrata uygun, güzelliği ve faydası anlaşılıp kabul edilmiş fiil, söz ve davranışlardır. 

 Râgıb el-İsfahânî, “Ma‘rûf, akıl ve şeriatın iyi olarak nitelendirdiği fiilleri; münker de yine aklın ve şeriatın benimsemediği, yadırgadığı şeyi ifade eder.[17]

Ma’ruf” diye bilinen güzel davranışlar ve fiiller, insanlar arasında uzun süre yaşayarak ‘örf/urf’ haline gelirler. Selim akıl sahipleri, iyi ve güzel davranışları tanırlar ve onları yaşatırlar. Bu yüzden peygamberler halk arasında yaşayan güzel ‘örfleri’, olduğu gibi bırakmışlar, kaldırmamışlardır. İslâm hukukunda ‘örf’ yerine göre bir delildir.

İşte ma’ruf, böylesine iyiliği ve güzelliği bilinen, tecrübe edilen, faydası görülen, akıllı insanlarca hoş görülen söz, davranış ve geleneklerin tümüdür.

Ma’ruf, yalnızca bir ahlâk kavramı değildir. Peygamberlerin insanları davet ettiği hidâyet aynı zamanda ‘ma’ruf’ olan bir şeydir.

İslâmın getirdiği şeriat; her emri, ilkesi ve prensibiyle ma’ruf, ona aykırı her türlü anlayış, fiil, gelenek ve yönetim tarzı münkerdir. Ma’rufa uymak; Allah’a itaat ve O’nun emirlerine uymak; münker de bunun karşıtıdır.

 

-Ma’rufun emredilmesi (emr-i bi’l-ma’ruf)

İyiliğin (ma’rufun) çoğaltılması ve yaygınlaştırılması, kötülüğün önlenmesi veya azaltılması, bu şekilde erdemli kişiler ve toplum oluşturma çalışmaları ““emr-i bi’l-ma’ruf, nehy-i ani’l-münker” şeklinde formüle edilmiştir. Bu da Kur’an’ın ve hadislerin ruhuna uygundur. Buna İslâmda tebliğ ve davet metodu da denilebilir.

“Kur’ân-ı Kerîm’de ma‘rûf ve münker kelimeleri dokuz âyette “ma‘rûfu emretme, münkeri nehyetme” anlamına gelen ifade kalıplarıyla geçmektedir.

Dinî bir yükümlülük olarak “emr-i bi’l-ma’ruf”, dinin ve selim aklın güzel ve doğru bulduğu görüşleri, davranışları, ölçüleri, ilkeleri insanlara ulaştırmak, öğretmek, uygulamalarına yardımcı olmak demektir. Ya da hayırlı işlere öncülük etmek, hayatın her alanında hayra yer vermek demektir. “Nehy-i ani’l-münker” de Dinin ve aklın kötü gördüğü şeylerle mücadele, onların azalması için çaba göstermektir.

Kur’an en hayırlı topluluk olmanın sınırlarını şöyle çiziyor “Siz, insanların iyiliği için ortaya çıkarılmış en hayırlı ümmetsiniz; (zira) iyiliği emreder; kötülükten meneder ve Allah'a inanırsınız…” (Âli İmran 3:110)

Gerçek mü’minlerin bir özelliği de şöyle: “Onlar, Allah'a ve Âhiret Günü'ne inanırlar; doğru olanı (ma’rufu) tavsiye eder, kötü (münker)  olandan alıkoyarlar ve hayırlı işlerde birbirleriyle yarışırlar: işte bunlar dürüst ve erdemli kimselerdendir.” (Hucurât 49: 15)

Mü’min erkekler ve mü’min kadınlar birbirlerinin velisidirler (dostudurlar). O yüzden onlar birbirlerine ma’rufu emrederler. (Tevbe 9:71) İyi insanlar yeryüzünde iktidar ve güç sahibi olsalar bile  iyiliği (ma’rufu) emrederler, münkerden sakındırırlar. (Hacc 22:41)

Âyetlere göre “emr-i bi’l-ma’ruf ve nehy-i ani’l-münker” yapan mü’minler daha hayırlıdır, daha iyidirler. Bir hadise göre bu görevin yerine getirilmemesi belâların gelmesine sebep olur.[18]

İslâmın bütün emirleri veya tavsiyeleri ma'ruf, bunları başkalarına ulaştırmak farz (vacip) olduğuna göre; bu da bir emek ve fedakârlık gerektir. Mesela ma'ruf olan bir şeyin yaygınlaştırılması, sevdirilmesi ve hakim kılınması, korunması için maddi ve manevi imkanları devreye sokulması gerekir. Bu da infaktır ve ma’rufu emretmenin sosyal boyutunu gösterir. 

Ma‘rûfun eski Arap edebiyatında “cömertlik ve ikram” anlamındaki kullanımı da İslâmdan sonra da devam etmiştir. Mesela bir hadiste şöyle deniliyor: “Size ma‘rûf (ikram) getirene karşılık veriniz.”[19]

Eski ahlâk ve edep kitaplarında ma’ruf kelimesinin genel olarak iyilik anlamı yanında özellikle cömertlik ve ikram mânasında kullanıldığını gösteren örnekler vardır.[20] Bu anlamı ile “marufun emredilmesi”; cömertliğin ve ikramın yaygınlaştırılması, teşvik edilmesi, toplumda örf olarak yaşatılmasıdır.

Şüphesiz ki ma’rufu emretmek amacına göre, uygun bir ortamda, uygun bir yöntemle, en güzel bir şekilde yapılmalıdır. Kur’an bu her ikisini müslümanlardan bir grubun yapmasını istemektedir. “Sizden, hayra çağıran, ma’rufu emreden ve münkerden sakındıran bir topluluk bulunsun. Kurtuluşa erenler işte bunlardır.” (Âli İmran 3:104)

İslâm âlimleri bu görevin farz-ı kifâye olduğunda ittifak etmişlerdir. Ancak başka âyetlerde “emr-i bi’l-ma’ruf ve nehy-i ani’l-münker” görevi genel. Buna göre her müslüman bu görevini yerine ve zamanına göre yapabilir. 

Yalnız bu “eğer bir müslüman bunun hakkıyla, davetin ve tebliğin şartlarına uygun yapamıyorsa, kaş yapayım derken göz çıkarıyorsa yapmasın. Bu görevi daha çok bunu daha iyi yapanlar yerine getirsin” demektir.

“Bu görev konusunda biri devletin sorumluluğunda resmî, diğeri müslüman fertlerin şahsî sorumluluklarına bırakılan gayri resmî olmak üzere iki şekildedir. Emir ve nehiy faaliyetlerinin ilk şekli İslâm tarihinde “hisbe” veya “ihtisab” adı altında kurumlaşmış, kaynaklarda bununla ilgili hükümler ayrıntılı olarak tesbit edilmiştir.”[21]

Peygamber (sav) bunun ölçüsünü nehy-i ani’l-münker faaliyeti konusunda şöyle veriyor: “Kim bir kötülük görürse eliyle, buna gücü yetmezse diliyle onu önlesin; buna da gücü yetmezse kalbiyle kötülüğe öfke duysun; bu ise imanın en zayıf derecesidir.”[22]

Burada şu sorular akla gelebilir: Emr-i bi’l-ma’ruf ve nehy-i ani’l-münker birinin işine karışmak mıdır? Birine bir şeyi dayatmak mıdır? Birinin üzerinde otorite gibi söz sahibi olduğunu zannetmek midir? Buradaki emir, Türkçe’deki emretmek midir? Kim kime ne kadar emredebilir ki? Ya da nehy-i ani’l-münkerdeki nehiy Türkçedeki yasaklama anlamında mıdır? Kim kime neyi ne kadar yasaklayabilir ki?

“Emr-i bi’l-ma’ruf ve nehy-i ani’l-münker”deki “emr” emretmek değil, “nehiy” ise tepeden inme yasaklama değil; teşvik, özendirme, ısındırma, sevdirme, ikna etme, muhatabın kendisinin isteyerek yapmasını sağlama çalışmasıdır.

Güya birisine tebliğ yapıyorum diye bunu nefret ettirici üslûpla yapan “sana ne” sorusu ile karşılaşabilir. Bu yüzden veliler, eğitimciler, davetçiler öyle bir güzel ve ısındırıcı dil kullanmalılar ki, mutapları “sana ne” demesinler.

Bunu herkes yapamayacağına göre âyet “sizden bir topluluk”, yani “bu işi en iyi becerenler yapsın” demektir. Hele insanların daha çok bireysel yaşadığı, yoğun bilgi ve haber sağanağı altında yaşıyorken.

Hadise göre kötülüğü önleme ve azaltma işi öncelikle gücü yetenlerin, yani otorite sahiplerininin işidir. Bu da aile içinde veli, eğitim kurumlarında eğitimci, toplumda yetki verilenlerdir. Otorite sahibi olmayan müslümanlar ise bu görevleri tebliği ve davetin ilkeleriyle yürütürler.

Burada öncelikle ma’ruf ve münker konusunda bilgilendirme yapılmalı, özellikle veliler bunu ma’rufu yaşayarak, münkerden sakınarak örnek olmalılar. Bundan sonra öğüt, örnek vererek yol gösterme, ısındırma, sevdirme, metodları yerine göre denenir. Zira çocuklar veya insanlar aynı yapıda değildir. Farklı karakterlere farklı eğitim ve hitap metodu gerekir.

Kötülüklere karşı bundan sonra yumuşak olandan başlayarak giderek sertleşen fiili tedbirler gündeme gelir. Mesela sonucunu bildirip uyarma (inzâr), sert birt üslupla sözlü uyarma (tehdit), psikolojik direniş (hatayı hissettirme, ona katılmama, yüz çevirme, mahrum etme gibi) ceza verme gelir. Otoritenin vereceği ceza ile velinin ve eğitimcinin vereceği ceza aynı olmaz. Ceza münkerin cinsine göre ve mukabili olmalıdır. Bunun illa da fiziki ceza olması gerekmez.

Kaldı ki “nehy-i ani’l-münker” yapıyorum diye bir kimse başkasına nasıl ceza verebilir ki? Belki veliler ve eğitimciler iyiliğe teşvik, kötülükten alıkoymak üzere hafif ve daha çok fizikî olmayan ceza metodu uygulayabilirler. Otorite ise elbette suçlulara (münker işleyenlere) uygun cezayı vermelidir.

Ancak günümüzde seküler yönetimlerden İslâmın “emr-i bi’l-ma’ruf ve nehy-i ani’l-münker” görevini yapmalarını beklemek abestir.

Bunu bilinçli, becerikli, insan psikolojisinden anlayan, İslamı kendi hayatında uygulayan, sözü ve davranışları arasında uyum olan ihlaslı (samimi), fedakâr, eğitimci mü’minler tarafından hadiste geçtiği gibi daha ziyade “söz ile” ve “kalp ile nefretle” olacaktır.

Yerince ve zamanında, uygun olmayan bir üslûpla yapılan davetler, ma’rufu teşvik münkerden sakındırma faaliyetleri istenilen sonucu vermediği gibi ters de tepebilir. Hayır yerine şerre sebep olabilir. Sevdirme yerine nefrete yol açabilir. Halbuki Peygamber (sav) “... Kolaylaştırınız zorlaştırmayınız, müjdeleyiniz nefret ettirmeyiniz” buyurdu.[23]

Cihad ibadeti teorik olarak “emr-i bi’l-ma’ruf ve nehy-i ani’l-münker” görevinin bir parçasıdır. Zira cihad faaliyeti ma’ruf’un yaygınlaşması, münkerin en aza indirilmesi, İslâmın güzelliklerinin insanlara ulaştırılması çalışmasıdır. Ya da insan ile bunlar arasındaki engelleri kaldırma çabasıdır. Bir başka deyimle hak yolunda yoğun çalışmadır.

Bazılarına göre cihad; daha çok dışa dönük faaliyettir. İslâmı gayr-i müslimler arasında yayma, İslâm vatanını saldırganlara karşı koruma, bunun için gerekirse silahlı faaliyette bulunmadır.[24] Buna göre “emr-i bi’l-ma’ruf ve nehy-i ani’l-münker” daha çok içe dönük bir faaliyet, cihad ise çok dışa dönük bir etkinliktir.

Ancak “nefse karşı cihad” etmenin önemini ve cihadın genel manasını hatırlayacak olursak cihad ve “emr-i bi’l-ma’ruf ve nehy-i ani’l-münker”in hem içe dönük, hem de dışa dönük bir faaliyet olduğu görülür. Ki bu da hem kişisel planda, hem de toplumsal planda bir “ıslah” çalışması, kişilerin daha iyi olmalarına, toplumsal barışı ve huzuru sağlamaya yönelik bir ibadettir.

Din seçme ve dini partik olarak yaşamak kişinin özgür iradesiyle olacak bir şeydir. (Bakara 2:256) İslâmı kabul ettirmede ve uygulamada zorlama ve şiddet söz konusu değildir. İnanma ve inandığını yaşama, yani iitikat ve ibadet gönül işidir. Yüreğe inmeyen bir itikat, yürekten gelmeyen bir uygulama samimiyetten uzaktır. Üstelik hiç bir inanç baskı, şiddet veya silahla benimsenmez.

“Emr-i bi’l-ma’ruf ve nehy-i ani’l-münker” bir ıslah faaliyetidir. Eğer bu faaliyet fitne ve fesata, soğuma ve nefrete yol açacaksa bundan kaçınmak gerekir. Üstelik peygamberler de dahil hiç kimse başkasının hidâyetinden sorumlu değildir. (Mâide 5:105) Peygamber’e bile düşen apaçık tebliğdir. (bkz: Âli İmran 3:20. Mâide 5:93. Ra’d 13:40. Nahl 16:35, 82. v.d)

İslâmî kaynaklar çocuklar, kadınlar, yaşlılar, sakatlar, kimsesizler, çalışanların haklarını, dinî değerlerin, çevrenin, halk sağlığı ve insan hakları ve toplumsal barışın, örf olan adet ve kültürlerin korunup yaşatılmasını tavsiye ederler. Bunlara yönelik yıkıcı faaliyetlere engel olunmasını isterler. Bu amaçla yapılan çalışmalar ve kurulmuş kurumların faaliyetler “emr-i bi’l-ma’ruf ve nehy-i ani’l-münker” kapsamında değerlendirilmiştir.

Bu tür faaliyetlerin kişi ve kurum planında arttırılarak sürdürülmesi hem İslâm’ın ruhuna hem de modern hayatın gerçeklerine uygun görünmektedir.[25]

Bütün bu faaliyetlerin ihsan üzere yapılması gerekir.
 

-İhsan Nedir?

İhsan, if’al kalıbından “ahsene” fiilinin masdarıdır. Ahsene; bir şeyi iyi etmek güzel yapmak veya bir şeyi güzel bilmek demektir. Ahsene “ila” edatı ile başkasına güzel muamelede bulunmak, insanlara iyilik yaparak kendisine karşı insanlarda güzel duyguların meydana gelmesine sebep olmak anlamına da gelir.

Ahsene tıpkı “hassene” fiili gibidir. Bu da güzelleştirmek, daha da güzel olmak, daha güzelini yapmak demektir. “Adam yaptığı her şeyi güzel yaptı” şeklinde söylenir. “İhsan", "isâetin" (kötü-çirkin yapmanın) zıddıdır.[26]

Eğer insanlar hep ihsan üzere olurlarsa, yani hep güzel işler yaparlarsa, davranışlarını ‘ihsan’ üzere gösterirlerse, bunun karşılığı olarak ‘ihsan’ görürler, güzellikle muamele edilirler. İhsan üzere hareket edenlere, yaptıklarının karşılığı daha güzeliyle hatta fazlasıyla verilecektir. (bkz: Yûnus 10:26. Zümer 39/10. Ankebut 29:7) İyiliğin karşılığı iyilikten, güzelliğin karşılığı güzellikten başka bir şey midir? (Rahmân 55:60) 

İhsan; güzellik, uygunluk, güzel olan şeyi en güzel şekilde yapmak demektir. Bütün güzellikleri ve rağbet edilen şeyleri ifade eder. İhsan Kur’an’da hem Allah’a nisbetle, hem de insanlara nisbetle kullanılıyor.

Buna göre ihsan kelimesini üç manası vardır: Birincisi amelde ihsan; yani bir şeyi güzel bir bilgi ile bilmek veya bir şeyi güzel bir amelle yapmak. Cibril hadisinde geçtiği gibi “Allah’ı görüyor gibi ibadet etmek” ihsandır.[27]

İkincisi; yapılan her şeyin güzel yapılması, güzellik, estetik, hoşa giden. Eğer insanlar hep ihsan üzere olurlarsa, yani hep güzel işler yaparlarsa, davranışlarını ‘ihsan’ üzere gösterirlerse, bunun karşılığı olarak ‘ihsan’ görürler, güzellikle muamele edilirler. (İsrâ 17:7)  

“Yaptığını güzel yapmak” şeklinde özetlenen anlamına uygun olarak kulun Allah’a karşı hissettiği derin saygı, bağlılık ve itaat ruhunu ve bu ruh halinin ürünü olan iyi davranışları kapsar. Müslümana bir hayvan boğazlerken bile ‘ihsan’ ile boğazlanması emredilir.[28]

Üçüncüsü; başkasına iyilik etmek, ni’met kazandırmak, yardımcı olmak ve bütün bunları güzellikle yapmak,

Buna göre ihsan; en genel çizgileriyle Allah Rasûlü’nün yaptığı gibi davranmak (İslâm), onun düşündüğü gibi düşünmek (iman) ve buna uygun bir davranış (amel) sergilemektir. İslâm ne yapmamız gerektiğini söylerken, iman bunları yapmanın niçin gerekli olduğu konusunda bize bir anlayış sağlar. İhsan ise, psikolojik ve duygusal niteliklerimizin eylem ve anlayışımızla uyumlu hale getirilmesi durumudur.[29]

Konumuz açısından burada ihsanın üçüncü anlamına daha çok vurgu yapacağız.

 

-Sosyal hayata yönelik olarak ihsan

Allah (cc) şöyle buyuruyor: Şüphesiz Allah, adaleti, iyilik yapmayı (ihsanı), yakınlara yardım etmeyi emreder; hayâsızlığı, fenalık (münkeri) ve azgınlığı da yasaklar. O, düşünüp tutasınız diye size öğüt veriyor. (Nahl 16:90)

Buradaki ihsan “insanın hem Allah’a hem de yakın ve uzak çevresine, bütün insanlara, hatta tabiata karşı yaklaşımında, tutum ve davranışlarında adalet ölçüsünün, farz ve vâcip sınırlarının ötesine geçerek imkân ve kabiliyetine göre kulluğun, özverinin ve erdemin en yüksek seviyesine ulaşması” anlamlarına gelecek şekilde yorumlanmıştır.[30] 

Bunu biz müslümanın kendisine, çevresine ve tabiata karşı güzel davranması, güzel davranışlar sergilemesi olarak anlayabiliriz.

Bir başka açıdan ihsan insanlarla sağlıklı ilişki kurmak, onlarda güzel duyguların yeşermesine sebep olacak davranışlar sergilemek, yardım ve iyilikte bulunmaktır.

İhsanın lütuf ve inayette bulunmak gibi anlamları da vardır. Ama mutlak anlamda ihsan sahibi sadece Allah’tır. Varlığımız ve her şeyin varlığı O’nun bir ihsanı ve inayetidir. Bizim insanlara karşı olan ihsanımız, yani lütuf ve iyiliğimiz O’nun ihsanı ve kudretinin bir tecellisidir.[31]

İhsan ahlâkı, adaletten daha kapsamlı bir güzel huydur. Çünkü adalet anlayışında, karşıdakinin hakkını vermek varken, ihsanda ise daha fazlasını vermek, daha güzeli ile karşılık vermek anlayışı vardır.

İnsana nisbetle kullanılan ihsan; hilm erdeminden kaynaklanan bir anlayışla kişinin diğer insanlar karşısındaki sevgiye dayalı özverili tutumunu ifade eder. Nitekim çeşitli âyetlerde “muhsinler” olarak anılan müminlerin hilim ruhunu yansıtan bazı seçkin özellikleri üzerinde durulmuş ve bu şekilde ihsana dahil olan faziletlere işaret edilmiştir. Bunlardan bazıları şunlardır: Öfkeye hâkim olma, affetme, hoşgörü, sabır (Âl-i İmrân 3:134-135. Mâide 5:13. Hûd 11:115. Yûsuf 12:90), işlerde aşırılıktan sakınma, kararlılık ve cesaret (Âl-i İmrân 3:147-148), tokgözlülük ve cömertlik (Bakara 2:236) gibi

Mü’min, yalnızca ibadette değil, bütün davranışlarında ihsan üzerinde bulunur.

Peygamber (sav) “Allah her şeyi mükemmel kılmıştır” veya bir ifade ile “Allah her şeyde ihsanı farz kılmıştır” diyor.[32] Burada “kusursuz” diye Türkçeye aktarılan ihsan aynı zamanda “güzellik, erdem, iyilik” gibi anlamlar da gelir.[33]

Müslüman, insanlara güzellikle, ‘ihsan ahlâkıyla’ davranır. İbadetlerini ‘ihsan’ şuuruyla yapar. Kendisine yapılan ‘ihsan’ları -iyilikleri-, gerek Allah’tan gelsin gerek kullardan gelsin- inkâr etmez, ihsana ihsanla karşılık verir. (Bakara 2:195)

Kur’an, ihsan ahlakına sahip mü’minlere “muhsin” diyor ve onları övüyor. Bunda ihsanın üç anlamının da saklı olduğunu görüyoruz.

 

-Muhsin olmak

“Muhsin”, ihsan masdarının özne ismidir (ism-i failidir). İhsanda bulunan kişiye, ihsan edene, ihsan ile davranana, ya da ihsan ahlâkına sahip olan kimse demektir. Kur’an iyi/ideal mü’minlere “ebrar”, “sâlih”, râşid” dediği gibi “muhsin” de diyor.

Muhsin ihsan ahlâkını kuşanandır. Bu da müslümanın değerini (keremini) artıran en önemli sıfatlardan birisidir. “Muhsin” Kur’an’da 4 yerde tekil, 35 yerde de “muhsinûn, muhsinîn” şeklinde çoğul olarak yer almaktadır. 

Allah (cc) muhsinleri sever. muhsinlerle beraberdir, onları sever, onları korur, onlara dünya ve Âhirette iyilikler verir. (Bakara 2:195. Âli İmran 3:134, 147. Mâide 5:13, 85. A’raf 7:57. Tevbe 9:120. v.d) Muhsin, güzellik sergileyen, güzel işleri layık oldukları bir şekilde yapan, bol bol ihsanda bulunan demektir. Mü’minler, inandıkları Rablerinden öğrendikleri ihsan ahlâkıyla, sürekli ihsan ederler, muhsin olmaya çalışırlar. (Nahl 16:127. Bakara 2:112. Nisâ 4:125. v.d)

Kur’an, iman edenlere Allah’a yalvararak dua etmelerini emrettikten sonra “… Allah’ın rahmeti elbette muhsinlere yakındır” diyor. (A’raf 7:56) Âyetin başı oldukça dikkat çekici: “Yeryüzünde bozgunculuk yapmayın” deniliyor. İfsat bir anlamda ihsanın karşıtıdır. İhsan güzel yapmak, iyi davranmak, güzellikle hareket etmek ise; ifsat bozmak, düzeni bozmak, yani tabii olanı, güzel olanı çirkinleştirmek demektir. Bu durumda Allah’ın rahmeti elbette çirkinlik yapan bozgunculara değil, güzel yapan muhsinlere yakın olacaktır.

Muhsin olmak aynı zamanda iyi davranışlar konusunda bilinçli olmayı ifade eder. Onlar, hangi davranışın iyi, hangi davranışın kötü olduğu konusunda hem bilgi sahibidir, hem de bilinçlidirler. Onlar Allah’ın kendilerini gördüğünün farkındadırlar.

Soru: Kur’an’ın bu kadar övdüğü, yaptıklarına karşılık hadsiz hesapsız mükâfat vadettiği bu güzel insanlar kimlerdir? Kur’an kimlere muhsin diyor?

Cevap: Muhsin, iyilik yapmayı ve güzel davranmayı ilke ve kişilik haline getiren, bunda sebat eden, güzel düşüp güzel eylemler yapan demektir. Bir başka deyişle; Allah’ı görüyor gibi davranan kimsedir. Yaptığı her işi güzel yapan, yani iyi insandır.

Muhsinler (ihsan sahipleri), bütün işlerini ahlȃka uygun yaparlar. Onlar, çirkin, bayağı, kötü, zararlı ve faydasız amellerden, faaliyetlerden uzaktırlar. Onlar insanlar içerisinde güzel davranışların, işleri güzel yapmanın  temsilcisidirler

İhsan üzere hareket eden mü’min; yanı zamanda hayatın her alanına güzellikler, iyilikler, dostluklar yerleşsin diye aktif olarak çalışan kimsedir. O çok iyi bir hak savuncusu, iyi bir çevreci, iyi bir eğitimci, estetikten ve sanattan yana, temizlik sevdalısı, dostluk elçisi, barış mücahididir.

Müslüman, insanlara güzellikle, ‘ihsan ahlâkıyla’ davranır. İbadetlerini ‘ihsan’ şuuruyla yapar. Kendisine yapılan ‘ihsan’ları -iyilikleri-, gerek Allah’tan gelsin gerek kullardan gelsin- inkâr etmez, ihsana ihsanla karşılık verir. (Bakara 2:195)

Kur’an muhsin olmayı mü’minlerin bir sıfatı olarak sayıyor ve herkesi muhsin olmaya davet ediyor. Hem de aktif iyi (muhsin) olmaya. Yani o, sergilediği güzellikleri başkalarıyla paylaştığı gibi, iyi ve güzel olan şeylerin insanlar arasında yayılması için de çaba gösterir. Bu da onun sosyal yönünü gösterir.

Müslüman ne yapıyorsa; onu güzel, maksada uygun, doğru yapmalı. İmanından aldığı bilinçle ortaya koyduğu güzellikleri başkalarıyla da paylaşmalı. Güzel yapmak, güzel davranmak, iyilik etmek, ihsan, lütuf ve keremde bulunmak gibi konularda çevresine örnek olmalı.

Allah’ın uygun gördüğü muhteşem ‘muhsin’ sıfatını kazanmak isteyen bir müslüman, kim ne derse desin, kim hangi kötülüğü, kabalığı, ayrımcılığı, ırkçılığı, hasımlığı, hainliği, kirliliği yapsa bile, o iyi davranmaya, güzellik üretmeye, hakkaniyetle hareket etmeye devam eder.[34]

 

-Sonuç

Burada birr ve ma’rufu yeniden hatırlamak gerekiyor. Birr; en ideal iyilik, ma’ruf; dinin ve selim aklın güzel gördüğü iyilik, ihsan da; iyilikte ve ikramda güzellik olduğuna göre üçü arasında bağlantı vardır. Her üçünün de içe dönük yönü olduğu gibi, dışa dönük yönü, amacı ve hedefi vardır. Mü’minler, kendileri bir sahibi (ebrar) olmaya çalışırken, yaşadıkları ortamda hem bunu paylaşırlar, hem de birr (iyilik) ve takva üzere yardımlaşırlar.

Mü’minler dinde ma’ruf olan iyilikleri, doğru ve isabetli olan davranışları kendileri ahlâk olarak benimsedikten sonra onları çevreleriyle paylaşırlar. Emr-i bi’l-ma’ruf yaparak bu ideal iyiliklerin yaygınlaşmasına çalışırlar.

Müslümanlar kendileri ihsan ahlâkını kuşanarak “muhsin” olmaya çalıştıkları gibi, başkalarına da ihsan ve iyilik ederler, ikramda bulunurlar. Yaptıkları bütün eylemleri bilinçli ve sağlam bir bilgi ile yaparlar, çevreye güzel ve güzel ahlâk gösterirler, güzellik üretmede, güzel davranmada örnek olurlar.

Allah yolunda harcayın. Kendi ellerinizle kendinizi tehlikeye atmayın. Yaptığınızı güzel yapın (ahsinû); Allah güzel yapanları (muhsinleri) sever.” (Bakara 2:195)

 

Hüseyin K. Ece

25.07.2018

Zaandam

 

 

[1] İbni Manzur, Lisânu'l-Arab, 2/58-59. El-Isfehânî, R. el-Müfredât, s: 53

[2] Tirmizî, Deavât/82 no: 3507. İbni Mâce, Dua/10 no: 3861

[3] el-Isfehânî, R. el-Müfredât, s: 53

[4] el-Isfehânî, R. el-Müfredât, s: 53

[5] İbni Manzur, Lisânu’l-Arab, 2/58

[6] el-Isfehânî, R. el-Müfredât, s: 53

[7] Taberî, İbni Cerir. Câmiu'l-Beyân, 1/297

[8] İslâmoğlu, M. Hayat Kitabı Kur’an, 1/20

[9] el-Isfehânî, R. el-Müfredât, s: 53

[10] Toksarı, A. TDV İslâm Ansiklopedisi, 6/205

[11] Müslim, Birr/14-15

[12] Ahmed Bin Hanbel, 4/182, 194, 227, 228. Dârimî, Büyu’/1-2

[13] Mâverdî, Edebü’d-Dünyâ Ve’d-Dîn S. 184’den Toksarı, A. TDV İslâm Ansiklopedisi, 6/205

[14] Buhârî, Edeb/69 no: 6094. Müslim, Birr/29 (103-105) no: 6637-6639. Tirmizî, Birr/46 no: 1971. Muvatta. Kelâm/16. Ebu Dâvud, Edeb/88 no: 4989

[15] Mâverdî, Edebü’d-Dünyâ Ve’d-Dîn S. 184’den Toksarı, A. TDV İslâm Ansiklopedisi, 6/205

[16] Çağrıcı, M. TDV İslâm Ansiklopedisi, 11/139

[17] el-Isfehânî, R. el-Müfredât, s: 495-496

[18] Tirmizî, Fiten/9 No: 2169

[19] Nesâî, Edeb/108, Zekât/72. Ahmed B. Hanbel, 2/68

[20] Çağrıcı, M. TDV İslâm Ansiklopedisi, 11/139

[21] Çağrıcı, M. TDV İslâm Ansiklopedisi, 11/139

[22] Müslim, Îmân/78. Ebû Dâvûd, Salât/232

[23] Buhârî, İlim/11, Edeb/80, Cihâd/164. Müslim, Cihâd/6-7. Ebû Dâvûd, Edeb/17

[24] Çağrıcı, M. TDV İslâm Ansiklopedisi, 11/139

[25] Çağrıcı, M. TDV İslâm Ansiklopedisi, 11/139

[26] İbni Manzur, Lisanu'l-Arab, 4/123-124

[27] Buhârî, İman/37 no: 50. Müslim, İman/1 no: 8. Tirmizî, İman/14 no: 2738. Ebu Davûd, Sünne/16 no: 4695. İbnu Mâce, Mukaddime/9 no: 63,64. Nesâî, İman/6 no: 4994

[28] Müslim, Sayd/57 no: 1955. İbnu Mace, Zebaih/3 no: 3170. Ebu Davud, Edahî/12 no: 2815. Tirmizî, Diyât/14 no: 1409. Nesâî, Zahâyâ/22

[29] Koç, T. İslâm Estetiği, s: 52

[30] Çağrıcı, M. TDV İslâm Ansiklopedisi; 21/546

[31] Koç, T. İslâm Estetiği, s: 55

[32] Müslim, Sayd/57 (11) no: 5055

[33] Koç, T. İslâm Estetiği, s: 53

[34] Ece, H. K. İslâmın Temel Kavramları, S: 284. http://www.huseyinece.com/makalelerim/uzun-makaleler/1669-kur-an-da-guezelligi-sanati-anlatan-kavramlar.

 

Kur'ani Hayat Dergisi, Eylul-Ekim 2018 Sayı: 61