a-İsraf Nedir?

‘İsraf’  kavramının kökü olan ‘serefe’, sözlükte insanın yaptığı her işte normal olan sınırı aşması demektir ki, daha çok harcamalardaki aşırılık anlaşılmıştır.  (R. Isfehânî, el-Müfredat, s: 337)

 

‘İsraf’, kasıttaki aşırılıktır. İsraf aynı zamanda Allah’ın helâl kılmadığı bir şeyi yemesidir. Bir kimsenin yeme ve içme konusundaki savurganlığı ‘tebzîr’, yani saçıp savurmaktır. (İbni Manzur, Lisânü’l-Arab, 7/172)

Aynı kökten gelen ‘esrefe’ fiili, hata yapmak, ğafil olmak, acele etmek, haddi aşmak gibi anlamlara gelir. (İbni Manzur, Lisânü’l-Arab, 7/173. Firûzâbâdî, Kamûsu’l-Muhît, s: 819)

Anlaşıldığı kadarıyla kelimenin kök anlamında, yeme ve içmede, eşya ve imkanları kullanmada, davranışlarda ölçüyü kaçırmak, haddi aşmak, ihtiyaçtan fazlasını harcamak manaları gizlidir.

Bir kimsenin şu kadar yemek ile doyması mümkünken, daha fazla yemesi, bir şeyi şu kadar kullanması ihtiyacı karşılıyorken daha fazlasını harcaması, şu kadar elbise onunu giyim ihtiyacı iken, daha fazlasına sahip olması aşırlık, yani israf olduğu gibi, gerek cahilliğinden, gerekse gafleti sebebiyle şöyle davranması normal iken, aşırı davranması, sınırı geçmesi, aşırı hata etmesi de israftır.

 Esasen insan ve toplum bünyesindeki dengeyi bozan her türlü aşırılık haddi tecavüzdür (sınır aşmaktır). Bu aşırılığın davranışlarda veya harcamalarda olması farketmez. Her iki aşırılık da zararlıdır ve huzursuzluğa götürür.

Kur’an israf  edenlere ‘müsrif’ diyor.  

 

b-Kur’an’da israf

Kur’an bu kavramı iki anlamda kullanmaktadır.

Birincisi; ‘haddi (sınırı) ve ölçüyü aşmak anlamında.

Bu aynı zamanda inkârcıların bir sıfatıdır. Çünkü onlar, Allah’tan gelen helâl ve haram ölçülerini tanımadıkları gibi kââle de almazlar. O ölçüleri çiğneyip geçerler. İnsanla Yaratıcı arasında olması gereken dengeyi korumazlar. Davranışlarında normal sınırı gözetmezler ve fıtratın gereği olan ve sonradan vahiyle konulan ölçünün ötesine geçerlar.

“(Salih onlara dedi ki) Allah’tan korkun ve bana itaat edin. O müsriflerin (israf edenlerin) emrine uymayın. Onlar yeryüzünde bozgunculuk yaparlar ve ıslah etmezler (düzeltmezler).” (26 Şuara/149-151)

Burada Kur’an, Salih peygamberi dinlemeyen ve inanmamaya devam eden inkârcılara müsrifler (israf edenler) demektedir.

Kendilerini uyarmak üzere gelen bir belde ahalisinin tavrı tipik bir ‘israf’ örneğidir. Allah’ın elçileri o belde halkını doğru yola çağırdıkları zaman; elçilerin davetine uyacakları yerde, onları uğursuzlukla suçladılar. Bunun üzerine elçiler şöyle dediler:

“...Uğursuzluğunuz sizin kendinizdedir. Size öğüt verildiği için mi (uğursuzluğa uğruyorsunuz)? Hayır siz müsrif (aşırı giden) bir kavimsiniz.” (36 Yâsin/19)

İsraf kavramına en güzel vurguyu aşağıdaki âyet yapıyor: 

Kur’an, Lut kavmini ‘müsrif’ diye nitelendiriyor. Çünkü onlar Allah’ın izin verdiği, helâl ve doğal bir ilişki yerine, tabii olmayan, insan fıtratına (yaratılışa) ters bir ilişkiyi tercih ettiler. Ki bu ölçüyü aşmak, yani aşırılıktır.

“Lût’u da (peygamber olarak gönderdik). Kavmine dedi ki: Sizden önceki toplumlardan hiç birinin yapmadığı fuhşu mu yapıyorsunuz?

Çünkü siz, şehveti tatmin için kadınları bırakıp da şehvetle erkeklere yanaşıyorsunuz. Doğrusu siz taşkın (müsrif) bir kavimsiniz." (7 A’raf/81)

         Şüphesiz ki kendilerine gelen elçileri dinlemeyen ve ilâhî uyarılara kulak asmayan, heva ve heveslerine uyan, bundan dolayı da haddi aşanlar israf eden müsriflerdir.

Siz, haddi aşan kimseler oldunuz diye, sizi Kur'an'la uyarmaktan vaz mı geçelim?” (43 Zuhruf/5)

 

İkincisi: Harcamalardaki, yeme içmedeki aşırılık manasında.

Türkçe’de savurganlık olarak da ifade edilmektedir.

Eldeki malı, serveti, imkanları veya parayı gereksiz yere harcamak da bir anlamda sınırı aşmaktır, aşırı gitmektir.

Tekrar etmek gerekir ki, normal sınırı aşanlar ve aşırı gidenler her zaman, her yerde dengeyi bozarlar.

Kur’an şöyle diyor:

“Ey Âdemoğulları! Her mescide (gidişinizde) ziynetlerinizi alın (uygun elbise giyin). Yeyiniz içiniz fakat ‘israf’ etmeyiniz. Çünkü Allah müsrifleri (israf edenleri) sevmez.”

De ki: “Allah'ın kulları için yarattığı güzelliği, rızkın iyisini, temizini yasaklayan kim?” De ki: “Bunlar dünya hayatında imana erenler için [meşru]durlar; Kıyamet Günü'nde ise yalnızca onlara özgü olacaklardır.” Anlama-kavrama yeteneği olan insanlar için bu mesajları Biz işte böyle açık açık dile getiriyoruz!” (7 A’raf/31-32)        

Buradaki ‘israf’ hem yiyecek ve eşya kullanımında aşırılık hem de Allah’ın koyduğu helâl ve haram ölçüsüne uymamak anlamındadır.

Cahiliyye arapları, ‘günah işlediğimiz elbiselerle Kabe’yi tavaf (ziyaret) edemeyiz’ diyerek Kabe’yi çıplak olarak ziyaret ederlerdi, kendi anlayışlarına göre ibadet ettiklerini sanarlardı.

Bu âyet ile hem bu yanlış anlayışı kaldırdı, hem de elbise, yeme-içme, eşya kullanma konularında ölçü ve denge getirdi.

Dinin doğrudan yasaklamadığı, ya da açıkça yasakladıklarına benzemeyen yiyecek ve içecekler, elbiseler ve eşyalar, hatta davranışlar bile özünde mübahtır, helâldir. Bunları haram kılmak kimsenin hakkı değildir. Ancak bu mübah olan işleri yaparken, belli bir dengenin olması, israfa düşülmemesi, haddin aşılmaması gerekir.

Haramı helâl, helâli haram saymak müsrifliktir, yani aşırılıktır. Kendini açlığa, sünepeliğe veya fakirliğe mahkûm ederek Allah’a yakın olacağını, ya da dünya fitnesinden bu şekilde uzak kalacağını sanmak aldanmak olduğu gibi, helâl olan şeyleri kendine haram kılarak Allah’ı memnun edeceğini sanmak da aldanmaktır.

Bu ölçüler içerisinde müslümanlar, Allah’ın nasip ettiği helâl yiyecekleri ve eşyaları kullanacaklar, imkanlar dairesinde güzel ve süslü elbiseler giyecekler, meşru davranışları sergileyecekler; ama asla israf etmeyecekler, yani aşırıya kaçmayacaklar, kantarın topuzunu kaçırmayacaklar.

Dünya ni’metlerini Allah insanlar için yaratmaktadır. Bu ni’metleri kullanma ve yeme arzusunu da insanın içerisine koyan yine Allah’tır. Bunları yemek, içmek veya kullanmak insanın hakkıdır. Yalnız buradaki ölçü insan nimetleri yiyecek/kullanacak, ama nimeti vereni de bilecek, yani şükredecek ve israfa kaçmayacak.

Kur’an, israf  kelimesinin yanında bir de ‘bezr’ kavramını kullanıyor. ‘Bezr’ de israf gibi malı saçıp-savurmaktır.

‘Bezr’ sözlükte tohum ekmek, ölçüsüz dağıtmak demektir. Buradan hareketle ‘tebzîr’ masdarına; tohumu gereken yere atmamak, böylece onun kaybolmasına sebep olmak, karşılığında bir şey alamamak manası verilmiştir.

‘Bezr’, malı saçıp-savurmak, gerektiği yerlere sarfetmemek, yerli yerinde değil de yok olup gideceği yerlerde harcamak demektir. Bu da israfın bir başka boyutudur.        

Malı lüzumsuz yere, ihtiyaç olmayan yerlere harcamak, infak edilmesi gereken kimselere infak etmemek, malı hayır yollarında harcamamak eldeki serveti Allah isyan yollarında harcamak ‘bezr’dir.

Kur’an buyuruyor ki:        

“Akrabaya hakkını ver, yoksula ve yolda kalmışa da. Bezr ederek saçıp-savurma. Çünkü bezr (israf) edenler şeytanın kardeşleri olmuşlardır. Şeytan ise Rabbine karşı nankördür.“ (17 İsra/26-27)

Malı veya eldeki imkanları saçıp savurmak, ya da aşırıya kaçmak şeytanın ahlâkıdır. İsraf edenler, şeytanın hoşuna gidenler.

Mülk aslında Allah’a aittir. İnsana emanet olarak geçici bir süre için verilir. Malı ve geçimlikleri helâl yoldan kazanıp helâl yola harcayanlar, Allah yolunda infak edip hak sahiplerinin haklarını verenler, ‘bezr/israf’ etmeyenler mal konusundaki imtihanı kazanırlar.

 

Hadislerde israf;

Hadislerde de israf, aşırılık, lüzumundan fazla harcama anlamında kullanılıyor.

Enes b. Mâlik’in rivâyetine göre Rasûlüllah (sav) şöyle demiştir: “İştahının  çektiği her şeyi yemen israftır.” (İbni Mace, Et’ıme/51, 3352)

Peygamber (sav) Sa’d’ın yanına uğramıştı. O sırada abdest alıyordu. Peygamber (sav) “Bu ne israf!” dedi. O da şöyle sordu: “Abdestte de israf olur mu?” Peygamber (sav); “Evet bir nehir kenarında olsan bile” diye cevap verdi. (İbni Mace, Tahare/42, 425) 

Burada kasdedilen israfın, suyu lüzumundan fazla kullanmak olduğu açıktır.

Buharî, yetkin alimlerin abdestte yıkanması gereken uzuvların üç defadan fazla yıkanmasını hoş görmediklerini bunu israf saydıklarını kaydediyor. (Buharî, Vudu’ /1)

Peygamber (sav) bir duasında şöyle diyor:

“Yârabbi hatamı, cehaletimi ve yanlızca senin bildiğin bütün işlerimdeki israfımı (aşırılığımı) bağışla...” (Buharî, Daavât/60, 6398. Müslim, Zikir 70, 6901)

Bu duanın bir benzerini Kur’an müslümanlara göğretiyor.

Nice peygamberler vardı ki, beraberinde birçok Allah erleri bulunduğu halde savaştılar da, bunlar, Allah yolunda başlarına gelenlerden dolayı gevşeklik ve zaaf göstermediler, boyun eğmediler. Allah sabredenleri sever.

Onların sözleri, sadece şöyle demekten ibaretti: Ey Rabbimiz! Günahlarımızı ve işimizdeki taşkınlığımızı (israfımızı) bağışla; ayaklarımızı (yolunda) sabit kıl; kafirler topluluğuna karşı bizi muzaffer kıl!” (Âli İmran/146-147)

Abdullah bin Amr (ra) anlattığına göre Peygamber (sav) şöyle buyurdu

“Yeyiniz, içiniz, sadaka veriniz ve giyininiz. Ancak kibirlenmeyin ve israf etmeyin. Şüphesiz Allah (cc) nimetinin eserini (görüntüsünü) kulunun üzerinde görmek ister.” (Buharî, Libas/1. İbni Mace, Libas/23, 3605.  Nesâí, Zekât/66)

Bu hadisin A’raf Sûresi 31. âyetini açıkladığını hatırlayalım.

 

İsraf: Çağdaş aşırılık

İsraf aşırılık ve dengesizliktir.

İsraf olayında üç önemli ihmal veya hata var.

Bunlardan bir tanesi; Kişinin sorumsuz olmasıdır.

Bu gibi kimseler kimseye karşı sorumlu olduklarını düsünmezler. Alabildiğine özgür olduklarını, canları ne isterse onu yapmakta serbest olduklarını, yaptıklarından da asla kimseye hesap vermek zorunda olmadıklarını düşünürler. Onlar içinde yaşadıkları yerdeki imkanlar el verdiği ölçüde dilediklerini yaparlar, diledikleri gibi yaşarlar.

Dolaysıyla Yaratıcı’nın ölçülerini dikkate almazlar, bununla kendilerini kayıtlı saymazlar. Nefislerinin ortaya koyduğu zevklere göre yaşarlar. Böyle olunca da ölçüyü kaçırırlar, sınır aşarlar, zevklerinde ve davranışlarında çizginin ötesine geçerler.

Bunlar, Allah’tan gelenlere sırtını dönmüş kimselerdir.

Kur’an böylelerine israf edenler, haddi aşanlar anlamında ‘müsrif’ diyor.

Nitekim kendilerini uyarmak için gelen elçileri dinlemeyen, hatta onları taşlamakla tehdit eden azgınlara müsrif bir topluluk damgasını vuruyor. (36 Yâsin/19)

Lût peygamberi dinlemeyn topluluk da aynı şekişlde ‘müsrif/taşkın’ bir toplumdu. Çünkü bu toplum meşru ve fıtrata uygun evlenme yerine; anormal, çirkin ve fıtrata ters bir ilişkiyi adet haline getirmişti. Bu kavmin yaptığı şüphesiz aşırılık ve ölçüyü kaçırmaktı. (7 A’raf/81)

Mesela, Allah’ın içki yasağına kulak asmayıp, haram ölçüsünü kaçıranlar, içki içerek kendilerine ve başkalarına zarar verirler. Bu da davranışlarda aşırıya kaçmaktır.

 

İkincisi; Kişinin nimetin kıymetini bilmemesidir.

Böyleleri mülkün ve nimetin Allah’tan geldiğini, rızkın O’nun tarafından yaratıldığını unuturlar. Ya da inanmazlar.

Bunlar bir nimete kavuştukları zaman, onun şükrünü yerine getirmezler ve onu diledikleri gibi tasarruf ederler. İstedikleri gibi harcarlar. Biraz da düşüncesiz iseler har vurup harman savururlar. Kur’an’ın deyişi ile ‘tebzîr’ ederler, saçıp savururlar.

Elindeki malını ölçüsüzce saçıp savuran, onunla kimseyi faydalandırmaz da. İsraf ettiği malı kazanmak için de başkasının hakkına el atabilir.

İnsanın sahip olduğu her şey aslında bir değerdir. Bu değeri farkedenler, onları korumada titiz olurlar, onları yerli yerinde kullanılar ve şükrederler. Ellerinden çıktığı zaman da ne kadar büyük bir kayıp yaşadıklarını bilirler.

Onun için elde olani emanet bilip korurlar, karşılığını şükür olarak ödemeye çalışırlar.

Elindekinin kıymetini bilmeyenler, yarını hesaba katmayanlar, belki başkasına da faydası olur diye akıllarına getirmeyenler, saçıp savurmakla bir beis görmezler.

 

Üçüncüsü; kişinin nimetlerin hesabını vereceğini düşünmemesidir.

Böyleleri sahip olduklarını kendi elinin emeğiyle, gücüyle  ve bilgisiyle kazandığını düşünür. Elindeki nimetlerin Allah’tan geldiğine, ya Allah’ın Rezzâku’l-âlem olduğuna inanmaz. Öyle bir derdi yoktur. Tek dünyalı yaşadığı için, çalışır, kazanır ve dilediği gibi harcar. Ne kazandığında, ne de harcadığında başkasına hesap vereceğini aklına getirir. Malı ve kazancında başkalarının da hakkı olduğunu asla kabul etmez. “Benimle mi kazandı, niçin verecekmişim, mal benim değil mi?” diye çıkışır.

Mal, kazanç, nimet ve imkanlara bu gözle bakan biri, öncelikle bu kafa yapısıyla haddi aşan, yani müsrif olan bir kimsedir. Müsrif (taşkınlık) yapan birisi olduğu için de sahip olduklarını dilediği gibi kullanma hakkını kendinde görür.

 

*

İslâm insan hayatına her konuda bir denge getiriyor. İnançta, amellerde, ahlâkta, mal kazanma ve harcamada, duygularda, nefret ve sevmede hep orta yolu tavsiye ediyor. Ne aşırılık, ne de tembellik veya gevşeklik. Ne ifrat, ne de tefrit.

İslâm ümmeti, ‘vasat bir ümmettir’. (2 Bekara/143) Yani orta yolu izleyen, dengeli ve hayr yolları üzerinde olan bir ümmettir.

Bu ümmet Allah’ın indirdikleri konusunda aşırılığı olmadığı gibi, mal konusundaki tutumu da dengelidir, harcamaları da ölçülüdür.

Malın, nimetlerin, imkanların bir emanet olduğuna inandığı gibi, hakkı olanların hakkını verir, gereği kadar harcama yapar, ama günün birinde mutlaka bunun hesabını vereceğine inanır.

İslâmın bu ölçüsünden uzak günümüzün insanı ise, aşırı bir dengesizlik ve alabildiğine bir israfın içerisindedir. Çağımız hem davranışlardaki ölçüsüzlük, hem harcamalardaki ölçüsüzülük anlamıyla tam bir israfın, aşırılığın, yaşkınlığın, ölçüsüzlüğün içerisindedir.

Her şeyin alabildiğince israf edildiği, Allah’ın ölçülerine nisbetle aşırı davranışların normal sayıldığı, akıl almaz çılgınlıkların zevk ve eğlence halkine geldiği, Allah’ isyan sayılabilecek ne kadar davranış varsa hepsinin çağdaşlık sayıldığı bir zamanda yaşıyoruz.

Bu açıdan bakılınca, içinde bulunduğumuz zaman hem harcamalarda hem de davranışlarda aşırılığın, yani israfın yaşandığı, müsriflerin bol olduğu bir zaman dilimidir diyebiliriz.

O zaman şöyle dua edelim:

“Ey Rabbimiz! Günahlarımızı ve işimizdeki taşkınlığımızı (israfımızı) bağışla; ayaklarımızı (yolunda) sabit kıl; kafirler topluluğuna karşı bizi muzaffer kıl!”  (Âli İmran/146)

 Hüseyin K. Ece

21.02.2010 Zaandam/Hollanda