Allah’ı sıfatlarıyla ve fiillerinin tecelleriyle (sonuçlarıyla) tanımaya marifetullah denir. Bu bir anlamda Allah’ı ve O’na ait sıfatları hakkıyla anlamak demektir.

 

‘Ma’rifet’, ve ‘irfan’, ‘arafe’ kelimesinden türemiştir. ‘Arafe’; herhangi bir şeyi görünümüne bakarak duyularla kavramak, o şeyin eserine (izine) bakarak ve akıl yorarak o şeyi hakkıyla tanımak demektir.

‘Ma’rifet’, ustalık, herkesin yapamadığı şeyi yapabilme anlamına da gelmektedir. Bu demektir ki, aslı, özü bilinmeyen bir şeyi, o şeye ait emarelere (belirtilere) bakarak anlamaya çalışmaktır.

Arap dilinde, ‘şu adam Allah’ı biliyor’ denmez. Çünkü Allah (cc) ‘ma’lum’ yani bilinen bir şey değildir. O, insan bilgisine konu olmaz. İnsan ne kadar uğraşırsa  uğraşsın, Allah’ın zatının ne olduğunu bilemez. Ama O’nu sıfatlarıyla, fiilleriyle ve bunların kâinattaki tecelleriyle tanıyabilir. O’nun gücünün ve hükümranlığının eseri yerde ve göklerdedir. O’nun âyetleri evrende, insanda, Kur’an’da ve Peygamber mesajındadır. Kişi onlara bakar ve Allah’ı tanımaya, idrak etmeye çalışır. İşte bu ‘ma’rifettir’.

Arap dilinde ‘şu adam Allah’ı tanıyor’ denir. Çünkü Allah (cc) insan için bilinen bir şey değil, belki ‘ma’ruf’ olan, yani âyet ve sıfatlarıyla tanınır. Ma’rifet, sadece Allah’ı gereği gibi tanımak değil, o aynı zamanda O’na gereği gibi bağlanmayı da ifade eder. 

Bu açıdan ma’rifet sahibi olanlara ‘ârif’ denilir.

Kur’an insanların Allah hakkındaki hatalarına şöyle işaret ediyor : « (Onlar) Allah’ı hakkıyla takdir edemediler...”  (En’am 6/91) Halbuki insanın en önemli görevi Allah hakkında ma’rifet sahibi olmaktır. Yani O’nu Kur’an’ın ve Elçilerin anlattığı gibi tanımaktır, takdir etmektir.

            -Marifetin imkanları

İnsan bu temel görevini bazı imkanları ve araçları kullanarak yerine getirebilir.  

            1-Akıl

         ‘Akl’ sözlükte, masdar olarak; engellemek, alıkoymak, bağlamak gibi anlamlara gelmektedir. ‘Akl’ isim olarak; idrak, muhakeme yeteneği, kavrayış, zekâ demektir. ‘Akıl’,  bilgi edinmeye yarayan güç, düşünme, kavrama, anlama ve bilgiye ulaşma yeteneğidir.    ‘Akıl’, eşyanın özelliklerini tanıyan, idrak eden bir kabiliyettir. O insana verilmiş bir manevi kuvvet, bir nurdur.

Kur’an-ı Kerim’e göre insanı insan yapan, onun her türlü fiillerine anlam kazandıran, Allah’ın emirleri karşısında yükümlülük (mükelleflik) altına sokan ve ona sorumluluk yükleyen akıldır. 

Aklı genellikle fiil halinde kullanan Kur'an, akletmenin ve doğru düşünmenin önemine dikkat çekiyor. “Bu örnekleri biz insanlar için vermekteyiz. Ancak bilenlerden başkası akletmez” (Ankebût 29/43) Bu demektir ki âyetler üzerinde ilim sahipleri daha çok düşünürler ve onların ötesindeki gerçeği anlayabilir. Bunlara basiret sahipleri de denir.

Ama maalesef insanların çoğu bu akıl gücünü ve yeteneğini iyi yolda kullanmazlar.  “Gerçek şu ki, Allah katında, yerde hareket edenlerin en şerlisi (kötüsü) akıl erdirmez sağırlar ve dilsizlerdir.” (8 Enfal/22. Bir benzeri: Bekara 2/171. Yûnus 10/100. Mülk 69/10) 

Aklın birinci görevi eşyadaki düzeni, ilâhí gerçekleri anlama, sezme, onların üzerinde düşünüp yorum yapma, onların hikmetini idrak etmedir.          

Bilindiği gibi İslâma göre, ancak akıllı insanlar Allah’ın tekliflerinden sorumludurlar. İlâhî teklifler akılla idrak edilir. Akıl, bu tekliflerin sebebini, hikmetini, yerine getirildiği zaman faydasını, yerine getirilmediği zaman zararını  anlayabilir. 

Gerçek ‘ma’rifet’ ehli kimseler, neyin çirkin neyin güzel olduğunu o şeylere ait özelliklere bakarak tanıyabilirler. Çünkü onlar ‘selim akıl’ sahibidirler. 

2-Âyetler:

'Âyet' sözlükte, bir şeyin ve bir amacın varlığını gösteren açık alâmet, nişan, belirti, iz, eser ve işaret  anlamlarına gelmektedir.                                                                                                                                                                                                                                                                                   

Açıkça ortada görülmeyen şey âyetiyle bilinir ve tanınır. Bir yolu bilmeyen, o yola ait alametleri bilirse, yolu tanIr. Âyet, duyuların, düşüncelerin veya akılla bilinen şeylerin dışa vurmuş şeklidir denilebilir.

Kur’an âyetlerinin her biri Allah’a ait alametler, işaretlerdir. Bununla beraber Allah’a mahsus bir yüceliğe de işaret ederler. Bu yücelik onların bağlı oldukları Kudret’ı hatırlatır, O’nun büyüklüğünü tanıtır.

İslâm alimleri insanı Allah’ın varlığına ve birliğine ulaştıran âyetleri ‘kevnî ve kavlî’ olmak üzere ikiye ayırırlar.

Kevnî âyetler: Evrendeki sayısız varlıklara, çeşitliliğe, sürekli bir oluşuma ve evrensel düzene ‘fiilí veya kevnî âyetler-oluşun alametleri’ denmiştir. Bu âyetler, yüce bir varlığın kudretini açıkça haber vermektedir. 

Bu âyetlerde ya âfakta (insanın dışında) ya da enfüstedir (kendi nefislerindedir). (Fussilet 41//53)

Kur’an, âyetlerden meydana geldiği gibi kâinat da âyetlerden meydana gelir. Çevremizde gördüğümüz her şey, Allah’ın birer âyetidir.Bunlar, insana Allah’ı tanıtmaları açısından ise birer âyettirler.

İnsanın çevresinde bunca âyet olduğu gibi bizzat kendi yapısında âyetler vardır. İnsanın harika yapısı, yaratılışı, hayatını devam ettirmesi, can-ruh, akıl, irade, zekâ sahibi oluşu, düşünebilme, icat edebilme ve hatırlama ve unutma kabiliyetlerinin oluşu hep birer âyettir. Ma’rifete ulaşmak isteyenler insandan yola çıkabilirler. İnsan nasıl yaratıldı? İnsanın durumu ve konumu nedir? Ahsen-i takvim (en güzel biçimde yaratılma) nedir? (Bakınız: Rûm 30/20, 22. Furkan 25/54. Mü’minûn 23//12-16. Zümer 39/42)

Kavlî âyetler: Peygamberlere indirilen bütün ilâhí kitaplar da ‘kavlí’, yani sözlü âyetlerdir. Bu kitapların gönderiliş şekli olan vahy bir âyet olduğu gibi, bu kitapların anlattığı her şey de birer âyettir.

Kur’an âyetleri, Allah’ın insanlara gönderdiği apaçık belgeler ve delillerdir. Bu belge ve deliller, bir yönden Rabbimizin ilâhlığının isbatlarıdır, bir taraftan da bizi doğru yola götürecek alâmetlerdir. 

3-Rasûl:

Allah (cc) kullarıyla doğrudan konuşmaz. Onlarla iletişimi bir elçi aracılığıyla yapar.

“Kendisiyle Allah’ın konuşması bir insan için olacak şey değildir; ancak bir vahy ile ya da perde arkasından veya bir elçi gönderip kendi izniyle dilediğine vahyetmesi (durumu) başka. Gerçekten O, yüce olandır, hüküm ve hikmet sahibidir.” (Şûra 42/51)

Rasûllerin/enbiyânın (peygamberlerin) rolü belli. Onların vazgeçilmez sıfatları bize ipucu verir. Peygamberler tarihine tarafsız gözle bakanlar, onların örnek kişiliklerine şahit olurlar.

Son elçi son örnektir. O’nun el-Emîn sıfatı ve yaşadığu hayat kişiyi ma’rifete  götürebilecek imkanlardan biridir. Hayatına yalan söylemeyen, yanlış iş yapmayan, çıkarını düşünmeyen, insanî faziletler için çalışan bir insanın yaptığı tebliğ haktır. O’nun insanları çağırdığı şey haktır. Onun Allah hakkında anlattığı her şey insanı Allah’a ulaştırcaka ma’rifet imkanlarıdır.

 

Hüseyin K. Ece

16.10.2014

Zaandam