(İslâmı hayata hâkim kılmanın önündeki engelleri anlatmaya devam ediyoruz)

14- İşi yeterince ciddiye almamak 

“Sizi sadece boş yere yarattığımızı ve sizin hakikaten huzurumuza geri getirilmeyeceğinizi mi sandınız?” (1)

 

Kimileri hayatın bu dünya hayatından ibaret olduğunu zannediyor. Geldiği yere dönemyeceğini, her şeyin burada olup biteceğinine inanırlar.

Pek çokları ölümü görürler ama onu ciddiye almazlar.

Mezarlıkların yanından geçerler de günün birinde buraya geleceklerini düşünmezler.

Nasreddin Hoca’nın hırsızı mezarlıkta bekleme hikâyesine fıkra olarak gülerler de mezarlıkta kendilerini de bir bekleyenin olduğunu unuturlar.

Cenazelerini kendi elleriyle gömerler de, sıranın kendilerine geleceğine hiç ihtimal vermezler.

Pek çok kimse annesini, babasını sevdiğini kendi eliyle toprağa verir de, kendi sevdiklerinin de onu böyle toprağa koyacağından gaflet eder.

Kur’an, adeta haykırıcasına, çeşitli âyetlerde, muhtelif  ifadelerle; “Ey insan aldanma, uyuma, gözünü ve kulağını aç. Bu işin şakası yok. Ölümden ötesi var ve ötede hesap var” diye hatırlatıyor.

Kur’an’ın bu çağrısını ciddiye alanlar ölüm için hazırlık yaparlar. Ölümden sonra da işe yaracak faaliyetlerde bulunurlar.

Birisine yalancıktan;“piyangodan, spor totodan, falanca yerden sana şu kadar ikramiye çıktı, ya da birisi sana falanca akrabandan ciddi anlamda bir miras kaldı”  dense acaba kaç kişi bu yalan habere kulak kabartmaz?

Seçim sonrası “falanca belediye başkanlığını sizin partiniz kazandı” dense, hangi fanatik partili bu habere aldırmazlık eder,  duymamazlıktan gelir?

Defalarca görülmüş, duyulmuş ve yaşanmıştır ki, bazıları yazılı ve görsel medyada yalan, uydurma, asparagas olduğundan yüzde yüz emin olduğu haberlere bile dikkat eder, onları ciddiye alır.

Yalan haberlere, uydurma hikayelere, aslı astarı olmayan rivâyetlere kulak kabartan, ilgilenen, bu gibi şeyleri ciddiye alanların, Kur’an’ın mutlak doğruları karşısında umursamaz tavırlarını anlamak mümkün değil.

Bizzat şahit olduğu ölüm gerçeğini es geçmesi inanılır gibi değil.

Efendisinin, başkanının, şeyhinin her dediğine dikkat eden, her emrini kanun gibi kabul edip sorgusuz sualsiz yerine getiren bir inanmışın, Kur’an’ın hakikatleri karşısında hassas olmaması, duyarlı davranmaması izah edilemez.

Bir müslüman, taraftarı olduğu takımının maç sonucunu merak ettiği kadar,  bu gibi şeylerle ilgilendiği kadar ölümden sonrasını merak etmiyor, “acaba orada halim nice olacak?” demiyorsa, bu noktada bir sıkıntı var demektir. Şüphesiz böyle bir gaflet insana kulluk görevlerini aksatır.

Bazıları, Kur’an’ı seviyorlar, ona saygılı davranıyorlar, onu evlerinin en güzel yerinde saygıyla koruyorlar, belde aşağı tutmamaya çılışıyorlar, yere atmıyorlar/koymuyorlar.

Bunlar güzel Ancak Kur’an bunun içinin dirilmedi ki. Bu saygının ve sevginin pratik hayattaki karşılığı, onu hayat haline getirmektir. Onun içinde olan haberlere, uyarılara, müjdelere, ölçülere, ilkelere, değerlere itibar etmektir. 

Şüphesiz Kur’an ne pas geçilecek bir kitap, ne hikâye, ne de insan sözüdür. Kur’an –haşa- şaka yapmamaktadır.

“O (Kur'an), elbette (hak ile batılı) ayırdedici bir sözdür. O, şaka değildir.” (2)

Kulluk görevlerini ihmal edip sürekli erteleyenlere, ya da Kur’an’ın çağrılarına yeterince kulak vermeyenlere Allah (cc)şöylesoruyor :

“İman edenlerin Allah'ı anma ve O'ndan inen Kur'an sebebiyle kalplerinin ürpermesi zamanı daha gelmedi mi? Onlar daha önce kendilerine kitap verilenler gibi olmasınlar. Onların üzerinden uzun zaman geçti de kalpleri katılaştı. Onlardan bir çoğu yoldan çıkmış kimselerdir.” (3)

Kur’an iman edenlere gülenlerle ilgili ilginç bir benzetme yapıyor :

“Şüphesiz günahkârlar, (dünyada) iman edenlere gülerlerdi. Onlarla karşılaştıklarında kaş göz hareketleriyle alay ederlerdi. Ailelerinde döndüklerinde, (alaylarından dolayı) keyiflenerek dönerlerdi. Mü’minleri gördükleri zaman: ‘Şüphesiz bunlar sapıtmış’ derlerdi. Halbuki onlar, mü’minleri denetleyici olarak gönderilmediler. İşte o gün (ahirette) de iman edenler kâfirlere gülerler.” (4)

Hayatı bir imtihan bildikleri ve ahirete iman ettikleri için buna hazırlanan, dolaysıyla inkârcılar gibi yeyip içmeyen, eğlenmeyen, ibadet etmeye çalışan mü’minlere bazıları güler. Onları kafasızlıkla (gericilikle mi demeliydim) suçlarlar. Ancak ölümden sonrasını hesaba katılıp ciddiye alanlar, az güler çok ağlarlar.  Ölümden sonra neleri kaybettiği anlayanların gülmeye, eğlenmeye çok vakitleri olmaz.

Bütün bunlar akıldan çıkınca da insan, işin ciddiyetini unutabiliyor.

EbuZerr (ra) anlatıyor: "Resûlullah (sav) buyurdularki: "Ben sizin görmediğinizi görür, işitmediğinizi işitirim. Nitekim sema uğuldadı, uğuldamak da ona hak oldu. Semada dört parmak sığacak kadarboş bir yer yoktur, her tarafta Allah'a secde için alnını koymuş bir melek vardır. Allah'a yemin olsun, benim bildiğimi siz bilseidiniz az güler, çok ağlardınız, yataklarda kadınlarla telezzüz etmezdiniz, yollara, çöllere dökülür, (belanızı def etmesi için) Allah'a yalvar yakar olurdunuz." (EbuZerr (ra) ilâve etti : "Keşke sökülen bir ağaç olsaydım." (5)

Hadisin sonunda yer alan "ağaç olma" temennisinin, hadisin râvisi Ebu Zerr (ra)'e ait olduğunu şârihler belirtir. Hadis, insana uhrevî hesabın ciddiyet ve zorluğunu anlatınca, Ebu Zerr (ra), bu ihbarın ciddiyetini anlamış olduğunu ifade sadedinde, kazanılması zor, kaybedilmesi dehşetli bir sonuca atacak öyle bir imtihana mâruz kalmaktansa bir ağaç olmayı temenni etmiştir.

15-Uyarılara / hatırlatmalara kulak asmamak

Kuran bir öğüt (mev’iza) ve inzar (uyarı) kitabıdır.

“Bu, şüphesiz, bir öğüt ve uyarıdır: öyleyse, dileyen Rabbine ulaştıran yola koyulsun!” (6)

“… Şu halde ey akletme yeteneğinin kamil manada kullananlar, Allah’a karşı sorumluluğunuzun bilincinde olun. (Ey bu vahye) iman edenler, siz de… Zira Allah size uyarıcı bir mesaj indirdi.” (7)

Kur’an insanı sürekli uyarıyor. « Gafil olma, ihmal etme, hazırlıklı ol, görevlerini yerine getir, iyi bir sonuç için çalış, çaba göster diyor farklı ayetlerde, farklı ifadelerle. Bu uyarı ve öğütleri ciddiye alan, şu fani dünyanın zevklerine aldanmayıp, ölümden sonrası için ellerinden gelen hazırlığı yapar. Bilir ki sonsuz mutluluk bu fani hayatta kazanılıyor.

Sonsuz bedbahtlığın burada kazanıldığı gibi.

Kur’an’ın isimlerinden biri de ‘ez-Zikr’ ve aynı kökten türeyenez-Zikrâve el-Tezkira’dır. Yani hatırlatan, öğüt veren veya uyarandırHatırlatma bir açıdan öğüt vermedir. Sonuçta muhatabın kendine gelmesi ve düzelmesi istenir.

Kur’an ellibeşyerde kendisine farklı ifadelerle ez-Zikr demektedir.Mesela;“Hiç şüphesiz Zikr’i (Kur’an’ı) biz indirdik biz; onun koruyucuları da gerçekten biziz.” (8)

Zikrullah /Allah’ın zikri formunda. (Ra’d 13/28)

Zikru’r-Rahman /Rahman’ın zikri formunda.  (Enbiyâ 21/36)

Zikrî /Benim zikrim formunda. (İsrâ 17/101)

Zikrunâ/Bizim zikrimiz formunda. (Tûr 52/29)

Zikrâ / Yoğun hatırlama, hatırlatıcı formunda. Bu da çok zikir, yoğun hatırlatma, daha keskin uyarı demektir ki bu, ‘zikir’ kavramından daha geniştir. Mesela; “Korkup-sakınanlar üzerinde onların (âyetlerle alay edenlerin ) hesabından herhangi bir şey (sorumluluk) yoktur. Ancak (bu) bir yoğun hatırlatmadır (zikrâ’dır). Umulur ki korkup- sakınırlar.” (9)

İnsan inanan olsun inanmayan olsun, sürekli unutur, gaflete düşer, dünya hayatının cazibesine kendini kaptırır gider. Onun için ona sürekli hatırlatmak gerekir.[10]

Şüphesiz hatırlatma ve öğüt özellikle iman edenlere çok fayda verir. (11)

Kur’an’ın indiriliş amacı da budur:“(Bu), kendisiyle insanları uyarman, inananlara öğüt vermen için sana indirilen bir kitaptır. Artık bu hususta kalbinde bir şüphe olmasın.” (12)

Tezkirâ formunda:Bu da hatırlatma, öğüt, hatırlatan şey demektir. Mesela; “Hayır; O (Kur’an) bir tezkirâ’dır (bir hatırlatma, bir öğüttür). Artık dileyen, onu düşünüp-öğüt alsın.” (13)

Kur’an’ın bir başka adı da Mev’izâ’dır. ‘Mev’izâ’; nasihat (öğüt), kalbini yumuşan şey ve Allah’ın azabınını hatırlatan demektir. (14)

Allah’tan gelen Kur’an, Tevrat gibi kitaplar, vahy ve diğer ilâhî ölçüler insanlar için bir öğüttür (mev’izadır).

“Bu, bütün insanlığa iletilmiş tarifsiz bir bildiridir ve sorumluluk bilincini kuşananlar için de bir rehber ve öğüttür.” (15)

“Ey insanlar! Size Rabbinizden biröğüt (mev’iza), gönüllerdekine bir şifa, müminler için bir hidayet ve rahmet gelmiştir.”(16)

“Zımnen: İnsanın Allah’tan tek bir şey isteme hakkı olsa, insan o hakkı hidayet istemek için kullanmalıdır. Âyet dört unsur ihtiva ediyor: İlk ikisi olan ‘öğüt (mev’iza)’ ve ‘şifa’ herkesi kapsar. Öğüt düşüncenin, şifa duygunun inşası için dir. Son ikisi olan ‘rehberlik’ ve ‘rahmet’, inananları kapsar. Zira vahiy ancak kendisine inanan kimseye rehberlik yapar. Rehberlik yaptığına da rahmet olur.” (17)

‘Mev’iza’, tek başına bir öğüt verme işi değildir, o aynı zamanda Allah’tan gelen vahy’dir, emirdir, ölçüdür. O kullarına sürekli ‘va’az’ ediyor, onlara Kur’an’ıyla öğüt veriyor. (18)

Allah (cc) Kamer Suresinde Kur’an’a kulak verme hususunda dört defa daha şöyle sesleniyor: “Bu nedenle Biz bu Kur’an'ı akılda kolay tutulur kıldık: öyleyse, yok mudur ondan ders almak isteyen?” (19)

 

16-Şeytanın Allah ile aldatmasına kanmak

Şeytan insanı Allah ile aldatabilir mi? Evet, aldatabilir.

“Ey insanlar! Şüphe yok ki, Allah’ın her konudaki verdiği söz gerçektir ve mutlaka gerçekleşecektir. O halde dünya hayatı nimet ve süsleriyle sizi ahiret hayatından alıkoyup aldatmasın. Çok aldatıcı olan şeytan da sakın sizi aldatıp Allah’ın lütuf ve bağışlamasına ümidlendirmesin.” (20)

“Allah’ ile aldatmak, Allah hakkında kuruntu kabilinden düşüncelerin peşine takılmaktır. Zımnen: ‘Nasıl olsa affeder’ diyerek O’nun affını istismar etmektir.” (21)

Bu yanlışlık hem Allah’ı hakkıyla takdir edememek, hem de Allah’ın Rahman ve Ğafûru’r-Rahim/zatında merhametli, çok çok bağışlayan, yaptığı her işde merhametli oluşunu yanlış anlamaktır. Şüphesiz Allah (cc) affedicidir, merhametlidir. O dilediğini affeder, dilediğine rahmet eder. O kullarına azap etmeyi öncelemez, bilakis rahmet etmeyi önceler.

İyi de insanın görevi yok mu?

İnsan iyi bir sonuç için çalışmalı değil mi?

İnsan dünya hayatında hem şeytanı ve azgın nefsini (hevâsını) dinleyecek, Allah’a karşı görevlerini ihmal edecek, hatta Rabbine isyan edip kafa tutacak; sonra da mütevazi, boynu bükük, saygıyla Rabbine kulluk görevlerini elinden geldiği kadar saminiyetle yapmaya çalışanlardan fazlasını bekleyecek?

Bu olacak şey değil.

İnsan şeytanın kendisi için düşman olduğunu unutmamalı. (22)

 

-         Sonsöz

İnsan Rabbine doğru sefer halindedir. Eninde sonunda O’na kavuşacaktır.

“(öyleyse), eyinsan -sen (madem ki) zahmetli bir çaba ile Rabbine yönelmektesin sonunda mutlaka O'na kavuşacaksın!” (23)

Kur’an, ısrarla bu dünya hayatının biteceğini, insanın hayatının hesabını mutlaka vereceğini, zerre kadar iyiliğini de zerre kadar kötülüğünü göreceğini, cennet ve cehennemin var olduğunu yüksek sesle söyleyip insanı uyarıyor.

Bu hayatta Rabbe yakın olmaya çalışanlar, burada ve yarın (Ahirette) O’na kavuşurlar. Bu dinin Peygamberi sonuçta Kur’an diliyle şunu söylüyor:

“De ki: “Ben de sizin gibi ölümlü bir insanım. Tanrınızın bir Tek İlah olduğu vahyolundu bana. Öyleyse, artık her kim Rabbine kavuşmayı umuyorsa, dürüst ve erdemli davranışlar (salih ameller) ortaya koysun ve Rabbine özgü kullukta hiç kimseyi, hiç birşeyi (O'na] ortak koşmasın!” (24)

İnsana düşen Âlemlerin Rabbinden başka tanrı tanımamak, sadece ona kulluk yapmak, O’na şükretmek, O’ndan gelen ölçüleri (İslâmı) bütün engellere rağmen hayata hâkim kılmaya çalışmaktır.

Kişi böylece hem iki dünyada da huzura erer, hem de Rabbine yakın olur.

Vesselâm.

Hüseyin K. Ece

10.03.2014

Zaandam/Hollanda

 

(1) Mü’minûn 23/115

(2) Tarık 86/13-14

(3) Hadid 57/16)

(4) Mutaffifîn 83/29-34

(5) Tirmizî, Zühd 9 (2313); İbnuMâce, Zühd 19 (4190)

(6) Müzemmil 73/19. Birbenzeri: İnsan 76/29. Tâ-hâ 20/1-3

(7) Talak 65/10

(8) Hıcr 15/9)

(9) En’am 6/69. Ayrıcabakınız:. Hûd 11/114. Ankebût 29/51

(10) En’am 6/90. Kâf 50/8

(11) Zariyât 51/55

(12) A’raf 7/2

(13) Abese 80/11. Ayrıcabakınız: Vakıa 56/73. Hakka 69 /12, 48. Müdessir 74/49, 54. Tâhâ 20/3

(14) Cürcânî, S. Şerif. el-Tarifât s: 232

(15) Âli İmran 3/138

(16) Yûnus 10/57

(17) İslamoğlu, M. Meal, s: 384

(18) Ece, H. K. İ. TemelKavramları, s: 401

(19) Kamer 54/17, 22, 32, 40

(20) Fâtır: 35/5. Birbenzeri: Lukman 31/33

(21) İslamoğlu, M. Meal, s: 815

(22) Bekara 2/168, 208. En’am 6/142. A’raf 7/22. Yûsuf 12/5. İsrâ 17/53. Yâsîn 36/60

(23) İnşikak 84/6

(24) Kehf 18/110