(İslâmı hayata hâkim kılmanın önündeki engelleri anlatmaya devam ediyoruz.)

10-Zamana uymak

Kimileri; “zaman sana uymasa da sen zamana uy” derler.

Ne demekse?

 

Yani çevreye, yani içinde bulunduğumuz şartlara uymak. Çoğunluk nasıl yapıyorsa öyle yapmak. Bir şeyin doğru olup olmadığına, hayr olup olmadığına bakmadan herkes ne yapıyorsa aynen yapmak. Yani sürüye uymak, kalabalığa uymak, körü körüne gitmek...

Bu tutumda “Allah ne der” diye düşünme yerine, “insanlar ne der korkusu” vardır.

Allah’ın vereceği mükȃfat yerine, çevrenin aferini daha ağır basar.

Buna, ev eşyasından alımından ev döçemesine, çevre edinmektenmisafir ağırlamaya, düğünlerden bayramlara, elbise giyiminden model seçmeye, töreden geleneklere kadar bir çok alanda şahit oluyoruz.

Kur’an Allah’tan korkma yerine insanlardan korkmayı önceleyenleri kınıyor. Böylelerine dünevi keyfin ve rahatlığın geçici olduğu hatırlatıyor.(1)

Âlemlerin Rabbi Allah’ı hesaba katmayanlar, zamanın hayata müdahil olduğunu, eşyaya ve insana zamanın yön verdiğini düşünürler. Kur’an onların halini şöyle anlatıyor:

“Onlar hâlâ: “Bu dünyadaki hayatımızdan başka bir şey yok!” derler, “Dünyaya geldiğimiz gibi ölürüz ve bizi ancak zaman yok eder”. Fakat onların bu konuda hiçbir bilgileri yok: onlar sadece zannederler.”(2)

Zamana uyma iddiası çeşitli yönlerden tartışılabilir. Zamana uymanın boyutları belki kişiden kişiye, kültürden kültüre değişebilir.

Ancak böyle bir iddianın altında bizce bir kaç önemli sebep vardır.

1-Kendine güvenememek/kişiliği gelişmemek, ya da aşağılık kopleksi.

Kişiliğine güvenen bir kimsenin kalabalıklara uymak, çoğunluk gibi olmak, başkalarının arzuladığı gibi olmak diye bir derdi olmaz. O kendisidir, kendisi olmaktan da memnundur. Kendi varlığının farkına varmak hem başka varlıkları var olduğunu farkettirir, hem de kendi değerini keşfettirir.

2-Dünyalık bir şeyler kapma arzusu.

Böyleleri tek dünyalık yaşarlar. Hayat buradaki kadardır zannederler. Öyleyse arzu edilen, istenen, haz veren her şey hedeftir. Ne kadar alabilirsen, ne kadar zevk tadabilirsen, ne kadar sahip olabilirsen veya harcarsan kâr diye düşünürler. Onlar; yeme, içme, kazanma ve harcama hapishanesinin gönüllü esirleridir. Hayalleri bunların ötesine geçmez. Zaman uymayı bu arzularına kavuşma uğruna öncelerler.

3-İnandığı değerlerden şüphe etmek.

Kimileri ideal değerlerin kaynağı olan İlâhî vahye inandığını iddie eder ama zamana uymaya da iman ilkesi gibi sarılır. Böyleleri inandığını iddia ettiği değerlden emin değil ki, oo değerleri ahlâk olarak yaşama yerine zamana uymaktan söz ediyor. Kalabalığa uymayı bu yüce değerlerin önüne alıyor. Halbuki bir şeyi değer olarak almak ve onu hayat ilkesi haline getirmek başlı başlına bir güven duygusudur.

4-Onlardan olduğunu hissettirmek.

Zamana uyma iddiasında olanlar, kendi değerlerine güven duymuyorsa, uymaya çalıştığı kitlelere “ben de sizdenim” mesajı veriyor demektir.

Kur’animanedenleribirbaşkaaçıdanşöyleuyarıyor:

“Müminleri bırakıp hakikati inkâr edenleri dost edinenlere gelince, onlarla şeref kazanacaklarını mı umuyorlar? Unutmayın ki asılşeref (yalnız)Allah'a aittir.”(3)

5-Çevredekilere şirin görünme hastalığı.

Belki dışlanma korkusu, belki çıkar elde etme amacı, belki mevki kapma hırsı, belki aşağılık kompleksi sebebiyle bazılarıçevrelerine şirin görünmeye çalışırlar. Onlara sokulurlar, kanatlarının altına girmeye çalışırlar, hatta yağcılık yaparlar.

Kur’an, iman açısından bu tutumu iki yüzlülük olarak niteliyor.

“(O münafıklar) sizi hoşnut bırakmak için (iyi niyetle edip-eyledikleri konusunda) yüzünüze karşı Allah'a yemin ederler. Oysa, eğer gerçekten inanmış olsalardı, başka herkesten önce Allah'ı ve O'nun Elçisi'ni hoşnut etmeye çalışmaları gerekirdi!”(4)

Özetle, “zamana uymak” sözü temeli olmayan, kof, gerçeklerle bağdaşmayan bir iddiadır ve imanı zayıf olanlar için bir tuzaktır.

Yani şimdi bir zamanda bir toplumda herkes hırsız ise, hırsızlığın kötü olduğunu bile bile onlara mı uymalı?

Bir zamanda herkes yanlışta ise, ne yapalım zamana uymak gerekir deyip biz de mi yanlışı seçelim?

Elimizde doğru seçme imkanı varken. Bir toplumda herkes kör ise, biz de mi kör olalım?

Şahsiyetli ve insanın üzerinde sonsuz bir güce iman eden bir kişi zamana değil doğru ilkelere, isabetli ölçülere, eskimez değerlere uymalı. Hayır olanı tercih etmeli, Hakka taraf olmalı. Bir kimse benim her konuda ölçüm haktırdiyorsa o işin doğrusu yapıyor, neye uyulacağını göstermiş oluyor.

Zamana uyma iddiası, İslâmı hayata hakim kılma önünde ciddi bir engeldir. Zira İslâmın bir çok ilkesi, emri, ölçüsü, hevâlarından hüküm verenlerin ölçüleriyle bağdaşmaz. Hevâlarını ilah (tanrı) edinenlerin çoğunlukta olduğu zamana (yani onlara) uymak haktan sapmaktır.

 

11-Töreye veya atalar dinine uymak

Kimileri de içinde yetiştikleri toplumun ötedenberi âdet edindiği geleneklere, törelere, alışkanlıklara sıkı sıkıya bağlıdırlar. Onların doğru yanlış, hak batıl oluşuna bakmazlar. Töre ise,atalardan kalmaise, bu yeter onlara göre. Atalarından kalan töre/âdet Kur’an’a zıt olsa bile, dinin haram kıldığı bir şey olsa bile, akla, mantığa, hayra uymasa bile. Çirkin, abes, iğrenç olsa bile.  Çünkü onlar için ölçü adalet, insaf, hayır ve ma’rufdeğil, ataların yoludur.

“Ve (bunun içindir ki) ne zaman utanç verici bir iş işleseler, “biz atalarımızı da bu işi yapar bulduk; hem, Allah emretmiştir bunu bize” derler hemen. De ki: “Bakın, Allah asla utanç ve tiksinti veren işleri emretmez. Siz, yoksa hakkında hiçbirşey bilmediğiniz birşeyi mi Allah'a yakıştırıyorsunuz?”(5)

Halbuki bir mü’min için ölçü ataların dini, âdeti, örfü, kişinin kendi hevâsı (görüşü), zaman gibi şeyler değil; vahiydir, Kur’an’dır. Mü’min bir şeyi atadan deden kalmadiye sürdürmez. Hakka uyuyorsa alır, uymuyorsa reddeder. Bir konudaki ölçüsü ataların seçtikleri, onlarıng eleneğine uygun olan şey değil; Allah’ın koyduğu ölçülerdir.

Kur’an onların bu tutumunun yanlışolduğunu bir çok âyette söylüyor ve onları kınıyor. Mesela;

“Hayır! Ama şöyle derler: “Biz atalarımızı (belli) bir inanç üzerinde bulduk ve ancak onların izinden giderek doğru yolu buluruz!”(6)

Özellikle inkarcıların bahanesi budur. Atalarının izinden gitmek. Atalarının ilke ve ölçülerini esas almak.

Ama onlara, “Allah'ın indirdiğine uyun!” denildiğinde bazıları: “Hayır, biz (yalnız) atalarımızdan gördüğümüz (inanç ve eylemler)e uyarız!” diye cevap verirler. Ya ataları akıllarını hiç kullanmamış ve hidayetten nasib almamış iseler?”[7]

“Zira onlara, “Allah'ın indirdiğine ve Elçisi'ne gelin!” denildiğinde, “Atalarımızdan gördüğümüz inançlar ve fiiler bizim için kafidir” diye cevap verirler. Ya ataları hiç birşey bilmeyen ve doğru yoldan uzak kimseler idiyseler de mi?”[8]

 

12-Peşin olanı tercih

“Fakatsiz (eyinsanlar! ) dünya hayatını tercih ediyorsunuz.

Oysa ahiret daha hayırlı daha devamlıdır.

Şüphesiz bu (anlatılanlar), önceki kitaplarda, vardır.

İbrahim veMusa'nın kitaplarında.” (A’la 85/16-19)

Burada elde olan, tadılan, kullanılan peşin. Gözle görülüyor, elle tutuluyor,

yeniyor, içiliyor. Yani her şey maddi.

Dinin vadettikleri ise görünmüyor, peşin değil gibi görünüyor. Elde olan ele geçecek olandan daha inandırıcı oluyor

Nefisler buna aldanıyor, şeytan buradan insanı yakalıyor.

Salih amele vadedilen sevap sahici gelmiyor sanki,

Günahlara vededilen azap hayali sanki.

Böyle olunca da insan islâmi hayatı sürekli erteliyor.

“Bakın, (Allah'ı umursamayan) şu adamlar bu gelip geçici dünyayı severler, ama ızdırap dolu bir Günü (düşünmeyi) ihmalederler.”(İnsan 76/27)

“Mal mülk ve çocuklar dünya hayatının süsleridir; ama ürünü kalıcı olan dürüst ve erdemli davranışlar ise, karşılığı bakımından, Rabbinin katında daha değerli ve bir ümit kaynağı olarak daha verimlidir.”(Kehf 18/46)

 

13-Gündelik hayatın cazibesine kapılma

Kur’an buna emel ile oyalanma diyor.

“Elif-Lâm-Râ. Bunlar ilahî kitâbın –kendisi açık olan ve hakkı açıkça

Gösteren bir ilahî okuma metninin- âyetleridir. 

Bir vakit gelecek ki, (şimdi) bu gerçeği inkâra kalkışanlar, keşke (dünya hayatındayken) Allah'a boyun eğip teslim olsaydık diye yerinecekler. 

(Şimdi) kendi hallerine bırak onları, yiyip (içsinler), avunsunlar; bu arada (boş hazların) umudu aldatıp oyalasın onları; nasıl olsa günü gelince (gerçeği) öğrenecekler.”(Hıcr 15/1-13)

Dünyalık çalışmalar, amaçlar, kazançlar, hırslar ve yarışlar öylesine devam ediyor, insanı öylesine meşgul ediyor ki, günler gelip geçiyor, ahirete yatırım unutuluyor, ölüm uzakta zannediliyor.

Gündelik işlerin sanı öylesine oyalar ki, zaman nasıl geçtiğinin farkında olunmaz. Seneler hızla akar gider. İnsan bir bakar ki yaşlanmış. Mezara bir adım daha yaklaşmış. Kimisi bundan sonra “zararın neresinden dönersem kârdır”  deyip, ihmal ettiği görevleri yerine getirmeye çalışır. Kimisi saçlarının aklaştığına bile bakmaz. Habire koşturmaya devam eder. Gündelik işler öylesine caziptir ki, mıknatıs gibi çoklarını peşine takar ve sürükler.

Halbuki insan bir yolcudur. Bir yerden gelip bir yere doğru gider. Dünyadaki hayat bir duraktaki dinlenme gibi. Bir ağacın altında gölgelenem gibi. Ama yolculuk devam ediyor. Bu gerçeği bize bir hadis şöyle hatırlatıyor:

Abdullah ibnu Ömer (ra) anlatıyor: Rasûlüllah (sav) omuzumdan tuttu ve: “Sen dünyada bir garib veya bir yolcu gibi ol.” buyurdu. İbnu Ömer (ra) şöyle diyordu: “Akşama erdin mi, sabahı bekleme, sabaha erdin mi akşamı bekleme. Sağlıklı olduğun sırada hastalık hali için hazırlık yap. Hayatta iken ölüm için hazırlık yap.” (Buhari, Rikak/2 Ayrıca bk. Tirmizî, Zühd/25. İbniMâce, Zühd/3)

Hayatın akışına kendini kaptırıp da kulluk görevlerini ve ahirete hazırlanmayı unutanlara şu âyeti ve hadis’hatırlatmak gerekir.

“İnananlar için hala vakit gelmedi mi ki, kalbleri Allah’ın zikrine ve inen Kur’an’a karşı saygı duyup yumuşasın ve bundan önce kendilerine kitap verilmiş sonra üzerlerinden uzun zaman geçmekle kalpleri katılaşmış çoğu da yoldan çıkmış kimseler gibi olmasınlar.” (Hadid57/16)

Ebû Hüreyre’den rivâyet edildiğine göre Resûl]llah (sav) şöyle buyurdu:

“Yedi şey gelip çatmadan iyi işler yapmaya bakın. Yoksa siz insana görevlerini unutturan fakirlikten,

azdıran zenginlikten,

halsiz bırakan hastalıktan,

bunaklaştıran ihtiyarlıktan,

ansızın yakalayan ölümden,

gelmesi beklenen şeylerin en fenası deccâlden,

belâsı daha büyük ve daha acı olan kıyametten başka birşey mi gözlüyorsunuz?” (Tirmizî, Zühd/3)

 

(1) Nisa 4/77

(2) Casiye 45/24

(3) Nisa 4/139

(4) Tevbe 10/62

(5) A’raf 7/28

(6) Zuhruf 43/22

(7) Bekara 2/170. BirbenzeriLukman 31/21

(8) Maide 5/104

 

Hüseyin K. Ece

Zaandam/Hollanda