“Andolsun, Allah’ın Resûlü’nde sizin için; Allah’a ve âhiret gününe kavuşmayı uman, Allah’ı çok zikreden kimseler için güzel bir örnek vardır...” (Ahzâb 33:21)

Âyet söze te’kid (kuvvetlendirme) ile başlıyor ve kesin ifadelerle kıyâmete kadar geçerli olacak bir gerçeği/hükmü haber veriyor: “Peygamber’de sizin için en güzel örnek vardır.”

Bu âyetin geçtiği konunun bütünlüğü açısından bakıldığı zaman Peygamber’in (sav) hayat tarzının ve davranışlarının model olarak sunulması; öncelikle Hendek savaşında kişisel çıkarlarını düşünerek hareket edenlere ders vermek olduğu anlaşılır. Ona iman edip ona tabi olduğunu iddia edenler onun nasıl davrandığını görmüş olmalılar. Eğer o kendi güvenliğini veya çıkarını düşünen, tehlike anında kaçmaya hazır bir kimse olsa onun peşinden gidenlerin de gevşeklik göstermeleri anlaşılır.

Ancak Peygamber (sav) başkalarına tebliğ ettiği veya emrettiği şeyleri önce kendisi uyguladı, yaptı. Zorluklara sahabelerden önce ve onlarla birlikte kendisi katlandı. Buna göre ona tabi olduğunu söyleyen herkes bu liderin din adına ortaya koyduğu örnekliğe uymalıdır.[1]

 Peygamber’de (sav) en güzel örnek olduğu söylendikten sonra Peygamber’i örnek alan mü’minlerin teslimiyeti, iman sözüne bağlılıkları övülüyor ve bunun karşılığında alacakları ödüller söz konusu ediliyor. (Ahzab 33:22-24)

 

-Ayet kime hitap ediyor?

Âyet “Rasûlüllah” derken şeksiz şüphesiz son elçi hz. Muhammed’i kasdediyor. Zira bu sıfat ve er-Rasûl nitelemesi ona mahsustur ve Kur’an’da farklı bağlamlarda defalarca kullanılıyor.  

Hz. Muhammed Allah’ın elçisidir (Tevbe 9:61, 81, 120. Ahzâb 33:53. Fetih 48:29. Hucurât 49:3, 7. Münafıkûn 63:5, 7) ve O’nun seçtiği peygamberlerin sonuncusudur. (Ahzâb 33:40)

Genelde peygamberlerin, özelde hz. Muhammed’in risâlet açısında görevi şu dört maddede özetlenebililir: Birincisi: Tebliğ etmek, yani kendisine indirilen vahyi muhataplara uygun bir dille ve metodla ulaştırmak, onları hakka/hidâyete, yalnızca Allah’a kulluk yapmaya davet etmek.

İkincisi; Tebliğ ve davet ettiği şeyin mahiyetini açıklamak, beyan etmek, anlaşılır olmasını sağlamak. Bu konuda olabilecek sorulara cevap vermek.

Üçüncüsü; uygulama veya örneklik (model olmak). Elçi kendisine vahyedileni önce kendisi hayat, ahlâk, karakter haline getirir, ilâhi ölçüleri (hükümleri) kendisi uygulayıp ümmete örnek olur.

Dördüncüsü ise cihadtır. Yani üç maddedeki hedefleri gerçekleştirmek üzere yoğun çaba göstermek, çok çalışmak, fadakârlık etmek, bu yolda maddi ve manevi infakta bulunmaktır. Gerekirse de davete engel olanlarla, daveti boğmak isteyen odaklarla günün şartlarında mücadele etmek, savaşmak.

Konumuz olan âyette de işaret edilen hz. Muhammed’in bu risâlet/nübüvvet (peygamberlik) görevidir.

Burada kasdedilen öncelikle Kur’an’a ilk muhatap olanlardır. Onlar da Peygamber’e iman eden, Allah için muhâcir ve ensar olan, Peygamber ile birlikte bütün zorluğuna rağmen Bedir’de, Uhud’ta, Hendek’te birlikte olan, onunla birlikte Allah yolunda gayret eden ve sabreden sahabelerdir.

Sonra da Kur’an’ın hitap ettiği herkestir.

Âyetin takip eden cümlesi “sizin için” kısmını açıklıyor: “Allah’a ve âhirete kavuşmayı uman...” Şüphesiz onlar “ben müslümanım” diyenlerdir. Hayatını İslâma göre yaşamaya çalışan inanmış kimselerdir.

“Bu âyet, ilk bakışta, Hz. Peygamber'in imanını, cesaretini ve kararlılığını örnek almaları tavsiye edilen Medine'nin o ilk savunucularına seslendiği halde, aslında bütün durumlar ve şartlar için geçerli olan zamanüstü bir muhtevaya sahiptir.”[2]

Allah’a ve kavuşmayı ummak şüphesiz Allah’a ve âhirete inanmakla ilgilidir. Kim Allah’a hakkıyla inanıyorsa; bilir ki bu iman aynı zamanda Allah’a,  O’nun sevgisine, rahmetine, vereceği ödüllere yakın olmaktır. Günün birinde O’nun huzurunda hesap için durmaktır (haşrolunacağına inanmaktır). O’nu her an yanında hissetmek, O’nun her zaman kendisini murakabe ettiğini bilmektir.

Âhirete kavuşmayı ummak, Kıyâmetin olacağına, Âhiret hayatının gerçekleşeceğine şüphesiz iman etmek demektir. Orada hesaba çekileceğine, iman edip sâlih amel işleyenlerin mükâfata, inkâr edip kötülük ve zulüm yapanların da ceza alacağına bütün benliği ile inanmaktır.

Âyet üçüncü bir şey daha söylüyor: “Allah’ın Elçisi’nde Allah’ı çok zikredenler için de güzel bir örnek vardır.” Allah’ı çok zikretmek O’nu hiç unutmamak, O’nu hesaba katarak hareket etmek, O’nu görüyormuşcasına kulluk etmek, O’na karşı sorumluluk bilinciyle hareket etmektir. O’nu her an hatırlatıcı ibadet ve sözlerle meşgul olmaktır. Zikir birilerinin zannettiği belli bir vakitte bir kaç kişinin biraraya gelerek, belli bir sözü, belli sayıda, belli bir ritim ve Peygamberimizin asla yapmadığı bazı folklorik veya sportif hareketlerle, solo veya koro halinde söylemek değildir.

Zaten âyet “Peygamberde sizin için örnek vardır” derken, Allah’ı nasıl zikretmemiz gerektiği konusunda da Peygamber’i (sav) örnek gösteriyor. O diğer ibadetleri yerine getirip ümmetine örnek olduğu gibi, zikir ibadetini de uygulayıp göstermiştir.

İşte Allah’ı kendisinin emrettiği, Peygamberinin öğrettiği şekilde zikreden ihlaslı müslümanlar için peygamber hz. Muhammed’de (sav), her açıdan ve özellike kulluk açısından en mükemmel örneklik vardır.

Buna göre Hz. Muhammed’in (islâmî) hayatı Allah’tan gafil olanlar, O’nu zaman zaman, arada sırada hatırlayanlar için değil; O’nu hayatının her anında devamlı ananlar için modeldir. O aynı zamanda Âhiret hayatının olacağına inanmayanlar için değil; Kıyâmetteki sonucun bu dünyada yapılan amellere göre, Peygamber’in örnekliğine benzeyip benzemediğine göre belli olacağı Hesap Gününe iman edenler için mükemmel örnektir.[3]

 

-Üsve ne demektir?

Kur’an hz. Muhammed’te “en güzel örnek” olduğunu beyan ediyor. Yukarıdaki soruyu tekrar edelim: Müslümanlar onu nasıl örnek alacaklar?

Önce “üsve” kelimesine bakalım. Kur’an bunu hangi manada kullanıyor?

“Üsvetün” veya “isvetün” kelimeleri “kıdvetün” ve kudvetün-kök, esas, asıl” kelimeleri ile eş anlamlıdır.[4] Bu da ister güzel ister çirkin, ister hoşa giden, isterse zarar veren bir şey olsun, başkasına tabi olurken insanın üzerinde bulunduğu halini, durumunu anlatır. “teesseytü bihi-onu kendime örnek aldım, ya da örnek olarak onu takip ettim” denilir.[5]

Aynı kökten gelen “teessi ve i’tesâ”; birini örnek edinip uymak demektir. Şöyle denilir: “I’tes bihi, yani ona tabi ol ve onun misli (onun gibi) ol.”  “Falanca kişi falancayı örnek aldı, yani onun hoşnut olduğundan o da hoşnut oldu, ona ikitida etti (uydu) ve onun benzeri olmaya çalıştı” şeklinde ifade edilir.[6]

Araplar “Senin için örnek olamayacak kimseyi model olarak alma.” Yani “uyulması doğru olmayan bir kimseye uyma” derler.[7]

“Üsve”, “teessi edilecek”, yani uyulacak, arkasından gidilecek örnek, meşk, nümûne-i imtisal demektir.

“Teessi (usve edinmek), taklit ve teşebbüh (benzeme) değil; birinin yaptığını onun maksadını gözeterek yapmaktır. Üsve ilan edilen “model” kılınmıştır. Sadece üretilebilir olanlar model gösterilebilir. Peygamberler örnek alınsın diye insanlar arasından seçilmişlerdir: Yerde yürürler, iz bırakırlar ve izlenirler... Âlemlere rahmet olmak, bütün insanlığa model olmak demekti.”[8]

İnsanlar hedeflerine ulaşmak için kendilerine uygun örnekler edinirler, kılavuz bulurlar. Allah’a iman edip, O’nun rızasını ve Ahirette eşsiz nimetlere ve güzelliklere kavuşmayı uman mü’minler ise, bu konuda kendilerine eşi bulunmaz örnek olarak hz. Muhammed’i seçerler.[9]

 Zira onların amacı dünyalık makam, şöhret, zenginlikler, öne çıkmak, zevk ve eğlence, gösteriş, şovu sevenler tarafından parmakla gösterilmek, ya da şov yapmak değil; hem dünyada mazbut, mutedil, huzurlu, gürültüsüz, hoş (tayyibe) bir hayat, hem de öldükten sonra felah (kurtuluş), hoş (tayyibe) bir hayat ve Allah’ın rahmetini hak edebilmektir. Amacı bu olan bir müslüman elbette bu hedefe ulaşmak için, Allah’ın kendisine “en güzel örnek” gösterdiği hz. Muhammed’i model şahsiyet olarak bilecektir.

 

-Peygamber nasıl örnek alınır?

“Peygamber’de sizin için en güzel örneklik vardır…” Hitap öncelikle Hendek Savaşı zamanıda Medine’deki müslümanlaradır. Sanki şöyle deniliyor: “ Onu örnek alın. Tıpkı onun bu zor günde savaş meydanında, cesur bir bahadır olarak durduğu, canını ortaya koyduğu gibi, siz de koyun.”

Mü’minler, onun zor zamanlarda yiğit duruşunu, sebat edişini, cesaretini örnek almaları gerektiği gibi, hayatın başka alanlarında da onu kendilerine model edinmeliler. 

Usûl âlimleri bu âyetle ümmete nisbetle onun konumuna delil getirirler. Onlara göre asıl olan hz. Peygamberin ahlâkının örnek alınmasıdır. Bu âyet sadece Hendek Savaşındaki tutumunun örnek alınmasına mahsus değildir. Zira Peygamber’de olan güzel sıfatlar müslümanlar için alınabilecek şeylerdir.

Şüphesiz Peygamber’i örnek alıp bu yolda yürüyenler Allah’ın ikramlarına mazhar olur. Allah’ın en güzel ikramı da bir kimsenin sırat-ı müstakim’de yürümesidir. Esasen peygamberlere muhalaefet edenlerin örnek alınması zarardır, kötüyü tercihtir. Nitekim Kur’an’ın haber verdiğine göre inkârcılar kendilerine peygamber gelip de onları hak yola davet ettiği zaman onlar “Biz atalarımız hangi yol üzere buldu isek, ona tabi oluruz” dediler (derler). Bu demektir inkârcılar kendilerine kötü olan kimseleri örnek alıyorlar.

         Onu örnek almanın “Allah’ı ve âhireti ummakla” bağlantılı yapılması onu bunun fevkalâde güzel olduğuna olduğuna delâlet eder.

Hz. Muhammed’i örnek almak, bir kimsenin doğru yolda yürüme isteğine de uygundur. Zira Peygamber’in örnek alındığı bir hayat sahibini maksada götürür, hayat hedefine ulaştırır, kulluk görevlerini yapmasını sağlar. Kim Allah’tan korkuyorsa, kim O’nun azabından ürperiyorsa, kim O’nun vadettiği ödüllere kavuşmak istiyorsa örnekliği sadece Peygamber’e (sav) tahsis etmelidir.[10]

“Yani hz. Muhammed’de kendisine güzellikle uyulabilecek salih (sağlam) bir örneklik vardır. O da Allah’ın dinine yardım ve O’nun Rasûlü’ne arka çıkmak, ona muhalefet etmemek, başa gelebilecek musibetlere sabretmektir. Tıpkı onun yaptığı gibi. Hatırlamak gerekir ki Uhud Savaşında azı dişleri kırıldı, yüzü yaralandı, amcası öldürüldü. Özellikle Mekke’de davet görevini yaparken eziyet edildi, hakarete uğradı, ülkesinden çıkmak zorunda bırakıldı. Bütün bu olumsuzluklara ve zorluklara rağmen o kendi nefsini değil; görevini ve davasını düşündü. Bu uğurda çalıştı.[11]

Bu âyet; “Peygamber size neyi verdi ise onu alın, size neyi yasak ettiyse ondan sakının” (Haşr 59:7) âyeti ile birlikte anlaşılmalı. Âyet yalnız sözleriyle değil, fiil ve hareketleriyle dahi delil ve kendisine uyulan bir peygamber olduğunu hükme bağlar. Yani Rasûlullah din ve ahlâkın teorik kısmını tebliğ ve hükme bağlamakla kalmamış, gerek savaşta ve gerek barış zamanında fiilleri ve uygulamaları ile ve bütün incelikleriyle kendisinde canlı olarak güzel bir örneklik ortaya koymuştur.[12]

Bu âyet aynı zamanda, onun muhalifleri icin bir azar ve bir uyarıdır. Deniyor ki ona muhalefet etmeyi bırakıp, onu örnek alın. O hangi durumda ise siz de onunla birlikte olun. Allah’a kavuşmayı ve Âhirette ödül almayı bekleyen ondan yüz çevirmesin. Buna göre onunla birlikte olanlar ve ona tabi olanlar onu örnek almış olurlar[13], ona itaat etmiş olurlar.

 

-Şâhit olarak gönderilen Peygamber

Bir kaç âyette hz. Muhammed’in şâhit/şehit olarak gönderildiği söyleniyor.

 “İşte böylece sizi dengeli bir ümmet (ümmet vesetan) olmanızı istedik ki, insanlığa şâhit (örnek/model) olasınız ve Rasûl de size şâhit (örnek/model) olsun...” (Bakara 2:143).

Vasat; bir şeyin değerli (iyi) ile bozuk (kötü) arasında olmasını,[14]  adaleti ve bir şeyin vasatını ifade eder. Bir şeyin en âdili, onun en orta halli oluşu demektir.[15]  Vasat, eşitlik ve adalet gibi bir şeyi övmek üzere de kullanılır.[16]

Davranış açısından ‘vasat olmak’, tam orta yolda olmak, hiç bir taşkınlık ve eksiklik yapmamak demektir.  Vasat’, nicelik olarak ‘orta’, nitelik olarak ‘denge ve adalet’ anlamına gelir.”[17]

Buradan hareketle vasat’a mutedil olmak, itidalli davranmak, mizan üzere yani dengeli olmak anlamı vermek yanlış olmaz.

Vasat, bir açıdan ğulüv’ün (taşkınlığın) zıddıdır.  Vasat olma hali ifrat ve tefritten sakınma, âdaletle davranma, ölçülü hareket etme bir müslüman için hayatın her alanında, her davranışta uyması gereken önemli bir prensiptir.

İslâm toplumunun bir niteliği olarak geçen ‘vasat’ tabirini bazı müfessirler “en hayırlı, en değerli” anlamını verirler. Bunu da Âli İmran 110. âyetindeki hayırlı ümmet ifadesi ile açıklarlar.[18]

“Ümmeten vesetan”; aşırılıklar karşısında âdil bir denge gözeten ve hem zevk ve sefahatı hem de mübalağalı bir zühdü reddederek insanın tabiatını ve imkanlarını değerlendirmede gerçekçi ve makul davranan bir topluluk demektir.[19]

Kur’an’da Hz. Muhammed (sav) ‘şehîd/ şâhid’ sıfatıyla da anılmaktadır. O, hem kendi ümmeti için, hem bütün insanlar için bir şehîdtir. İslâm ümmetinin vasat (dengeli) ümmet yapılmasının sebebi Hz. Muhammed’in onlar üzerine bir ‘şehîd/ şâhid -tanık’ olmasıdır. (Bakara 2:143. Ahzâb 33:45-46. Nahl 16:89)

Allah’ın müslümanlara İslâm (müslüman) ismini vermesinin sebebi; “...Rasûl onların üzerinize, onlar da insanlar üzerine ‘şehit’ (tanık/örnek) olsunlar diye...” (Hac 22:78)

Allah (cc), her şeyin şâhidi (veya şehîdi) olduğu gibi, aynı zamanda Peygamber (sav) de hakikatin ve insanların hakikat karşısındaki duruşlarının bir şâhididir.[20]

Şâhit; bir gerçeği ispat konusunda tanıklığına, yani bilgisine ve görüşüne dayanarak verdiği habere başvurulan verilecek hükme delil niteliğinde olan kimsedir. Şâhid, davacı ile davalı arasında ortada, tarafsız, âdil ve yalnızca gerçeği söyleyen, sözü dinlenir ve sözüne itibar edilir bir kimse demektir. Bundan dolayı da gerek hareket ve davranışları bakımından, gerek diğer halleri bakımından örnek (model) alınan kimselere de ‘şâhit’ denilir.[21]

Hz. Muhammed’in hayat tarzı nasıl ümmet-i İslâma örnek-model ise, müslümanların hayat tarzı da bütün insanlığa bir model olmalıdır.[22]

Şehit ve şâhid’in bir anlamı da ‘temsil eden, şahsında gösteren’ demektir. Peygamberler Allah’ın irade ve rızasını temsil eden, onun dilediği, beğendiği, hoşnut olduğu kulluğu kişiliklerinde gerçekleştirmiş kimselerdir. Bir manada tebliğ ettiklerinin canlı şâhitleridir.[23]

Allah (cc) Muhammed ümmetini insanlar arasında böyle hakşinas, doğru sözlü, âdil, dürüst ve iyi ahlâk sahibi, ilim ve irfan ile seçkin, adaletli, şâhitlik yapmaya layık, imamlığa (önderliğe) uygun bir cemaat yapmak için, Hz. Muhammed’in (sav) görevlendirdi. Onun peygamberliği ile insanları doğru yola ulaştırdı. Müslümanlar başkalarını taklit etmeyi bırakın, kendileri bizzzat onlara örnek olmalılar. Böylece Peygamber de onlar için şâhit ve uyulacak, ardına düşülecek bir önder olsun. Konumuz olan âyet de buna işaret etmektedir.[24]

Hz. Muhammed’in insanlık için müstesna bir örnek oluşunu onun “şâhit/şehit kelimesinin örnek, model, temsil eden anlamından hareketle anlıyoruz. Öyle ya o tebliğ ettiklerinin yürekten, âdil, dürüst ve hakkaniyetli tanığı olduğu gibi aynı zamanda onları uygulayarak canlı şâhidi olmuştu. Onun vahye, vahyin ilkelerine hayatıyla şâhitliği de insanlık için örnektir, modeldir.

 

-Peygamberin örnekliğinin bağlayıcılığı

Peygamberin örnekliği elbette müslümanlar için bağlayıcıdır ve mutlaktır.

Birini usve (veya kudve) edinmek, ona iktida ve ittiba etmektir (uymaktır).  Âyet öncelikle Hz. Peygamber’in yanında olanların onu örnek alması gerektiğini haber veriyor. Ancak sözün geçmiş zaman kalıbıyla gelmesi bu emrin sabit bir emir olacağına işarettir. Buna göre her devrin mü’mini Peygamber’in sözlerini ve fiillerini örnek almak üzere ona iman eder.  

Süphesiz ki iman sadece bu âyette ifade edilenlere indirgenmiyor. Yalnız gerçek imana ulaşmada bir imkan olduğu vurgulanıyor. Kim Rabbindan gafil değilse, kim Rabbine iman edip O’na bağlı ise, kimin kalbi Âhiretle irtibatlı ise, kim Allah’ı çokca hatırlıyorsa; Peygamber’i kulluğunda örnek alır.[25]

Âyette; “onda sizin için güzel bir örnek vardır” dendiğine göre demek ki onun her hareketi her davranışı örnek alınsın taklit edilsin denmiyor, ama onda belli yönlerde sizin için örneklik vardır deniliyor.”

“Onun örnekliği müminlerin bütün hayatlarında geçerlidir. İlgili kaynaklarda onun yaptıklarını yapmanın, izinden gitmenin hükmü üzerinde durulmuş, ortaya üç görüş çıkmıştır.[26]

  1. Onu örnek almak farzdır, aksine bir delil bulunmadıkça her yaptığı yapılmalıdır.
  2. Onun örnekliği, aksine bir delil bulunmadıkça müstehaptır (tavsiye edilmiştir).
  3. Dinî konularda birincisi, dünya işlerinde ikincisi doğrudur.[27]

Bu âyet Kur’an bütünlüğü ve kendi bağlamı açısından ele alındığında hükmünün genel olduğu görülür. Burada Peygamber’in hayatının sadece bu bölümünde örnek olduğu söylenmemekte; bilakis mutlak bir örnek olduğu vurgulanmaktadır. O halde bu âyet, müslümanların hayatlarının her alanında hz. Peygamber’i (sav) model bilmeleri ve kişiliklerini bu modele göre şekillendirmelerini emrediyor.[28]

 “Hz. Peygamber’in bütün yaptıkları ve söyledikleri tek bir hüküm çerçevesi içine alınamaz. Başta Kur’an olmak üzere diğer delil ve karîneler de göz önüne alınarak her fiili ve sözü ayrı ayrı değerlendirilir, bağlayıcı olup olmadığı tayin edilir. Genellikle tefsir ve fıkıh âlimleri de böyle yapmışlardır.

Hendek Savaşı’nda ve diğer savaş ve durumlarda sahebeler, Hz. Peygamber’i örnek almışlar, ona itaat ederek dünyada önemli bir zafer kazanmışlar, âhirette ise büyük bir ödülü hak etmişlerdir.”[29]

Ayrıca Nisâ 4:65 ve 80. âyetler, hz. Peygamber’in Allah’tan aldığı vahiy ile Kur’an mesajlarını yaşanır kılmak ve mü’minlerin onu pratik durumlara uygulayabilmelerini sağlamak amacıyla verdiği emirlere her müslümanın teslim olması yükümlülüğünü tereddütsüz bir şekilde ortaya koymaktadır. Bu sünnet emir ve talimatlar hz. Muhammed’in sünneti (yani metodu) olarak tanımlanan kavramı oluştururlar ve (her türlü şüphe ihtimalinden uzak bir kesinlik taşıdıkları takdirde) Kur’an ile birlikte tam bir hukukî bağlayıcılık taşırlar.”[30]

“İnsanlar dünyada amaçlarına ulaşabilmek için uygun örnek ve rehberler edinirler.  Bunların yollarını izleyerek, tavsiyelerine uyarak hareket edip istediklerini elde etmeye çalışırlar.

Allah’a iman edip O’nun rızâsını isteyen, âhirette lutfedeceği emsalsiz nimetlere mazhar olmayı uman ve daima Allah sevgisiyle yaşamak isteyen insanlar için eşi bulunmaz örnek, O’nun sevgili kulu, elçisi, rahmet, şâhid, müjdeci, uyarıcı, davetçi, ışık (nûr) olan Muhammed Mustafa’dır.”[31]

Tamam Peygamber’in (sav) misyonu bu. Ancak soru şu: Peygamberin nesi ve nasıl örnek alınacak?

Bu soruya ancak Kur’an’ın öğrettiği peygamber tasavvuru ile isabetli cevap verilebileceği açıktır.

İnsanlar örnek aldıklarının zevklerini, kişiliklerini, dünya görüşlerini, hatta ibadet şekillerini, anlayışlarını, kıyafetlerini, ideolojilerini, söylemlerini, beden hareketlerini; yani yaşantılarını, gittikleri yolu model olarak alırlar. Örnek aldıkları kişiler gibi olmaya, onlara benzemeye (teşebbüh etmeye) çalışırlar. Yani onları gözü kapalı taklit ederler.

Müslümanlar Kur’an’ın emrine uyarak Peygamber’i nasıl örnek alacaklar? Öyle ya Peygamber öleli 1400 yıldan fazla zaman oldu. Bugün kendisini gören yok, bizzat şâhit olup anlatan yok. Onun örnekliği bu zamana, bu hayata, bu şartlara nasıl taşınacak? Bu zamanda veya bundan sonra onun örnekliği müslümanlar için ne anlama gelmektedir?

O hayatta iken, onun yanındaki sahabelerin ona itat etmeleri anlaşılır bir şey. Lakin o öldükten sonra iman edenler ona nasıl itaat edecekler?

Onu örnek almak onu taklit etmek mi, ona benzemeye, onun gibi olmaya  çalışmak mıdır, başka bir şey midir? Başkasını aynen taklit edenler iradeleri zayıf, kişilikleri  henüz olgunlaşmamış kimseler olduğuna göre, Peygamber’i örnek almada böyle bir riziko var mıdır?

Allah (cc) “onda sizin için örnek vardır” dediğine göre bu bir emirdir (farzdır), müslümanlar için yön belirlemedir. Âyette sizin için dediğine göre bu bütün mü’minleri kapsar. Onlar bu emri nasıl yerine getirecekler?

Onun gibi olmaya, onu örnek almaya çalışmanın içerisine onun kullandığı eşyalar, beden özellikleri, zevkleri, elbise rengi ve tipi, sevdiği yemekler, sebze ve meyveler, evinin tipi ve mimarisi, o günün teknik imkanları ve içinde bulunduğu şartlar açısından gösterdiği beşeri tavırlar da dahil midir?

Peygamber’i örnek almak saçı onun gibi kesmek, taramak, uzatmak, onun gibi yakasız gömlek giymek, sakalı kesmeden bırakmak, onun gibi hasırda yatmak, onun gibi arak ağacından yapma diş fırçası (misvak) kullanmak, ayakkabı yerine nalin giymek, araba yerine deveye binmek, kerpiç evde oturmak mıdır?

Yoksa onun gibi eşyaya “sünnetullah ve hikmet” açısından bakmak, eşyayı Allah’ın mülkü ve emânet bilmek midir, emâneti koruma ahlâkı mıdır? Eşyayı kulluk bilinciyle kullanma anlayışı mıdır? Ya da hayatı meşru sınırlar içinde yaşama sorumluluğu mudur?

Onu örnek almak onun oturduğu yerde oturmak, onun gölgelendiği ağacın/çardağın altında gölgelenmek, onun sevip yediği hurmayı bulup yemek midir? Giyimde, kuşamda, eşya kullanmada, dış görüntüde şekli, rengi, biçimi mi esas almak mıdır, yoksa onun takip ettiği prensiplere, Allah’ın rızasına uygun, imana yakışan ölçülere uymak mıdır? Kendi  zamanında Hicaz’da yaygın bir yemeği illa elle (kaşıksız-çatalsız) yemek midir? Yoksa helâlinden kazanmak, sofra adâbına uymak, besmele ile  başlayıp hamd ile bitirmek midir? Elleri yemekten önce ve sonra yıkamak, arkasından Allah’a şükretmek ve nasip edileni ulaşılabilecek kimselerle bölüşebilmek, nimet üzerinde hakkı olanların hakkını vermek midir?

Peygamber (sav) yaşadığı iklim şartları açısından –bugün cellâbe veya Türkçe’de cübbe denilen- uzun ve beyaz renkli elbise giyerdi. Başına da o zaman herkesin giydiği, o iklim şartlarına uygun bir örtü koyardı. “İşte böyle giymek sünnettir. Bunu yapmayan Peygamberin sünnetine karşı gelmiş olur” denilse şöyle sorulabilir: Giyim konusunda onu örnek almak bu mudur?

Senenin büyük bir bölümü soğuk bir ülkede yaşayan bir müslümana çöl iklim şartlarına uygun kıyafeti sünnet diye sunma... Kendi yöresinin imkanları ile veya alışılan üretme teknikleriye yapılan, biraz da yerel (kültürel) unsurlar taşıyan, ama ölçü olarak İslâma uyan  giyim yerine; Hicaz’da yaşayanların kıyafetlerini Peygamber’e benzeme adına onlara giydirmeye çalışma, dayatma olmaz mı?

Bilinen bir gerçektir tarihten beri iklim, kültür, zevk, ilim/teknik ve başka sebepler giyim-kuşama, ev döşemesine, çevre düzenlemesine, yerleşme ve ticaret hayatına, iskana ve uygarlığa, sosyal kurumlara, örfe, folklora, yönetim anlayışına, kanunlara etki ederler. Bir yöreye ve devre ait elbise şeklini veya kültürel ve folklorik adetleri İslâmî diye alır, din adına herkese mecbur etmeye kalkışırsak bu hem boş bir çaba olur, hem de Peygamber’in örnekliğini yanlış anlama olur.

Çünkü Peygamber (sav) bize elbise veya tipi, rengi, şekli, kumaşı ve modası bırakmadı; ama elbiseyi/eşyayı kazanma, kullanma ve şükretme, hayatı kolaylaştıran ve dinî açıdan mübah olan eşya kullanma ahlâkını öğretti.

Sünneti belli kültüre, belli şekle veya renge, sadece dış görünüşe indirgemek İslâmın evrenselliğine, çağlar üstü bir yaşama biçimi oluşuna, Peygamber’e itaat prensibine uyar mı?   

Tekrar etmek gerekirse Kur’an onun fizikî varlığını, bedensel özelliklerini değil; imanını, büyük (muhteşem) ahlâkını (Kalem  68:4), kulluğunu, samimiyetini (ihlasını), cihadını (din uğruna çabasını), hayat anlayışını, esas aldığı ve uyduğu değerleri örnek gösteriyor.

Bu açıdan şu örnek ne kadar ilginçtir:

Peygamber’in (sav) hayatında, Medine’de, münafıkların başı Abdullah b. Ubey b. Selül ölene kadar Peygamberimiz’e zorluk çıkardı, risâlet vazifesine engel olmaya çalıştı. Âdeta onunla savaştı. Temiz eşine zina iftirasında bulundu. Peygamber’in kurmaya çalıştığı toplumu içten yıkmaya çalışan bu adam öldüğü zaman namazını Peygamber’in kıldırmasını vasiyet etti. Oğlu Abdullah Peygamber’e geldi ve dedi ki: “Babam, senin gömleğin ile kefenlenmeyi istedi.”[32]

Bir ömür boyu Peygamberin mesajı ve daveti ile mücadele eden bu adam, davate icabet edip müslümanca yaşama yerine, Peygamber’in gömleği ile kefenlenmeyi istedi. Vahye uymak yerine Peygamberin gömleğini kutsallaştırdı ve bu kutsadığı şeyin kendisini kurtacağını zannetti. Kur’an ise İbn Ubey tarzı bir peygamber tasavvurunu reddediyor. (Tevbe 9:80-84) Bu yanlış peygamber tasavvuru, hz. Muhammed’in İslâmî hayatını örnek alıp üretmek yerine, onun eşyasına anlam ve kutsallık yükleyerek o örnekliği tüketmektir.[33]

Bir başka soru: Onu örnek almak onun sünnetine uymak ya da (bir çok âyette geçtiği gibi) ona itaat mıdır? (bkz. Âli İmran 3:32, 132. Nisâ 4:59, 80. Mâdie 5:92. Enfal 8:1, 20, 46. Nûr 24:54. Mücadile 58:13. Teğâbun 64:12 v.d.)

Ona itaat onun sünnetine uymak mıdır? Eğer sünnet ise öyleyse Peygamber’in hangi davranışı sünnettir? Yani kulluk açısından bağlayıcı olan, yapıldığı zaman sevap, terkedildiği zaman (küçük de olsa) günah olan sünneti nelerdir?

Onun her yaptığı eylem, her kullandığı eşyanın benzerini kullanmak, her hareketi mi sünnet; yoksa, Kur’an’ın uygulaması olan İslâmî hayatı mı? Onun bir insan olarak yaptığı işler, günlük hayatı, günlük konuşmaları dinen bağlayıcı mıdır? Bunlar ve benzer konular incelemeye değer.

 

         -Sonuç olarak

Ona itaat etmenin anlamı; onu örnek alarak, Kur’an’ı onun uyguladığı gibi uygulamak, hayatı Kur’an ile inşa etmek, onun Din adına tebliğ ettiği ölçüleri alıp benimsemek, yapmaya çalışmak, (Nisâ 4:59da işaret edildiği gibi) uymaktır. Onun gibi bir kul olmak, kulluğu onun gibi yapmak, onun gibi şükretmektir.

Pek çok âyette yer alan “Rasûl’e itaat” bu âyetle birlikte düşünüldüğü zaman “Peygamberin örnekliğinin” bağlayıcı olduğu ve her devrin müslümanı için geçerli olduğu anlaşılır. Ancak bunun Allah (İslâm) adına, vahyin uygulaması, Şâri’nin (şeriat koyucunun) belirlediği, ubudiyetle ilgili konularda ve özellikle onun muhteşem ahlâkıyla ilgili olacağı tekrar hatırlanmalıdır.

 

Hüseyin K. Ece

18.11.2018

Zaandam

 

 

 

[1] Mevdûdî, E. Tefhîmu’l-Kur’an (çev.), 4/401

[2] Esed, M. Kur’an Mesajı, 2/854

[3] Mevdûdî, E. Tefhîmu’l-Kur’an (çev.), 4/402

[4] İbn Manzur, Lisânu’l-Arab, 1/109

[5] el-Isfehânî, R. el-Müfredât; s: 20

[6] İbn Manzur, Lisânu’l-Arab, 1/109

[7] Cevherî, İ. B. Hammad. Es-Sıhah, 6/183

[8] İslâmoğlu, M. Hayat Kitabı Kur’an, 2/829

[9] Heyet, DİB Kur’an Yolu, 4/344

[10] es-Sa’di, A. b. Nâsır, Teysîru’l-Kerîmi’r-Rahmân, s: 661

[11] el-Hâzin, M. b. İbrahim, Lübâbu’t-Te’vil, 3/418

[12] Elmalılı, H. Yazır, Hak Dini Kur’an Dili (sad.), 6/303

[13] Taberî, İbni Cerir. Câmiu’l-Beyân, 10/278

[14] el-Cevherî, es-Sıhah, 3/417

[15] İbnu Fâris, Mekâyisu’l-Lügah, s: 955

[16] el-Isfehan, R. el-Müfredât fi Garib'il Kur'ân, s: 819-820

[17] İslâmoğlu, M. Hayat Kitabı Kur’an, 1/54

[18] Taberî, İbni Cerir. Câmiu’l-Beyân, 3/390. İbni Atıyye, Muharriru’l-Vecîz, S: 139-140. Zamahşerî, el-Keşşâf, 1/197. TDV İslâm Ansiklopedisi, 42/308

[19] Esed, M. Kur’an Mesajı, 1/40

[20] Taberî, İbni Cerir. Câmiu’l-Beyân, 2/10-13

[21] Elmalılı, H. Y. Hak Dini Kur’an Dili (sad.), 1/432

[22] Esed, M. Kur’an Mesajı, 1/40

[23] Heyet, DİB Kur’an Yolu, 2/52

[24] Elmalılı, H. Y. Hak Dini Kur’an Dili (sad.), 1/432

[25] Tabatabâî, M. H. el-Mizân, 16/305

[26] Heyet, DİB Kur’an Yolu, 5/344

[27] Kurtubî, el-Câmiu li- Ahkâmi’l-Kur’an, 14/154

[28] Mevdûdî, E. Tefhîmu’l-Kur’an (çev.), 4/401

[29] Heyet, DİB Kur’an Yolu, 5/344

[30] Esed, M. Kur’an Mesajı, 1/152

[31] Heyet, DİB Kur’an Yolu, 5/344

[32] Buhârî, Tefsir Tevbe:84 no: 4672. İbni Kesir, Muhtasar Tefsir, 2/161

[33] İslâmoğlu, M. Üç Muhammed, s: 20

 

Kur'ani Hayat Dergisi, Ocak-Şubat 2019 Sayı: 63