Şair şöyle demiş:

“Mal sahibi mülk sahibi,

Hani bunun ilk sahibi

Mal da yalan mülk de yalan,

Var biraz da sen oyalan” 

(Kur’an’da ‘lehv’ kavramını açıklamaya devam ediyoruz)

 

 

  • Çoğaltma tutkusu

‘Lehv’-oyalanma’ kelimesi Tekâsür sûresinde fiil halinde kullanılıyor ve insanın

çoğaltma tutkusuyla, mal hırsıyla, biriktirme takıntısıyla ilgili zaafına harika bir şekilde işaret

ediyor.

Şöyle buyuruluyor: “elha-kümü’t-tekâsür. Hatta zurtümu’l-mekâbir: Çoğaltma tutkusu sizi o derece oyaladı ki, ta ki ölüp kabre gelinceye kadar. Hayır! Yakında bileceksiniz! Elbette yakında bileceksiniz! Gerçek öyle değil! Kesin bilgi ile bilmiş olsaydınız, mutlaka cehennem ateşini görürdünüz. Sonra ahirette onu çıplak gözle göreceksiniz. Nihayet o gün (dünyada yararlandığınız) nimetlerden elbette ve elbette hesaba çekileceksiniz.” (Tekâsür 102/1-8)

‘Tekâsür’, çoğaltma, artırma krizine tutulma yani... Üst üste yığma/biritirme tutkusu… Ne pahasına olursa olsun daha fazlasına sahip olma hırsı…

İnsanlardan bazıları ‘tekâsür’ tutkusunu yenemiyor. Bazılarında öyle bir iştah, öylesine bir boğaz var ki, doymak ve dolmak bilmiyor. Dahasını istiyor, daha çok istiyor, durmadan talep ediyor... Hatta hepsi, hepsi, hepsi, her şey benim olsun diyor.

Âyet insanı Allah (cc) yolunda ve ahirete hazırlanma konusunda ciddi bir tehliye işaret ediyor. Çokluk yarışıyla/tutkusuyla oyalanmak... Ölümü ve ötesini unutmak...

Burada ‘lehv’ fiilinin kullanılması ilginç.

Yukarıda geçtiği gibi ‘lehv’ kökünden gelen ‘elhâ’, kişiyi daha önemli işden alıkoymak, onu  meşgul etmek demektir.[1]

Lehv’in kendisi oyalanma, takılma, bir müddeet zevklenme iken; burada sahibini  avutan, bir anlamda onu geçici şeylerle oyalayan, meşgul eden manasında kullanılıyor.

Öyle ki insan boş işlerle oyalanırken, fani lezzetlerle zevklenirken, burada (dünyada) olana takılıp kalırken asıl yapması gerekeni unutur. Bu gaflet öylesine devam eder ki, sonunda ölüm ansızın gelip çatar ve insan mezarına kavuşur.

Âyette geçen ‘tekâsür’  kavramı, çoğaltma için ihtirasla çırpınma, taşınır veya taşınmaz, hayali veya gerçek kazançları artırma ihtirası anlamına gelir. Bu bağlamda bu kavram; insanın daha çok konfor, daha fazla maddî servet, insanlar ve tabiat üzerinde daha güçlü otorite, maddî ilerleme için çırpınma saplantısını ifade eder. Bu çabaların başka herşeyi dışlayıcı bir şekilde aşırı bir tutku ile sürdürülmesi, insanı ruhî kavrayıştan alıkor.

Dolaysıyla manevî/ahlâkî değerler üstüne kurulmuş sınırlama veya kısıtlamayı kabüle yanaşmaz. Böylece yalnızca bireyler değil, toplum bile iç dengesini kaybeder, mutluluk şansını yitirir.[2] 

‘Tekâsür’, ‘kesret’ten-çokluk’tan’ türemiştir ki, bunun üç anlamı vardır:

Birincisi; İnsanın kesret’i-çok şeyi elde etmek için aşırı çalışması,

İkincisi; İnsanların bolluk elde etmek için birbirleriyle  yarışması ve birbirlerinin üzerine çıkmaya çaba göstermesi,

Üçüncüsü; İnsanların bolluk sebebiyle birbirlerine karşı kibirli davranmasıdır.

Dolaysıyla ‘tekâsür’ insanlara çok cazip gelir. Öyleki onlar bundan dolayı daha önemli şeylerden gafil olurlar, daha önemli işlerden yüz çevirirler.

Âyette, ‘elhâküm-sizi oyaladı’ fiili geniş bir anlam sahasına sahiptir. Bu ayalayıcı şeyler her türlü eğlence ve lezzet alınan nesneler olabileceği gibi, kuvvet ve zenginlik sebepleri, iktidar sağlama çabaları, mal ve iktidar yarışları, bunlara sahip olarak başkalarına karşı kibirli davranmalar da olabilir.

Çoklukla övünenler, ya da çokluk yarışıyla oyalananlar her devirde olabilir. Onlar kendilerini  bu övünme ve oyalanma yarışına öylesine kaptırırlar ki asıl yapmaları gereken işlerden, daha önemli şeylerden gafil olurlar. Bu yarış ve övünme uğruna insanî seviyelerini bile kaybederler.[3]

‘Tekâsür’ ayrıca bu sûre bağlamında “yüksek bir amaç gütmeden, nedenine, niçinine bakmadan mal, evlat, yardımcı, hizmetçi gibi zamanın anlayışına göre, çok oluşuyla övünülen şeyleri büyük bir tutkuyla durmadan çoğaltma yarışına girmek, manevi ve ahlâki sorumluluk düşünülmeden alabildiğine kazanma hırsına kendini kaptırmak” demektir.

Bu tutku bireysel olabildiği gibi toplumsal da olabilir. Âyet her ne kadar cahiliyenin mal ve dünaylık konusundaki kafa yapısını anlatsa da evrensel bir mesaj taşıyor, insanın zaafına ait bir tesbit yapıyor. Âyet aynı zamanda muhatapları bu yanlış zihniyete ve tutkuya karşı uyarıyor. Günümüzde kişilere ve toplumlara hakim olan “kârı ve serveti artırma yarışı, daha çok üretmek, daha çok tüketmek” anlayışı tekâsür krizinin çağdaş şeklidir. Manevî ve ahlâkî değerleri dışlayan, tahrip eden bu anlayış bireyden topluma uzanan haksız ve adaletsiz bir düzen doğurmakta, dünayayı adeta global mutsuzluk alanı haline getirmektedir.[4]

Âyet zımnen şöyle diyor: “Çok malla elde ettiğiniz itibarın size her kapıyı açacağını düşündünüz. Kınanan çok mal değil, mal az da olsa ‘çoğalştma tutkusu’dur. Bu fiilin yapısından anlaşılmaktadır. C. Bağdadî: “Fakr hiç bir şeye sahip olmamam değil, dünyalıklara sahip olsan da hiç bir şeyin sana sahip olmasına izin vermemendir.” 

İkinci âyet, iki manaya birden gelebilir. Birincisi, ölüp kabirlerinize girinceye kadar”, İkincisi; mezarlarınızı saymaya varıncaya kadar”. Metnin iç bağlamı birincisini, nüzul sebebi rivayetlerin ikincisini destekliyor.”[5]

‘Tekâsür’, yani çoğaltma tutkusu sahipleri bu uğurda haksızlığa ve zulme dahi başvururlar. Daha fazla mal, daha fazla cismanî lezzet, daha fazla güç ve iktidar, daha fazla imkanlar elde etmek isterler. Onlar sonunda ne olacağını düşünmeden bu tutkuların peşinde oyalanır dururlar.

Günümüzde bu yarışın kişiler, toplumlar ve devletler arasında bütün hızı ile devam ettiğini görmekteyiz. Toplumlar ve ülkeler arsında daha fazla servete, güce ve kuvvete,  daha fazla gelişmiş silahlara sahip olma çabası artarak devam etmektedir. Kişiler, toplumlar ve devletler arasında üstünlük ölçüsü artık ahlâk ve fazilet, adalet ve insanî sıfatlar değil, zenginlik, ilerleme dedikleri kör yarışlar ve gücü elinde bulundurmadır.

Onlar, bütün bu yarışların ve övünmelerin yeryüzünde zulüm yapmaya ve fesat çıkarmaya sebep  olduğunu düşünmemektedir. Herkes; insana asıl görevini, kulluk vazifesini unutturan bu çoklukla oyalanma yarışında daha iyi bir derece elde etmenin çabasındadır.

Ancak iman edenler bütün faaliyetlerinin salih amel olmasına dikkat ettikleri gibi, nimetlerden yeteri kadar, meşru yollarla yararlanmaya çalışırlar. Bunu yaparken köksüz övünmelere, gaflete düşüren oyalanmalara, zulme ve ifsata varan tutkulara düşmemeye çalışırlar.

Aslında bu hitap, çocuk, mal ve dünyalıklara dalıp ta adetâ bu yarışla sarhoş gibi olanlaradır. Onlar peşlerine düştükleri şeyle kendi kendilerini aldatmaktadırlar. Çoklukla oyalananlar, ya da bu yarış sebebiyle asıl yapması gereken kulluk görevinden gaflete düşenler; bir gün, içinde övünmenin ve  yarışın olmadığı dar bir çukura girecekler.[6]        

Abdullah b. eş-Şıhhîr’in naklettiğine göre babası şöyle anlatıyor: Peygamber’in (sav) yanına vardım ‘Çokluk sizi öylesine oyaladı ki’ âyetini okuyordu: Sonra dedi ki: “Âdemoğlu ‘malım, malım’ der durur. Ey Âdemoğlu! Senin, yeyip tükettiğin, giyip eskittiğin, ya da sadaka olarak verip (ölümden önce âhirete) gönderdiğinden başka malın var  mı?”[7]

Bu bakımdan Allah (cc) müslümanları şöyle uyarmaktadır:

“Ey iman edenler! Mallarınız ve evlâtlarınız sizi Allah’ı zikretmekten alıkoymasın (oyalamasın). Kim bunu yaparsa işte onlar zarara uğrayanlardır.

Birinize ölüm gelip de; ‘Rabbim beni yakın bir süreye kadar erteleseydin de sadaka verip iyilerden olsaydım!’ demesinden önce, size verdiğimiz rızıktan (Allah için) infak edin”. (Münafikûn 63/9-10)   

Burada özellikle iman edenler uyarılmaktadır. Çünkü onlar ancak Allah’ın hükmüne teslim olmakla O’nun yanındaki izzete kavuşabilirler. Bundan dolayı onların başka bir şeyle oyalanıp Allah’ı  ve O’na kulluğu ihmal etmeleri onlar için çok büyük bir zarardır.

Mü’minler sürekli takva-Allah’a karşı sorumluluk bilinci içerisinde olup, devamlı O’nu zikrederler. Dünya meşguliyetinin en vazgeçilmezi olan mal ve evlat işleri, onların sevgisi, onlara bakma derdi onları Allah’a ibadetten alıkoymamalı.

Zaten dünya hayatı oyun ve eğlencenin (lehv) yanında, zinet (süslenme), övünme, mal ve evlat çoğaltma yarışıdır.

“Biliniz ki dünya hayatı bir oyun, bir eğlence, bir süs ve kendi aranızda övünme, mal ve evlat çoğaltma yarışından ibarettir. Bu, tıpkı bir yağmura benzer ki; bitirdiği ot, ekincilerin hoşuna gider, sonra kurur, onu sapsarı görürsün, sonra çerçöp olur. Ahirette ise çetin bir azab; Allah'tan mağfiret ve rıza vardır. Dünya hayatı, aldatıcı bir zevkten başka bir şey değildir.” (Hadid 57/20)

Bunların en zevklisi ve kaçınılmaz olanı çocuklarla meşgul olma ve mal kazanmadır. Bunlar bile sizi oyalayıp Allah’ı zikirden, O’na ibadetten uzaklaştırmasın.

Peygamber (sav) insandaki bu zaafa, yani dünyalıklara karşı olan meyile veya tutkuya şöyle işaret ediyor. “Âdemoğlu ihtiyarlar, fakat onun iki şeyi genç kalır: Yaşama sevgisi ve mal sevgisi.” Bir başka rivâyette: “Âdemoğlu büyür, onunla beraber iki şey de büyür: Mal sevgisi, uzun ömür sevgisi.”[8] 

Hayatın devamı için verilen akıl, gadap (olumlu öfke) ve şehvet/iştah (isteme, sahip olma güdüsü) olumlu, sınırlı ve kontrollü kullanılırsa insan rahat eder. Azmaz, haddi aşmaz, haksızlık ve zülme yeltenmez, kulluk görevini ihmal etmez.

Burada, ‘mal kazanmakla, ticaretle, çocuk yetiştirmekle meşgul olmayın’ denilmiyor. Yani bunlarla uğraşmak sizi izzetin asıl ruhu olan Allah’ı zikretmekten, Allah için iş görmekten, O’na yaraşan kulluğu yapmaktan alıkoymasın demektir. Allah’ı zikir bir anlamda Allah sevgisiyle yapılan bütün işlerdir. Dünyalıklara aşırı düşkünlük kişiyi bu güzel hedef  konusunda gaflete düşürebilir.[9]

Peygamber (sav) ihtiyaçlar ile hırslar arasındaki denge hakkında şöyle buyuruyor:

“Kim dünyaya (yani çoğaltma yarışına) çok önem verirse, Allah onun işini dağıtır (zorlaştırır). İki gözünün arasına fakirliği (aç gözlülüğü) koyar. (Halbuki) dünyadan ona ulaşacak olan kendisi için yazılandan başkası olamaz. Kimin de niyeti âhiret(i kazanma) ise Allah onun işini toparlar (kolaylaştırır). Onun kalbine zenginliği koyar. Ona dünyadan da ihtiyaç duyduğu şey ulaşır.”[10] 

İkinci âyette geçen ‘mekâbir’  mezar anlamındaki ‘makbere’nin çoğuludur. “Sümme zürtumu’l-mekâbir-sonunda mezarları ziyaret ettiniz” âyetine tefsirciler genelde üç mana verirler. Birincisi: Mecazî anlamda, “sonunda ölüp kabre girdiniz”,

İkincisi; yine mecazî anlamda; “kabirlerdeki ölülerle övündünüz”,

Üçüncüsü; lafzî anlamda; “Bizzat kabirlere gidip ölülerle övündünüz”. (Heyet, Kur’an Yolu, 5/634)

Cahilye arapları mal, çocuk, akraba ve hizmetçilerinin çok oluşunu bir guru ve şeref sebebi sayarlardı. Hatta bu övünmede yaşayanlarla yetinmeyip kabirlere gider, ölmüşlerini gösterir, sayar, onların çokluğu ile övünürlerdi.[11]

Sûrenin nüzul sebebi olarak onların bu gülünç adeti anlatılsa da sûrenin mesajı geneldir ve mal, servet, güç ve iktidar konusundaki yanlış bir zihniyetin düzeltilmesini,

iman edenlerin servet anlayışlarını vahyin ölçülerine göre inşa etmelerini,

tekâsür krizinden uzak durmalarını,

çoğaltma tutkusunun kendilerini oyalamasından sakınmalarını istiyor.  

 

10.07.2015

Zaandam-Hollanda

Hüseyin K. Ece

[1] el-Isfehânî, el-Müfredât, s: 688

[2] Esed, M. Kur’an Mesajı, İşaret Yay. İstanbul 1996, 3/1302

[3] Mevdudî, Tefhim, 7/219-220

[4] Heyet, Kur’an Yolu, DİB Yay. Ankara 2004 5/634

[5] İslâmoğlu, M. Hayat Kitabı Kur’an, Düşün Yay. İstanbul 2008, 2/1297

[6] Kutub, K. fi-Zilali’l Kur’an, 6/2962

[7] Müslim, Zühd/3-4 No: 2958. Ahmed B. Hanbel, Tirmizî, Nesâî, nak. İbni Kesir, Muhtasar Tefsir, 3/671. Bir benzeri. Taberî, Tefsir, 12/679

[8] Müslim, Zekât/36 No: 2410-2412

[9] Elmalılı, Hak Dini Kur’an Dili (sad.), 8/76

[10] İbn Mâce, Zühd/1 no: 4104. Tirmizî, Kıyâmet/31 no: 2467

[11] Taberî, Tefsir, 12/678. Zamahşerî, el-Keşşâf, 4/784