Kimi insanlar zaman zaman yazılarında veya sözlerinde ‘gerici’, ‘çağdışı’, ‘yobaz’, ‘fundamantalist’ ve benzeri yaftaları kullanırlar.

Bu tür tanımlarla belli bir kesimin kasdedildiği açıktır. Bazen açık adres verilir, bazen de söz ortaya atılır.

 

İsteyen istediği kelimeyi kullanabilir. Kelimelere ve kavramlara istediği manaları verebilir. Ancak bir kavram belli manayı taşıyorsa, genelde insanlar o kelimeden o belli manayı anlıyorsa, birilierini çıkıp o kavrama uzak bir anlam vermesi, kelimenin taşıyamayacağı bir manayı ona yüklemesi kabul edilemez. Ya da bazı ‘uyduruk’ kavramları, asıl bağlamlarından koparıp bir grup insanı nitelendirmek için kullanılırsa, istismar edilirse, ya da sadece suçlama amacıyla kasden manaları değiştirilirse, buna karşı çıkılır. Ama ne yazık ki türkçemizde pek çok kelime bu manada kavramlaştırılmış, hem yanlış manada kullanılıyor, hem de başkalarına hakaret olsun diye ileri sürülüyor.

            Aydın denildiği zaman ne anlaşılır acaba? Aydınlanmış, aydın fikir sahibi, ışıktan nasibi olan demektir herhalde kelime manasıyla. İnsanların aklına aydın deyince; iyi düşünen, fikir üreten, yanlışları gören ve gösteren, sürekli yeni ama faydalı fikirler geliştiren okumuşlar gelir. O aydınlar ki her türlü karanlığın, yani karanlık gibi yanlışların ve zararlıların karşısındadırlar. O aydınlar ki, zararlınını, kötünün, gerinin, sapmanın, sapıtmanın, haksızlığın karşısındadırlar. Sürekli iyinin yanında, kötünün ve kötülüğün hasmıdırlar. O aydınlar ki, hayatı ve evreni anlamış, insanı ve onun yeryüzündeki konumu hakkında kafda yormuş, insanla ilgili alanlarda sürekli düşünmüş bilge kişilerdir.

            Toplumlara ve kişilere gerçeği ulaştırma uğruna ter dökmüş, emek sarfeden kimselerdir onlar. Bir şeyler öğrenen, öğrenmeye devam eden, bildikleri doğruları insanlarla paylaşmaya çalışan ve onlara faydalı olmaya çalışandır onlar. Onlar, sapmaları ve sapkınları tesbit edip çevresini bunlardan sakındırmaya çalışırlar. Onlar akıllı, aklını kullanan kişilerdir. Hayatın zorluklarında kolaylıklar üreten, çirkinlikler arasında güzellikler bulan, sorunlara çözüm üreten seçkin insanlardır.

            Onlar bir anlamda toplum önderleridir.

            Karanlığın içerisinde yolunu şaşıran, ya da karanlığı hayat anlayışı olarak seçen, bu yüzden de çıkmazada olanlara yol gösterir onlar. İnsanları aydınlığa, ışığa, nûra davet ederler. Onlar toplumların, iyiye yönelme kabiliyetini harekete geçirmeye çalışırlar, topluma dinamizm vermeye çalışırlar.

            Aydın kavrmaını başkaları farklı anlayabilir. Başka şekilde tarif edebilirler. Hatta şu anlattıklarıma, hayır bunların bizim analdığımız aydın kavramıyla alakası yok diyebilirler. Olsun, ben böyle anlamak istiyorum aydın kavramını. Bunun da tarihten beri toplumların aydınlardan veya toplum önderlerinden genelde bekledikleri  aşağı yukarı böyledir. Bu istekleri bir araya geitdiğimiz zamnan karşımıza böyle bir aydın tipi çıkar.

            En azından insanlar böyle görmek, böyle değerlendirmek istiyorlar.

            Diğer toplmlarda aydın’ın böyle anlaşıldığını, insanların aydınlardan böyle beklentielrri olduğunu, aydınların bu misyonla yüklü olduklarını söyleyebiliriz.

            Ülkemizde aydın kavramına çok daha farklı bir anlam yüklendiğini biliyoruz. Hatta bizdeki aydınlar çok değişik bir tiptir. Artık onlara aydın mı demeli, yoksa diplomalı, okumuş mu demeli, tartışılır.

Kendi tarihinin, kendi halkını, kendi değerlerinin yabancısı olan bir tip. Dünyda kendi gerçeğinin hasmı başka okumuşlar kitlesi acaba var mıdır? Öyle bir aydın tipi ki, ışığı karanlık, karanlığı nûr diye tarif ve takdim ediyor.

Kendi toprağına ait değerlere hem yabancıdır, hem de düşmandır. Onları değiştirmek, hayranı olduğu coğrafların değerlerini kendi halkına taşımak için çalışır, hatta buna aydın olmak der. Halkını sorunlarına çözüm üreteceğine, sürekli halkını ve değerlerini küçümser. Bizim aydın tipidir, jakobenleri destekler, fırsatını bulunca kendisi jakobenliğe yeltenir. O, çoğu zaman haklının değil, kendisine ulûfe verenin yanındadır. Görüşlerini paylaşmadığı kitlelere karşı amansız serttir. Onlara gücü yetse hayat hakkı tanımaz.

İşin garibi bütün bu saçmalıkları aydınlanma adına yapar. Bu aydın tipi avrupa hayranıdır. Avrupa değerlerinin en ileri, en ideal, en çağdaş olduğunu kabul eder. Bu kabul onda iman ilkesi gibidir. Onun için bu değerleri ne pahasına olursa olsun kendi halkına, anlatmaktan, öğrtetmekten, hatta dayatmaktan geri durmaz. Resmi planda kendi halkının dğerlerini savunmayı suç görür. Halkının değerlerine karşı olanlarla birliktedir. Hatta bu uğurda yapılan darbelere bile utanmadan arka çıkar. Büğtün bunları yine aydınlanma adına yapar.

            Siz bu tipleri gazte köşelerinde, televizyon ekranlarında, üniversite ve ilim kürsülerinde, politika meydanlarında, beli silahlılar, hatta iş adamları arasında görebilirsiniz.

            Bunlar –belki okumuş olduklarından – kendilerini çok akıllı zannederler. Onlara göre halk cahil, kumuş değil, köylü, taşralı ve geridir. Onların seviyesini yükseltmek için değiştirmek, onları çağdaşlaştırmak gerekir. Zira bu gerilik onlara sahip oldukları anlayış yüzünden bulaştı. Anlayışları, değerleri, inançları değişmeli.

            Kendi halkından utanç duyan, halkı ile bütün bağları kopmuş, kendini mümkün olduğu kadar onlardan uzak tutmaya çalışan bir okumuş tiptir bu. Onlar kendi fildişi kulelerinde (yüksek plaza mı demeliydim) oturup ahkâm keserler, kendilerine bile bir fayda sağlamayan, derinliksiz, bir değeri de olmayan sözler sarfedewrler. Bu gibiler çıkarları için kılıktan kılığa girerler de, zerre kadar utanmazlar. Böylelerinin ülkemize ve insanımıza bugüne kadar bir şey vermemiştir, vereceği bir şey yoktur; sıkıntıdan başka. Üstelik bugün halkı sıkıntıya sokan pek sorunu da bunlar üretmişlerdir. Onların takip ettiği siyaset, uyguladıkları eğitim, halka taşıdıkları gündem, üzerinde tartıştıkları konular, özendirdikleri hayat anlayışı insanımıza rahat yüzü vermemiştir. Onların tezgâhından geçen yeni nesiller, maalesef sorun üretmeye devam ediyor.

            Gelin görün ki, bu takım hâlâ hatasını anlamış değil. Yanlışı hâlâ başka yerde arıyorlar. Hatayı yişne halkın değerlerinde, bu coğrafyanın ruh kökünde, ya da bu halkın değerlerini savunanlarda arıyorlar. Köşelerinde veya kürsülerinde hâlâ eskimiş-bayatlamış bildik lâfları ediyorlar. Hatta görünmez hasımlarına karşı tehditler savurmaya devam ediyorlar.

            Hatta yaftalıyorlar, halkın içinden çıkmış, halkla bütünleşmiş gerçek aydınlara ‘gerici’, ‘çağdışı’ gibi çirkin damgalar buluyorlar. Bu yaftalarla onları etkisiz hâlke getirmeye çalışıyorlar.

            Bu koroya dışarıdan da destek buluyorlar. Yabancı okumuşlar da,  medya da, ilim kürsüleri de bunların bakış açılarıyla bakıyorlar, bunların kullandığı yanlış tanımlamaları kullanıyorlar. Bunların içeride ve dışarıda pek çok ortak özellikleri var. Aynı eğitimden geçmişlercesine, aynı hedefe yürürcesine, aynı kuyuya birlikte taş atıyorlar.

            Akla şu soru das gerlmiyor değil: Acaba bu yerli yabancılaşmışlara aklı dışarıdakiler mi veriyor. İçerdekiler, dışardakilerin vekil harcı, adamı, ajanı mı? Bu kadar söz, hedef, iş birliği ister istemez bunları sormamıza sebep oluyor.

            Onlara ‘kökü dışarıda’ desek haksızlık mı yapmış oluruz?

            Son yıllarda özellikle müslümanlar kasdedilerek ‘gerici, çağdışı’ kelimeler gibi ‘fundamantalist/kökten dinci’ kelimesi de sık sık kullanılıyor. Biraz daha dinine bağlı, biraz daha batı kültürne karşı müslümanlar onların gözünde fundamantalist. Mesela, avrupa ülkelerinde başörtü giymek ‘fundamantalist’ damgasını yemek için yeterli. Ya da batının ortaya koyduğu herhangi bir değeri benimsememek de aynı. Hatta özelde amerikenın, genelde batının politikalarını benimsememek de aynı suçlamayı beraberinde getirebilir.

            Halbuki ‘fundamantalizm’ hırıstiyan dünyasına ait ve İncil’in farklı yorumlarına katılmayan, İncil’in lafzî ilkelerine bağlı, bir anlamda hırıstiyan inancının köklerine sıkı sıkıya bağlı olmayı ifade ediyor. Bu şekilde inanan hırıstiyanlara da ‘fundamantalist/kökten dinci’ deniliyor. Her nasılsa kelime asıl bağlamında koprarılıp samimi müslümanlar hakkında kullanılmaya başlanmış.

            Ama ne yazık ki, aydın geçinenler, hangi kelimenin hangi manaya geldiği, hangi kültüre ait olduğunu düşünmeden, piyasada yaygın olan anlamda anlıyorlar. Sonra da bunu hasım saydıkları kesimler hakkında suçlayıcı bir tarzda kullanıyorlar.

            Elbette bazı fikirleri ve anlayışları tanımlamak için kavramlara baş vurmak gerekir. Ancak burada dikkat edilmesi gereken şey; kelimeyti ait olduğu kültürler, ifade ettiği gerçek mana ile, kimseyi incitmeden kullanmaktır.

            Bakınız birilerinin müslümanları nitelemek için kullandıkları ‘gerici’ kelimesi İslâm kültürnde hangi manaya geliyor? İslâm literatüründe ‘geri olmak’ geriye dönmek’, İslâmdan geriye dönmeyi, dinden uzaklaşmayı, yani mürtedliği ifade eder. Cahiliyyeye gerisin geriye gitmeyi, şirke rücu’ edişi anlatır. Buna ‘ridde’, yani yeni gelen dinden uzaklaşıp geriye, cahiliyye dinine dönmek denir. Bu şekilde geriye gidenlere, yani gerici olanlara ‘mürted’ denir. Bu sıfat da zilleti, perişanlığı, kaypaklığı, iki yüzlülüğü ifade eder.

            İşin aslı böyle iken bazıları kelimeye başka mnana yükleyip kendilerince saldırı oku haline getiriyorlar ve müslümanlara hücumlarında kullanıyorlar. Şüphesiz ki bu durum, zihin saptırmaktan başka bir şey değildir.

            Hayır öyle değil, ‘gerici’, bu çağda üretilen değerleri benimsememek, batılı anlayışı reddetmek, batılı hayat anlaşına inanmamak, hâlâ asırlar önce gelen kitaba veya hayat anlayışına inanmaktır denirse, buna farklı cevap verilebilir. O zaman yine karşımıza, İslâmın beşerin kafasından çıkmış hayat anlayışları ile ilgili değerlendirmesi gelir. İslâma göre insaların kafarından çıkan dinler batıldır, hepsi reddedilir. Bütün batıl dinler cahiliyyedir hepsi de İslama göre geridir. Kim bunlara gönül verirse, yeniyi, doğruyu, yanlışı düzeltmek üzere gelen son doğruyu reddetmiş olur. Onun adı da ‘gerici’ sayılır.

            Demek ki gerçekler tersine çevrilebiliyor, doğrular ortadan kaldırılabiliyor, zihinler sapmalıklarla doldurulabiliyor.

            İşin daha da tuhafı kendi halkına yabancılaşmış aydın takımını çoğu müslüman anne-babadan dünyaya gelmiş, hatta zaman zaman müslüman olduklarını bile itiraf ederler. En azından müslüman ismini amışlardır. Ne yazık ki sonradan herhangi bir sebeple İslam dışuı dünya görüşleri benimsemişler, kendi halkının inacına ve değerlerinden geriye döniş yapmışlardır. Buna ‘ridde’, bu işi yapanlara da’ mürted-gerici’ demek yanlış olmaz.

İşte asıl gericilik bizce budur. Kendi kimliğini kaynbetmek, kendi değerlerine ayabancılaşmak, kendi halkına yakırı düşmek..

Bazılarının ne yaptıklarının farkında olduklarını sanmıyorum. Yoksa ikide bir –batılılara uyarak- yerli yersiz ‘gerici’, irtica’, ‘fundamantalizm’, ‘kökten dinci’ demezlerdi.

Şurası bir gerçektir ki, insanın yararına olan her inanç, her fikir ve her bilgi veya icad kabul görmeli. İnsanların tercihlerine –kimseye zarar vermedişkleri sürece- saygı duymalı. Başkalarına ait fikirleri ve değerleri yargılamadan önce, anlamaya çalışmalı.

Bir doğrunun geçmişte veya şimdi, bu ülkede veya başka ülkede ortaya çıkması önemli değil, önemli olan insan için yararlı olmasıdır. İslâm buna ‘hikmet’ diyor ve her müslümanın hikmet olan işlerin alıcısı olmasını tavsiye etmektedir. Başkasına saldırmak, karalamak, inancına ve değerlerine düşman olmak hem aydın olmaya yakışmaz, hem de insanî erdeme uygun düşmez.

Ama ne yazık ülkemizde aydın geçinenler, çoğu zaman bu ince nezaketi, bu hassas ahlâkî ilkeyi ihmal ediyorlar. Ya da hiç kaâle almıyorlar. Onlar yukarıda söylelen hikmetin peşinde değil, kendi saplantılarının, kör inatlarının, dar görüşlerinin peşindedirler.

Kimileri, peşinen İslama ve müslümanlara ait şeyleri mahkûm etmenin, karşı çıkmanın, suçlamanın derdindedirler. Bunları iyi niyetli kabul etmek mümkün değildir. Böyleleri karanlığı duyurmanın, karanlığa davet etmenin, karanlıkta kalmanın tipik temsilcileridir.

Böyleleri bir ülke için, bir ülkenin geçleri için talihsizliktir. Böylelreri bir ülke için kamburdur, yüktür, ağır bir israftır. Ne yazık ki ülke inasının imkanları eğitim kurumlarında gerçek aydın yetişsin diye harcanır, fakat o imkanlarla böyle kimliksiz, kişiliksiz, fikirsiz, beceriksiz, bir o kadar fodul yarım okumuşlar çıkar.

Yüce elçiler hak ve hakikate davet eden, kendileri nûr/aydınlık olan ve insanları Nür’a/aydınlığa davet eden önderlerdir. İlahî manada en seçkin aydınlar peygamberlerdir denilebilir. Onları örnek almayan, olmayan tebliğine sırt dönen, onların öğrettiği güzelliklere hasım olnaların gerçek aydın olması mümkün değildir. Onların yolundan mahrum olanların insanlara ideal manada verebileckelri fazla bir şey olmaz.

Bizi çepeçevre kuşatan, içimizi ve dışımızı ısıtan, bize yolumuzu gösteren, aydınlığı yakalamak; gerçek nûr/aydınlık kaynağına ulaşmakla mümkün olacaktır.

Hüseyin K. Ece

18.8.1994

Zaandam