Kur’an diyor ki:

“Ama Allah’ın tevhid ahdini kabullendikten sonra bozanlar ve Allah’ın bağlamasını emrettiği bağı koparanlar ve yeryüzünü fesada verenler (var ya), lânet işte bunlaradır ve yurdun kötüsü olan cehennem de onlaradır.” (Ra’d 13/25)

 

Bazıları bulundukları yeri kendi akıllarınca düzeltme gayretindedir. Onlar çevrelerine nizam vermeyi kendilerine görev sayarlar. Üstelik bu göreve bir de kutsallık giydirirler. Akıllarına da çok güvenirler. Onlara göre kendi akılları hep ileridir. Onlar iyi düşünürler, isabetli karar verirler. Her şeyin doğrusunu onlar bilirler ve tesbit ederler. Onların anlayışı derin, kararları hak, uygulamaları adaletin ta kendisidir. Hükümleri mutlak doğru, yolları ise en doğru yoldur.

Yeryüzünün pek çok yerinde böyle düşünenler her zaman bulunur. Bazılarını ellerinde iktidar veya başka güçler vardır. Buna bağlı olarak siyasete, kültürel faalietlere, hükmetmeye, medyaya yön verirler ve etkili olurlar. Bütün bu imkanları başkalarına yön verme yolunda kullanırlar. Pastayı istedikleri gibi paylaşırlar. Yer üstü ve yer altı kaynaklarında mutlaka payları olur.

Fırsat ellerinde ya, istediklerini yapabileceklerini zannederler. Kendi çıkarlarını her şeyin üstünde tutmalarına rağmen herkese, hakkaniyete riayet ettiklerini söylerler. Propaganda silahını iyi kullanırlar. İyi niyetli olduklarını göstermeye çalışırlar.  Kitle onların etkisiyle siyahı beyaz, beyazı siyah olarak tanır. Onların peşinden gider, onların adeta taksimine razı olur.

Tarihte bunu örnekleri çoktur. İslâmın batıl din dediği pek çok inanış ve yaşama biçimi insanlar tarafından uydurulmuştur. Pek çok inanç ve akım kurucularının adına nisbet edilmektedir. İnsanlar onlara inanmış ve onların peşinden gitmiş.

Halbuki insan fıtratını gereğini yapmakla sorumlu idi. Kendini yaratıp rızık vereni tanımalı idi. Böyle olması gerekirken, pek çokları hem rablerine verdikleri ahdi bozarlar, hem de heva ve heveslerine uyarak yeryüzünde fesat çıkarırlar. Onlar ıslahcı oladuklarını iddia ederler ama yaptıkları bozgunculuktan başka bir şey değildir. (2 Bekara/11-12)

Çünkü onlar bir şeye nizam vermenin, ıslah etmenin ölçüsünü yanlış yerden alırlar. İnsanlar arasındaki adaleti sağlayacak, herkesin hakkını tastamam temin edecek ölçüler ilâhî ölçülerdir. İnsan tabiatı icabı hem noksandır, hem de çıkarcıdır.

Noksandır, çünkü neyin mutlak ölçü olduğunu az bilgisiyle bilemez.

Çıkarcıdır, çünkü elindeki ölçü heva ve heves ölçüsü olduğu için kendini başkasından daha fazla hesaba katar.

Kendi nefsinin ölçüsünü esas alan, her konuda kendi aklına ve bilgisine güvenen bir kişinin kararları elbette her zaman ve mutlak doğru olmayacaktır. Üstelik çıkarcı ve zalim bir mantığa sahip hükmedici, doğru zannettiği yanlış kararları uyguladığı zaman ‘ifsat’ meydana gelecektir.

Nitekim Kur’an’ın deyişiyle bazı insanlar ‘velilik’ makamına, yani her ne şekilde olursa olsun, iş başına geldikleri, yönetici oldukları zaman ekini (geçim kaynaklarını) ve nesli mahvetmeye, yeryüzünde bozgunculuk yapmaya koşarlar. Buradaki ifsatı geniş manasıyla almak gerekir. Her türlü haksızlık, zulüm, baskı ve şiddet, her türlü ahlâksızlık, fıtrat dışı gelişmeler, sapıklıklar, kişi ve toplum huzurunu bozan olaylar ifsat sayılabilir. (2 Bekara/205)

Onlara göre kendileri doğru yoldadır ve asla hata yapmamaktadırlar. Söyleseniz yanlışta olduklarını kabul etmezler. Yaptıkları işler yüzünden bulundukları çevrede, hatta dünyanın bazı yerlerinde ifsat olduğunu, onların yüzünden huzur kalmadığını, hakların sahiplerine verilmediğini, insan hakları ihlalleri olduğunu anlatsanız, güler geçerler.

Halbuki sonuç ortdadır.

Tarihe dikkatle bakarsak, bu ifsat edicilerin yeryüzünü her cehenneme çevirdikleri görürüz. Yetki ve hüküm bunların elinde olduğu zamanlar huzursuzluğun ve zulün yaygınlaştığı açıktır. Bunlar, Allah ile yaptıkları ahdi bozan kişilerdir. Bunlar, dünya hayatının devamını en mükemmel biçimde yürütecek olan ilâhî ölçülere sırtlarını dönerler. Bunlar, kabil mantığı taşıyan, aklını nefsilerinin emrine veren kimselerdir.

Dünyanın şimdiki manzarasına bir göz attığımız zaman bu ifsat edicilerin ifsatlarının boyutlarını daha rahat görebiliriz. Silah onların elinde; siyasete yön veriyorlar, ekonomik olarak da güçlüler. Ürettikleri kültür bütün halkları etkiliyor. Ellerindeki propaganda araçları sayesinde ürettikleri şeytanlıkları fazilet gibi sunabiliyorlar.

Onlar ortalığı karıştırıyorlar ama bunu iyi bir gelişme diye sunuyorlar. Onlar zulmün arkasında, onlar sömürücü, onlar haksızlığı ve ahlâksızlığı yasa haline gitiriyorlar. Buna karşın insan haklarının yılmaz savunucuları gibi görünüyorlar. İfsatlarını modernlik, gelişme ve çağdaşlaşma diye sunmayı beceriyorlar. Aldıkları haksız kararlar çoğu zaman en iyi çözüm diye takdim ediliyor.

Çevremizde olup biten bir çok rahatsız edici olayın arkasında onlar var. Nerede bir fitne varsa onların başı altından çıkıyor. Sömürü çarkını onlar çeviriyor, dünyanın zenginliklerini onlar yağmalıyor, cinayetlerin plânlarını, ham ve mamul maddelerini onlar üretiyor.

Zalimleri üretenler, yüreklendirenler, destek olanlar yine onlar.

Ateşi körükleyip sonra da ‘yangın var’ diye feryat edenler de onlar.

Dünyayı yaşanmaz hale getirenler onların kafa yapıları ve faaliyetleri.

Çevreyi ve tabii dengeyi sarsan onların mantığıdır.

Dünyayı tehdit eden bütün kötülüklerin altında onların çarpık anlayışlarının imzası vardır.

Onlar şeytanî oluşumlarla ittifaklarla yaparlar. Çıkarlarına engel olan her şeyi düşman ilan ederler. Hatta kitleleri bile imha etmekten çekinmezler. Onların mantığı haksızlığı, hırsızlığı, ahlâksızlığı, namussuzluğu, çıkarcılığı körüklüyor. Onların düzen sandıkları ifsatları insanları bencil yapıyor, insanları birbirine düşürüyor,  savaşları kışkırtıyor.

Onların yüzünden kimi coğrafyalar işgal altında. Kimleri mahzun, kimileri perişan, kimileri gözü yaşlı.

Böyleleri çıkarlarından başka kutsal tanımazlar.

Çünkü böyleleri ezelde rableri ile yaptıkları ahidlerine uymuyorlar. İşlerinde ve kararlarında Mutlak Doğru’yu esas almıyorlar. Yaratıcının bağlanmasını emrettiği bağı koparıyorlar.

Yeryüzünün yeniden ıslahı bu ifsat edicilerden kurtulmakla mümkündür.

VE YÜREĞİMİZ BU ÜMİDİ DİRİLTMEK ZORUNDADIR.

Hüseyin K. Ece

22.6.1994

Zaandam