Hevâ ve hevesini tanrı edinen ve Allah’ın bir bilgiye göre, saptırdığı, kulağını ve kalbini mühürlediği, gözünün üstüne perde çektiği kimseyi gördün mü? Şimdi ona Allah’tan sonra kim doğru yolu gösterecek, düşünmüyor musunuz?” (Câsiye 45/23)

 

‘Heva’; boş, hava dolu, sonuçsuz, değersiz gibi anlamlara gelir.

Bu kavram nefsin şehvete ve zevke düşkünlüğünü anlattığı gibi, ilim sahibi olmadan sahibine emir veren nefis anlamında da kullanılır. 

Böyle bir nefis sahibini kontrol edilemez şehvete, sınırsız ihtirasa ve aşırı zevke düşürür.

İnsanın aşırı isteklerine, Allah’tan gelen ilme yani vahye uymayan tutumlarına ‘heva’ denilmektedir. Kelime anlamından anlaşılacağı gibi hevâ, değersiz arzular, içi boş kuruntular, sonu iyi olmayan isteklerdir.

Bir kimse Allah’tan gelen ilme-vahye- kulak asmaz, yalnızca kendi görüşünü, zevkini, kararını, arzusunu ön plana çıkarırsa, o kişi heva’sına uydu demektir.

Yeryüzündeki bütün zalimliklerin, bütün günahların, bütün şirklerin, bütün kafirliklerin sebebi heva’ya uymaktan ileri gelir.

Nefsinin arzusunu kendine tanrı edinen ifadesi iki anlama gelebilir:     

a-Keyfine geleni yapan, ihtiraslarını esiri olan, şehvetinin, egosunun ardından koşan,

b-Yanlış düşüncesiyle bir takım inançlar koyan ve aklıyla koyduğu o inançları ve gelenekleri Allah’ın gönderdiği din sayıp onlara uyan. (S. Ateş, Tefsir, 8/338)

Bir insan kendi görüşünden, kendi kararından başkasını beğenmiyorsa, kendi zevkinden daha üstün bir şey tanımıyorsa o insan hevâ’sını, yani kendi nefsini tanrı haline getiriyor demektir. Kur’an-ı Kerim bunu şöyle açıklıyor:

“Gördün mü hevâsını (arzularını-isteklerini) tanrı haline getireni? Onun üzerine sen mi vekil olacaksın?” (Furkan 25/43)

“Hevâ ve hevesini tanrı edinmek” ifadesiyle bir kimsenin her istediğini yapması ve yaptığı işin Allah indinde haram mı helâl mi olduğunu dikkate almadan davranmasıdır. Allah’ın koyduğu ölçüleri dikkate almadan nefsinin arzusuna göre davranan kimse nefsini ilâh ediniyor demektir.” (Mevdudi, Tefsir, 5/327)

Böyle kimseler canlarının isteğinden başka kutsal bir şey bilmezler. Bunlarda hakseverlik yoktur. Bu gibiler bencil insanlardır. Peşine düştükleri arzuları da normal bir istek değil, canlarının istediği kuruntulardır. Böyleleri hak, hukuk, delil, âyet, adalet tanımazlar. Yalnız kendi isteklerini, kendi görüşlerini  ve kendi çıkarlarını en üstün tutarlar. Dolaysiyle nefislerini doyurmaya, keyflerini tatmin etmeye, alabildiğine dünyalık peşinde koşmaya çalışırlar.

Hz. Muhammed (sav) buyuruyor ki:

“Yüce Allah’ın yanında gök kubbe altında Allah’tan başka tapınılan tanrılar içinde, kendisine uyulan heva (aşırı istek ve tutkulardan) daha büyüğü yoktur.” (Tabaranî, nak. Elmalılı, 6/70)

Heva’sına uyan insanların çok olduğu toplumlar hata çok yapılır, suç çok işlenir, fitne ve fesat çok yaygınlaşır. Böyle cemiyetlerde insanî değerler rağbet görmez, adaletle hareket etme ahlakı zayıflar. 

Kişinin kendi ‘heva’sına uyması, Hakk’tan yüz çevirmesi demektir. Nitekim Kur’an, ‘kendi hevâlarına uyanlara tabi olmayın’ (38 Sâd/26. 5 Maide/77) demektedir. Böyle yapanlar zalim olurlar. Zalimler ise Hakk’tan yüz çevirenlerdir. (2 Bekara/145)

Yukarıdaki âyatte Allah’ın sapıttırdığı kimselerden bahsediliyor. Böyleleri kendi hevâlarını tanrı haline getirenlerdir. Bilindiği gibi Allah (cc) kimseyi kendiliğinden saptırmaz, doğru yola yoldan yanlış yola sürüklemez. Ancak insan, arzularını, aşırı isteklerin (hevâ ve heveslerini) kendine tanrı gibi otorite sayıp onların peşine gidince Allah’ın koyduğu şartlar gereği şaşkınlık içine düşer. Bunun anlamı Allah onu sapmış olduğu eğri yolda bıraktı demektir. Yoksa o doğru yolda iken veya doğru yola gitmek isterken Allah onu şaşırtıp yanlış yola düşürmüş değildir. O kendi isteğiyle eğri yolda yürümüş, doğru yola gelmek istememiştir. Allah da onu kendi haline bırakmıştır. Allah doğru yolda olanları veya doğru yola gelmek isteyenleri şaşırtmaz. Allah, kötü niyetli, zalim ve fasıkları şaşırtır. (İbrahim, 10/27. Bekara, 2/26)

Onlar hakka karşı gelince kötü niyet ve davranışları, kulaklarına ve gözlerine perde olur. Peşinen de redde kararlı oldukları için hakkı işitseler de anlamazlar, hakikati görmezler, cehalet ve inatları gerçeği görmelerine engel olur. Doğru düşünmezler, batıl düşünceleri doğru zannederler. Kötü işleri kendilerine iyi görünür. Yaptıklarını beğenirler. (S. Ateş, Tefsir, 8/338-339)

Yaptıkları kendilerine çok doğru, süslü ve hakka uygun gelir. Çünkü ölçüyü haktan değil, kendi hevâlarından alırlar. Çünkü ölçüleri sakat. Kendi pozisyonlarına uygun olan şeylerden hareket ederler.

Diğer taraftan hevâ’larına uyanlar Allah’tan gelen ilmi (vahyi veya âyetleri) bilgisizce bir tarafa atarlar. Onlar gerçekten cahillerdir. (Rûm 30/29)  

Heva’larına uyanların özelliklerinden biri de istikbar (kendini büyük görme) ve elçilerin mesajına körü körüne çıkmadır. 

Şüphesiz ki heva’ya uymak dengeyi bozar, hakları ihlal eder, tarafgirliğe ve taassuba sebep olur, düşmanlığı körükler.   Kur’an, inananları ‘adaletten ayrılıp hevanıza uymayın’ diye uyarıyor. (4 Nisa/135) Adaleti hak ölçüleri sağlar. İnsan ondan saptı mı, ne ile hükmedecek? Adil kararı neye göre verecek? Ya da kararını verirken kimden korkacak, kime karşı hesap vereceğini düşünecek? Hükmedenler hevâlarına uydukları sürece haksızlık yaparlar, zulme düşerler. 

Vahyi dışlayanlar hem kendilerine yani ilâhlar bulurlar, hem de küçük, önemsiz ve kısır çekişmelerin içinde, ucuz çıkarların peşinde koşar dururlar. Heva’sına uyan kimselerin yön verdiği dünyada barış ve adaletin olması mümkün değildir. 

Zaten onların Allah’ın hidayetinden yüz çevirmelerinin, ya da âyetleri yalan saymalarının sebebi, Vahyi bırakıp kendi hevâlarına uymalarıdır. (En’am 6/150. Kehf 18/28)

Bazıları Allah’tan gelen açık, sağlam, Hakk, doğru ve iki dünyada da kurtuluşa götürücü, kişiyi adam yapan ilâhí belgelere, yani vahye (Allah’ın âyetlerine) uymakta; bazıları ise nefsinin aşırı isteklerine, kuruntulara, ilmí dayanağı olmayan zanlara, boş hayellere, yani hevâsına uymaktadır.

İnsanoğlu tarihten beri hevasına uyarak hükmeden, davranan ve hayatına yön verenlerden çok çekti. Şimdi nerede bir fesat varsa, bunun arkasında aynı karakterde adamlar var. Nerede bir zulüm ve haksıuzlık varsa, bir de bakıyorsunuz ki bunun faili nefsinin hevâsına uyan kimseler... Nerde adaletsiz bir karar varsa, yada bir hak ihlâli varsa bunu yapan hevâsına uyanlar...

Kâinatın yaratıcısına inanmayanlar, onun yerine pek çok tanrı bulurlar. Âlemlerin Rabbi Allah’tan gelen ölçülere çağdışı diyenler, onun yerine uyduruk tanrıların hükümlerini hakim kılarlar. Kendilerine rızık veren Rabbe kulluğu  tanımayanlar, emrine kayıtsız şartsız uyulacak tanrı haline getirilen hevâlara kulluktan çekinmezler.

Hevâları istiyor; bunlar haksızlık ediyorlar. Hevâlarına uyuyorsa; doğrudur, iyidir, haktır diyorlar. Hevâlarından aldıkları çıkarcı anlayışla hükmediyorlar. Bunların hevâsı öylesine önemli, hatta kutsal gibidir ki bir tanrı gibi emrine uyuyorlar. Keyflerine geldiği gibi, hoşlarına gitttiği gibi, canları çektiği gibi davranıyorlar, iş görüyorlar.

Ama hep yanlış yapıyorlar. Haktan yüz çeviriyorlar. Çirkin, abes, yanlış, günah, ayıp işlerle uğraşıyorlar. Zulme sebep oluyorlar. Haksızlığa neden oluyorlar. Adaletsizce hükmediyorlar, hakktan sapıyorlar.

Kur’an Peygamberi böylelerine uymaktan sakındırıyor: “Allah’ın indirdiği ile hükmet, onların hevasına uyma” (Maide 5/48, 49. Şûra 42/15) 

Bu aslında bütün insanlığa verilen bir emirdir. Görüyorsunuz hevâsına uyanların yaptıklarını. Öyleyse gitmeyin onların peşine. Hükümlerini, anlayışlarını, ölçülerini sistemlerini, dünya görüşlerini kabul etmeyin. Reddedin bu en adi tanrılara kulluk edenleri. Bırakın bu nefsinin arzularını hayatın kutsalı haline getirenleri. Desteklemeyin, yanlarında bulunmayın, onlardan olmayın, onlarla aynı havayı teneffüs etmeyin.

İşte ilâhî, ölçü: ANLAYANA NE MUTLU.

“Şimdi Rabbinden apaçık bir belge üzerinde bulunan kimse, kötü ameli kendisine ‘süslü ve çekici’ gösterilmiş ve kendi hevâsına uyan kimse gibi midir?” (Muhammed 47/14)

SAHİ BUNLARIN TANRISI KİM? HİÇ DÜŞÜNMÜYORLAR MI?

Hüseyin K. Ece

29/9/2003

Zaandam