Herhangi bir kavramın yeri ve önemi o kavramın, içerisinde yer aldığı dildeki diğer kavramlarla meydana getirdiği ilişkinin veya gramer bağlarının zenginliği ve çeşitliliğinden anlaşılır.[1]  

 

  • Sözlükte Hak:

Hak kelimesinin aslı ‘hak-ka’ fiilidir. Genellikle batılın zıddı olarak kullanılır. Bu da sözlükte, bir şeyin gerekli/vacip olması, kalıcı olması, gerçekleşmesi, bir şeyi tasdikleme, yetki sahibi olmak manalarına gelir.[2]

Bu kelime masdar, isim ve sıfat olarak değişik ve geniş manalarda kullanılmaktadır. Masdar olarak anlamı; sabit olma ve mevcudiyetin (varlığın) gerçek olması, doğru olmak, gerekmek, bir şeyi gerçekleştirmek, bir şeye yakinen muttali olmak, gerçeklik (hakikat), doğru, adalet, hak din olan İslam, mal-mülk, yaraşır, realite ile zihnin uyuşması (ilim-ma’lum mutabakatı) gibi çeşitli manalara gelir.   

‘Gerçek, sâbit, doğru, varlığı kesin olan şey’ anlamlarında isim olan hak kelimesi (çoğulu hukūk) genellikle bâtılın zıddı olarak gösterilir. [3]

Hak kelimesi câhiliye döneminde kullanılmaktaydı. Lebîd b. Rebîa’nın Muallaka’sında yer alan, “Ganimetleri paylaşırken oymağa hakkını veren biziz; oymağın hakları uğruna öfkelenerek kendi hukukundan vazgeçen biziz” anlamındaki beyitte hak ve hukuk kelimeleri birinin sahip ve mâlik olduğu şeyi ifade etmektedir. Yine İslam öncesi cahiliyye şairlerinin divanları gibi klasik kaynaklarda hak;   “gerçek, sâbit, doğru söz” vb. anlamlarında geçmektedir.

Lebîd’in Allah’ı yegâne gerçek olarak gösteren, “Bilinmelidir ki Allah’tan başka her şey bâtıldır” mânasındaki mısraı (Dîvân, s. 132), Peygamber’in  (sav) “şairlerce söylenmiş en doğru söz” şeklindeki iltifatına mazhar olmuştur.[4]

Bir âyette hak ve hak ehli kalıcılığı, bereket ve fayda vermesi bakımından gökten inen yağmura, batıl ve batıl ehli ise geçiciliği ve faydasızlığı bakımından su yüzündeki köpüğe benzetiliyor. (Ra’d 13/17)[5]

‘Hakku’l-emr’, o işin sabit ve gerçek olduğu anlatır.

Hak, şüpheden sonra kesin bilgi manasına da gelir.

“Kelimenin kök anlamını ‘kemiğin oturduğu yuva, eklem yeri, mafsal’ alamına gelen el-huk’tan yola çıkarak daha iyi anlamak mümkün. Omurga yuvasıyla mutabık değilse, mafsalda sorun var demektir. Kemikten sorumluluğunu yerine getirmesini beklemek için, kemiğe hakkını vermek gerekir. Onun hakkı da yuvasına oturmasıdır. Kapının örtülünce oturduğu yuvaya da hukk denmiştir. Bunlar uygunluğa işaret eder.[6]

Hak kelimesinin çoğulu ‘hukûk’, ‘hikak’ ya da ‘hekâik’tır.

 

  • Kavram olarak hak

‘Hak’ kelimesinin aslı, uygunluk (muvafakat) ve denk (mutabakat) demektir.

İslâm düşüncesinde hak kavramı genellikle “dış dünyada gerçekten mevcut olan, mevcudiyeti sâbit ve devamlı olan varlık, gerçeğe uygun bilgi, hüküm, söz” anlamlarında kullanılır.

Râgıb el-İsfahânî, hakkın asıl mânasının “mutabakat ve muvafakat” olduğunu belirttikten sonra âyetlerden örnekler vererek başlıca dört anlama geldiğini belirtir.

  1. Bir şeyi hikmetin gereğine uygun olarak icat eden; bundan dolayı hak Allah’ın bir ismi veya sıfatı sayılmıştır.
  2. Hikmetin gereğine uygun olarak yapılan iş; Allah’ın bütün fiilleri bu anlamda haktır.
  3. Bir şeye aslına uygun ve doğru olarak inanma, bu şekilde kazanılmış inanç, bilgi.
  4. Gerektiği şekilde, gerekli ölçüde ve gereken zamanda meydana gelen iş (el-Müfredât, s:)

 el-Cürcânî, hakkın “inkârı mümkün olmayacak kesinlikte gerçek (sâbit) olan şey” biçimindeki sözlük anlamını verdikten sonra terim olarak “gerçeğe mutabık olan hüküm” anlamına geldiğini, bu hükmü taşıyan söz, inanç, din ve görüşler için de kullanıldığını belirtir ve bâtılın zıddı olduğunu söyler.[7]

Genel manasıyla hak: “İnsanın dışındaki herhangi bir husustaki realite veya eşya ile insanın zihninin, o realite veya eşyayı doğru tasavvur etmesi şeklindeki uygunluk anlatılır. Buna ilim ile ma’lumun mutabakatı da denilir.”[8]

Buradan hareketle bazen düşüncenin doğruluğuna hakk, bazen da görülenin, bilinenin kararlı ve sabit oluşuna hakk denilir. Eğer zihinde tasarlanan gözleme uygun ise buna isabet ve doğruluk; söz, fikir, karar ve iradenin amaca uygunluğu yönünden ise buna da adalet ve hikmet, ictihat alanında olursa isabet adını alır.  Böylece hakk o işin sıfatı olur.

Realite ile zihinki tasavvur arasında çelişki olursa hakkın yerini batıl alacak, savap ve sıdk’ın yerini hata ve kizb, adalet ve hikmetin yerini zulüm ve abes sıfatları alacaktır.

“Hakikat ‘sahte’nin zıddı olan ‘gerçeğe’ verilen isimdir. Hakikat deyince, hassasiyetle korunması gereken şey’ anlaşılır.

Dile gelen hak ile hakikat arasında fark vardır. Hak, bir şeye hikmet gereği konulmuş ‘söz’ anlamına gelir ve sadece güzel olana denir. Hakikat ise güzel olsun, çirkin olsun, ‘bir şeye zatına uygun olarak konulmıuş söze’ denir. Her ikisini de kapsayan tahkik, ‘bir şeye hakkını vermek, onu hak ettiği yere koymak’ demektir.[9]

Gerçekleşen olaylar hakkında ‘tahakkuk etti’ denir ki bu, olayın hakk olarak, yerinde, bir gerçek olarak meydana geldiğini anlatır.

‘Hakk’, sözlükte, batılın zıddı, yerine getirilen hüküm, adalet, varlığı sabit olan, doğruluk, gerçeklik (hakikat), İslâm, mal-mülk, vacip, sadîk, yaraşır, kesin şey manasındadır.

Bazı âyetlerde zann kelimesi ‘gerçeğe (hakka)’ hiç bir şey katmaz’ ifadesi ile geçiyor.

Hak’kın tam karşıtı ‘batıl’dır. Batıl hakka göre temelsiz, boş, gerçek olmayan, uymayan ve geçersizdir. Hakk, suyun kendisi, batıl ise onun üzerinde biriken köpüktür. Köpük kaybolur gider, su kalır. (Ra’d 13/17)

Hak, her zaman kalıcıdır, yerindedir, uygundur, üstündür. Hakk gelince zaten batıl yok olup gider. Batıl hakk’ın karşısında tutunamaz. Zaten yok olmak (tıpkı köpük gibi) onun doğasında vardır. Çünkü onun bir gerçekliği ve geçerliliği yoktur. (İsra 17/81)

“Ama eğer hakikat (hak) onların keyiflerine uysaydı, gökler, yer ve içindekiler mahvolur giderdi. Aksine, Biz onlara kendi (insanlık) şeref ve onurlarını hatırlattık, fakat onlar kendi şereflerini hatırlatmaktan yüz çevirdiler.” (Mü’minûn 23/71)

Batıl, hakk’ın yerine geçmeye çalışırsa, ya da hakk’a engel olmaya çalışırsa Hakk olan Allah (cc) hakk’ı batılın tepesine indirir ve onu darmadağın eder. (Enbiya 21/18)

Allah (cc) kendi kelimeleriyle batılı ortadan kaldırıp yok eder ve hakk’ı pekiştirir. O, suçlular ve müşrikler istemese de Hakk’ı gerçekleştirmek ve batılı geçersiz kılmak ister. (Enfal 8/8)

Bir hadiste geçtiği gibi, hak olan Allah’ın insanlar arasından seçtiği son hak peygamber Hz. Muhammed’tir. Son Peygamberle gönderdiği din hak’tır. O dinin kitabı Kur’an hak bir kitaptır. İslâmın bütün hükümleri, Kur’an’ın bütün âyetleri, haber verdiği şeyler hak’tır. Ölüm, kıyamet, ölüm sonrası hayat, mahşer, mizan, Cennet ve Cehennem hak’tır.[10]

Hak, Allah’ın insanlara elçileriyle ve kitaplarla bildiği değişmez gerçeklerdir, hakikatin ta kendisidir. Pek çok âyette ‘hakka’ ‘hakikat’ manası versek yanlış olmaz.

 

  • Kur’an’da hak kelimesinin türevleri:

Ehakk: Daha hakk, daha doğru, daha layık demektir. Kur’an’da 10 âyette geçiyor.  Bekleme süresinin (iddet) bitiminden önce, koca, bu geçici boşanmadan vazgeçme arzusunu beyan etse de, boşanmış kadın, evlilik ilişkisinin yeniden kurulmasını reddetme hakkına sahiptir. Ancak, ailenin nafakasından koca sorumlu olduğu için, geçici boşanmanın iptali konusunda ilk tercih hakkı (ehakk) ona aittir. (Bekara 2/228)[11]

Ya da bu hak, gebeyken boşanan kadının yeniden evliliği düşünmesi durumunda,çocuğun babasına tanınan öncelik hakkıdır.[12]

İsrailoğulları Davûd (as) zamanında kendilerine melik (yönetici) olarak Talût’un gönderilmesine itiraz ederek, yöneticiliğe biz daha layıkız (ehakk) dediler. (Bekara 2/247)

Allah’a şirk koşmadan inanan bir kimse diğerine göre güvende olmaya daha layıktır (ehakk) (En’am 6/81)

Kur’an, saldırgan düşmandan çekinenlere şöyle diyor: “Ama gerçek mü’minlerseniz, unutmayın ki Allah kendisinden korkmanıza daha layıktır (ehakk).” (Tevbe 9/13. Bir benzeri: Ahzab 33/37)

Kur’an, Allah yerine insanları razı etmeye çalışanları kınıyor ve şöyle diyor: “...Eğer mümin iseler Allah ve Resûlünü razı etmeleri daha doğrudur (ehakk).” (Tevbe 9/62)

Peygamber’in (sav) ta başından beri takva üzerine kurulmuş olan  Mescid-i Nebi’de  ibadet etmesi daha uygun idi (ehakk). (Tevbe 9/108)

Hak yola yönelten kimseye tabi olmak, doğru yolu bulamayacak kadar aciz olana uymaktan daha doğrudur (ehakk). (Yûnus 10/35)

Allah (cc) Rıdvan Ashabına takva sözüne sadık kalmalarını sağlamıştı. Zira onlar buna fazlasıyla layıktılar (ehakk) ve ehil idiler. (Fetih 48/26)

Hakîk: Gerçek, hakikat, doğru olan demektir. Kur’an’da bir âyette geçiyor. “Mûsa  dedi ki: “Ey Firavun, ben Alemlerin Rabbinin elçisiyim.Bana yakışan Allah hakkında hakikatten başka bir şey söylememektir...” (A’raf 7/104-105)

Hakkan: Kur’an’da 17 yerde geçiyor. Aslında bu hak kelimesinin nekra (elif-lâmsız) halidir. Daha çok borç, yükümlülük, vacip ve gerçek olarak anlaşılabilir. “... imkanları çok olan kendi gücüne, dar olan da [yine] kendi gücüne göre adil şekilde bir tedarikte bulunsun: bu, güzel davranan herkesin üzerinde bir yükümlülüktür.” (Bekara 2/236)

Ölümü yaklaşan bir müslümanın geriye bıraktığı mal konusunda akrabalarına vasiyette bulunması onun üzerine bir haktır (yükümlülüktür). (Bekara 2/180) Veya ölenin eşine kendi evinden çıkarılmaksızın bir yıllık geçimi vasiyet etmesi Allah’a karşı sorumluluk bilinciyle davrananların üzerine bir haktır (görevdir). (Bekara 2/241)

İman edip salih amel işleyenler altlarından ırmaklar akan Cennetlere konulacak. Bu Allah’ın gerçekleşecek olan (hakkan) bir va’didir.” (Nisâ 4/122)

Allah’ın gönderdiği elçiler arasında ayırım yapıp sonra da onları inkâr edenler gerçek (hakkan) inkârcılardır. (Nisâ 4/151)

Cennetlikler cehennemliklere “Rabbimiz bize ne söz vermişse hepsini gerçekleşmiş (hakkan) bulduk. Siz de size vadedilen gerçekleşmiş (hakkan) buldunuz mu” diyecekler. (A’raf 7/44)

Enfal Sûresinin başında mü’minlerin belirgin özellikleri sayıldıktan sonra “İşte bunlar gerçek (hakkan) mü’minlerdir” deniliyor. (Enfal 8/4. Bir benzeri. Enfal 8/74)

Allah (cc) kendi yolunda ölen ve öldürülen mü’minlerin canlarını ve mallarını cennte karşılığı satın almıştır. Bu Allah’ın Tevrat, İncil ve Kur’an’da üzerine aldığı bir va’didir (hakkan). (Tevbe 9/111)

Herkes ve Allah’a dönecektir. Bu gerçek Allah’ın kaçınılmaz bir va’didir (hakkan). (Yûnus 10/4)

Bazı âyet ve hadislerde Allah’ın insanlar üzerindeki hakları yanında O’nun inananları koruma, azaptan esirgeme, onlara yardım etme gibi lutuflarının da Allah üzerine birer hak olduğu ifade edilir (Yûnus 10/103. Rûm 30/47)[13]

Ya’kub’un (as) ve oğullarının Mısır’da Yûsuf’un (as) yanında Allah’a secde etmeleri, Yûsuf’un (as) rüyasının gerçekleşmesi idi. Bu da hakkan kelimesi ile anlatılıyor. (Yûsuf 12/100)

Allah’ın kafirlerin inkârlarına rağmen kıyamette insanları dirilteceği Allah’ın gerçekleştirmeyi üslendiği bir sözdür (hakkan). ( Nahl 16/38)

Şüphesiz ki Allah’ın her türlü va’di mutlaka (hakkan) gerçekleşecektir. Allah’ın gerçekleşecek va’di (hakkan) uyarınca cennetlikler orada ebediyyen kalacaklar. (Lukman 31/9)

Hakkahu: Kur’an’da üç âyette geçiyor. Onun hakkı, hissesi, payı demektir. Kur’an mü’minlere, tarlalar veya bahçeler ürün verdiği zaman bundan yoksulların hakkını (hakkahu) vermeyi emrediyor. (En’am 6/141)

Bir başka yerde akrabaya, düşkünlere ve yolculara hakkının (hakkahu) verilmesi söyleniyor. (İsrâ 17/26. Bir benzeri: Rûm 30/38)

Estehak: Layık olmak demektir. Kur’an’da bir âyette geçiyor. Şüphesiz hakkaniyetle hareket edenler, herhangi bir hukukî sorunda şahitlik yapmaya yalancı ve günahkâr kimselerden daha layıktırlar (estehak). (Mâide 5/107)

Aleyhi’l-hak: Borçlu olan demektir ve Kur’an’da bir ‘Tedâyün’ âyetinde geçmektedir. “... Ve hiç bir yazıcı Allah’ın öğrettiği gibi yazmaktan çekinmesin, yazsın. Borçlu olan taraf (aleyh’l-hak) borcunu kaydettirsin, Rabbinden korkup çekinsin...” (Bekara 2/282)

el-Hâkka: 69. sûrenin adı olup, gerçekleşen olay, yani Kıyâmet anlamına gelmektedir. Mekke döneminin ortalarında inmiştir. Konusu kıyamet ve âhirettir. Önceki ve sonraki sûrelerle bağlantısı vardır. Kıyâmeti inkâr edenlerin durumu ele alınarak, inkârcılığın hazin sonu ve mahşerde olacakların bir kısmı dile getiriliyor.[14]

Sûre Son Saat’in, yani dünya hayatının sona erişini insanın gözünün önüne serer. El-Hâkka hakikatin bütün unsurlarıyla tahakkuk etmesi manasına gelir. Eninde sonunda gelecek olan kaçınılmaz gerçeği ifade eder.[15]

 

  • Kur’an’da hak kavramı

Ebü’l-Ferec İbnü’l-Cevzî, Kur’an’da hak kelimesinin müfessirlere göre başlıca on sekiz anlamda kullanıldığını belirtir ve âyetlerden örnek vererek bu anlamları şöyle sıralar: Allah, Kur’an, İslâm, adalet, tevhid, sıdk, mal, vücûb, ihtiyaç, pay, beyan, Kâbe’nin durumu, haram ve helâli açıklama, kelime-i tevhid, ölüm, kesinlik, cürüm, bâtılın zıddı.[16]  

Kur’ân’da 228 yerde geçen hak kelimesi âyetlerin çoğunda bâtılın zıddı olarak kullanılsa da pek çok manaya gelmektedir. Hak kavramının Kur’an’daki anlamlarını şu şekilde sıralayabiliriz:

1-Bir şeyi hikmetin gereğine göre (nasıl gerekiyorsa ona göre) yapan anlamında.

Bu anlamda ‘hakk’ Allah’ın bir sıfatıdır. “İşte burada (bu durumda) velâyet (velilik, dostluk) hakk olan Allah’a aittir. O, sevap bakımından ve sonuç bakımından hayırlıdır.” (Kehf 18/44) âyetindeki ‘hakk’ kelimesi Allah’ın bir sıfatıdır.

2-Hikmetin gereği olarak var edilen şeyler anlamında

Allah (cc) fiilleri bu anlamda ‘hakk’tır. Güneşin ve ayın yaratılması hakkında “…Allah, bunları ancak hakk ile yaratmıştır. O, bilen bir topluluk için âyetlerini böyle birer birer açıklamaktadır.” (Yunus 10/5, ayrıca bak. Bakara 2/146)

3-Bir şey hakkında aslına uygun olarak inanç taşıma anlamında.

Bir kimse hakkında ‘onun yeniden diriliş ve cennet konusundaki inancı hakk’tır’ dememiz gibi.

“….Allah iman edenleri, ayrılığa düştükleri hakk’a, kendi izniyle eriştirdi.” (Bakara 2/213) âyetinde insanların inanç ilkeleri ve ibadetler konusunda ihtilaf ettikleri gerçek anlamında geçmektedir.[17]

Bu aynı zamanda aslına uygun bilgi, inanç, yakîn (kesinlik) demektir.  (Yûnus 10/36. Necm 53/28. Vâkıa 56/95)

4-Kur’an/İslam anlamında

Hak bazen, gerçek, sâbit, doğru gibi manalarla Kur’an’ı ve İslâm’ı ifade eder. “Hakkı batılla karıştırmayın ve bildiğiniz halde hakkı gizlemeyin” (Bakara 2/42. Ayrıca bakınız: Nisâ 4/105. Mâide 5/77. İsrâ 17/81, 105. Kehf 18/29)

5-Ölüm gerçeği anlamında

Hak kavramı gerçekleşmesi kesin olan ölüm için de kullanılmıştır . (Kâf 50/19) Bu anlamda hak, daha çok ‘va’d’ kelimesiyle birlikte âhiret hakkındaki haberler, müjde ve tehditler hakkında kullanılıyor.  (Enbiyâ 21/97. Mü’min 40/55)

6-Hisse, pay, karşılık anlamında.

“Ve onların mallarında belirli bir hakk vardır; isteyenler ve yoksul olanlar için.” (Meâric 70/24-25, ayrıca bak. Zariyât 51/19)

7-Adalet anlamında

“Allah hakk ile hükmeder. Oysa O’nu bırakıp da tapmakta oldukları ise, hiç bir şeye hükmedemezler. Şüphesiz Allah işitendir, görendir.” (Mü’min 40/20)

8-Allah’ın va’dinin gerçekleşmesi anlamında

Bazı topluluk veya kişi üzerine azap hakk olabilir.  Eğer insanlar Allah’ın sabitleştirdiği ilahî yasaları ihlal ederlerse, kişi veya toplum olarak onların üzerine azap (ceza) hak olur. Kur’an bu yasaları sünnet ve mizan kelimeleri ile anlatıyor.

Allah (cc) bir konuda söz verdiği (va’d ve vaid) zaman o söz mutlaka gerçekleşir. O sözün ifade ettiği olay mutlaka tahakkuk eder. Bu bazı âyetlerde bu açıkca anlatılıyor ve insanlar bu konuda uyarılıyor: “Ama bir toplumu yok etmeyi irade ettiğimiz zaman o toplumun refaha gömülmüş seçkinlerine son uyarı(ları)mızı iletiriz; ve (eğer) onlar günahkârca yaşamaya devam ederler(se), cezalandırıcı hüküm kesinleşir (hakka aleyha) ve Biz de onu darmadağın ederiz.” (İsrâ 17/16)

Bu âyette geçen ‘söz hak oldu’ ifadesini ‘sözün gercekleşmesi için gerekli şartlar yerine geldi’ şeklinde anlayabiliriz.[18]

Allah dileseydi herkese hidayet verirdi. Ama hikmeti gereği bunu yapmadı. O şöyle buyuruyor: “Fakat benden şu söz gerçekleşecektir: Ceghennemi muhakkak cinler ve insanların bir kısmı ile (hak edenlerle) doldurcağım.” (Secde 32/13)

Bazılarının üzerine söz (hüküm) hak olur. Onlar kendileri azdığı gibi, başkalarını da azdıran kimselerdir. (Kasas 28/63)

İman etmeye karşı aşırı inatlarından dolayı bazıları için söz hak olur, onlar iman etmezler. (Yâsin 36/7. Bir benzeri: Yûnus 10/96)

Yoldan sapmış, hakikate sırtını dönmüş, azmış kimseler için Rablerinin sözü (hüküm) hak olur. (Saffat 37/31. Ayrıca bakınız: Yûnus 10/33. Ahkaf 46/18)

Bu âyetlerden anlaşılıyor ki, insanlar üzerine sözün hak olması, onların ilahi sınırları aşamları yüzünden gerçekleşiyor. O sınırdan sonra onların iman etmelerinde ümit kalmıyor.[19]  

Üzerlerine azap sözü hak olanlar için bir müddet daha yaşasalar da kurtuluş yoktur. Böylelerini peygamberler bile kurtaramaz. (Zümer 39/19. Ayrıca bakınız: Nahl 16/38)

9-Allah’ın kelimeleriyle gerçeği güçlendirmesi anlamında.

“..Ne ki Allah’ın muradı kelamı aracılığıyla hakkı gerçekleştirmek ve kafirlerin kökünü kurutmaktı. Ki Hakkın gerçek ve batılın sahte olduğu böylece ortaya çıksın. Tabi ki günahkârlar isteme de.” (Enfal 8/7-8).

Musa (as) sihirbazlara yaptıklarını sihir olduğunu, Allah’în onu boşa çıkaracağını söyledi. Arkasından şunu ekledi : « Evet Allah hakkın üstünlüğünü gerçekleştirir, isterse günahkarla bundan hoşlanmasın ». (Yûnus 10/81-82)

Allah dilerse batılı siler, kendi kelimeleriyle hakkı gerçekleştirir. (Şura 42/24)

10-Hak etmek anlamında

“...İnsanlardan niceleri (bilinçli tercihlerinden dolayı ödülü hak etmiş), niceleri ise azabı hak etmişlerdir...”  (Hac 22/18)

Nitekim Kur’an’da pek çok âyette sapıklığın (A’raf 7/30. Nahl 16/36),

azabın (Hacc 22/18. Sad 38/14. Zümer 39/19, 71),

azap tehdidinin (Kaf 50/14) ve azap sözünün (İsra 17/17. Kasas 28/63. Secde 32/13. Yasin 36/7, 70. Saffat 37/31, 41. Fussilet 41/25. Ahkaf 46/18) hak olması anlamında bu fiil kalıbı kullanılıyor.

Bir âyette şöyle deniyor: “İşte Rabbini inkarda direnen kimseler hakkındaki sözü (hükmü) böylece tahakkuk etmiştir.”  Elbet onlar Cehennem ashabıdır. (Mü’min 40/6)

11-Doğru, yerinde, uygun, gerektiği gibi anlamında

Kendilerine verdiğimiz Kitab’ı, gerektiği gibi okuyanlar (hakka tilavetihi, işte onlar mü’minlerdir. Onu inkar edenler hüsrana uğrarlar. » (Bekara 2/121)

Kur’an müslümanları Allah’tan hakkıyla ittika etmeye ve müslüman ismiyle ölmeye davet ediyor. (Âli İmran 3/102)

İnsanlardan bazıları Allah’ı hakkıyla (gereği gibi) takdir edemezler. Edemedikleri için de yanlış yaparlar, ölümden sonrasını hesaba katmazlar. (En’am 6/91. Hac 22/74. Zümer 39/67)

Kur’an müslümanları Allah yolunda layıkıyla, gerektiği kadar (hakkıyla) cihad etmeye, çaba göstermeye/çalışmaya çağırıyor. (Hac 22/78)

Ehl-i kitaptan bazıları daha dindar olmak amacıyla dinde ruhbanlık icat ettiler ama kendileri bile buna hakkıyla (gereği gibi) riayet etmediler. (57/27)

Hak aynı zamanda vâkıaya, gerçeğe uygun sözdür.  (A‘râf 7/169. Sâd 38/26, 84)

12-Ödev , yükümlülük ve hüküm anlamında

“Herhangi biriniz ölüm yaklaştığında eğer geriye bir değer (servet) bırakıyorsa, münasip bir biçimde anne-babaya ve yakın akrabaya vasiyet etmek size farz kılındı. Bu, takva sahiplerinin uymaları gereken bir hak’tır (ödevdir).”  (Bakara 2/180 Bir benzeri: Bekara 2/ 236, 241. Rûm 30/47) 

“Boşanan kadınların da ma'ruf şekilde yararlanmaları hakları olup, bu, Allah'tan korkanlar için bir vaciptir.” (Bakara 2/241. Ayrıca bakınız: Bekara 2/282)

13-Olacak emir/gerçekleşecek söz anlamında

“Şüphesiz, onların çoğunun üzerine o söz (azap hak olmuştur.” (Yâsîn 36/7). Buradaki  “hakke’l-kavl’ sâbit ve vâcip oldu, gerçekleşti anlamındadır.

Âd kavmi kendilerine gönderilen Hud’u (as) dinlemediler. Onunla alay ettiler.  Sonuçta azgınlıkları sebebiyle hak (gerçekleşen) bir sayha (çığlık) ile helak oldular. (Mü’minun 23/41)

Peygamber döneminde münafıklar Medine’de pek çok yanlış yaptılar, fitne çıkarmaya çalıştılar. Nihayet hak (gerçek) geldi ve onlar hoşlanmasalar da Allah’ın emri ortaya çıktı. (Tevbe 9/48.

Allah (cc) Peygamber’i hak yolunda savaşmasi evinden çıktığı zaman gibi bazı müslümanlar  gerçek (hak) ortaya çıktıktan sonra da onunla tartışmaktan geri durmadılar. Ama Allah (cc) kelimeleriyle hakkı gerçekleştirmek ister. (Enfal 8/5-8)

Allah (cc) melekleri ancak hak olarak, yani bir emrin/görevin gerçekleşmesi için gönderir. (Hıcr 15/8)

İki tane melek Lût’a (as) uygulanması gereken bir hak (gerçek) ile geldiler. O da kevminin helâk edilme emri idi. (Hıcr 15/64

14-Gerçek din (dinu’l-hak) anlamında

Bir kaç âyette Allah’ın Peygamber’i hak din ile gönderdiği söyleniyor: “O’dur dinin tümünü kendisine bildirmek için Elçisini doğru yol bilgisiyle ve gerçek din (dinu’l-hak) ile gönderen, tabi ki şirke gömülüp gidenler hoşlanmasa da.” (Tevbe 9/33. Bir benzeri: Fetih 48/28. Saf 61/9)

“De ki: Hak geldi, bâtıl yok oldu. Zaten batıl yok olmaya mahkumdur.”  (İsrâ 17/81)

Yani değişmeyen gerçek geldi, sahte ve tutarsız olan yıkılıp gitti. Âyetten şunu anlayabiliriz: “Batıl hakkın, karanlık aydınlığın yokluğu halidir. Çabanızı batılı götürmek için değil, hakkı getirmek için harcayın. Zira batıl kendi başına bir varoluş hali değil, hakkı yokluğu halidir. Sonuçta hakkın tahakkuk etmek gibi, batılın da batmak gibi bir yapısı vardır.”[20]

15-Doğru yol anlamında

“De ki “Hak (doğru) yola yönelten kimse ortaklarınızdan biri mi?…” (Yûnus 10/35).

16-Doğru haber anlamında

“Ve Biz hiç kimseye gücünün üstünde yük yüklemeyiz, zira Bizim katımızda hakkı-hakikati olduğu gibi dile getiren bir kayıt tutulmaktadır. Snuçta onlar asla zulme uğramayacaklar.”  (Mü’minûn 23/62)

Kur’an kıyamet hakkında şöyle diyor: “Bugün hak gündür.” (Nebe’ 78/39)

O gün insanların hesaba çekilmesi de haktır. “O gün tartı haktır (gerçekleşecektir). Kimin (sevap) tartıları ağır gelirse, işte onlar kurtuluşa erenlerdir.” (A’raf 7/8)

17-Gerçek manasında.

Hak kavramı Kur’an’da en fazla bu manada kullanılıyor. Ya da pek çok âyette geçen hak kelimesini ‘gerçek, gerçeklik, hakikat’ şeklinde anlamak mümkündür.

Bir kaç örnek: “Elif. Lâm. Mîm. Ra. Bunlar, Kitab'ın âyetleridir. Sana Rabbinden indirilen haktır, fakat insanların çoğu inanmazlar.” (Ra’d 13/1)

“Rabbinden sana indirilenin hak olduğunu bilen kimse, (inkâr eden) kör kimse gibi olur mu? (Fakat bunu) ancak akıl sahipleri anlar.” (Ra’d 13/19)

“Bunun içindir ki, hangi soruyla karşına çıkarlarsa çıksınlar, Biz sana mutlaka asıl doğru (hak) olan neyse onu ve en güzel açıklamayı getirmekteyiz.” (Furkan 25/33)

“Ehl-i kitaptan çoğu, hakikat kendilerine apaçık belli olduktan sonra, sırf içlerindeki kıskançlıktan ötürü, sizi imanınızdan vazgeçirip küfre döndürmek istediler. Yine de siz, Allah onlar hakkındaki emrini getirinceye kadar affedip bağışlayın. Şüphesiz Allah her şeye kadirdir.” (Bekara 2/109)

“Şöyle ki: Katımızdan kendilerine hakikatin ta kendisi zaman dediler ki: “İşte bu kesinlikle ayan beyan bir sihirdir. Musa dedi ki: “Siz (ayağınıza gelen hakikat hakkında (hep) bu tarz mı düşünürsünüz? Ne yani, şimdi bu da sihir? İyi ama, sihirbazlar (bunu) başaramaz ki.” (Yûnus 10/76-77) [21] 

18-Hakikat manasında (bil-hakk şeklinde)

Kitab bir gerçeklik olarak indirildi. Onun için “kitabı gerçeklik olarak indirdik” sözünün kullanılması, onda ifade edilenlerin mutlaka gerçekleşeceğine işaret etmek içindir. (Kocabaş, Ş. a.g.e. s: 95)

Allah (cc) Kitab’ı bir gerçeklik (bi’l-hak) olarak indirmiştir.  “İşte böyle: ilahî kelâmı, hakikati sergilemek için indiren Allah olduğundan, ona karşı kendi görüşlerini dayatanlar derin bir açmazdadırlar.” (Bakara 2/176)

“(Resulüm!) O, sana Kitab'ı hak ve önceki kitapları tasdik edici olarak indirdi, Tevrat ile İncil'i ve Furkan'ı indirmişti.” (Âli İmran 3/3. Bir benzeri: Nisa 4/105. Mâide 5/48. Şura 42/17 (kitabı ve mizanı indirdi). Zümer 39/2. Zümer 39/41)

Peygambere okunan âyetler de haktır (gerçektir). (Bekara 2/252)

Allah (cc) gökleri, yeri ve bu ikisinin arasında olan her şeyi bi’l-hak (gerçek) olarak yarattı: “Biz gökleri, yeri ve bunlar arasında bulunanları, oyun ve eğlence olsun diye yaratmadık. Onları sadece gerçek bir sebeple yarattık. Fakat onların çoğu bilmiyorlar.” (Duhan 44/38-39)

“O, gökleri ve yeri hak (ve hikmet) ile yaratandır. "Ol!" dediği gün herşey oluverir. O'nun sözü gerçektir. Sur'a üflendiği gün de hükümranlık O'nundur. Gizliyi ve açığı bilendir ve O, hikmet sahibidir, her şeyden haberdardır.” (En’am 6/73. Bir benzeri: İbrahim 14/19. Nahl 16/3. 64/3. Ankebut 29/44. Zümer 39/5. Hıcr 15/85. Rum 30/8. Ahkaf 46/3)

Güneşi ayı hesapla yapan Allah onları bi’l-hak yarattı (Yûnus 10/5)

Ruhu’l-kudusün indirilmesi de bil-hak gerçektir. (İsrâ 17/105)

Allah ın emri geldiği zaman o bil-hak yerine getirilir (Mü’min 40/78)

Ölüm insan bir gerçeklik (bi’l-hak) olarak gelir. (Kaf 50/19

Mü’minler kıyametin gerçek (hak) olduğundan emindirler (Şûra 42/18)

Peygamber’e indirlenler hakkın kendisidir. “Hakikati ortaya koyan Allah'ın bu mesajlarını sana aktarıyoruz. Eğer Allah'ın (bu ibret dolu) mesajlarına değilse başka hangi habere inanacaklar?(Casiye 45/6)

19-Bir olayın iç yüzü/işin aslı manasında

“… (Ve) Yusuf'un ilk efendisinin hanımı: “Artık gerçek ortaya çıktı!” diye atıldı, “Onun gönlünü çelmek isteyen bendim; o ise hep özü-sözü doğru olan kimselerdendi!” (Yûsuf 12/51)

20-Zulmün aksi olan adâlet’ anlamında

“Allah hak (adâlet) ile hükmeder.” (Mü'min 40/20)

Şuayb’a (as) Allah’tan kavminden inanmayanlar ile arasını hak ile açmasını, ya da hak ne ise onu ortaya çıkarmasını istedirler. (A‘râf 7/89)

Allah (cc) Peygamber’e (sav) şöyle demesini emrediyor: “Rabbim! Aramızda hak ile (adaletle/hakkaniyetle) hüküm ver…” (Enbiyâ 21/112)

Musa’nın (as) kavmi içerisinde doğru yolu (hidayeti) gösteren ve hak (adaletle) davranan kimseler vardı. (A’raf 7/159)

Davûd’un (as) yanına iki davalı girdiği zaman ona şöyle dediler: “… Biz (sadece) iki  davalıyız, birimiz diğerinin hakkına tecavüz etti. Şimdi sen bizim aramızda hak (adalet) ile hüküm ver…” (Sâd 38/22)

Allah (cc) Davûd’a (as), “Ey Davûd, elbette sana yeryüzünde iktidarı  Biz verdik. O halde insanlar arasında hak ile, yani adaletle/hakkaniyetle hükmet” buyurdu.” (Sad 38/26)

Hesap günü tutulan kayıtlar (amel defteri) orytya konulacak ve tüm şahitler huzura getirilecek ve aralarında hak (adalet) ile hüküm verilecek. (Zümer 39/69) Kıyamet gününde herkes hakkında hak (adalet) ile hükmedilecek ve Alemlerin Rabbine hamdolsun denilecek.  (Zümer 39/75)  

 

  • Haksız yere (bi-gayri hakkın)

Bazı insanların veya tolulukların üzerine azap, ceza, bela ve musibet hak olabilir. Naşka bir deyişle bazıları bunları hak edebilir. Bunun sebepleri şunlardır:

-Allah’in ayetlerini inkâr etmek, peygamberleri haksız yere (bi-gayr’l-hak) öldürmek (Bekara 2/61. Âli İmran 3/21, 112, 181. Nisa 4/155) Âli İmran 21de geçen ‘kıst’ kelimesi gerçeklikle ilgili bir kavram. “İnsaf sahibi alimler...” demektir.  Buradaki ‘müjdele’ sözü, azabın/cezanın onlar için kaçınılmaz olduğunu ifade ediyor.[22]

-Peygamberleri yalanlamak (Sad 38/14. Kaf 50/14)

-Allah’a  karşı şeytanları dost edinmek. (A’raf 7/30). “Kendilerinden önce gelip geçmiş olan cinler ve insanlar için (uygulanan) azap onlara da gerekli (hak) olmuştur. Kuşkusuz onlar hüsrana düşenlerdi.” (Fussilet 41/25)

Başkalarıyla ilgili yükümlülüklere aykırı davranışların niteliğini belirtmek üzere “bi-gayri’l-hakkı” ve “bi-gayri hakkın” (haksız yere) deniliyor.  (Bakara 2/61. Âl-i İmrân 3/112, 181. Şûrâ 42/42),

Yine başkalarıyla alâkalı bir genel hükmün dışına çıkmaya cevaz veren istisnai hüküm “illâ bi’l-hakkı” (ancak haklı bir sebeple) şeklinde ifade ediliyor. (En‘âm 6/151. İsrâ 17/33. Furkan 25/68)

 

-Allah’ın hak olması (huvel-hak)

‘el-Hakk’ Allah’ın Esmau’l-Hüsna’sından-güzel isimlerinden biridir.

Hak kelimesi “varlığı kesin olan, mutlak gerçek, hikmete uygun olarak icat eden” anlamlarından dolayı Allah’ın bir ismi veya sıfatı olarak da geçmektedir (En‘âm 6/62. Yûnus 10/30, 32. Hac 22/62).

Allah’ın bir adı olarak el-Hak, inkârı mümkün olmayan, varlığı kabul edilmesi gereken, gerçek var olan, varlığı ve ilâhlığı kesin olan, hikmetinin gereğine göre eşyayı yaratan, hakkı ortaya koyan, sözünde doğru olan, her hakkın kendisinden alındığı gerçek, var olan Mevcud manalarına gelir.

Allah (cc) ‘bizâtihi vücûd’tur. Yani O’nun varlığı, kendi Mevcut oluşunun gereğidir, hiç kimseye muhtaç değildir.

Diğer varlıklar ise ‘hak’ oluşlarını Mutlak Varlık ve Gerçek (el-Hak) olan Cenab-ı Hak’ka borçludur. Onların varlığı Allah’a bağlı olarak ‘liğayrihi vücûd’tur, hak oluşları başkasına bağlıdır.

‘Hak’ aslında sabit ve aklın inkar edemeyeceği derecede gerçek olan şey demektir. O aynı zamanda doğrudur, isabetlidir, maksada uygundur, arzu edilene denk düşen şeydir.

El-Hak Olan Allah (cc)  yaptığı her şeyi gereği gibi yapar. Bu bakımdan her an ve yerde sabit olan (mevcut olan) Allah (cc) gerçek Hak’tır. O, yarattıklarını hak üzere yarattığı için, onlar da Allah’a göre hak’tırlar. Hak’tan gelen, O’ndan kaynaklanan her şey de tıpkı O’nun zatı gibi hakk’tır.

Kur’an bu ismi Allah (cc) bazen sıfat şeklinde on âyette kullanıyor. Bu isim vahiy sürecinde ilk defa Tâhâ 114de  kullanılıyor. İki tanesi de insandaki ‘hak’ tasavvurunu inşa eden Yûnus 30 ve 32de geçmektedir.

“İşte o an ve oarda herkes geride bıraktıklarından imtihan verir, (yaptıklarının sonucunu görür), en nihayet Allah’a, el-Hak olan Mevla’larına döndürülürler ve (çarpık tasavvurlarının) ürettiği sahte tanrılar, kendilerini yüzüstü bırakır.” (Yûnus 10/30)

İki âyette el-Meliku’l-Hak şeklinde gelir. Hac 22/114 ve Mü’minun 23/116de. Her ikisinde de el-Melik ismi önce gelir. Burada el-Hak ismi hem el-Melik gibi ikinci bir isim olarak, hem de onu niteleyen bir sıfat olarak duruyor.  Eğer el-Hak sıfat olarak alınırsa el-Meliku’l-Hak, ‘en hakiki Melik’, ‘en gerçek otorite’ anlamına gelir. Böylece Allah’ın otoritesinin  dışındaki otorite iddialarının sahte veya mecaz olduğu ortaya çıkar.[23]

 İşte bunun içindir ki, koruyucu-kayırıcı güç bütünüyle, Tek ve Gerçek Tanrı olan Allah'a aittir. Hak edilen karşılığı vermekte de, sonucun ne olacağını belirlemekte de en iyi olan O'dur.” (Kehf 18/44)

“Öyleyse, (bil ki) Allah, var olan her şeyin ötesindeki yüceler yücesidir; mutlak ve nihaî egemenlik sahibi, mutlak ve nihaî Gerçek'tir (el-Hak’tır). Dolayısıyla, Kur’an'ın vahyi sana bütünüyle ulaştırılmadan önce onun hakkında (görüş bildirmekte) tezlik gösterme; fakat (daima) “Ey Rabbim, benim ilmimi artır!” de.”  (Tâhâ 20/114)

El-Hak ismi Allah'ın bir sıfatı olarak kullanıldığında, yarattığı geçici ve değişken âlemin ötesinde, mutlak ve katıksız anlamda, ezelî ve ebedî olan ve değişmeksizin var olan nihaî “gerçek” anlamını ifade eder. Beri yandan Allah'ın Melik sıfatı, O'nun var olan her şeyin üstündeki mutlak egemenliğini ifade etmektedir ve bunun için de çeviride “mutlak ve nihaî egemenlik Sahibi” ifadesiyle aktarılmıştır.[24]

Allah (cc), enfüste (subje) ve âfakta (obje) ne yaratmışsa birbirine uyumlu, yerli yerinde yaratmıştır. Hepsinin hakimi O’dur. O’nun dışındaki her şey, O’nun yaratmasıyla ‘tahakkuk’ eder. Allah, her bir varlığa belli bir şekil, ecel ve görev vermiştir. Bunların hepsi de yerli yerindedir. Her bir varlığın âlemde ‘Allah’a bağlı olarak’ bir hakikatı (gerçekliği), bir sınırı ve birbirlerine karşı hukukları vardır. Alah (cc) her şeyi ‘hakk’ ile yarattığını haber veriyor. (Ahkâf 46/3)[25]

Allah’ın el-Hak diye bir isminin olması, insanın ‘hakikat’ diye bir derdinin olmasını sağlamak içindir. İnsan neye inanır, kimin peşinden giderse, her nasıl düşünür, her ne yaparsa yapsın, hakiati aramaktan vazgeçmemeli. Zira hakikati arayan kimse neyin peşine düşerse düşsün gerçekte el-Hak olan Allah’ı arıyor demektir. Hakikat diye bir derdi olmayan da şeytanın oyuncağı olmaktan kurtulamaz.[26]  

 

  • Son söz

Hak/sabit, doğru, insan fıtratına uygun, her hükmü tutarlı, yani hak din olan İslâm’a teslim olanlar mutlak hakikati/gerçeği bulurlar. İşlerinde hak üzere olurlar. Allah’a, insanlara, hayvanlara ve çevreye ait hakları bilirler ve hakları sahiplerine verirler.

el-Hak’kın mutlaka tahakkuk edecek azabından korkarlar, hak yolu izlerler ve hak olan amelleri yaparak Allah’ın Cennetini hak ederler.

Cenab-ı Hak’kın, hak olarak hak bir Peygamber’e indirdiği hak olan Kitaba inanıp, hak din olan İslâm üzere yaşayıp, el-Hâkka’ya (Âhiret gününe) hazırlanan, ihkâk-ı hak yapan hakikat yolcuları selâmı gerçekten hak ediyorlar.

 

 

[1] http://www.kuraniterbiye.com/haber_detay.php?haber_id=293.

[2] İbnu Manzur, Lisânu’l-Arab, Daru ve’l-Kütübü’l-Hilal, Beyrut-ths, 4/176-180. el-Isfehânî, Rağıb, el-Müfredât, Kahraman Yay. İstanbul 1986, S: 179. El-Cevheri, İ. İbnu Hammad, es-Sıhah, Daru’l-Kütübi’l-Ilmiyye, Beyrut1999-1420, 4/194

[3] İbni Manzur, Lisânü’l-Arab, 4/176

[4] Buhârî, Menâkıbü’l-Ensâr/26 No:3841, Edeb/90 No: 6147. Müslim, Şiir/3-6 No: 5889-5892

[5] Çağrıcı, M. TDV İslam Ansiklopedisi, 15/137

[6] İslâmoğlu, M. Kur’an’a Göre Esmâ-i  Hüsnâ, Düşün Yay. İstanbul 2012, 2/308

[7] el-Cürcânî, S. Şerif, et-Ta’rîfât, Dâru’l-Kütübi’l-Ilmiyye, Beyrut 1421-2000, s: 94

[8] Gökmenoğlu, H. Tekin, İslâmda Şahsiyet Hakları, TDV Yay. İstanbul 2013, S: 6

[9] İslâmoğlu, M. Kur’an’a Göre Esmâ-i Hüsnâ, 2/309

[10] Buhârî, Teheccüd/1 No: 1120

[11] Esed, M. Kur’an Mesajı, İşaret Yay. İstanbul 1997, s: 67

[12] İslâmoğlu, M. Hayat Kitabı Kur’an, Düşün Yay. İstanbul 2008, 1/78

[13] Buhârî, Libâs/101 No: 5967. Müslim, Îmân/48-51 No: 143-146. İbn Mâce, Zühd/35 No: 2496. Tirmizî, Îmân/18 No: 2643

[14] Okuyan, M. Kısa Sûrelerin Tefsiri, Düşün Yay. İstanbul 2012, 4/209

[15] İslâmoğlu, M. Sûrelerin Kimliği, Akabe Yay. İstanbul 2011, s: 395

[16] Nüzhetü’l-Uyün, s: 266-269’dan Çağrıcı, M. TDV İslâm Ansiklopedisi; 15/137

[17] İbni Kesir, Muhtasar Tefsir, İht. M. Ali Es-Sâbûnî, Kahira 1999, 1/188

[18] Kocabaş, S. İslâmda Gerçeklik Kavramı, Pınar Yay. İstanbul 2004, s: 60

[19] Kocabaş, S. İslâmda Gerçeklik Kavramı, aynı yer

[20] İslâmoğlu, Hayat Kitabı Kur’an, 1/546

[21] Bakınız: Hûd 11/11, 17, 45, 120. Ra’d 13/14 Ra’d 13/17.. İsra 17/81. Ankebût 29/68. 60/1. 69/50, 51. Bekara 2/26, 42, 91, 119, 146, 149. Ali İmran 3/60, 71, 86, 108. Yûsuf 12/51. Nûr 24/49. A’raf 7/73, 83,105. Enfal 8/32. Mâide 5/27, 84. Nisa 4/170. En’am 6/30, 62, 66. Yûnus 10/30, 32, 53, 55, 76. ve diğerleri

[22] Kocabaş, S. İslâmda Gerçeklik Kavramı, s: 57).

[23] İslâmoğlu, M. Kur’an’a Göre Esma-i Hüsna, 2/322

[24] Esed, M. Kur’an Mesajı, 2/641

[25] Ece, H. K. İslâmın Temel Kavramları, Beyan Yay. İstanbul 1999, s: 235

[26] İslâmoğlu, M. Kur’an’a Göre Esmâ-i Hüsnâ, 2/312

 

20.04.2015 Zaandam

Hüseyin K. Ece

Kur'ani Hayat Dergisi, Mart-Nisan 2015 Sayı: 40