‘Sıdk’, yalnızca konuşmada ve bir olayı veya bir haberi başkalarına aktarmada değil; kelâmın (sözün) bütün çeşitlerinde,-ki buna yazı da dahildir- doğru olmaktır.

‘Sıdk’, haber verilen ile saklanılan şey arasındaki uygunluktur.

Bir başka deyişle, kişinin içinin ve dışının aynı olmasıdır. Bu şartlardan birisi olmazsa, sıdk (doğruluk) gerçekleşmez. Böyle bir durumda sözün bir kısmına yalan, bir kısmına doğru denilebilir. Örneğin; bir kâfir içinden inanmaksızın, ‘Muhammed Allah’ın rasûlüdür’ dese, bu hüküm söz olarak doğrudur.  Ancak bunu söyleyen kâfir, kalbinde bunun doğru olmadığına inanmaktadır. Yani diliyle söylediğini kalbiyle tasdîk etmemektedir.[1]

Münafıklar Peygamberimize gelerek dediler ki: “Biz şehâdet ederiz ki sen Allah’ın peygamberisin”[2]  Bu ifade söz olarak doğrudur. Allah (cc), Hz. Muhammed’in kendi Allah’ın Rasûlü olduğunu zaten biliyor. Ancak Allah (cc) münafıkların bu sözü söylerken yalancı olduklarına da şahitlik yapıyor.

Kur’an sıdk’ı doğruluk manasında kullanıyor.

“(Bu konuşmadan sonra) Allah şöyle buyuracaktır: Bu, doğrulara (sâdikîn), doğruluklarının (sıdk’ın) fayda vereceği gündür...”[3]

Peygamberler hakkında vacip olan sıfatlardan biri de ‘sıdk’tır. Bu da onların özlerinde, sözlerinde ve işlerinde, davalarında ve vaadlerinde doğru olduklarını ifade eder.[4]

Sâdık, fail ismi olarak sözlükte; haberler ve olay hakkında kullanıldığı zaman gerçek üzere ortaya çıkan, kişiler hakkında kullanıldığı zaman sıdk sahibi, özü ve sözü bir olan demektir. Sâdık, hem haberin, sözün veya olayın niteliği, hem de bunların karşısında dürüst olan kişinin niteliğidir.

Aynı fiil kökünden gelen ‘sadîk’ arkadaş demektir. Yani arkadaşını doğrulayan, vefalı, ona doğru davranan, ona sadâkatle bağlanan en yakın dost demektir.[5] Bu kelimenin ‘sıdk-doğruluk’ kelimesinden gelmesi oldukça dikkat çekicidir.

 

-         Tasdîk-sâdık ilişkisi

Kur’an’da ‘sıdk’ fazla kullanılan kelimelerden biridir. Bu kelimenin aslı olan ‘sadeka’ fiili ve bundan türeyen kelimeler Kur’an’da 155 defa geçiyor.

Kur’an, Peygamberlere ve Hz. Muhammed’e indirilmiş olan vahyi kabul etmeyi ‘tasdîk’ (doğrulama), onu yalanlamayı da ‘tekzîb’ (yalanlama) kelimeleriyle ifade  ediyor.

Bu noktada iman kavramı ile ‘tasdîk’ kavramı arasında kullanım bakımından farklılık bulunmaktadır. ‘Tasdîk’ her türlü haber hakkında kullanılır. Söz gelimi, ‘bir ikinin yarısıdır’, ‘patates toprakta yetişir’ gibi bilinen gerçekleri söyleyen kimseye ‘doğru söylüyorsun, seni tasdîk ediyorum’ deriz. Ancak böyle bir haberi veren kimseye ‘sana iman ediyorum’ denmez.

İman kavramı daha çok ğayb (duyu organlarıyla algılanamayan) şeyler hakkında kullanılır.  Gayb haberini verene, ‘o kimseye iman ettik’ ve haber verilen şey için de ‘ona iman ettik’ denilebilir.

Kur’an’da bu kullanımı görmekteyiz. Hz. Yusuf’un  kardeşleri babalarına; “Ama doğru söylesek de sen bize iman etmezsin” dediler.[6] Yani ‘bizi onaylamaz, bizi tasdîk etmezsin’. [7] 

Kavram ve anlam bakımından da ‘iman’ ve ‘tasdîk’ kelimeleri arasında fark vardır. ‘Emn’ kökünden gelen iman; haber vermeyi, bir isteği, kabul etmeyi, hem de benimsemeyi ifade eder.

Oysa ‘tasdîk’ böyle değildir. Birine bir haber verilince ‘falancaya iman etti, şu habere iman etti’ denilmez, belki ‘tasdik etti, doğruladı’ denilir. Tasdîk, haber verme çeşitleri ile ilgili bir kelimedir. Bir şeyi haber verenin doğruluğunu bildirmek için kullanılır. Bunun zıddı olan ‘tekzîb’ ise haber verenin yalan söylediğini bildirmek için kullanılır.

Bazen sevilen, bazen nefret edilen, bazen dost edinilen, bazen düşman sayılan, kimi zaman itaat edilen, kimi zaman da isyan edilen, bazen boyun eğilen, bazen de kendilerine karşı kibirli davranılan ‘zâtlar/valıklar’ karşısında takınılan durumlar ‘iman ve küfür’ kavramlarıyla anlatılır.

‘Sâdık ve sıdk’ kavramları ilgili oldukları kelimelere bağlıdırlar. ‘Sâdık (içten) sevgi ve sâdık (içten) nefret’ deyimlerinde olduğu gibi. ‘Doğru’ veya ‘yalan’ hükümleri realitenin özü değil, onunla ilgili haberin niteliğidir. Sevgi ve nefret de sıfat olarak kullanılınca; ilgili nesnenin özünü değil, onunla ilgili durumu nitelerler.

Ancak ‘iman’ ve ‘küfür’ böyle değildir. Bunlar, doğrudan doğruya inanılan veya inkâr edilen ‘zât’a dönüktürler.

Hacerü’l Esved’i selâmlarken yapılan duada ‘Seni tasdik ederek’ değil ‘Sana iman ederek’ denmekte ve ‘Kitabını tasdîk ederek’ şeklinde söylenmektedir:

“Allahım! Sana iman ederek, Kitabını tasdîk ederek, Sana vermiş olduğum söze bağlı kalarak ve Peygamberine uyarak buraya geldim, Haceru’l Esved’i selâmlıyorum.”

 

-         Sadaka

‘Sadaka’ (çoğulu ‘sadakât) kavramının aslı da ‘sıdk’tır.

‘Sadaka’, müslümanın malından sırf Allah’ın hakkı olarak ayırdığı vergidir. Onun Allah’ın emrine uymada gösterdiği doğruluğu ve vefayı (sadâkatı) ifade ettiği için ‘sadaka’ denmiştir.

Sadaka vermek anlamına gelen ‘tasadduk etmek’ kelimesi de aynı kökten gelir ve ‘sadâkatle bağlılığı aramak’ demektir. Sadaka, en geniş anlamıyla; Allah rızası için yapılan her iyilik, verilen ve harcanan her şeydir.

 

-         Kur’an’da sâdık, sıddîk, musaddık ve mütesaddık kavramları

Istılahta (terim olarak) sâdık; doğrulayan, hak olan itikadı tasdîk eden, eylemleriyle inandığı ilkeleri doğrulayan, inancının gereği olarak dürüst olan manalarına gelir.

‘Sıdk’ kökünden gelen ‘sıddîk ise; daha sâdık olan, çok doğru olan, doğruluğun en güzelini yapan, Allah’tan gelen vahyi tereddütsüz kabul eden demektir.[8]

Bu kalıp, taşıdığı anlamın failde çokça, ileri derece bulunduğunu anlatır.

Sâdık yani doğru bir haberi, zaten özünde sâdık/sıdk olan Hakkı ve Hakikati sıddik kimseler tasdik ederler. Böylece sadıklardan olurlar. Sıddkler böylece Hakikat karşısında sadâkatlerini ortaya koyarlar.

‘Sıddîk’, hiç yalan söylemeyenler, veya yalanı temenni edip de hemen doğruluğa dönenler, ya da sözünde ve itikadında doğru olup bunu amelleriyle pekiştirenler için de kullanılır.

“Ama hakikati getiren ve onu bütün kalpleriyle tasdîk edenler; işte onlar Allah'a karşı sorumluluklarının [tam] bilincinde olanlardır!”[9]

Bu âyet hakkında Hz. Ali’nin şöyle dediği rivâyet edildi: “Doğru haberle (hakikatle gelen Muhammed (sav), O’nu tasdîk eden de Ebu Bekir’dir.”[10] Bundan dolayı ona es-Sıddîk’ denildi. Kimilerine göre Sıdk’ı (hakikati) getiren O, O’nu tasdîk edenler de m’minlerdir.

Hz. Peygamber'in bir gecede Mekke'den Kudüs'e oradan Sidretü'l Müntehâ'ya gittiği İsra ve Mirâc hâdisesini duyan müşrikler bunu Hz. Ebû Bekir'e yetiştirdikleri zaman; "O dediyse doğrudur." demiştir. Bu sözünden sonra Ebu Bekir'e; ihlâslı, asla yalan söylemeyen, özü doğru, itikadında şüphe olmayan anlamında, es-Sıddîk lâkabı verildi. (Taberî, Tefsir, 8/15) Kur'an tâbiriyle, "O, ne iyi arkadaştı " [11] denilebilir.

‘Sıddîk’, Kur’an’da tekil olarak 4 âyette, çoğul olarak da 2 âyette geçmektedir. Birisi Yusuf (as), diğeri hz. İbrahim (as), üçüncüsü de hz. İdris (as), dördüncüsü de hz. Meryem (as)  hakkında kullanılıyor.

Allah’a ve O’nun Rasûlüne hakkıyla iman edenler, Allah katında ‘sıddîk’ler ile şehidlerdir.

 “Allah’ı ve elçilerine (sadâkatin bedelini ödeyerek) iman edenler var ya; onlardır doğruluk ve dürüstlük sembolü olanlar; yine onlardır Rableri katında şahitliğine değer verilenler. Ödül de onların, nur da onların olacaktır...”[12] Burada sıddîk çoğul olarak sıddikûn şekline kullanılıyor.

Böyleleri onun yolunda her türlü fedakârlığa hazır olmalarıyla Hakikatin şahitleridir. Bu şehâdetlerini hem imandaki sadâkatlariyle, hem  de imanın gereği verebilecekleri maddî ve manevî sadakalarıyla gösterirler. Zira sadaka, imandaki sadâkattir veya imanın infakla/vermekle tasdîk edilmesidir. 

Siddîklerin derecesinin şöyle özetlemek mümkün: İnsanlar arasında sâdıklar azdır, sâdıklar arasında ise sıddîkler. Ya da “ sâdık az bulunur, sıddîk ise çok az bulunur.”[13]

18 âyette tekil, 1 âyette çoğul olarak gelen ‘musaddık’ da tıpkı sâdık gibi doğrulayan, tasdîk eden demektir. Bu sıfat daha çok Kur’an veya vahiy hakkında kullanılıyor.  Mesela; Kuran, önceki kitapların muhtevasında olan hakikati doğrulayan (musaddık) bir kitaptır.[14]

Hz. Muhammed (sav) veya diğer elçiler, öncekilerin elindeki Hakikati doğrulayan (musaddık) bir elçidirler.[15]

Hz. Yahya, Allah’tan gelen Kelime’yi doğrulayan (musaddık) bir elçi idi.[16] Hz. İsa, Tevratı tasdik etmek üzere gönderilen musaddık bir peygamberdi.[17] Musaddık aynı zamanda İncil’in de bir özelliğidir.[18]

Mussaddık Kur’an’da, doğrulayan veya sadaka veren, Allah yolunda cömertçe harcayan kadın ve erkekler anlamında çoğul olarak iki defa yer alıyor.[19]

Mütesaddık, sadaka veren, ikram ve ihsan eden manasındadır ve Kur’an’da 2 âyette üç defa çoğul olarak gelmektedir.[20]

‘Sâdık’ Kur’an’da 3 âyette tekil olarak, 57 âyette çoğul olarak yer almaktadır. 

İlginçtir, çoğul olarak ‘sadıkîn’ formu 26 âyette “in küntüm mine’s-sadikîn-eğer sâdıklardan iseniz” şeklinde geliyor.

‘Sâdık’ aynı zamanda Kıyametin kesinlikle olacağının doğru haberidir. “Kimsenin şüphesi olmasın ki, Kıyamet ‘sadık-doğru’ bir haberdir.”[21]

 

-         Sâdıkların özellikleri

“Hakikat sâbık olanın değil, sâdık olanındır.”[22]

İnsanlara vahyi gönderen Allah (cc), kendisinin ‘sâdık’ olduğunu, dolayısıyla gönderilen vahiyde  bir yanlışlık olmadığını açıklıyor.[23]

Bu zımnen bütün insanları ‘sâdık’lardan olmaya bir çağrıdır.

İman edenler ‘sıdk’ sahibi sâdıklardır. Onlar Allah’ın katından ‘musaddık’ bir elçi aracılığıyla gelen ‘sâdık/musaddık’ bir daveti ‘tasdîk’ ettiler ve ‘sâdık/musaddık-doğrulayan, doğru kimse’ oldular. Rabbimiz onları şöyle övüyor:

“Kim Allah’a ve Rasûlüne itaat ederse işte onlar, Allah’ın kendilerine ni’met verdiği peygamberler, sâdık olanlar (doğrulayanlar), şehidler ve salihlerle beraberdirler. Ne iyi arkadaştır onlar.”[24]

-Sâdık, İslâmı, Kur’an’ı ve O’nu tebliğ eden peygamberi tasdîk eden, yani yalan söylemesi imkansız olan haber kaynağını doğrulayan, sonra da tam bir bağlılıkla ibadet eden, özünde, sözünde, işlerinde doğru olan demektir.

Sıdk’ın imanî boyutuna tasdîk, ibadî/amelî ve ahlâkî boyutuna ‘sadâkat’ diyebiliriz.

Sâdık kelimesi, hem imanda sadâkati hem davranışlardaki dürüstlüğü ve samimiyeti ifade etmektedir. Bir mü’min Allah’tan geleni içtenlikle, dürüstlükle, tereddütsüz tasdîk ettiği ve tasdîk edip doğruluğuna inandığı hükümleri ve ölçüleri yine ihlas ve sorumluluk bilinciyle hayata aktardığı, ahlâk haline getirdiği için sâdık ünvanını alır.

Nitekim bir âyette sadıkların özellikleri sayılırken imanın aşrtları ve bazı salih ameller, ahlâki ilkeler birlikte sayılıyor.[25]

-Sâdıklar, öncelikle ‘ilk ahitte-kâlû belâ’da’[26] Allah’a verdikleri sözlerini yerine getirirler, sonra da tasdîk ettikleri Kitab’ı hayatlarına uygulamaya çalışırlar. Vahyi hayatlarıyla, sözleriyle ve amelleriyle doğruladıklarını gösterirler.

-‘Sâdık’ aynı zamanda doğru sözlü, işini dürüst yapan ve sözünde duran kimsedir. Onun içi ve dışı birdir. Yalan söylemez, hile yapmaz, kimseyi aldatmaz. Gittiği yol doğru bir yoldur.

Mü’min, önce özünde (kalbinde) ‘sâdık’ olmalıdır. Kalbinde yalana, hileye, düsmanlığa, üç kağıtçılığa, fitneye yer vermemelidir. Ondan sonra da sözünde doğru olmalıdır. Konuşurken yalana, uydurmaya ve iftiraya baş vurmamalıdır. Yaptığı bütün işleri de dürüstçe yapmalıdır. 

-Sâdıklar, iyilik etmekle kalmayıp, kötülüğe karşı da sabredip direnen, kötülüğü en güzel şekilde savmanın çabasında olan kimselerdir.[27]

Kur’an Yusuf’u (as) iman edenler için müstesna bir örnek olarak sunuyor.[28]  

“[Ve böylece Yusuf'u hapishanede görmeye gitti ve o'na:] “Ey Yusuf, ey özü-sözü doğru adam!” dedi...”[29]  

İyiliği iyiler de yapar, kötüler de –arada sırada olsa da-. Ancak kötülüğe karşı sadece Allah’a, fıtrata, hakka ve hakikate sadık olan olan sıddîkler sabrenip direnir.[30]

-Sâdıklar, milletinden olmakla övündükleri İbrahim (as) gibi özü ve sözü doğru, dürüstlüğün ve samimiyyetin, ihlasın örneği olmak durumundadırlar. Zira imanı tasdîk bunu gerektirir.

 “Bu Kitapta bir de İbrahim'i an. Gerçek şu ki o özü sözü doğru biriydi (sıddîk), (yani) bir peygamber idi.[31]

İbrahim (as) hakikatte o doğruluk ve dürüstlük abidesiydi.

“Kitap’ta İdris’’i de an. Çünkü o, özü sözü doğru (sıddîk), (yani) bir peygamber idi”[32]

Hz. İdris (as) da tıpkı İbrahim peygamber gibi, özü sözü doğru, imanın salih amelleriyle tasdik eden bir peygamberdi. Öyle olmasaydı Kur’an onu gündeme getirmez, Hz. Muhammed’e ve vahyin muhataplarına öernek almaları emredilmezdi.

-Sâdıklar, tıpkı Meryem gibi Allah’a gönülden boyun eğerek teslim olmuş, iffetli ve itaatkâr, iman iddialarında ciddiyet sahibidirler.

 “Meryem oğlu Mesih sadece bir peygamberdir: [Diğer] bütün peygamberler o'ndan önce gelip geçti; o'nun annesi, hakikatten asla sapmamış olan biriydi;..”[33]

Kur’an onu bütün inanmışlara, örnek olarak gösteriyor.

“Ve İmrân'ın kızı  Meryem(in kıssasını Allah'a karşı sorumluluk bilinci taşıyanların diğer bir örneği yaptık): O iffetini korumuştu, bunun üzerine Biz onun (rahmindeki)neruhumuzdan üflemiştik ve Meryem Rabbinin sözlerinin ve (böylece,) vahyettiklerinin doğruluğunu kabul etmiş ve samimiyetle bağlananlardan biri olmuştu.”[34]

Hz. Meryem, özü sözü doğru, imanında sağlam, Allah’ın kendisine takdir ettiğinden razı; iffet, tevazu, itaat ve takva sembolü birisiydi. Kur’an onu ‘kânitîn’den sayıyor. Yani Rabbinin makamına saygıyla boyun büken, O’na samimiyetle ibadet edenlerdi.

-‘Sıdk’ sahibi olmaya ‘sadâkat’ denir. Bu da kişinin doğruluğunu, dürüstlüğünü ve güvenirliliğini, dostluğa, arkadaşlığa, yapılan iyiliklere vefasını gösterir.

Türkçede sadâkat; müslüman kardeşinin iyiliğini istemek anlamına geldiği gibi, insanlara karşı dürüst davranmaya, dostluğa bağlı olmaya da denir. Bu anlamdaki sadâkatın zıddı ‘hıyanet’tir. Bu sıfat ise olgun bir müslümana yakışmaz.

Mü’minlerin en önemli sıfatlarından biri de ‘sadâkat’ sahibi olmalarıdır. Mü’minler öncelikle Allah’ın iyiliklerine karşı, sonra da iman sözüne vefalıdırlar. Zira şehâdet söylemek bir anlamda şehâdetin gereğini yapmaya söz vermektir. Müslüman öncelikle burada sâdıktır, burada vefalıdır.

-Sâdıklar, karşılıklı işlerinde, başka insanlarla olan her türlü muamelelerinde sadâkat ahlâkı üzerinde, dürüst ve iyilik severdirler. Bu ahlâk karı-koca arasında olması ‘sadâkat’ duygusunu da etkiler. Müslüman evliler, her açıdan birbirlerine karşı sadâkat sahibi, ev hayatında birer sâdıktırlar.

-Onlar Kur’an’ın Vahiy kitabı, olduğuna bütün yürekleriyle iman ederler. Kur’an’ın Allah’ın kelâmı olduğundan zerre kadar şüpheleri yoktur. Bununla birlikte Kur’an’ın indiriliş sebebini, yani onun fonksiyonunu da bilirler. Sözleriyle amellerini bunu tasdik ederler. Müşrikler ve inkârcılar gibi Kur’an’ın benzeri de olabilir, ya da o insan sözüdür diye asla düşünmezler.

Allah (cc), Kur’an’ın bir benzerini yazmaya cür’et edenleri, bu sözlerini isbata davet ediyor.  Buyuruyor ki; “Eğer sadık kimselerden iseniz, hadi dediğinizi yapın bakalım.”[35]

İnkârcıların, Kur’an’ın bir benzerini yazamayacakları zaten baştan bellidir.

-Onlar Ahirete yakinen iman ederler. Dünya hayatının bir gün biteceğini, ondan sonra yepyeni, apayrı bir hayatın başlayacağını, oradaki sonucun bu dünyada yapılanlara bağlı olduğunu kabul ederler.

Kur’an, inkârcılara seslenerek diyor ki, “Eğer sadık kimselerden iseniz, ölümü başınızdan savın, İslâmın yanlış olduğuna dair bir deliliniz varsa getirin, Allah’tan başkasını yardıma çağırın bakalım.”[36]

-Sâdık olanlar kunut yaparak (boyun bükerek) seherlerde Rablerine günahlarından dolayı istiğfar edenlerler. Hem musibetlere karşı, hem mükellefiyetlerin mümkün zorluklarına karşı sabırlı, Allah’a karşı sorumluluk bilinciyle hareket eden müttaki ve imanlarını dua ile sadâkate dönüştüren kimselerdir.[37]

-Sâdıklar İslâma teslim olmakla kalmazlar, aynı zamanda yürekten iman ederler

“[Şunu bil ki, gerçek] müminler, yalnızca, Allah'a ve Elçisi'ne iman edenler ve (bu konuda) bütün şüphelerden uzak duranlardır; ve Allah yolunda bütün malları ve canları ile cihad edenlerdir: işte onlardır sözlerinde duranlar!”[38]

Sadıklar, bilirler ki, önemli olan kendilerinin imanları hakkında ne dedikleri değil, Allah’ın onların imanı hakkında ne dediğidir.

Onlar Allah (cc) yolunda mallarını, imkanlarını, kalemlerini ve ilimlerini, nefeslerini ve bedenlerini seferber ederler. İlay-i kelimetullah uğruna aşırı çaba gösterirler, yoğun bir şekilde çalışırlar. Sâdıklar cihadlarını (Allah yolundaki yoğun çabalarını) imanlarına şahit tutarlar.

-Sadıkların özellikleri uzun bir ayette şöyle anlatılıyor

“Gerçek erdemlilik (el-birru), yüzünüzü doğuya veya batıya çevirmeniz ile ilgili değildir; ama gerçek erdem sahibi, Allah'a, Ahiret Günü'ne, meleklere, vahye ve Peygamberlere inanan, servetini -kendisi için ne kadar kıymetli olsa da- akrabasına, yetimlere, ihtiyaç sahiplerine, yolculara, (yardım) isteyenlere ve insanları kölelikten kurtarmaya harcayan; namazında devamlı ve dikkatli olan ve arındırıcı [malî] yükümlülüğünü ifa eden kişidir; ve [gerçek erdem sahipleri] söz verdiklerinde sözlerini tutan, felaket, zorluk ve sıkıntı anlarında sabredenlerdir:”[39]  

İşte bunlar imanda sadâkatlerini gösterip sâdık olanlardır. İmanında sâdık olan aynı zamanda Allah'a karşı sorumluluk bilinci (takva) ile hareket edendir.

Burada sayılan imanın şartları bir fazlasıyla Cibril hadisi diye bilinen hadiste de geçmektedir.[40]

Buna göre sâdıkların en önemli özelliği İslâmda inanılması gereken esaslara yürekten inanmaları, ibadetlerini ihlasla yapmalarıdır. Bir müslüman ne imansız ve ibadetsiz ahlâkla , ne ahlâksız ve ibadetsiz imanla, ne de içeriği boşaltılıp şekle indirgenmiş ibadetle iyiler arasına dahil olabilir. Şekle indirgenmiş bir ibadet Allah’a gönderilmiş bir boş zarf gibidir.[41]

-Sâdıklar infak ahlâkına sahiptirler. Mala olan meyle rağmen onu ayette belirtilen ihtiyaç sahiplerine, haksız yere özgürlüğü elinden alınanların kurtulması uğruna sırf Allah rızası harcarlar.

-Onlar namazı hakkıyla, namazdan amaçlanan hedefleri gerçekleştirici bir biçimde kılarlar. Namazı islâmî hayatlarının mihveri ve yöneticisi yaparlar. Namazla dinin direğini sabit tutarlar, namazla kötülüklerden ve fenalıklardan korunurlar. Namazı ikame derek manevi miracı kazanırlar, kemâlâta doğru yürürler. Rableri önünde edeple ve boyun bükerek durmayı öğrenirler.

-Onlar verdikleri sözde dururlar. Bilirler ki verilen sözü yerine getirmek, ahde vefa Allah’ın emri[42], mü’minlerin özelliğidir.[43] Ahid (anlaşma) yapmak, söz vermek aynı zamanda sorumluluktur. Sorumluluğu bilmek de dürüst (sâdık) olmanın gereğidir. 

-Onlar şiddetli darlıklara ve zorluklara karşı göğüs gererler, sabırlıdırlar.[44]

-Sâdık bir mü’min, verdiği sözde durur, emaneti yerine getirir, işini sağlam yapar, yalandan uzak durur, aldığı vazifeyi yerine getirir, emaneti ehline verir. Allah’a ibadet ve itaatında tam bir ‘sadâkat’ ahlâkı sergiler. Rabbine kalbinden bağlıdır. O’nun huzurunda O’nu kandırmaya, başkasına tapınmaya, ibadetinde hile yapmaya yeltenmez.[45]

-Sâdıklar, Allah’ın lütfunu ve rızasını arayan, bu hedefi her şeyin üstünde tutan, Alllah’ın ve Elçisi’nin davasına her zemin ve şartta yardım eden, hak davayı uygun araçlarla destekleyen kimselerdir.[46]

-Sâdıklar, Allah’a verdikleri söze sâdık kalırlar.

Müminler içinde Allah'a verdikleri sözde duran nice erler var. İşte onlardan kimi, sözünü yerine getirip o yolda canını vermiştir; kimi de (şehitliği) beklemektedir. Onlar hiçbir şekilde (sözlerini) değiştirmemişlerdir.

 Çünkü Allah sadâkat gösterenleri sadâkatları sebebiyle mükâfatlandıracak, münafıklara -dilerse- azap edecek yahut da (tevbe ederlerse) tevbelerini kabul edecektir. Şüphesiz Allah, bağışlayandır, esirgeyendir.”[47]

-Sâdıklar, her zaman doğruluğun (sıdk’ın) yanında yer alırlar ve Hakikati tüm kalbleriyle tasdîk ederler (tesaddeka). Zaten böyleleri sorumluluklarını idrak edenlerdir.[48]

-Sâdıklar, dürüstlük ve doğruluk yarışında öne geçerler. Bu da güçlü ve samimi bir imanın sonucudur.

“Ne yani, kendi aralarından bir kişiye “insanları uyar ve Rableri katındaki şeref, itibar ve dürüstlük (yarışında) iman edenlerin diğer herkesten öne geçtiğini müjdele” diye vahyetmemiz insanların tuhafına mı gitti?...”[49]

Sıdk terimi, kişinin duyup düşündükleri ile söylediği, yaptığı yahut bir tutum, bir tavır olarak sergilediği şey arasındaki uyumu, bağdaşmayı ifade etmektedir.[50] 

-Sâdıklar sürekli salih amel işlemeyi esas alırlar. Bir iş yapacakları zaman da Allah’tan onun hayırlı olmasını isterler. Bunu Kur’an Peygamber’e (sav) şöyle öğretiyor:

 “Ve de ki: “Ey Rabbim, [girişeceğim her işe] doğruluk ve içtenlik üzere girmemi; [bırakacağım her işten de] doğruluk ve içtenlik göstererek çıkmamı sağla; ve bana katından destekleyici bir güç, bir tutamak bahşet!”[51]

-Sâdıklar, imana sadâkatin bedelini ödeyenlerdir. Kadın olsun erkek olsun onlar, imana sadâkatlerini Allah’a borç vererek, yani Allah’a karşılığını verecek diye güvenerek gösterirler.[52]  Amellerini, infaklarını, hedeflerini, çabalarını imanlarının tasdîki yaparlar. Onlar bilirler ki  “Kim (Allah yolunda verir) ve sorumluluk bilinciyle davranır ve en güzel olanı tesdik ederse ona cennetin yolları kolaylaştırılır.”[53]Allah (cc) şüphesiz tasadduk edenlerin karşılığını verendir.[54]

 

-Sâdıklardan olmak

Allah (cc) mü’minleri sâdık kimseler ile beraber olmaya davet ediyor.

“Ey iman edenler! Allah'tan korkun ve doğrularla (sâdıklarla) beraber olun."[55]

Sâdık olanlar bunun mükâfatını Allah’ın (cc) katında hem bu dünyada hem de Ahirette kat kat alırlar. Çünkü onlar imanlarında doğrudurlar ve Hakk’ı gönülden tasdîk ediyorlar. İmanda ve Allah’ın hükümlerini uygulamada pazarlığa yeltenmezler. İslâmı yaşamada, temsil etmede, davette samimi ve dürüsttürler.  Selim bir kalbe ile yaşamayı tercih ederler.[56]

 Allah (cc) ‘sıdk’tan uzak kalan, yanar döner, içten pazarlıklı, iki dinli ve bir kaç yüzlü münafıklara ise azabını verecektir.[57]

Kur’an sâdık olanları şöyle müjdeliyor:

  “Müslüman erkekler ve müslüman kadınlar, mümin erkekler ve mümin kadınlar, taata devam eden erkekler ve taata devam eden kadınlar, doğru (sâdık) erkekler ve doğru (sâdık) kadınlar, sabreden erkekler ve sabreden kadınlar, mütevazi erkekler ve mütevazi kadınlar, sadaka veren erkekler ve sadaka veren kadınlar, oruç tutan erkekler ve oruç tutan kadınlar, ırzlarını koruyan erkekler ve (ırzlarını) koruyan kadınlar, Allah'ı çok zikreden erkekler ve zikreden kadınlar var ya; işte Allah, bunlar için bir mağfiret ve büyük bir mükâfat hazırlamıştır.”[58]

Ziya Paşa sâdıklarla ilgili şöyle diyor:

“İnsana sadâkat yakışır görse de ikrah

Doğruların yardımcısıdır Hazreti Allah.”

 

 



[1] İbni Manzur, Lisânu’l-Arab, 8/214. R. Isfehânî, Müfredât, s: 409

[2] Münafıkûn, 63/1

[3] Maide, 5/119

[4] Yâsin, 36/52

[5] Şuara, 26/101

[6] Yusuf, 12/17

[7] Ayrıca bak: Tevbe, 9/61. Mü’minûn, 23/47. Duhan, 44/21. Yunus, 10/89

[8] İbni Manzur, Lisânu’l-Arab, 8/214

[9] Zümer, 39/33

[10] İbni Manzur, Lisânu’l-Arab, 8/214

[11] Nisâ, 4/69

[12] Hadîd, 57/19

[13] M. İslamoğlu, Özlü Sözler, s: 178

[14] Bekara, 2/, 41, 89, 91, 97. Âli İmran, 3/3. Nisa, 4/47. En’am, 6/92. Fâtır, 34/31. Ahkaf, 46/12

[15] Bekara, 2/101. Âli İmran, 3/81

[16] Âli İmran, 3/39

[17] Âli İmran, 3/50. Maide, 5/46. Saf, 61/6

[18] Maide, 5/46

[19] Hadîd, 57/17

[20] Yusuf, 12/88. Ahzab, 33/35

[21] Zariyât, 51/5

[22] M. İslamoğlu, Özlü Sözler, s: 85

[23] Hıcr, 15/64

[24] Nisa, 4/69

[25] Bekara, 2/177

[26] A’raf, 7/172

[27] Fussilet, 41/34

[28] Yusuf, 12/51

[29] Yusuf, 12/46

[30] M. İslamoğlu, Meal s: 440

[31] Meryem, 17/41

[32] Meryem, 17/56

[33] Maide, 5/75

[34] Tahrim, 66/12

[35] Bakara, 2/23

[36] Âli İmran, 3/168. Bakara, 2/111. En’am, 6/40

[37] Âli İmran, 3/17

[38] Hucurat, 49/15

[39] Bekara, 2/177

[40] bak. Buharî, İman/37 nr. 51. Müslim, İman/5,7 nr. 97, 99

[41] M. İslamoğlu, Meal, s: 62

[42] Nahl, 16/91

[43] Mü’minûn, 23/8. Mearic, 70/32

[44] Bekara, 2/177

[45] En’am, 6/40. Neml, 27/64

[46] Haşr, 59/8

[47] Ahzab, 33/23-24

[48] Zümer, 39/33

[49] Yunus, 10/2

[50] M. Esed, Meal s. 390

[51] İsra, 17/80

[52] Hadid, 57/18. Bekara, 2/274

[53] Leyl, 92-5-7

[54] Yusuf, 12/88

[55] Tevbe, 9/119

[56] Şuara, 26/89

[57] Ahzab, 33/24

[58] Ahzab, 33/35

 

Haziran 2012

Hüseyin K. Ece

Kur'ani Hayat Dergisi, Temmuz-Ağustos 2012 Sayı: 25