Hevâsına uyanların özellikleri

1-Dalalete (sapıklığa) düşerler

Hevâlarına uyanlar tam bir sapıklığa düştükleri gibi (Câsiye 45/23) bunların peşinden gidenler de Allah'ın yolundan saparlar.

 

Kayıtsız şartsız hevâlarına uyanlar hem saparlar, hem de saptırırlar. Şu âyetlerde onların durumları anlatılıyor:

De ki: "Ey kitap ehli! Dininizde haksız yere aşırı gitmeyin. Daha önce sapmış, birçoklarını da saptırmış ve böylece doğru yolu kaybetmiş bir kavmin hevâsına uymayın".” (Mâide 5/77)

(Hakikati inkâr edenlere) de ki: “Allah'ı bırakıp yalvardığınız (varlıklar)a tapmaktan men olundum”. De ki: “Ben sizin hevânıza (mesnedsiz görüşlerinize) uymam, yoksa sapkınlığa düşerdim ve doğru yolu bulanlar arasında olmazdım”.” (En'âm 6/56)

Üzerine Allah'ın adı anılıp kesilenden yememenize sebep ne? Oysa Allah, çaresiz yemek zorunda kaldığınız dışında, haram kıldığı şeyleri size açıklamıştır. Doğrusu bir çokları bilgisizce kendi kötü arzularına (hevâlarına) uyarak saptırıyorlar. Muhakkak ki Rabbin haddi aşanları çok iyi bilir.” (En’am 6/119)

 

2-Keyiflerinin peşine giderler

‘Hevânın yerleştiği kalpte, başta şirk olmak üzere bütün olumsuz davranışlar, bütün kötülükler yerleşmeye başlar.

Böyleleri ‘heva’nın bir benzeri olan zannlarının (boş kuruntularının) ve hevâlarının peşine giderler. Allah’ın gönderdiği hidayet rehberine aldırmazlar bile.

Bunlar (putlar), sizin ve atalarınızın taktığı isimlerden başka bir şey değildir. Allah onlar hakkında hiçbir delil indirmemiştir. Onlar ancak zanna ve nefislerinin arzusuna (hevâlarına) uyuyorlar. Halbuki kendilerine Rableri tarafından yol gösterici gelmiştir.” (Necm 53/23)

 

3-Haktan yüz çevirirler

Kişinin kendi ‘hevâsına uyması, kendi keyfinden başka gerçek tanımaması, kendi görüşlerini mutlak doğru sanması; Hakk’tan yüz çevirmesi demektir.

Ey Davud! Biz seni yeryüzünde halife yaptık. O halde insanlar arasında adaletle hükmet. Hevâ ve hevese uyma, sonra bu seni Allah'ın yolundan saptırır. Doğrusu Allah'ın yolundan sapanlara, hesap gününü unutmalarına karşılık çetin bir azap vardır.” (Sâd 38/26)

Böyle yapanlar zalim olurlar. Zalimler ise Hakk’tan yüz çevirenlerdir. (Bakara 2/145) Zaten onların Allah’ın hidayetinden yüz çevirmelerinin, ya da âyetleri yalan saymalarının sebebi, Vahyi bırakıp kendi hevâlarına uymalarıdır.

“…Eğer onlar [çekinmeden yalan] şahitlik yaparlarsa sakın onların bu düzmece şahitliklerine katılmayın; ve mesajlarımızı yalanlayanların, öteki dünyaya inanmayanların ve başka güçleri Rablerine denk görenlerin  hatalı görüşlerine (hevâlarına) uymayın.” (En’am 6/150)

“…Dünya hayatının süslerini arzulayarak sakın gözlerini onlardan başkasına kaymasın. Kalbini Bizi zikretmekten gafil bıraktığımız, hevâ ve hevesine uyan ve işi hep aşırılık olan kimselere itaat etme!” (Kehf 18/28)

 

4-Kibirlenirler

Hevâlarına uyanların özelliklerinden biri de istikbar (kendini büyük görme) ve Peygamberlerin getirdiği vahye karşı çıkmadır. Hayata ve dünyaya kendi hevâları doğrultusunda yön vermek ve keyiflerine göre yaşamak isteyenler Kur’an mesajına, İslâmın güzelliklerine karşı çıkarlar.

Bununla birlikte yersiz bir gurura kapılırlar, kimseye hatta Allah’a muhtaç olmadıklarını zannederler.

Andolsun biz Musa'ya Kitab'ı verdik. Ondan sonra ardarda peygamberler gönderdik. Meryem oğlu İsa'ya da mucizeler verdik. Ve onu, Ruhu'l-Kudüs (Cebrail) ile destekledik. (Ne var ki) gönlünüzün (hevânızın) arzulamadığı şeyleri söyleyen bir elçi geldikçe ona karşı büyüklük tasladınız…” (Bakara 2/87. Bir benzeri: Maide 5/70)

 

5-Hakikati görmezlikten gelirler

Hevâlarına uyanlar Allah’tan gelen ilmi (vahyi veya âyetleri) bilgisizce bir tarafa atarlar. Onlar gerçekten cahillerdir.

Kur’an, Hz. Peygamberi ve onun şahsında müslümanları uyararak: “Sana gelen bu ilimden (Kur’an ve hükümlerinden) sonra onların hevâsına uyarsan, senin için Allah’tan bir veli ve yardımcı yoktur” diyor. (Ra’d 13/37)

Allah’tan gelen ‘ilmi’ kabul eden, Kur’anî anlamda cahillikten kurtulur. Gerçek bilenler Vahyin nuru ile, vahiy yoluyla gelen ilimle aydınlananlardır. Bir kimse bu Hakikat bilgisini bırakıp kendi görüşlerine uyuyorsa, kendi keyfinin gereğini yapıyorsa, ilahî ölçülere rağmen kendi uygun gördüğü ölçüleri takip ediyorsa o cahilin ta kendisidir.

Sen onların inanç sistemine uymadıkça ne Yahudiler ne de Hristiyanlar senden memnun olmayacaklar. De ki: “Dinleyin! Allah'ın rehberliği tek doğru rehberliktir”. Ve doğrusu, sana ‘ilim’ geldikten sonra onların hevâlarını (sapık görüşlerini) takip etmeye devam edersen ne seni Allah'ın elinden alacak bir kimse bulursun, ne de bir yardımcı. (Bakara 2/120)

Allah’ın Rasulü, Allah’ın kitabı, Allah’ın dini duruken, başkalarına tabi olmak sapıklıktır. Özetle hak din Allah’ın dinidir. Aranacak, uyulacak olan da odur. Eğer Peygamber (sav) ve onun ümmeti kendilerine gelen bunca ilimden, bunca apaçık belgeden (beyyine’den) sonra, yoldan çıkmışların hevâlarına uyar, onların peşine giderlerse, bir dost ve yardımcı bulamazlar. Ortada kalırlar, helâk olup giderler. Çünkü Allah (cc) katında, şirke ve küfre yardım yoktur. (Elmalılı, H. Yazır, Tefsir (sad.) 1/399)

 

6-Ahmaktırlar

Kur’an, Allah’ın âyetlerine tabi olanlar ile hevâlarına uyanların bir olmayacağını söylüyor:

Şimdi Rabbinden apaçık bir belge üzerinde bulunan kimse, kötü ameli kendisine ‘süslü ve çekici’ gösterilmiş ve kendi hevâsına uyan kimse gibi midir?” (Muhammed 47/14)

Bunlar ahmak olmasalar kendi temelsiz görüşlerine bu kadar değer verirler miydi?

Kendi keyiflerine bu kadar düşkün olurlar mıydı?

Bu kadar gaflete düşerler miydi?

Büyüklük duygusuna kapılıp da kendi arzularını/isteklerini bu kadar kutsallaştırırlar mıydı?

Kur’an Allah (cc) hakkında temelsiz, yakışıksız şey söyleyenlere, iman edenler gibi olmayı kendilerine yakıştıramayanlara sefih (ahmak) diyor.

Ve (şimdi öğreniyoruz ki) aramızdaki beyinsiz (sefih kişi), Allah hakkında asılsız şeyler söylüyordu.” (Cin 72/4. Ayrıca bakınız: Bekara 2/13)

 

7-Zalimdirler

Hevâsının peşine gidenler aynı zamanda zalimdir. Böyleleri öncelikle Allah’ın ilahlık hakkına haksızlık yaparlar. Mutlak anlamda itaat Allah’a yapılması gerekiyorken onlar geçici arzularını her şeyin üstünde tutarlar. Nefsin isteklerinde aşırıya kaçarlar. Nefsin meşru isteklerini normal olarak karşılamak yerine, onun her arzusunu ilâhî emir gibi alırlar, böylece yanlışa düşerler, sapıtırlar, zulmederler, zulme sebep olurlar.

Ne var ki, zulüm işlemeye şartlanmış olanlar bir (hakikat) bilgisine dayanmadan kendi arzu ve heveslerinin peşinde giderler. Allah'ın (bu şekilde) saptırdıklarını kim doğru yola sevk edebilir ve (bu işde) kim onlara yardım edebilir?” (Rum 30/29)

Buradaki ‘zulmedenler’ ifadesi bilinçli olarak, Allah’tan başkalarına ilahlık yakıştıranlar, böylece kendileriyle Allah’ın arasına aracılar koymak isterler. Böyle bir istek Allah’ın her şeyi bilme ve her zaman her yerde mevcut bulunma sıfatlarına karşı bir haksızlık olduğundan, bu isteği duyan kişinin Hakikatin en temel bilgisine sahip bulunmadığını gösterir. (M. Esed, Kur’an Mesajı, 2/826 )

Kur’an, Peygamberin davetine uymayıp, kendi keyfi ve bencil yargılarının, yani hevâların peşine gidenlere sapıklar diyor. Bunlar aynı zamanda zulmü karaketer (tabiat) haline getirenlerdir. (Kasas 28/50) Zira hevâya uymak zulüm yapmanın en önemli nedenlerinden biridir.

Peygamber’e hitaben de şöyle deniyor:

“… Ve eğer sana ilim geldikten sonra onların asılsız görüşlerine (hevâlarına) uysaydın muhakkak ki zalimlerden olurdun.” (Bekara 2/145)

Burada söz konusu olan şey; Allah’ın hidayetine bağlı kalmak, başka din mensuplarından farklı olmak, Allah’a itaatten ve O’nun önerdiği yaşama biçiminden ayrılmamaktır. Gidilecek yol bellidir ve dosdoğrudur. İnsanlar ya Allah’tan gelen ilme, ya da –kim olursa olsun- O’nun dışındakilerin arzu ve ihtiraslarına (hevâlarına) uyarlar. Müslüman kesin ilm’i (vahy’i) bir taraf bırakıp temelsiz, fani, değişken, sapık arzulara uyamaz.

Allah’tan gelmeyen, ya da O’nun rızasına uymayan her hüküm şüphesiz beşere ait ihtiras ve tutkulardır. (S. Kutub, fi-Zılai’l-Kur’an, 1/135)

 

8-Şirke düşerler

Vahye sırt dönüp, vahyin getirdiği ilahî ölçüleri beğenmeyenler hevâlarına tabi olurlar. Nefislerinin arzu isteklerine öylesine sıkı sıkıya bağlıdırlar ki ona tıpkı bir tanrıya itaat eder gibi itaat ederler. Böyle bir şey din dilinde şirktir. Şirk koşanlar da zalimlerdir. (Lukman 31/13)

“…âyetlerimizi yalanlayanların ve ahiret gününe inanmayanların arzularına (hevâlarına) uyma. Onlar, Rablerine eş tutuyorlar.” (En’am 6/150)

Demek ki âlemlerin Rabbi Allah yerine kendi nefsinin bencil tutkularına körü körüne, mutlak analamda itaat edenler, başka bir şeyi tanrı haline getirdikleri için Allah’a şirk koşmuş olurlar. Böyleleri, bir anlamda içi boş, yani hava gibi olan hevâlarına tanrılık pâyesi verirler. Bu da şaşırmışlığın, ahmaklığın, cahilliğin, zalimliğin ta kendisidir.

İslâma göre Allah’ın dışında başka tanrılara tapmak şirk olduğu gibi, nereden kaynaklanırsa kaynaklansın, Allah’ın hükümlerine mukabil konulan hükümleri kabul etmek, o hükümleri koyanları yüce, kutsal, tanrı gibi saymak da şirktir. Hevâsının keyfinden başkasını kabul etmemek de böyledir.

 

9-Tapınılacak tanrılar bulurlar

 

Vahyi dışlayanlar çoğunlukla hevâlarına tabi olurlar. Hatta onu tanrı haline getirirler. Hem de küçük, önemsiz ve kısır çekişmelerin içinde, ucuz çıkarların peşinde koşar dururlar.

Şurası bir gerçektir ki insan ya âlemlerin Rabbi Allah’a, ya onun dışında kendi uydurduğu, veya başkaları tarafından uydurulan tanrılara ibadet eder. İnsan için ibadet konusunda üçüncü bir yol yoktur. Çünkü insan nasıl yeme, içme, uyuma ve benzeri ihtiyacı ile yaratılmışsa, aynı zamanda ibadet etme ihtiyacı ile de yaratıldı. İbadet etme, kendinden yüce bir gücün önünde eğilme, o yüce teşekkür etme isteği, o yüce gücün gazabından korkma eğilimi insanın bünyesinde vardır. İnsanın doğal yapısı, yani fıtratı böyledir.

Ya Allah’a, ya uydurulmuş (yapma) tanrılara ibadet.

Ya Allah’tan gelen din, ya uydurulmuş (yapma) dinler.

Bu açıdan denilebilir ki dinsiz insan, ibadetsiz kimse olmaz. Tarihten beri herkes bir şekilde bir dine tabi olup ona göre ibadet etmiş, ona göre hayatına yön vermiştir. Vahiy ile gelen Hak dini kabul etmeyenler, inanma ve ibadet etme ihtiyaçlarını karşılamak için yapay dinlere ve tanrılara sarıldılar.

Bu tanrılardan biri de her isteğine mutlak anlamda itaat edilen hevâdır. Garip, inanılma,

saçma ama bu bir gerçek...

İnsan kendi tutkularına, aruz ve isteklerine, keyfine bu kadar değer verir mi? Veriyormuş. Kur’an’ın dediği gibi, hatta onu ilah edinme pahasına...

Peygamber (sav) bu gerçeği şöyle dile getiriyor.

Yüce Allah’ın yanında gök kubbe altında Allah’tan başka tapınılan tanrılar içinde, kendisine uyulan hevâ (aşırı istek ve tutkulardan) daha büyüğü yoktur.”(Tabaranî’den, nak. Elmalılı, Tefsir (sad.) 6/70. Şâmil İslâm Ansiklopedisi 2/397)

Hüseyin K. Ece

03.01.2014

Zaandam