Bazıları ya kendisini, ya da mensup olduğu grubunu/cemaatini fırka-i naciyeden, yani öte dünyada cehennem azabından kurtulan ve cennete emin adımlarla giden gruptan sayıyor. Ya da öyle hayal ediyor.

 

Acaba böyle bir zan, pratikte bir anlam ifade eder mi? Hadiste geçen “fırka-i naciye” tabirini nasıl anlamak lazım?

a-Fırka ne demektir?

‘Fırka’ kelimesi sözlükte; ayırmak, bölmek, açıklayıp hükme bağlamak anlamına gelen ‘fark’ kökünden türemiştir.

‘Fırka’; bir grup insan, diğerlerinden ayrılan kendi başına bir cemaat olmuş topluluk demektir. . ‘Fırka’nın çoğulu ‘firak’tır.

‘Fark kökünden, firak, tefrik, tefrika, furkan gibi kelimeler de türemiştir.

Kavram olarak ‘fırka’, İslâm tarihinde kendilerine mahsus siyasi ve itikadí görüþleri bulunan guruplara ve akımlara verilen bir isimdir. Mezhepler tarihinde daha çok itikadí mezhepler ve siyasí akımlar için kullanılmıştır.

 ‘Fırka’ kelimesi ve türevleri hadislerde dinde ve sosyal plânda bölünmeyi, parçalanmayı kötülemek üzere kullanılmaktadır.

Fırka kelimesi Türkçe’de parti anlamında da kullanılmıştır.

İslâm tarihinde amelde, itikat ve siyaset sahasında ortaya çıkmış düşünce okullarına, gurplara genelde mezheb adı verilmektedir. Kelâm ve Mezhepler tarihinde ise ‘mezheb’ kavramı daha çok itikat konusunda ortaya çıkmış topluluklar için kullanılır.

‘Fırka’ kavramı bu anlamdaki mezheb yerine kullanılan bir terimdir.

Bu sahada yazılmış kitaplardan birinin adı ‘el-Fark Beyne’l Firak-Fırkalar Arasındaki Farklar’ şeklindedir. (Abdulkahir el-Bağdadí’ye (öl. 429/1037) ait bu eser Türkçeye tercüme edilmiştir. İstanbul 1979)

Kur’an müslümanları, kendilerine apaçık beyyineler (ilâhí belgeler) geldikten sonra dinlerini parçalayanlar gibi olmamaları konusunda uyarıyor. (3 Âli İmran/105, 97 Beyyine/4) Toptan Allah’ın İpine sarılmalarını, parça parça (tefrika) olmamalarını (3 Âli İmran/103), dinde tefrikaya düşenlerin ancak aralarındaki bağy (haddi aşma, azma) yüzünden parça parça olduklarını (42 Şûra/14) açıklıyor.

“O (Allah), ‘Dini dosdoğru ayakta tutun ve onda ayrılığa düşmeyin’…(dedi)…” (42 Şûra/13) Ancak bazıları kimseler bunun tam tersini yaptılar. (6 En’am/159)

Kur’an, kendilerine kitap verilenler ile müşriklerin din konusunda fırkalara (gruplara-hiziplere) ayrıldıklarını anlatarak müslümanları aynı hataya düşmeme konusunda uyarıyor.

b-Fırka-i naciye:

‘Fırka-i Naciye’, kurtulan fırka, umduğuna kavuþan, Cehennem azabından uzaklaşan grup demektir.

Kavram olarak, Kur’an ve Sünnet’in hükümlerini kabul ederek, Peygamberimizin ve sahabelerinin yolunu izleyen kimseler hakkında kullanılmıştır.

Bu niteleme bir kaç hadiste geçmektedir.

“Yahudiler yetmişbir veya yetmişiki fırkaya ayrıldılar. Hırıstiyanlar da yetmişbir veya yetmişiki fırkaya/gruba ayrıldılar. Benim ümmetim de yetmişüç fırkaya ayrılacaktır.” (Ebu Davud, Sünnet/Hadis no: 4596)

“Şüphesiz İsrailoğulları yetmişbir fırkaya bölündüler. Bunların yetmiş fırkası helâk oldu, birisi kurtuldu. Muhakkak benim ümmetim de yetmişiki fırkaya ayrılacaktır. Bunlardan yetmişbiri helâk olacak birisi de kurtulacak. Dediler ki, ‘Ey Allah’ýn Rasulü! Bu kurtulacak olan fırka hangisidir?’ Rasulüllah (sav) buyurdu ki: ‘Cemaattir, cemaattir’” (A. b. Hanbel, 3/145. nak. İ. Düşüncesinde 73 Fırka Kavramı, s: 26)

Bazı rivâyetler de fırka sayısı farklılık göstermektedir. Bazılarında hiristiyanların adı geçmemekte, bazılarında ise islâm ümmetinin yetmişiki veya yetmişüç fırkaya ayrılacakları söyleniyor. 

Bazı rivâyetlerde kurtulacak fırkanın Peygamberin ve sahabelerinin bulundukları yol üzerinde olanlar denilerek, adeta yukarıda geçen hadisteki ‘cemaat’ kelimesi açıklanıyor. (Ebu Davud, Sünnet/Hadis no: 4597.  İbni Mace, Fiten/17, Hadis no: 3991, 3992, 3994, 3995.  Darimí,  Siyer/75, 2521. Tirmizí, İman/18, Hadis no: 2640. A. b. Hanbel, 3/120. nak. İ. Düşüncesinde 73 Fırka Kavramı, s: 22-27, Tabaraní ve Hakim’den, nak. H. İbadetler Ans. 1/170, 171)

Bir kaç kanaldan gelen hadislerdeki rakamlar veya fırkalara ayrılacak kesimler bazısından yer alıp bazısında yer almasa bile, rivâyetlerdeki ortak nokta şudur: İslâm ümmeti de tıpkı önceden gelen kitap ehli gibi çeşitli gruplara  ayrılacak, aralarında ciddi bölünmeler olacak.  

Hadislerde geçen rakamlar gerçek sayılar olmayıp kinayeli (dolaylı) anlatımdır. Nitekim Kur’an, ‘ağaçlar kalem olsa, mevcut denizlerin yanında yedi deniz daha gelse; yine de Allah’ın kelimelerinin yazılamayacağını, Allah yolunda mallarını harcayanların durumunun yedi başakta yüz tane bitiren tohuma benzediğini’ söylemektedir. (31 Lukman/27. 2 Bekara/261)

 

c-Kurtulan fırka (grup) hangisidir?

Çeşitli sebeplerden dolayı tıpkı öncekiler gibi bir çok gruplara ayrılacak olan İslam ümmetinden acaba kurtulacak grup hangisisidr?

Hadislerin böyle gelmesi bir uyarıdır ve ümmet; ‘siz böyle yapmayın’ manasında bir ihtardır.

Bazı mezhep tarihçileri İslâm tarihinde ortaya çıkmış ve bid’atçi diye nitelenen fırkaları/mezhepleri ve kollarını sayarak yetmişüç rakamını doldurmaya çalıştılar. Halbuki buradaki rakam gerçek rakam olmadığı gibi, ümmet arasında tarih boyunca yetmiş üçten çok çok fazla grup çıkmıştır.

Kaldı ki fırka fırka olmak hastalığı tarihte olmuş bitmiş ve bir daha olmayacak şey değil ki. Müslümanlar, Kur’an’a, Peygamberin ve O’nun temiz sahabelerinin yoluna uymadıkları, kendi akıllarına göre bir din uydurdukları, çeşitli gayri müslim unsurları örnek alıp onları taklid ettikleri sürece fırkalaşma olacak, dinde bölünmeler durmayacaktır.

İslâm tarihinde ortaya çıkmış hiç bir fırka kendisinin yanlış, batıl ve bid’atçi olduğunu söylememiş; aksine hemen hepsi de asıl doğru yolda olanların, yani fırka-i naciye’nin kendileri olduğunu iddia etmiştir. Kur’an bu iddia sahiplerine şöyle cevap veriyor:

“(Onlar ki) Kendi dinlerini fırkalara ayıran ve kendileri de parça parça olanlardır; her iki grup kendi elindekiyle övünüp- sevinç duymaktadır.” (30 Rûm/32)

Bir kimsenin veya bir grubun kendi kendine övünmesinin bir anlamı yoktur. Kim kendisi için kurtuluş bileti kesebilir ki? Kim anladığı, kanaat ettiği, ortaya koyduğu şeylerin doğru olduğunu kim garanti edebilir?

Yapılan amellerin Allah’ın rızasına tam uygun olduğunu ve kabul edildiğini kim ileri sürebilir? Kimin bu gibi konularda elinde senet vardır?

Allah’ın insanlar için seçip gönderdiği Din ortadadır. Onu anlamanın, onu yaşamanın yolu ve şekli Hz. Muhammed’in sünnetinde mevcuttur. İnsana düşen elinden geldiği kadar kulluk görevini samimiyetle yapması ve Allah’tan ümit kesmemesidir.

Peygambere samimiyetle tabi olan sahabeler ve onları izleyen İslâm bilginleri İslâmın anlaşılması için çalıştılar, çaba gösterdiler. Onlardan iyi niyetli olanların farklı görüşleri, farklı ictihatları dinde ayrılık değil, dinde kolaylıktır. Dinde ayrılık olan şey özellikle İslâm’ı kendi zamanına, kendi anlayışına, kendi siyasi ortamına uydurma çabalarıdır.

Öyleki ortaya çıkan böyle bir din anlayışı, Kuran'a aykırı, sünnette yeri olmayan, sahabe görse ‘bu nedir’ diyecek kadar farklıdır.

Böyle bir din anlayışı; İslâmın dünya, hayat ve Ahiret görüşünden çok ayrı, sahabelerin Peygamberden öğrendikleri dinden çok uzak ise; bu dinde fırkalaşmadır.

Buna göre, İslâm’ı Kur’an’da anlatıldığı, Peygamberimizin öğrettiği gibi, sahabelerin ve onları izleyen ilk nesillerin uyguladığı gibi anlayıp yaşayanlar, İslâmı kendine değil de fikrini, davranışlarını, ahlâkını, düzenini, dünya görüşü ona uygun hale getirmeye çalışanlar fırka-i naciyedir.

İslâmın bir kısmını alıp bir kısmını terkedenler, onu kendi pozisyonuna uyduranlar, ya da kendi konumunu desteklemek için ondan yararlananlar, onu bir kavmin, bir bölgenin ya da geçmiş zamanların hayat düzeni sananlar, onu bir ilâhí hayat proğramı değil de bir ahlâk ve kültür sayanlar, ona inandığını iddia ettikleri halde, hayata yön veren bütün hükümleri başka kaynaktan alanlar; kurtulmuş fırkadan olamazlar.

İslâma inanmanın, yani müslüman olmanın, müslüman sayılmanın bir mantığı, bir şekli, şartları vardır.  Kim ona inanırsa müslüman olur. Müslüman olan kimse de o dinin bütün ilkelerini benimser, yasaklarına uymaya, emirlerini yerine getirmeye çalışır. İslâma teslim olmanın anlamı budur. (4 Nisa/65, 59 Haşr/7, 3 Âli İmran/31)

İslâma, Allah’ın istediği ve Peygamberin gösterdiği gibi teslim olup, onu hayatlarına uyguluyanlar, adları ne olursa olsun; onlar, fırka-i naciyedendir.

Hadiste, ‘fırka-i naciye’nin cemaat olduğu söyleniyor.

Bilindiği gibi cemaat; toplanan, aynı ideal ve inanç etrafında bir araya gelen şuurlu topluluktur.

Cemaat bir anlamda ne yaptığını, niçin bir araya geldiğini bilen, önünde kendileri tarafından seçilmiş imamları (önderleri) bulunan ümmet topluluğudur. K

ur’an ve Sünnet’in çizdiği çizgide birlik oluşturan müslümanlar bu anlamda cemaattırlar.

Bu cemaat hem Kur’an ehlidir, hem Sünnet ehlidir. Çünkü onlar Kur’an’a ve Sünnet’e uyan mü’minlerdir.

Müslümanların ırkı, bölgesi, mezhebi, meşrebi, tarikatı, partisi, içinde yaşadığı sosyal düzen veya siyasí sistem ne olursa olsun; eğer Kur’an ve Sünnet’in idealleri ve hedefleri doğrultusunda fikir birliği, heyecan ve hedef birliği yapıyorsalar, onlar cemaat olmuşlardır ve fırka-i naciye’den olmaya adaydırlar.

Ayrı ülkelerde yaşamak, ayrı siyasí fikirlere sahip olmak, amelde farklı mezheblere uymak, farklı gruplarla çalışmak, bazı faaliyetleri ve hizmetleri  yapmak üzere gruplar/cemaatler oluşturmak, hatta prensipleri İslâma aykırı olmayan partilerle çalışmak mümkündür ve bazen de ihtiyaçtır.

Ama bütün bunlar İslamın prensiplerinin önüne geçerse, içinde bulunulan yapı İslâmın kendisi zannedilirse, bu tehlikelidir.

Sonuç olarak; ‘fırka-i naciye’ bir grubun/cemaatin isminden çok bir tavrın, bir ahlakın, bir anlayışın takipçilerinin ortak adıdır.

İslâmı Allah’ı razı edecek şekilde yaşayan herkes, umulur ki fırka-i naciyedendir.

 

Hüseyin K. Ece

12.04.2011

Zaandam