Cahil kelimesinin türediği ‘cehl’ fiili sözlükte, bilmemek, tanımamak, kaba davranmak, fıkır fıkır kaynamak gibi anlamlara gelir.

 

Cehâlet; bilginin zıddı olarak bilgisizlik ve hafiflik, kendini bilmemezlik demektir. Aslında ikinci anlam birincisini doğurmuştur.

Ragıb el-İsfehânî  ‘cahilliğe’ üç anlam vermektedir:

Birincisi, nefsin bilgiden boş olması,

İkincisi, gerçeğin dışında bir şeye inanma,

Üçüncüsü, bir konuda yapılması gerekenin veya hakkın tersini yapmadır. (Müfredat, s: 143)

Son iki anlamı aklımızda tutalım.

Buna göre ‘cahil’; asıl faydalı bilgiden mahrum olduğu için davranışları olgun olmayan, kendini bilmeyendir. Belki başka konularda bilgi sahibidir, pozitif veya sosyal ilimlerde kariyeri vardır. Belki bir çok diploması vardır. Belki de yüksek yüksek makamlarda oturmaktadır.

Ancak beyni gerçek (hak) bilgiden, yüreği hakikat bilgisinden (haktan) mahrum olduğu için, nerede nasıl davranacağını bilmez. Yaptığı fiillerle hangi zarara uğrayacağını hesap etmez. Bazı güzel şeyleri yapmakla elde edeceği mükâfatların farkında olamaz. Onun için yanlış yapmaya, hakolan şeylere karşı gelmeye, kaba ve hodbin olmaya devam eder.

Bu cahil olmanın bir de ‘cehûl’ ve ‘echel’ tarafını vardır ki, Allah saklasın, cahilin cahili demektir. Böyleleri ne sınır tanır ne hak, ne şeref tanır, ne seviye. Böyleleri için kendi kısır hevalarının istediği en doğru olandır.

Cahillerin beyni Hakikate kapalı, hakka sağır, erdeme uzaktır. O kadar cahildirler ki, hiç bir değerin değerini bilmezler.

Cahillik sadece bilgisizlik ve Türkçe’de kullanıldığı gibi acemilik, tecrübesizlik değildir. Cahillik, bilgisizliğin getirdiği kabalık, inat ve kişiyi yanlışa sürükleyen ‘ben biliyorum’ havasıdır.  

Cahillik; ‘cahilliye’ ideolojisinin temeli, dayanağıdır. Cahiliyye ise İslâm kültüründe  İslâm’a inanmayan kişi ve toplumların tutum, davranış, yaşantı, anlayış ve sistemlerini nitelemek üzere kullanılan bir kavramdır.

Cahiliyye nitelemesi olmuş-bitmiş bir dönemin adı olmaktan ziyade; İslâm dışı inanış ve davranışların genel adıdır.

İnsanların düşünüş ve davranışlarına inançları ya da dünya hayatını algılayışları yön verir. Kişi hangi dünya görüşüne inanıyorsa tutum ve davranışları ona uygun olur. Onun kabul ettiği değer yargıları, ahlâk ilkeleri inancından kaynaklanır.

İşte değer yargılarını, inanç esaslarını, düşünme ve davranış biçimlerini, ahlâk kurallarını bünyesinde toplayıp onlara yön veren iki sistem vardır. Bunlardan biri Allah’ın dini İslâm, diğeri de hangi ad altında olursa olsun ‘cahiliyye’ sistemleri, ya da ‘cahiliyye’ dinleridir.

Şirk bu sistemin daha çok inanç yönüne ad olurken, cahiliyye ise bu gibi sistemlerin tutum, davranış ve değer yargılarına ad olmaktadır.

İslâm’dan önce cahiliyye insanları hem gerçek bilgi ve bu bilginin kurduğu sağlıklı toplum ve medenilikten yoksundular, hem de kendilerine doğru yolu gösterecek kitap ve peygamberden mahrum oldukları için güzel davranışlardan da uzaktılar.

Bununla birlikte insana olgun hareket etme imkanı veren gerçek bilgiden ve  anlayıştan mahrum oldukları için kaba ve serttiler. Akıllı hareket etmeyi bilmezlerdi, taassuba ve haksızlığa düşerlerdi. Bu durum bir anlamda barbarlıktı.

Vahy anlayışından uzak olanlar genellikle ‘heva’larına uyarlar, yani keyiflerinin istediğini yapmaktan başka bir şey bilmezler. Dolaysıyla, hak-hukuk, erdem ve iyilik, başkasına saygılı davranma ve olgunluk gösterme onların yapacağı iş değildir.

Habeşistan’a hicret eden Ca’fer ibni Ebi Talib (ra) oradaki krala şöyle demişti:

“Ey hükümdar! Biz cahiliyye düşüncesine sahip kimselerdik; putlara tapar, ölü hayvan eti yer , fuhuş yapardık. Akrabalık bağlarını  keser, komşu  haklarına uymazdık, içimizde güçlü olanlar zayıfların (hakkını) yerdi . İşte biz böyle iken, Allah (cc) bize içimizden bir elçi günderdi …” (İbni Hişam, Siyer, 1/336)

Buna karşın Allah’a hakkıyla kulluk yapan insanlar, yeryüzünde vakarla, alçak gönüllü ve ciddiyetle yürürler.  Cahiller kendilerine sataştığı zaman da yüksek bir olgunlukla, onların seviyesinde inmeden ‘selâm’ der ve geçerler. (25 Furkan/63 )

Selâm olsun, Selâm isminden gerçek selâmı (barışı ve esenliği) alanlara,

Selâm olsun, başkalarının hakkına saygı duyarak barışa yardımcı olanlara,

Selam olsun, olgun ve saygın kimselere,

Selâm olsun, bu dünyada başkasının rahatsızlığını kendi huzuru saymayanlara,

Selâm olsun, başkalarını incitmekten kaçınan ve haksızlık yapmayanlara,

Selâm olsun hak sese kulak veren anlayışlı kimselere derler.

Onlar cahillerin seviyesine inmezler. Cahiller gibi kaba ve sert, onlar gibi şımarık ve barbar, onlar gibi kendi çıkarını başkalarının zararında görenler değildirler.

Günümüzde kimileri, başkalarını ya renginden, ya geldiği coğrafyadan, ya soyundan, ya kültüründen, ya da inancından dolayı aşağılıyor, dışlıyor, öteki sayıyor. Onları aşağılamaya yelteniyor. Aşağılık bir önyargı ile, kafalarındaki şablonlarla onları kötü, yabancı ve tehlikeli zannediyor. Daha da önemlisi onları bu zaman için, kendi toplumu için ciddi bir problem sayıyor.

Bilal-i Habeşî’ye (ra) ‘siyah kadının oğlu’ diyerek hakaret eden Ebu Zerr’e  Peygamber (sav):      

“Onu annesinin renginden dolayı mı ayıplıyorsun? Demek ki sende hâlâ cahiliyye ahlâkı bulunmaktadır.” (Buharí. İman/22. 1/14)

Onların sorun saydığı İslâm insanlar arasında böylesine müstesna bir değerler ölçüsü getirirken; günümüzdeki cahillere ne demeli?

Onlarla birlikte çuvala mı girmeli?

Onların kazdığı kuyuya mı düşmeli?

Onların seviyesine mi inmeli?

En iyisi onları kendi küçük dünyalarında, içlerindeki cahillik ve hodbinlikle, kin ve düşmanlıkla, barbarlık ve kabalıkla başbaşa bırakıp şöyle demeli:

“Sen af (veya kolaylık) yolunu benimse, (Hakka) uygun olan örfü emret ve cahillerden yüz çevir.” (7 A’raf/199)

 

Hüseyin K. Ece

30.3.2008

Zaandam