Kur’an insanların hangi boya ile boyanmaları, üzerlerinde hangi rengi barındırmaları, hangi boyanın insanın ta iliklerine kadar sinmesi gerektiği harika bir benzetme ile ortaya koyuyor.

 

“Allah’ın verdiği renk… Kim Allah’tan daha güzel renk verebilir ki ? İşte biz, (bunun için) yalnızca O’na kulluk ederiz.” (Bekara, 2/138)

Allah’ın boyası Allah’ın verdiği renk, O’nun verdiği isim, O’nun uygun gördüğü fıtrat, O’nun istediği biçim veya tarz, O’nun razı olacağı bir görüntü, ya da karakter olabilir.

Allah (cc) özellikle müslümanlara hitap ederek, onların imanla almış oldukları ‘müslüman’ ismini, bu ismin gerektiridiği hayat tarzını, bu ismin onlara kazandırdığı kimliği ölüme kadar korumalarını, tabii ölürken başka bir rütbe, lakap veya nitelendirme ile değil; bu isimle ölmelerini tavsiye ediyor.

“Ey iman edenler! Allah’tan hakkıyla korkup-çekinin ve herhalde müslüman (ismiyle) can verin.” (Âli İmran, 3/102)  

Burada Allah’ın kendi dinine boya adını vermesi mecazdır. Boyanın etkisi kumaşta nasıl ortaya çıkıyorsa, boya kumaşın en ince ayrıntısına nasıl siniyorsa ve o kumaşa kendi rengini, hatta adını veriyorsa, âdetâ kumaşı yeniden şekillendiriyorsa; dinin öngördüğü ameller ve anlayışlar da o dine bağlı olan kimseler üzerinde öylece görülür. Dinin getirdiği renk ve anlayış, o insanın hayatının her anında, her davranışında,  her amelinde, her görüşünde ortaya çıkar. Din (inanç) her birine nüfuz eder, deyim yerinde ise, insanın ta iliklerine işler.

Din/dünya görüşü kişiye her açıdan renk verir, onun niyetlerini, davranışlarını, hedeflerini şekillendirir, biçim verir. Bu bir anlamda insanın mayasıdır. Bu maya ile fıtrat (insandaki ilahi format) birleşince ortaya iyi bir insan çıkar. Bu insan da Allah’ın yeryüzü için yarattığı halifelik görevine aday olur.

Tarihte İsrail oğulları çocuklarını yahudi kalmaları için özel bir şekilde yıkarlardı. Bu adet daha sonraları ‘vaftiz’ adıyla hırıstiyanlara geçti. Hırıstiyanların büyük bir bölümü çocukları yedi günlük olunca kilisede sarı bir suda yıkarlar. Bu işleme ‘vaftiz’ denir. Böylece onları kendi inançlarının boyası ile boyadıklarını, dinlerine kattıklarına inanırlar.

Âyet onların bu kanaatini reddedip, asıl tabii boyanın Allah’ın insanın yaratılışına yerleştirdiği İslâm fıtratı, yani ilahi format olduğunu açıklıyor.

Allah’ın boyası demek, Allah’ın insanlar üzerinde yaratmış olduğu fıtratıdır. Bu da İslâm’dan başkası değildir. (Kurtubî, Tefsir, ter. 2/362)

« Boyaların hası Aşllah’ın boyasıdır, Allah’ın boyası ‘fıtrat’, yani insanın doğasıdır. Fıtrat, insanın doğasına Allah’ın döşediği muteşem altyapıdır. İnsanın tek doğal yapısı budur, onun üzerine sürülen tüm boyalar sentetiktir. Zımnen ; Müslüman olmak bir başka boyayla boyanmak değil, sentetik boyaları atıp kendi öz boyasına dönmektir. Bu yüzden İslama döniş öze dönüş, kendine geliştir. » (M. İslamoğlu, Meal s : 52)

Kur’an, müslümanlara tam bir bağlılıkla İslâm bağlanmalarını, içte ve dışta olan amellerinin hepsini ona uydurmalarını, İslâmın onların bütün zamanlarında temel akide olmasını emrediyor. Allah’ın boyası müslümanlar üzerinde belirgin bir sıfat olmalıdır. Bu da ancak İslâm’ın bütün emirlerine isteyerek ve severek bağlanmakla mümkün olur. Öyle ki din onda, tıpkı bir boyanın kumaşa nüfuz edip onun sıfatı olması gibi bir karakter haline gelmelidir.

“Maddiyatta, tabiatta ve bütün kâinatta, dikkaz ediniz O’nun boyasından daha güzeli var mıdır? Ağaçlara ve otlara, bütün çiçeklere, bilhassa insanların simalarına ve göz renklerine şöyle bir göz atınız, onlardaki doğuştan boya ile insanların sonradan sürdüğü sun’î boyalar arasında kıymet ve güzellik bakımından ne kadar büyük fark olduğunu görürsünüz. Özellikle insanın bedenlerine sürülen ve yaratılışı bozan boyalar, ne kadar arizî, ne kadar çirkin ve yapmacık şeylerdir.

İşte maneviyatta, din ve ahlâkta da durum böyledir. Din fıtrî bir din, iman ilâhî bir iman, temizlik doğuştan bir temizlik, güzellik doğuştan bir güzelliktir. Sonradan elde edilmeye çalışılan temizlik ve güzellik de aslında doğuştan gelen güzellik ve temizliğin korunmasına yöneliktir. Sonradan ona bulaşmış bir takım pisliklerin giderilmesine dönüktür.

İnsanları bir paçavra boyar gibi, renkli sıvıya sokup çıkarmakla elde edileceği sanılan iman, sudan bir imandır, çok temelsiz bir dindir. Bunun ne kıymeti var ki? İman ve dini bir boyaya benzetmek gerekirse, biz (müslümanlar) Allah’ın boyası olan fıtrî iman ile ve Allah (cc) tarafından boyanmış olmayı üstün tutarız. Maddi ve manevi bütün temizlik çabalarımız ve güzelliklerimiz hep ilk doğuştan gelen temelin muhafazasına yöneliktir. İslâm dini ve tevhid imanı, insanların Allah tarafından boyanmasıdır. İman, en güzel Allah boyasıdır.” (Elmalılı, Tefsir, 1/426)

Hangi sun’î boya, Allah’ın tabiatta yarattığı boyalar gibi olabilir?

Hangi fabrikasyon (sentetik) boya, insan eliyle meydana getirilen hangi renk, doğal renklerle kıyas edilebilir?

Hangi el, hangi güç insan için en uygun, en doğal, en güzel rengi, şekli, biçimi seçebilir?

Kim Allah’tan daha güzel boya icat edebilir?

Her bir bitkinin, her bir hayvanın, her bir varlığın ayrı bir rengi, ayrı bir fıtrat (doğal) boyası var. Her bir tabii renk insanı hayran bırakır, her bir renk insaının içini açar, her bir doğal renk insanı dinlendirir. Renkler de Yüc Allah’ın ayetlerinden bir ayet, varlığını ve gücünün belgelerinden bir belgedir. Allah’ın ayetleri üzerinde derinlemesine düşünen ma’rifet sahibi inanmış kullar bunun farkında olurlar.

Allah (cc) insana İslâmı fıtrat/yaratılış dini olarak seçmiştir. Bu din, Allah’ın tabiatta yarattığı renkler gibi tabii, güzel ve eşyanın doğasına, insanın ontolojik altyapısına uygundur. (Rum, 30/30)

Herkes bir mayaya sahiptir sözü ile herkesin kendine ait bir boyası vardır sözü arasında bir benzerlik var. Herkesin karakteri, hayat biçimi, anlayışı, davranışları, ürettiği şeyler, bıraktıtğı izlenim, hatta dış görüntüsü onun mayasıdır. Bu maya, alınan eğitim, sahip olunan kültür ve içinde yaşadığı toplum değerleri ile ilgilidir.

Kişin yaptıkları sonuçta onun mayasında saklı olan karakteridir. Bir başka deyişle bu insanın boyasıdır. Bu maya ortaya iyi sonuçlar da koyabilir, kötü sonuçlar da. 

İnsan acaba boyasını nereden almış, ona bu boyayı kim çalmış?

Bir boya sürünmüş ya, acaba nerenin ve kimin boyası?

Hangi anlayışın, hangi zihniyetin, hangi kafa yapısının, hangi mahfilin, hangi güç odağının, hangi ideolojinin boyası?

Boyasının kalitesi nedir?

Göze hoş gelmesi veya gelmemesi bir yana, tabii mi, kişiye uyuyor mu, insanın olması gereken halini yansıtıyor mu?

İnsanların sahip oldukları din, inanç, ideoloji, dünya görüşü veya hayat felsefesi onlara bir isim, bir kimlik, bir karakter verir, onları kendi renkleriyle boyarlar. Bu renkler de o insanın üzerinde hayat tarzı, yaşama anlayışı ve ahlak olarak görünür.

Tarihte ve günümüzde kimileri toplumlara, ya da elleri altında bulunanlara kendi mayalarını vermek, onları kendi renkleri ile şekillendirmek isterler. Bir boya uydururlar; sonra da o boyayı herkese çalmak, herkesi kendi renklerine bağlamak ihtirası taşırlar.

Kimileri de fıtrat boyasını, doğal boyayı ; yani boyaların/renklerin en güzelini bırakıp, sun’î, yapmacık, doğal güzellikten uzak boyaların, insanların uydurduğu renklerin peşine düşerler. Onların verdiği isimleri benimserler. Onların ideolojilerine inanır, o ideolojinin değer yargılarını benimserler.

Böylelerinin yaşantılarının her bir alanında o sahte, o yapmacık, o tabii olmayan sentetik boyaların izleri, çirkinliği, iğretiliği, yabancılığı görülür.

İnsan Allah’ın boyasını tercih eder, o ilâhî renk ona bir karakter gibi hakim olur,  bütün hayatına, bütün davranışlarına o tabii boyanın etkisi sinerse ; hem güzellikleri kuşanmış olur, hem de çevresine güzellik saçar.

 

Hüseyin K. Ece

16.4.2011

Zaandam/Hollanda