Birileri insanın tükendiğini zannediyor.

Birileri de insanı/insanlığı tüketmenin gayretinde.

Ne demek? Elbette kasdımız, insanın fiziki varlığı degil…

 

İnsan, farklı bir mahlûk. Yaratılmışların en değerlisi. Doğuştan şerefli, yüce, değerli. Halife adayı… Çünkü Allah (cc) insanı yeryüzünde bir halife olarak yarattığını söylüyor. (Bakara, 2/30)

İnsan akil-baliğ olunca ya Allah’a halife olabilmenin çabasında olur ve sonunda bu sıfatı kazanabilir. Ya da bildiğine gider ve bu yüce sıfattan kendini mahrum eder.

Ama o her halükârda halife adayıdır. Ta ölene kadar. Değil mi ki ölene kadar pişmanlık kapıları açıktır.

Bazı insanlar, kendi isabetsiz tercihi ile halifelik sıfatını yitiriyorlar, şerefli olmanın imkanlarını ellerinin tersiyle itiyolar. Beşer olarak kalıyorlar ama, halifelik özelliğini kaybediyorlar. Bu işte o insanın kendini bitirmesidir.

İnsanın kuşandığı bütün değerler, gösterdiği ahlâkî olgunluk, faziletler ve güzellikler, onun var olduğunu, insaniyetinin devam ettiğinin işaretidir.

Bunları kaybedenler, mecazi olarak biterler.

Böyleleri, kendileri gibi herkesin de bittiğini, herkesin de kendileri gibi çamurda olduğunu sanırlar. Herkesin de kendileri gibi bir değer ifade etmediğini düşünürler. Bu yüzden kendileri gibi olan birinin, onları doğru yola davet etmesini kabullenemezler.

Derler ki: Bir beşer mi bize doğru yola gösterecek?

Kur’an onları şöyle anlatiyor:

“Daha önce inkâr edenlerin haberi size ulaşmadı mı? İşte onlar (dünyada) yaptıklarının cezasını taddılar. Onlar için acıklı bir azap vardır.

(O azabın sebebi) şu ki, onlara peygamberi apaçık deliller getirmişlerdi, fakat onlar: Bizi bir beşer mi doğru yola götürecekmiş dediler, inkâr ettiler, yüz çevirdiler. Allah da hiç bir şeye muhtaç olmadığını gösterdi. Allah Ganidir, Hamde layıktır.” (Teğâbûn 64/5-6)

Bu anlayıştaki bir kaç yanlışın altını çizmek gerekir:

 

a-Başkasını kendi gibi zannetme

Başkasına yardım etmeyen, başkalarının da kendisi gibi olduğunu düşünür.

Cimri, cimrilerle arkadaş olur. Vermeyen, verilmediğini zanneder. Kendisi vermediği için, ihtiyaç anında bile, ümitsiz olur. Zira insanların ilgisiz olduğunu zannetmektedir.

 

b-Kâbeyı çıplak tavaf edenlerın anlayışı

Mekkeli müşriklerin ilginç bir tavırlardı vardı.

İbrahim peygamberin tebliğ ettiği dini terketmelerine rağmen, Kâbe’ye hürmet ediyorlardı. Hatta Kâbe’yi ziyeret edip tavaf yapıyorlardı. Kâbe onlar için şirk dininin merkezi, putların bulunduğu kutsal bir mabeddi.

Ancak Kâbe’yi çıplak sayılabilecek bir şekilde tavaf ediyorlardi. Niçin? Anlayış şaşırtıcı: Biz günlük elbiselerimizle günah işliyoruz. Aynı elbislerle Kâbe’yi tavaf etmemiz yakışık almaz.

Peki hiç mi günaha bulaşmayan elbise yok? Demek ki yok. Her an günaha dalıyorlar. Her elbise ile günah işliyorlar. Sonra da kendilerine göre günaha bulaşmış, ya da günahı gçrmüş elbislerle Kâbe’yi tavaf etmekten çekiniyorlardı.

Burada önemli yanlışlar var. Bunlardan aklımıza gelenleri sıralayalım:

1-İbadetin şeklini değiştirip kendi anlayışlarına indirgeme.

Esasen ‘hacc’ ibadeti İbrahim (as) ve oğlu İsmail (as) tarafından Kâbe’inin inşa edilmesiyle emredildi. Şüphesiz ki hacc ibadetini insanlara tebliğ eden İbrahim (as) onun nasıl yapılacağını da öğretmişti. Ama şirk dinini uyduranlar, İbrahim peygamberden gelen Tevhidî geleneğin pek çok ilkesini bozduklari gibi, hacc ibadetini da aslî sûretinden çıkarıp kendi kafa yapılarına uydurdular. Ona işlerine gelen bir şekil verdiler. Kâbe’yi putlarla doldurdular. Hacc ibadetini şirk dininin ilkelerine göre yapmaya başladılar.

Yani emrolundaklari gibi değil, kendi anladıkları gibi... Bu, ibadete müdahele ve kendi anlayışına uydurma anlayışıdır. Bir taraftan ibadetten vazgeçmiyorlar. Ama diğer taraftan onun boyutlarını kendileri belirliyorlar. Tıpkı tanrı(lar)ın nasıl olmasını tasarladıkları gibi. Değil mi ki şirk dininde en onemli özellik, tanrı veya tanrılara yetkiyi insanın vermesi, insanın kendine bir veya birden fazla uygun tanrı uydurmasıdır.

 

2-Bile bile günah işlemek.

Evet, Kâbe’yi çıplak tavaf edenler, bile bile günah işliyorlardı. Onlara göre bazı şeyler günahtı. Günah işlenen elbise ile de tavaf yapılmazdı. Ama aynı insanlar, aynı kanaati taşıyanlar, yine aynı elbise ile benzer günahları işliyorlardı.

Böyleleri, ya günah nitelemesinde samimi değillerdi, ya da ikiyüzlü davranıyorlardı.

 

3-Allah’’ın rahmetinden ümit kesmek.

Bir başka yanlışlık da, inandıkları ilâhın kendilerini affetmeyeceği inancı. Bu, rahmetten ümit kesmektir. Bu, ilâhı tanımamaktır. Zaten onlar, peygemberlerin anlattığı değil, yetkilerini ve sıfatlarını kendileri belirlediği ilâhlara inaniyorlardı. Demek ki ilâhları da kendileri gibi saniyorlar, kendileri gibi onların da merhametsiz oldukları kanaatini taşıyorlardı.

Onun için de, bari tavafımızı günahı gören elbise ile değil, elbisesiz yapalım diye düşünüyorlardı.

Halbuki kafirlerden ve sapıklıkta olanlardan başkası Allah’tan ümit kesmez. (Yusuf 12/87. Hıcr 15/56)

 

c-Zaten ben ölmüşüm demek

Böyle demenin temelinde sanıyorum üç önemli sebep vardır.

1-Ümitsizlik,

2-Tembellik,

3-Bahane aramak.

Böyleleri, ne kendileri hakkında, ne de başkaları hakkında ümitvâr değildirler. Sürekli karamsardırlar. Düzeleceğine, affolacağına, istenen şeyleri yapacağına dair bir ümitleri yoktur. Onlara göre ‘yatan balık zaten yan gider, dirilmez, eski haline gelmez’.

Onlara göre gemi batmıştır, kurtulması imkansızdır. Belli bir yaşa kadar kulluk yapmadıktan sonra, zaten başlayamazlar, başlasalar da tamam yapamazlar. Yapmaya çalışsalar da kabul olmaz.

Böyleleri, çıkış yolu aramakta, üzerine düşeni yapmakta, eksiklikleri kapatmakta tembeldirler. Her şeye üsene üsene başlarlar. Devam ettirmekte zorlanırlar. Kulluk görevleri onlara çok zor gelir. Bu görevleri üzerlerine yüklenmiş bir yük sayarlar.

Bunların bahanesi bu yüzden çoktur. Pek çok çey onlara ayak bağı olur. Sayılamayacak kadar çok engellerle karşılaşırlar.

 

d-Allah beni böyle yarattı deyip hatayı fıtratta aramak

Bir kısmı da sorumluğunu yükleyecek adres aramaya kalkışırlar. ‘Ne yapayım, ben böyle yaratıldım. Yaratan beni boöle yaratmışsa ben ne yapabilirim.’ ‘Ya da falancının yüzünden böyle oldu’ derler.

Bazıları da ‘işte şöyle olmasaydı, böyle yapardım. Ah, şöyle şöyle olsa, ben de şunları şunları yapardım’ der durur.

Özellikle günah işlemeyi alışkanlık haline getirenler, hatalarını yükleyecek yer ararlar. Suçlarını başkasına yüklemeye çalışırlar. Ya da faturayı kadere keserler. Kendi istek ve arzularının rolünü unutuverirler. Kendi hırslarının azgınlığı hatırlarına gelmez. Şeytana kanmaktan söz etmezler.

Böylece kendi isteği ile yaptığı hataların, işlediği haltların, kazandığı günahların vebâlini yaratılışa yüklemeye kalkışır.

 

e-İradeyi yok saymak

Böyleleri, insana irade verildiğini ve kendi rollerini unuturlar. İnsana iradeyle birlikte, seçme özgürlüğü verildiğini hatırlamak istemezler. İnsanın kendi isteği ile, iyi ve kötü arasında tercih yapabileceğini akıllarına getirmezler.

Hep kötü olanı tercih ederler. Sonra  da “ne yapalım, Allah da günahı yaratmasaydı. Kullarına günah işleme imkanı vermeseydi. Şeytana insanları kandırmak için için izin vermeseydi,

kötülük yapanları anında kahretseydi,

taş yapsaydı, denize atsaydı, tepetaklak yuvarlasaydı,

gözümüzü çıkarsaydı, rızkımızı kıssaydı, günah işlerken günah işlediğimiz organ anında yansaydı veya kırılsaydı,

ne bileyim bir şeyler olsaydı, o zaman biz de bu hataları yapmazdık” derler.

 

f-Bir beşer mi bize doğru yola gösterecek?

Böyleleri, herkesi kendi gibi zanneder. Kendisi kirli ise başkaları da mutlaka kirlidir.

Kendisi korkusuzca günah işliyorsa, başkaları da öyledir.

Kendisi vermiyorsa, baskaları da vermiyordur.

Kendisi ibadetten uzaksa, başkaları da hoş çok yakın değil ya.

Tarihte herkese böyle bakanlar, kendi aralarından seçilen bir elçiyi kabullenmekte zorluk çekmişlerdi. Pek çok peygamber bu yüzden kavmi tarafından kabullenilmemiş, dışlanmıştır.

Onlar, elçilerin melekten olması gerektiğini düşündüler. Onlar kendilerine bir beşerin/insanın yol gösterebileceğini kabul etmediler. Çünkü beşer (insan), kendileri gibi hep mücrimdir, yani suçludur. Peygamber olmaya layık değildir.

“Zaten, kendilerine hidâyet rehberi geldiğinde, insanların (buna) inanmalarını sırf, ‘Allah peygamber olarak bir beşer mi gönderdi’ demeleri engellemiştir.

Şunu söyle: ‘Eğer yeryüzünde yerleşmiş gezip dolaşan melekler olsaydı, elbette onlara gökten, peygamber olarak bir melek gönderirdik.” (İsrâ 17/94-95)

Böylelerine göre, günümüzde insanda bir ümit kalmamıştır. İnsanlık da çok uzaklara göç edip gitmiştir. Bir daha geri gelmesi mucizelere kalmıştır.

Bunlar, insana doğru yolu göstermek için gönderilen ilâhî ölçüleri ve yine insanlar için model olarak seçilen peygamberî hayatı bilmeyenlerdir.

 

Hüseyin K. Ece

07.11.2006

Zaandam